• Konular – 
  • Rasim Cinisli, kitabı "Bir Devrin Hafızası" isminde hatıralarını anlatan bir kitap yazmış ve Akit TVde, 20 Ocak 2018 tarihinde Kültür Dünyası adlı programda Rasim Cinisli'yle ilgili bir sohbet düzenlenmiş. Bu programda Rasim Cinisli yaşadıklarını anlatarak 1950 sonrası döneme ışık tutuyor. Bu programın tam metnini burada aktarıyorum. Programda söylenen sözler hakkında Akit TVnin telif hakları yüzünden şikayette bulunacağını düşünmüyorum, çünkü hatıralar ve sözler Rasim Cinisli'ye ait.

    Programın metni çok uzun olduğu için ayrıca bir konu yapmak mecburiyeti duydum.
    Yeni yetişen nesil CHP ücubeti, ateistlik projesi, Millete yapılan çeşitli oyunlar vesaire deyince hepsine "kaynağın hani" diye atılıyorlar. Rasim Cinisli yaşayan bir kaynak olduğu için inşallah bu kişiler Rasim Cinisli'ye bari inanırlar. Kemalist kesim Rasim Cinisli'ye yobaz diyebilirler, fakat yalancı diyemezler. İşte size yaşayan gerçek: Rasim Cinisli. Akit TVde çalışan bazı kişiler şeriat yanlısı olabilir hatta Kemalistler Akit TVye gerici, yobaz, Cumhuriyet düşmanı kanal gibi laflar söyleyebilirler. Fakat Rasim Cinisli gibi yaşayan gerçeğe tek laf söyleyemezler. Kemalistler gerçekten yana olsalardı zaten Rasim Cinisli'yi Kemalist kanallarda çıkarıp konuştururlar ve geçmişte olan, tarihte yaşanan olaylardan bir muhasebe çıkararak, "şu yaptıklarımız yanlıştı, Milletten özür dilememiz lazım ve Milletle barışmamız lazım" derlerdi. Fakat Kemalist ideoloji, kendisini kuran Atatürk tarafından Milletiyle bağdaşmayan, Milleti değiştiren bir toplum mühendisliği ideolojisi olduğu için asla Milletten özür dilemezler. Çünkü özür dileseler Kemalizmin yanlış olduğunu kabullenmiş olurlar. O yüzden Kemalistler Rasim Cinisli gibi kişilere düşman, gerici, yobaz gözüyle bakarlar, fakat asla yalancı da demezler. Fakat Kemalizmin geçmişte yaptıklarını inkar eden genç yaşta olan Kemalistler var. Genç Kemalistlerle yaşlı Kemalistler arasındaki fark şudur: Yaşlı Kemalistler biz yaptık, iyi yaptık, inandığımız ideoloji için yaptık derler. Genç Kemalistlerse, bazıları tarihlerini dahi tanımadıkları için "yapmadık, suçsuzuz, iftira, nerde kaynağın" derler.

    Rasim Cinisli programın başında 1960 askeri darbesinin arkasında Amerikayı, Batıyı ve içerideki Kemalist vesayeti sorumlu tutuyor. Ne yazıkki bizim muhafazakar kesim öylesine bir gaflet içine girdilerki neredeyse bütün darbelerin arkasına Amerikayı koyuyorlar. 1980 darbesiyle ilgili bir gazetede bir Amerikalı ünlü adam "bizim çocuklar yaptı" dedi diye sanki darbeyi Amerika yapmış gibi göstermeye çalışıyorlar. Bu tutum esas sorumlu Kemalist vesayeti bütün darbelerden aklamak demektir. Size sesleniyorum, muhazakar kesim: Yapmayın. Darbelere karışan, yöneten Türkiyede yaşamış ve hala yaşayan Kemalist insanlar hakkında tonlarca, binlerce belgeler var. Hatta bu darbeleri bizzat kendileri de yaptık, kendi irademizle yaptık diyorlar. Buna karşın Amerikanın darbeleri yönettiği, insan gönderdiği, Türk generallere emir verdiğine ait tek belge tek emir almış isim yok. şimdiye kadar bir Amerikan generalinin yada yüksek görevli bir Amerikalı insanın 2000 yılından önce gerçekleşmiş darbelerde ismi duyulmuşmu? Duyulmamış. Muhazakar kesim Amerika'ya suçu atmakla Kemalistleri aklamaktan başka hiç bir şey yapmıyor. Yapmayın aklınıza, dâvânıza, tarihe yazık. Rasim Cinisli bu programda hatta Sovyetler Birliğini de darbelerin içine katmak istedi. Sonra Sovyetler Birliğini işin içinden çıkardı. Nedeni ise Sovyetler Birliğinin çöküşüymüş. Sovyetler Birliğini çökmüş, o yüzden darbelerde özellikle Mayıs 1960 darbesinde Sovyetler Birliğinin parmağı yokmuş. Sovyetler Birliğinin çöküşünü ben açıklayayım: Sovyetler Birliğinin çöküş sebebi Amerika değildir. Sovyetler Birliğinin dağılışının sebepleri şunlardır: izlediği planlı devlet ekonomisi ve teknoloji politikası, bireysel yatırım ve araştırma, bireysel bilimin yasaklanması, halkın isteklerini gözardı eden Millete dayatılan rejim, çok ulusluluğun beraberinde getirdiği meseleler, Afganistan işgaliyle beraber gelen moral bozukluğu ve savaş faturası, teknolojide casusluktan öte gidilememesi ve teknolojide geri kalınması, casuslukla teknoloji transferi tercih edilip Sovyet teknolojisini daha ileriye götürememe, bireysel dehalara ve beyinlere özel program uygulanacağına üstün zekalı insanların eşitlik ideolojisi yüzünden heba edilmesi, bütün meslek sınıflarının eşitlenmesi(aynı maaş) ve beyaz yakalı insanların ayağa düşmesi, bunların kendi halklarında oluşturduğu rejime karşı giderek artan hoşnutsuzluk, giderek düşen hayat standartları, bastırılan basın ve tek taraflı yürütülen sanat ve güzel sanatlar, kominizm doktrinin insanlık vasıflarının üzerinde tutulması ve bütün maneviyatın reddedilmesi, ahlakın bütün boyutlarıyla yok olması, vesaire ve bütün bu unsurların bir araya gelip bir mesele yumağına dönmesidir. Halkın istekleri demişken ben kendi bizzat yaşadığım bir olayı anlatayım, daha da belli olur ne demek istediğim. DDR, yani eski Doğu Demokratik Alman Cumhuriyetinden ailesiyle birlikte Federal Almanya Cumhuriyeti yani Batı Almanya'ya kaçan bir kız lise öğrencisi benimle beraber aynı okulda okuyordu. Bana Batı Almanya'ya kaçış sebeplerini şöyle anlatmıştı, hani halkın zaruretlerinden, ihtiyaçlarından bahsediyoruz. Bahsedilen seneler 1975ler. Doğu Almanyalının bana söylediği sözler şunlardı: "Biz Doğu Almanya'dayken kadınlar giyinecek iç çamaşırı bulamıyordu. Çünkü plan ekonomisi vardı. Tuvalet kağıdı nedir bilmiyorlardı. Herşey devletin elinde olduğu için, devlet belirli sayıda halkın giyebilmesi için giysi ve kıyafet üretiyordu. Kadınlar iç çamaşırı olmadan geziyorlardı." Tabii ben gülmeye başlamıştım, şaka yapıyor zannetmiştim, hatta utanmıştım bana bunları neden anlatıyor diye. Ve bu hatıramı hiç unutmadım. Oysa Doğu Almanyalı kız çık ciddiydi ve bana biraz kızmıştıda, yaşadıklarına, anlattıklarına ben inanmıyorum diye. Doğu Almanyalılar din terbiyesi almadığı için, ateist büyütüldükleri için biraz utanma duyguları da azdı. Neyse sonra tarih okudukça insan anlıyor bir şeyleri. Halkın basit isteklerini bir devlet yerine getirmezse halk âsî olur ve o devleti ve rejimi yıkar. Sözün kısası : Rasim Cinisli programda sonradan anlattığı kendi yaşadığı olaylar hakkında anlattıklarında haklıdır, fakat bu muhafazakar kesimin bu darbelerde bizzat Amerikan ve Batı parmağını araması artık gına getirdi. Doğru olan şey şudur. Amerika ve Batı, darbeleri kendi menfaatlerine uygun olduğu için desteklerler ve alkışlarlar. Fakat bu kadar, ötesi yoktur. Bizzat bu darbeleri kendileri yapmamıştır, içlerinde de yokturdurlar. Jöntürklerin ve İttihat ve Terakkinin devamı olan Kemalistler Batı kültürü delileridir. Muassır medeniyet seviyesine Batı kültürünü aldıkları ve Türkiyeye getirdikleri zaman erişeceklerine, şimdi bile, inanırlar. Türkiyede 1923den sonraki yapılan inkilaplar bu Batı kültürünü Türkiyede uygulama devrimleridir. Bu devrimler Millete sorulmadan, Millete karşı yapılan, Milletin istemediği kültür ve Batı sistemi devrimleridir. Ne zaman herhangi bir hükümet bu Kemalist ideoloji yolundan saparsa, Kemalist vesayet emrindeki ateist, dinsiz olarak yetiştirilen Türk ordusu ve CHP işbirliği sayesinde askeri darbeyle veya korkutularak, tehdit edilerek devrilmiştir. Zaten Rasim Cinisli yaşadığı olaylarla bunu kendisi yaşamış, anlatıyor ve ispatlıyor. Fakat burada da şu Amerika, Avrupa darbesi masalını duyunca artık duramıyorum. Muhafazakar kesime söylüyorum: yapmayın, yeter artık!, inek dururken öküz altında buzağı aramayın! Öküz altında buzağı olmaz.

    Gelelim Rasim Cinisli'nin konuşmasına :
    -----------------------------Programdan birebir alıntıdır-------------------------------
    -----------------------------Yayının metninin başlangıcı------------------------------

    Sunucu : Akit Tvye kültür programına hoşgeldiniz. Her hafta olduğu gibi bu haftada çok kıymetli bir misfirimizle birlikteyiz. Bir Devrin Hafızası isimli kitabıyla yeniden göndemi oluşturan, bir devre şahitlik eden, eski siyasetçi, kültür adamı ve Milli Türk Talebe Birliği eski başkanı, değerli hocamız Rasim Cinisli'yle birlikteyiz. Efendim, hoşgeldiniz.
    Rasim Cinisli : Teşekkür ederim. Efendim. Sağolun.
    Sunucu : Gerçekten Bir Devrin Hafızası kitabınızda bir devri bugün tekrar yaşamış olduk. Yakından tanımış olduk. O devirde yetişemeyen nesiller olarak neler olup bittiğinide daha yakından görmek, tanımak, okumak fırsatını elde etmiş olduk. Öncelikli olarak kitabın yazılış serüveni nasıl oldu, nasıl karar verdiniz, hatıraları toplamaya, yazmaya, kim teşvik etti, kimler yardımcı oldu. Kitabın yazılış serüveniyle başlayalım sonrasında Ali Fuat Başgil, Teyfik İleri, Adnan Menderes birçok mühim isme yolculuk yapacağız. Buyursunlar efendim.
    Rasim Cinisli : Önce teşekkür ederim efendim. Size ve Akit TVye teşekkür ederim. Bu alakayı gösterdiğiniz için. Efendim hatırat yazmak kolay bir iş değil. Hatta birazda netameli bir şey. Kırgın küsecek insanlar olabilir ve herşeyi doğru yazmak zorundasınız. Sizin gibi lütfedip zaman içerisinde bazı proram yapmak isteyen arkadaşlarımız oldu. Basında mülakatlar oldu. Özel sohbetlerimiz oldu. Bu sohbetler sırasında "bu hatıraları yazıyormusun" diye. Her konuşmamın sonunda böyle bir ikazla karşılaştım. O güne kadar yaşadıklarımı ben ahvali adiyeten sayıyordum. Ama bu ikazlar ve daha sonraki olaylar yaşanınca, Akif merhumun dediği gibi hadiseler olaylar tekerrür edince, ha demekki bunları yazmak lazım. Yeni nesil yeni kuşaklar bunları takip etmiyorlar bilmiyorlar. O halde bildiğimiz kadarını söylememiz lazım duygusuna müraacat ederek yazmaya çalıştım. Belirttiğim gibi benim haberim olmadan bir komşum bir köylüm iyi niyetle benimle ilgili ailemle ilgili bir kitapçık çıkarttılar.
    Sunucu : Cinisli köyü, neydi adı
    Rasim Cinisli : Evet, Cinisli Beyleri, Ve Rasim Cinisli
    Sunucu : Size özel bir kitap hazırladılar. Ama yeterli değildi bilgiler.
    Rasim Cinisli : Bir sürpriz oldu. şimdi herkes bunu bilinmeden yazılmış bir eser, kitap olduğunu anlamayacaktı. O zaman bende kendim yazmak hissine duygusuna kapıldım. Böylece başladı efendim.
    Sunucu : Bizim kültürümüze baktığımızda aslında Türk Milleti olarak tarih yapmaktan tarih yazmaya vakit bulamamışız. Ama hatıratlar önemli. Niçin yazılması gerektiğine dair bir kaç kêlam ederseniz.
    Rasim Cinisli : Efendim, şimdi demin de arzettiğim gibi, yaşadıklarımı sanki sıradan bir olaymış gibi algıladım. Ama geriye dönüp baktığımda uzun bir siyâsi serüveni okumak isteyince, gördümkü o dönemler Türk siyasi tarihinin Cumhuriyet tarihinin çok önemli çok dağdıralı, karmaşık dönemleri. İçerideki ve dışarıdaki ellerin, dost olamayan ellerin, Milletimizin, devletimizin başına nasıl müsubetler getirmek istediklerini hisstettim. O halde onların tekkerrür etmemesi, onların tekrarlanmaması için, herkesin elinden geldiği kadar, yardımcı olması lazım. Yanlış gördüklerini ifade etmeleri lâzım. Yanlışa yeniden yeniden düşülmemesi lâzım. Bu bakımdan hatırat yazmak herkesin kabul ettiği gibi benimde kabul ettiğin budur. Doğru yazılması lazımdır.
    Sunucu : Ama mesela diyelimki, doğru yazmak adına birileriyle olan hatıralarınızı yazdığınızda yanlış yapan insanları da yazdığınızda onlar hayatta onlarda üzülmüş olacaklar. Ya da onların çocukları torunları o şahsiyeti kötü tanımış olacaklar. Bazı hatıraların üzeri örtülmesi gerektiğini savunanlar da var. Sizin kitaba baktığımda da yazılması gerekenler yazılmış yani efradını ... bir kitap olmuş.
    Rasim Cinisli : Kendilerini tenkit ettiğimi kabul eden arkadaşlarımda olacaktır. Ama onların bana serzenişleri olursa, huzurunuzda söylüyorum, kendilerine soracağım sualler var. Bu yazılanlar doğrumu, değilmi? Doğruysa doğruyu yazmak zorundayım, mecburiyetindeyim. Değilse, doğru olmadığını bana ispat ediniz teyit ediniz. Gerekirse özür gerekirse tekzibini ben kendim yapayım. Ama vicdanıma ve aklıma danıştığım zaman kimseyi üzmek kasdıyla bir cümlemin olduğunu zannetmiyorum.
    Sunucu : Evet kitabınızı okuduğumuzda da onu zaten görüyoruz. Çok başarılı bir hatırat.
    Rasim Cinisli : Teşekkür ederim.
    Sunucu : Yılın hatırat kitapları arasında da ödül aldı. Efendim, Rasim Cinisli özellikle belli bir kuşağın zihninde hâlâ dipdiri canlı bir isminiz var. Ve çok yakından tanıyor kamuoyu sizi. Ama özellikle yeni nesiller için tanıtmak istesek Erzurumdan çıktınız hukuk fakültesi ile başlayan -bende açıkcası MTTP genel Başkanı ve siyasetci olarak tanıyorum- ama birçok mühim hizmette bulundunuz. Bir zihin tazelemesi anlamında Erzurum yolculuğundan sonrasını bir dinleyelim efendim.
    Rasim Cinisli : Efendim, tabii her genç gibi memleketinden, taşradan İstanbula gelen her genç gibi meslek sahibi olup, memleketine dönüp mesleğini icra etmeyi düşünen insanlardan biriside bendim. Ama geldiğimiz zaman İstanbula geldiğimiz zaman Türk siyasi hayatı bir kaosun içine düşmüştü. 27 Mayısın hazırlıkları bütün şiddetiyle devam ediyordu. Siyaset meclislerden TBMMden çıkmış İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde sokak mitingleri şeklinde cereyan ediyordu. Ve orada siyasi hayat tamamen felç olmuştu. Üniversite gençliği acımasızca kullanıldı. Ve darbenin yapılması için sokaklarda mitingler yaptırıldı. Gençliği heyecana vermek içinde olmadık sloganlar ortaya atıldı. Mesela ben üniversiteye girerken Beyazit meydanında miting yapılıyor gençlerin o günkü devrimci gençlerin ağzındaki slogan "olurmu böyle olurmu, kardeş kardeşi vururmu. Kahrolası diktatörler bu dünya size kalırmı" Gazi Osman Paşa marşını bu sözlerle uyarlamışlar. Ne, olan ne? Diktatör kim? Kardeş kardeşi niye vurmuş? şimdi bunları irdelemeden, bunları anlamadan, bunları görmeden sloganlar atılıyor. Başka neler söyleniyor? Üniversite kantininde veya dışarıda "petrol millileşsin" diyor "petrolün millileşmesi lazım". Peki nasıl millileşecek? Türkiyenin petrolü varmı? Yani bir İran, bir Azerbeycan, bir Suudi Arabistan, bir ırak mı? Petrolün kaynakları fışkırıyorda yabancılara bahşişmi verilmiş. Yabancılara mütehassis edilmiş. Yok böyle bir şey. Başka toprak reformu yapılmazsa Türkiye demokrasiye ulaşamazmış. Toprak reformu nasıl yapılacak? O günkü slogan: "Ağaların elinde büyük topraklar var. O toprakları köylüye dağıtırsanız toprak reformunu yapmış olacaksınız." Bunu ciddi ciddi savunan profesörler ve akademisyenler vardı.
    Sunucu : Bu söylemlerin üretim merkezi neresi efendim? Gençliği kim yönlendirdi bu profesörleri kim kandırdı? Türkiyeyi bu kaos ortamına sürüklemek için hangi eller?
    Rasim Cinisli : Bugünkü iddia edilen ve araştırmalarımdan 50 yıllık geçmişten sonra süzüle süzüle o merceklerden baktığın zaman iki unsur görürüm. Birisi dışarıda, biriside içeride. Dışarıdaki dost diye kabul ettiğimiz Avrupa ve Amerika. Tabii uzaktan bakarak Sovyet Rusyada keşke diyerek köşe kapmaca oynamak için beklediği bir vakadır. Onu da safdışı bırakamayız. Ama asıl darbeyi, Milletimize devletimize asıl darbeyi, bu unsurlar ortaya koymuştur. Yani Amerika ve Avrupa.
    Sunucu : Her darbenin arkasında bu unsurlar varmıdır?
    Rasim Cinisli : Aşağı yukarı var.
    Sunucu : Ve her darbe bu ülkeyi 50 yıl geriye götürmek içinmi yapılmıştır?
    Rasim Cinisli : Maalesef öyledir. şimdi ben bu mantığa nerden varıyorum onu sizinle paylaşayım müsaade ederseniz. Daha önce bütün bunların arkasında Moskovanın olduğu düşüncesi hakimdi. Yani bu darbelere karşı olan kesimde bu işi yapanlar kimler olabilir Moskova olabilir. Çünkü biz Amerikayı dost olarak kabul ediyoruz.Avrupayı biz dost kabul ediyoruz. Dostumuzun böyle bir şey yapmaya art niyete devletimizin Milletimizin aleyhinde bir işin sahibi olmasını biz karakterimize göre düşünemiyoruz, kabullenemiyoruz. Ama 1990 yılında Moskova rejimini terketti. Bir kurşun atmadan, bir mücadele yapılmadan, hiçbir kan anarşi olmadan, mücadele olmadan Sovyet Blok kendiliğinden çöktü. 1990 yılında Sovyet Blok çöktü. Marksizm toplumlar için verimli bir rejim değil diye kendileri terkettiler. Gorbaçov zamanında. Demekki marksizmin devlet yönetmiş bir rejimin çökmesi için öyle şirketin çökmesine benzemez. 3 sene 5 sene değil. Osmanlının çökmesi 200 sene aldı. Bu türlü çöküşlerinde en az 30 sene 60 sene olması lazımki, çöküşün geçmişi olsun ve rejim bitmiş olsun. şimdi bunu düşününce demekki Sovyet Blokun rejim ihrac etme gücü kalmamış. şöyle bir de geçmiş var. 2.Dünya savaşı bittikten sonra Sovyet Blok başarılı devletler arasında bizden Karsı, Ardahanı istedi. Toprak istedi ve Boğazlarda hak iddia etti. Bu bizim için devletimiz için büyük bir tehlike idi. O yıllarda Milli Şef olan İsmet Paşa devletin güvenliğini sağlayabilmek için San Fransiskoda toplanmış olan BM camiasına müraacat etti. Kendisini bir blokla dostluk kurarak emniyet altına almak istedi. Böyle olunca Avrupa bizim yumuşak karnımızı keşfetti. Bizim kuzey komşumuzdan tedirgin olduğumuzu büyük tehlikenin oradan geldiğini keşfetti. Gerçekte buydu. Çünkü Çar zamanından beri Sovyet Blok Akdenize sıcak denize inebilmek için Anadolu coğrafyalarında gözü olan bir politika güttüler. Bu zaafımızı görünce Avrupalı, Amerikalı Türkiye geliştikçe istedikleri gibi oynayacakları, her şeyi kabullendirecekleri bir devlet bir millet olmaktan çıkıyor artık kendi iradesini kullanacak, kendi gücünü kullanacak noktaya geliyor korkusuyla bizi olduğu gibi o ne onsun ne ölsün politikasını güttüler. Bunu içinde 1950yle 1960 arasındaki kalkınma hızını kesmek istediler. Şimdi burada size şunuda ifade edeyim. 1950yle 1960 arası ne oldu. Demokrat Parti iktidara geldi. 10 yıl içerisinde ne oldu. Ferit Melen'in oğlu Mithat Melen, akademisyen profesör, niçin bunları söylüyorum, çünkü CHPli bir siyaset gütmüş, başbakanlık yapmış bir zattır. Oğluda yaklaşık olarak bu kanaatleri savunan bir zat. Bunun, Mithat Melen'in bize vermiş olduğu Avrupa istatistiklerinden, kurumlarindan aldığı bilgiye göre, 1958 senesinde Türkiye ekonomik olarak Japonya'yla ve İtalya'yla atbaşı yarışıyor, ekonomik olarak. Japonya'yla ve İtalya'yla. Fert başına düşen gelir bakımından at başı yarışıyor. 2000li yıllarda, darbelerden sonra, 2000li yıllarda Türkiyenin geliri 2000 Dolar, fert başına düşen milli geliri 2000 Dolar, Japonyanın 38000 Dolar. İtalyanın 25000 Dolar. Yani darbeler olmasa, demokratik hayat sağlıklı yürüyebilse, demekki bizde Japonyayla İtalyayla aynı kulvarda at başı yarışacaktık.
    Sunucu : Efendim, siz bütün darbeleri yaşamış oldunuz Cumhuriyet döneminde. Yine biz yolculuğumuzu Türk Talebe Birliğine çevirelim. Uzun bir mesele. Erzurumdan çıktınız, hukuk fakültesine geldiniz, hangi ortama geldiniz, nasıl bir vatan kurtarma mücadelesine girdiniz. Türk Talebe Birliği hikayesi nasıl oluştu. Kimler vardı yanınızda.
    Rasim Cinisli : Şimdi tabii içinde bulunduğumuz ortam bizi sürükledi, biz nefsi müdaafaya geçtik. Bizi üniversiteye sokmuyorlardı. Milliyetci olan, dinine, inancına sahip olan, milli kimliği korumak isteyen gençler,
    Sunucu : Anadolu çocukları
    Rasim Cinisli : Anadolu çocukları, o kültürle mayalanmış müslüman Türk çocukları geldiklerinde - ha diğerleri bunlardan değilmi? Hayır, onlarda Anadolu çocuğu onlarda müslüman Türk çocukları, ama yanıltılmış çocuklar.
    Sunucu : Zihinleri işgal edilmiş.
    Rasim Cinisli : Evet. Fesat karışmış işin içine. Heyecanları, onlarda vatanı kurtaracağız diye yanlış yola girmiş. Ben gençliği şöyle tarif ederim. Gençlik, dağlarda karlar tertemiz eriyipde, billur gibi temiz sular birikince, yolunu, yolağını bulursa, ovaya cansuyu olur. Kuşa, insana Cenabı Allahın nimetlerinin en mükemmeli olan suyu ordan alırsınız. Ordan nasiplenirsiniz. Ama yolunu yolağını bulamazsa o eriyen karlar çamurun çepişin kirin pisin yolunda giderse sel olur, felaket olur. Onun için gençliği iyi yönlendirmek lazım. İşte, gençliği kötü yönlendirdikleri için sel oldu, ateş oldu, gittiği yeri yaktı, 27 Mayıs öncesi ve sonrası mitinglerle bu Milletin darbelerin yapılmasına neden oldu. Gençlik, kendi evlatlarımız,
    Sunucu : malzeme olarak kullanıldılar.
    Rasim Cinisli : acımasızca kullanılmışlardır. Bu bilinmesi lazım olan bir gerçektir. O durumda bizi üniversiteye sokmuyorlar. Biz üniversitede okumak istiyoruz, bizi üniversiteye sokmuyorlar. Biz meslek edinemeyeceğiz, memleketimize meslek sahibi olarak dönemeyeceğiz. Ne yapacağız peki. Kendi aramızda yerimiz yok, yurdumuz yok. Demokrat Partisi kitlesi içeride hapishanelerde.Yassıadalarda. Hergün macera üstüne macera, zulüm üstüne zulüm. Silahlı bir yönetim var. Orada dikkat buyrulması lazım gelen kime karşı mücadele etmişiz. Söyleyeceğim, ama komik gelecek size. İşte orada Cenabı Hakkın lütfu var. O idraki kullanmak, görmek lazım. Kim var karşımızda: silah zoruyla Demokrat Parti iktidarını alaşağı etmiş, başbakan Menderesi idam etmiş, 2 kıymetli bakanını da idam etmiş silah elinde bir devlet gücü. 27 Mayıstan sonra. Başka: Sıddık Sami Onar gibi darbecilere yardımcı olan bir üniversite var. Rektörü Sıddık Sami Onar ve öğrencileri değdiği yeri yakan, taşkın bir
    Sunucu : militan
    Rasim Cinisli : bir grup. Her yerde mitingler yapıyor, bizleri dövüyorlar, linç etmek istiyorlar. Ben linç olmaktan kurtulmuş bir insanım.
    Sunucu : Nasıl oldu efendim bu?
    Rasim Cinisli : Tabii bunları anlatınca ordan oraya atlamış olacağız. Geçeceğiz ama sabrınızı isterim ben. Birgün üniversitede ben kantine girdim. Baktım Kadir Mısıroğlu. Böyle bir yuvarlak masa var, oturuyor. Kadir Mısıroğlunun etrafını almış birtakım militan gençler.
    Sunucu : bildiğimiz Kadir Mısıroğlu
    Rasim Cinisli : Tabi tabi, bugünkü bildiğiniz Kadir Mısıroğlu. O bizim fakültemizde son sınıf öğrencisiydi, abimiz mevkiindeydi. Biz ilk 1.sınıf öğrencisiyiz.
    Sunucu : O zamanda böyle heyecanlı birimiydi?
    Rasim Cinisli : Evet öyleydi. O sebeple de biz onun etrafında o konuşmaların o sohbetlerin cezbesine kapılarak, onun arkadaşları olarak o duyguyu paylaşırdık ve onunla sohbet etmeye çalışırdık. Onu sıkıştırıyorlar, kavga edecekler, onun etrafında böyle bir halka var. Kavgayı önleyebilirmiyim düşüncesiyle tıknaz bir arkadaşın kolundan tuttum, beri tarafa davet ettim. Gel oturalım ne istiyorsun yani. Konuşalım, bu böyle dövüşmekle olacak değil. Ne istiyorsun konuşalım. Neden bunu yapıyorsunuz. Ben daha onu söylemeden afedersin bana hakaret etmeye başladı. Galiz laflarla. Ben ona söylediklerini iade ettim. Derken arkadaşın birisi sakin olayım diye kolumdan tuttu. Ya Rasim şöyle bir otur demeye kalmadı, bana arkadan bir yumruk vurdu. Meğer bu tertipliymiş. Tertipliymiş, bizi orda linç edeceklermiş. Birbirimize girince kantindeki sigara tablaları kurşun gibi etrafta dağıldı. Tam orada çaycı Musa Efendi isminde bir çay dağıtan koluma girdi. "Aman" dedi "Rasim Bey acele çık, linç edecekler" dedi. Kadir Mısıroğlu'da bizde bu kargaşanın içerisinde vurun tutun derken biz sahayı terkettik. Daha sonra, 50 sene sonra, bu işi tertib eden arkadaş bir kitap yazdı. "27 Mayısın 50inci yılında 27Mayıs" diye. Bugün adı profesör. Adını söyleyeceğim! Kendisine kusura bakmasın. Benim arkadaşım, Ayhan Toraman. O gün İstanbul Üniversitesi talebe birliği başkanı. Bugün bir akademisyen olarak, profesör olarak
    Sunucu : olayları tezgahlayan kişimi?
    Rasim Cinisli : Evet. Kendi yazıyor, ben söylemiyorum. Bunu kitapta da yazdı. Diyorki gericilere iyi bir ders vermek için Askeri Tıbbi öğrencileri bir gece karanlıkta topladım. Yarın Hukuk fakültesi kantinine gidilecek, yuvarlak masada oturanları iyi bir ders verecekler. Sonra Askeri Tıbbi öğrencilerine de demişki ben saat 11de ayağa kakınca siz onları linç etmeye başlayın. O arada ben oturuyorum masanın içinde benim çok değer verdiğim Ayhanın ağabeysi İlhami abi. Benim çok sevdiğim çok değer verdiğim Erzurum Lisesinde spor çalıştırdı, tam bir sportmendi. İlhami abi kapıdan girince beni gördü, kucaklaştık. Benim yanıma oturdu. Ayhan (Toraman), abisini görünce abisine haber salmış. Aman oradan kalksın orada olaylar olacak hadiseler olacak diye. Abisi umursamamış beni terketmemiş, benimle beraber oturmuş. Velhasılı bu kargaşa içinde İlhami abi de yumruk yemiş. (Ayhan Toraman kitabında) onu da yazıyor. şimdi burdan belgeli olarak o günkü üniversite gençliğinin nasıl kullanıldığını
    Sunucu : kardeş kardeşi vururmu? Vurduruyor.
    Rasim Cinisli : Sonradan anlaşıldıki böyle linç etmek gibi hareketlerin içine girdiler insafsızca, hiçbir endişe duymadan. Bizim gibi düşünen arkadaşları geceleri başka yerde bulunca kıyasıya döverlerdi.
    Sunucu : Siz o kavgadan sonra bir anlamda isminiz üniversitede yayılmaya başladı.Sonrada Milli Talebe Birliği süreci başlamış oldu. Programımızın 2.bölümünde de Ali Fuat Başgil üniversitenin efsane ismi sonrasında Teyfik İleriyi mühim mevzuları konuşacağız. Çünkü kitapta derya gibi istifade ettiğimiz bir çok yerler var. Bir Devrin Hafızası kitabı bir devri anlamamıza bir yol açıcılık vazifesi görüyor. Elinize kaleminize sağlık. MTTBye giden süreci sormuştum.
    Rasim Cinisli : Biraz önce anlatmış olduğum bizi linç etme, bizi üniversiteye sokmama gayretleri çok ağrıma gitti.
    Sunucu : Onlar kendilerini solcu olarak ifade ediyorlar.
    Rasim Cinisli : solcu, devrimci ve o havayı yaratan CHPnin o zamanki yöneticileridir.
    Sunucu : Aynı zamanda da Kemalist oluyorlar.
    Rasim Cinisli : Tabi, tabi. O sloganları kullanıyorlar. Bunun için biz kendimizi müdaafa etmek, kendimizi nefsi müdaafaya hazırlamak için ne yapabiliriz dedik. Hiçbir gücümüz yok. Marmara Kıraathanesinde 3 arkadaş. Allah makamını cennet etsin. Nevzat Kösoğlu. Erzurumlu. Benim liseden de arkadaşım, dostum. Niyazi Özdemir. Hastanede, hayırlı şifalar etsin inşallah. Ve ben. 3 kişi oturduk. Biz bu işi nasıl karşılayabiliriz. Her mücadele kendi zemininde yapılır. Üniversite zemininde, üniversite gençliğinin seviyesinde yapılan mücadeleyi ancak üniversite gençliği yapabilir. Bunlar kim bunlarda biziz. ?ş bize düşüyor. Gücümüz ne? Hiç bir şey. İmkanınımız varmı? Hayır yok. Ama ne? imanımız var, inancımız var. Hiçbir teşkilat yok. Dediğim gibi devleti yıkmış 27 Mayıs cuntacıları. Elimizde hiç bir güç yok ne para ne pul ne şu ne bu. Niyazi dediki : Arkadaşlar bir miting yapalım. Biz bir miting yapalım. Etrafımıza toplanan insanlarla bir çekirdek kuvvet oluşturuzuz, ondan sonra da büyümeye çalışırız. E, nasıl olacak miting ne. Miting nasıl yapılır. Neyle yapılır. Hiçbir şey bildiğimiz yok. Gencecik çocuklarız yani. Onun aklına göre dediki üniversite kapısının önündeki Atatürk heykeli var saat 1de öğrenciler dersten çıkınca oluk oluk evlere dağılırlar. İşte saat birde orada olacağız, oturacağız, Atatürk heykelinin tabanındaki taşın üstüne çıkacağız, ellerimizi açacağız. Kalabalıktan istifade edeceğiz. " Durun kalabalıklar, bu sokak çıkmaz sokak" diyeceğiz, Necip Fazıl usulü. Etrafımızda toplananlarla biz bir nüve teşkil edeceğiz. Ben kısa keseyim. Mitingi yaptık. Hemen devrimciler bizi bastılar. Bir karmaşa bir kavga. O yıllarda o günlerde askeri birlikler üniversitenin bahçesinin içinde konuşlanmışlar idi. Bando dahil. Bando marşlar çalarak üstümüze yürüdü ve biz dağılmak zorunda kaldık. Dağılmak zorunda kaldık ama sivil polisler etrafımızda herbirimiz tanıyorlar, kollarımıza girdiler, 7 veya 8 kişiyi elebaşı olarak Sıddık Sami Onarın rektörün odasına götürdüler. Uzunca bir masa. Bir kenara dizdiler bizi artık üniversiteden kovulacak dakikalar yaklaşıyor. Hayatımız mahvolacak, bitti. Başka çaresi yok, iki dudağını arasında. Kovuldunuz, ne arayan, ne soran olamaz. Biz böyle perişan vaziyette duruken öbür kapıdan ö günün İstanbul Merkez komutanı Faruk Güventürk ve rektör Sıddık Sami Onar üst kapıdan içeriye girdiler. Masanın bir ucunda onlar duruyorlar, bir ucunda biz duruyoruz.
    Sunucu : (rektör) üniversiteyi komutanla birliktemi yönetiyor?
    Rasim Cinisli : Artık herşey onların elinde. Her ikiside 27 Mayısın en önde söz sahibi olan kimseleri. Dediklerinin ikincisi yok. Ne derlerse o kanun. Biz kovulacağımız Sıddık Sami Beyin ağzından duyacağız diye titriyoruz. Korku içinde. O arada Faruk Güventürk "Dadaş" dedi "sende mi bu gericilerin bu yobazların içindesin?" Dadaş deyince Erzurumlu benden başka kimse yok. Kafamı kaldırdım. "Sana diyorum sana Dadaş" dedi. "Sende bu gericilerin bu yobazların içindesin?" Beni nerden tanımış. Bir gece önce 12 Mart Erzurumun kurtuluş gecesinde bar oynamışız, ben bar oynamayı bilirim. Köroğlu barı hakiki kılıçlarla oynanır. Koroğlu oynarken arkadaşımın kılıcı elimi kesmiş, hala izleri vardır, hem kan akarken biz oyunu terketmemişiz. Büyük bir coşku olmuş herkes bizi ayakta alkışlamış. Paşada o gecenin onur konuğu olarak orada bulunuyor. Beni oradan tanımış. "Dadaş sendemi" deyince ben bir adım öne çıktım. Elim sarılı parmak böyle "paşam" dedim, "ben Erzurumluyum. Erzurum 3 defa moskof işgali görmüş bir memlekettir. Bugün bile Aziziye tabyalarının taşları üzerinde Moskofların koministlerin şehit ettiği dedelerim kan izleri var. Dünyanın neresinde olursa olsun" -elim böyle- (Rasim Cinisli işaret parmağını öne doğru göstererek harekette bulunur) "iki kişiyi kominizm telif ediyor görürsem üçüncüsü mutlaka ben olurum". Nasıl bir cesaret, nasıl bir tonla söylemişsem bir anda bir sessizlik. Rektör paşaya baktı, paşa rektöre baktı. Bizim kafalar böyle (Rasim Cinisli başını öne doğru eğiyor). Paşa bir müddet sonra "Hadi çıkın. Bir dahada böylesi işlere karışmayın" dedi. Allah razı olsun, biz kovulmaktan kurtulduk. Salondan kovulduk ama üniversiteden kovulmaktan kurtulduk. İşte beni üniversitenin lideri konumuna getiren o olay. Dışarıya çıktığımız zaman herkes boynuma sarıldı. Tebrik ettiler ve orada kovulmaktan kurtuldum. 27 Mayıs olduktan sonra yüzlerce genç öldürülmüştü, kıyma makinalarında kıyılmıştı, hayvan yemi yapılmıştı gibi yalanlar yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Bizim söylediklerimiz doğrulandı. 27 Mayıs darbecilerin söylediği yalanlar, iftiralar ortaya çıktı. Böylece etrafımızı gençler sardılar. Ve bir güç olduk. 1960 yılından -yanlız enteresan olan taraf bu- 1960 yılından 1965 yılına kadar bir mücadele süreci vardır burda. Birdenbire Milli Türk Talebe Birliği alınmış değildir. Kime karşı alınmıştır? Eli silahlı devlet gücüne karşı, darbeyi destekleyen Sıddık Sami Onar üniversitesine karşı, İsmet Paşanın genel başkan olduğu CHPye karşı. Devasa bir güç.
    Sunucu : MTTB, onların bu güçlerin elinde.
    Rasim Cinisli : Tabi onların elinde. Ve 27 Mayısı yapan, mitingleri yapan da MTTB. O ilk başlangıçda Türkiye Milli Talebe Federasyonu Samet Güldoğanın elindeydi. Darbe olduktan sonra Sameti alaşağı ettiler. İlkönce Ayhan isminde bir arkadaşımızı genel başkan yaptılar, tayinle. Sonra onu da alaşağı ettiler, doktor -profesör kendisi şimdi- o arkadaşımızı genel başkan yaptılar. Velhasıl herşey onların elinde. "Zindana!" derlerse kimsenin haberi olmayacak. Öyle bir ortamda kim yapmış: 3 tane gencin o gün kahvede oturup, konuşmalarıyla başlayan bir mücadele. Yani burada akla danıştığınız zaman olacak gibi değil. Mümkün değil. Yani bizim elimizde silahımız yok, başka bir şeyimiz yok. Ancak Cenabı Hakkın lütfudur bu. Bir başarıdır ama onun sayesinde olmuş bir başarıdır. Ben hayatımda bunları inançla, samimiyetle, imanla yola çıkarsanız Cenabı Allah size yardımcı olur. Burda 2. örneği de isterseniz söyleyeyim. Osmanlı hanedanının yurda dönüşünü sağlayan kanunda böyledir.
    Sunucu : Evet onu da soracağım ben özellikle. Osmanlı hanedanına da sizin büyük hizmetiniz var. Kitabın da zaten önsözünde onlar yazmışlar. Onun hikayesi nasıl oldu efendim?
    Rasim Cinisli : O şu. Fazla zamanınızı almadan söyeleyeim. Birinci toplantıda biz bir teklifte bulunduk. 8inci madde olarak. Bu teklifimiz mecliste konuşulurken ilk defa ben tek başına konuştum.
    Sunucu : Kaç yaşında milletvekili oldunuz?
    Rasim Cinisli : 29 yaşında. Ama bir yaş büyüterek oldum ben. O zaman 30 yaş sınırı var.
    Sunucu : En genç milletvekillerinden birisimisiniz?
    Rasim Cinisli : En gençlerden birisiydim. İlk celsede ben konuştum. O zaman söz alan arkadaşlarımız da oldu. Fakat oylamada Adalet Partisi genel başkanı Süleyman(Demirel) Beyin başkanlığında ayağa kalkarak bizim tezimizi kabul etti. Refah Partisi, Selamet Partisi, Feyzioğlunun partisi, Güven partisi falan, bunları hepsi bizim dediğimiz kabul ettiler ve kanun kabul edildi (milletvekili) meclisinde.
    Sunucu : Oybirliğiyle ?
    Rasim Cinisli : Hayır, Halk Partisi aleyhte oy kullandı.
    Sunucu : Osmanlı hanedanlığının gelmesine CHP her zaman karşı çıktı.
    Rasim Cinisli : Karşı çıktı. Ama her zaman değil, dikkat buyurunuz. Birinci celsede -işte onu anlatmaya çalışıyorum- Halk Partisi karşı çıktı. Sayıda tam net oluşmadığı için, Meclis başkanı ayağa kaldırarak oyladı, oyları saydı. Ve o ayağa kalkarak Süleyman (Demirel) Beyde Adalet Partili arkadaşlarda ayağa kalkarak evet dediler. (Milletvekili) Meclisin diğer bütün mensupları evet dedi. Senatoya gitti, enteresan olan bu, senatoda Adalet Partisinin grup başkanvekili, dışişleri bakanı İhsan Sabri Çağlayangilin marifetiyle bizim verdiğimiz teklif dışarıya atıldı. Kanun metninin dışına atıldı. Kabul edilmedi. Yani Adalet Partililerin marifetiyle, aleyhte kullandıkları oylarla kanun (senatodan) çıkmaz oldu.
    Sunucu : Adalet Partisinin içindeki CHPliler mi?
    Rasim Cinisli : Hayır, dışişleri bakanı İhsan Sabri Çağlayangille beraber bütün senatörler aleyhte oyda bulundular. Bunu demek istiyorum. 1.Mecliste (milletvekili meclisinde) Adalet Partisi "evet" diyor, 2.Mecliste, senatoda "hayır" diyor. Hem Adalet Partisi hayır diyecek hem CHP hayır diyecek mecliste(senatoda) en büyük partiler bunlar. Bunlar hem hayır diyecek hemde bu kanun çıkacak, nasıl çıkacak? Enteresan olan işte ilahi tecelli bu. O metin tekrar Milletvekili Meclisine geldi. Orada kalktık, tekrar mücadelesini yaptık, "siz böyle dememişmiydiniz, siz bunu söylememişmiydiniz, hem de ayağa kalkarak" deyince Adalet Patililerde "bizde evet diyoruz" dediler. Diğer gruplarda "evet" dediler. CHP, enteresandır, ne evet dedi ne hayır dedi. Çekimser kaldı. Allahın tecellisi. Ondan istifade ederek Meclis Başkanına aşağıdan oturduğum yerden seslendim: "Sayın Başkan bu kanun ittifakla çıkmıştır". Ve Meclis Başkanı zabıtlara kayıt koydu. Bu kanunun ittifakla çıktığını tarihe intikal ettirdi.
    Sunucu : Yani daha iyi anlaşılması açısından soruyorum. Kemalist rejimin, cumhuriyet sisteminin en büyük yaşattığı acılardan birisi Osmanlının evlatları bu toprakların sahipleri bu topraklara gelemiyor.
    Rasim Cinisli : (Adnan) Menderes rahmetli 1952de Fransaya gidiyor. Padişah hanımlarının, sultanların Fransız askerlerinin mutfağında bulaşıkcılık yaptıklarını görüyor. Çok üzülüyor. Geliyor, gelmeleri için bir kanun teklifi hazırlatıyorlar. Fakat o günkü bağnaz bir takım devlet kadroları erkeklerin gelmesine engel oluyorlar. Ancak hanımların gelmesi sağlanıyor. 1974de erkekler geliyor.
    Sunucu : Sizin bu çabanız sonucunda. Özalında böyle bir hizmeti var. Özal ne yaptı efendim?Osmanlı hanedanının gelmesi noktasında bir çalışması olmuştu zannediyorum.
    Rasim Cinisli : Yok, hayır. Özal, rahmetlinin, saygısı vardı. Sevgisi vardı, hürmeti vardı ama bunlar zaten gelmişlerdi.
    Sunucu : Vatandaşlık hakları geri veriliyormu?
    Rasim Cinisli : Tabi. Hatta 1952de yapılan kanunla hiçbir soruşturma yapılmadan vatandaşlık hakkının verilmesi lazımdır. Bizim yaptığımız 1974 senesindeki kanunda da vatandaşlık hakkının otomatikmen verilmesi lazımdır. Lakin cehalet, bürokrasi ve o bağnaz kafa birçoklarına sıkıntı oldular, Türkçe imtihanı yapmak istediler, "müslümanmısın" dediler. Sultanlar dediki "benim dedem halife bana bu soruyu nasıl sorarsınız"
    Sunucu : Halifenin çocuklarına, torunlarına müslümanmısın diye sorulan bir dönem.
    Rasim Cinisli : Türkçe biliyormusun dediler.
    Sunucu : Ve belkide ilk defa duyacak izleyicilerimiz var. Osmanlı hanedanlarının ilk defa tekrar dönmesine vesile olan sizsiniz.
    Rasim Cinisli : Estağfurullah, benim partimle beraber, yani o günkü bütün DP'li arkadaşlarımla beraber.
    Sunucu : Partinin size bir emri mi yaoksa sizin?
    Rasim Cinisli : Biz teklif ettik. Parti bunu kabul etti. Öncülüğünü de ben yaptım. Benim için bu bir şereftir. Hayatım boyunca yaptığım 2 hizmet varsa biri Milli Türk Talebe Birliğindeki hizmetlerdir, birisi de budur.
    Sunucu : Osmanlıya yapılan bu hizmetten dolayı, Osmanlı çocuklarına, torunlarına yapılan bu hizmetten dolayı adınız inşallah ebediyete kadar yaşayacak. Allah sizden razı olsun. Gerçekten duygulandım. Efendim. Yine sizin hayatınızda mühim bir isim. Talebesi olmaktan da gurur duyduğunuz Ali Fuat Başgil. Yani bu ülke Ali Fuat Başgil gibi bir şahsiyeti çıkarıyorsa bu ülkeden ümit kesilmez. O kadar değerli bir şahsiyet. Birazda Ali Fuat Başgili dinleyelim sizden.
    Rasim Cinisli : Ali Fuat Bey Türkiyenin yetiştirmiş olduğu çok mühim bir ilim adamıdır. Benim gözümde objektif siyaset dünyasında bana göre Ali Fuat Hoca bir demokrasi kahramanıdır. Neden. İşte bu silahlı bir gecede esir alınan Türkiyede başbakanın haksız yere idam edilmiş olduğu, bakanların idam edilmiş olduğu bir günde darbeden 25 gün sonra kimsenin gıkının çıkmadığı o kadar profesörün binlerce profesörün gerçeği gördüğü halde saklanıp gizlenip ortaya çıkamadığı bir günde Ali Fuat Başgil Hoca Sabah Gazetesinde ilmin ışığında günün meseleleri diye demokrasiye dönüş için makaleler yazmaya başladı. Menderesin görüntüsüne baka baka. İdamdaki sehpadaki görüntüsüne baka baka Ali Fuat Hoca gerçeklerin yanında kahramanca yiğitce ilmin ışığında günün meseleleri diye demokrasiye dönüşü savundu. Tabii bu çobansız köy isteyen darbeciler hocanın bu yazılarından hoşlanmadılar. Hoca, Türkiyenin değil dünyanın yetiştirdiği en büyük anayasa profesörlerindendi. Onlar (hocayı) kendi anayasa komisyonuna almadılar. Alamadılar. Hoca kabul etmedi zaten. İşte hocanın bu cesareti darbecileri kızdırdı. Hocayı o yaşında hapishanelerde süründürdüler. Zindanlarda süründürdüler. Biz hocanın zindanlara düştüğü günlerde ziyaretine gittik. Balmumcudaki o askeri kışlada ziyaretine gittik. İlk ziyaretimizde hocanın gözleri şişmiş ve gözlerinden rahatsız olduğunu hissettim, farkettim. Hocayı 2 subay nezaretinde getirdiler. Büylece (Rasim Cinisli önündeki stüdyo masasını eliyle işaret ederek gösteriyor) uzun bir masanın o tarafına oturttular. Subaylar yanıbaşında dikili durdu. Biz bu tarafında sıralandık. Hocanın sağlık durumunun bozuk olduğunu görünce: "Hocam" dedim, "görülüyorki sağlığınız bozulmuş şu yazılarınıza bir süre ara verseniz de, sağlığınız düzeldikten sonra devam etseniz olmazmı?" Bugün gibi hatırımdadır cümle, cümle. "Yavrum" dedi, "ben" dedi "Samsunun Çarşamba ilçesinde mütevazi bir ailenin çocuğuydum. Bu Millet beni okuttu, Avrupalara gönderdi, ilim yaptırdı. Ben" dedi " bu vatana borcumu, memleketin bu sıkışık gününde, bu zor gününde ödemezsem, ne zaman ödeyeceğim."
    Sunucu : Her öğretmen, her eğitici bu şuurda olsa bu memleket nerelerde olur değilmi?
    Rasim Cinisli : Abim, hocaya sordu "Hocam" dedi "memleketin geleceğini nasıl görüyorsunuz?" Çok nazik bir soru. Hoca sesini yükselterek yanındaki subayların duymasını sağlayacak şekilde sesini yükselterek dedi ki "Memleket 50 sene geriye gitmiştir." Rakam vererek söylüyor. En az dediği 50 sene memleket geriye gitmiştir. Memlekteti en dalgalı bir denizde kırık bir tekneye benzetti. Su alıyor. Ben o arada dalgalı denizde bir tekneye benzetince memleketi "Hocam" dedim "kara görünüyormu?" böyle bir şekilde. İşte o sorunun üzerine hocanın gözlerinde yaşlar geldi, başını hayır mânâsında salladı. "Göremiyorum yavrum" dedi. Hocanın birinci ziyareti bu. Daha sonraki ziyaretlerinde bir arkadaşımız Kuranı Kerim götürdü diye hocayı aldılar zindanlara attılar. Ben de o Erzurumdan dönmüşüm, bir kehribar tesbih getirmişim, hocaya hediye edeceğim cebimde. Hanımefendiler, Nüvide Hanımefendi hocanın yanından geliyordu. "Yavrum nereye gidiyorsun?"dedi. "Hocamı ziyarete gidiyorum". Dediki "hocanı götürdüler. Zindanı Balmumcudan aldılar, karargaha götürdüler(taşıdılar). "Niye götürdüler" İlyas diye bir arkadaşımız vardı, Allah selamet versin, o Kuranı Kerimi getirmiş, Kuranı Kerimi suç saymışlar ve hocayı sorgu suale götürmüşler, zindana atmışlar. Bende Nüvide Hanımefendiye " Efendim bende tesbih getirdim"( Rasim Cinisli elinin avucunu açarak sanki içinde tesbih var gibi öne doğru gösteriyor) diyince (Nüvide Hanımefendi) "Aman yavrum ver (hapisten) çıktıktan sonra veririz."
    Sunucu : Kaç yıl yattı, efendim, hapiste?
    Rasim Cinisli : Yıllarca yattı. Yattı, çıktı, yattı, çıktı. Sonra 1961 seçimlerinde, ilk seçimlerde tabii Millet tanıdı hocayı, yazılarından ötürü, onu çok sevdi. Bütün Demokrat Parti kitlesi hocanın ne yapacağını kollamaya başladı. Hoca hangi partiye girerse oraya (Millet) akacak. O zaman Ali Canın kurduğu Yeni Türkiye Partisi var, Adalet Partisi var, birde Bölükbaşının Milliyetçi Hareket Partisi var. O zamanlar (Cumhuriyetci) Köylü Millet Partisi. Hoca, Samsundan, Adalet Partisi listesinden, bağımsız senatörlüğüne adaylık koydu. Kazandı, senatör oldu. Ve bütün vatan sathındaki, bütün ahali, halk seçtiği milletvekiline sıkı sıkı tenbih etti. Uğradıkları trenin üstüne tebeşirle Ali Fuat Başgil cumhurbaşkanı diye yazdı. Ve hocanın cumhurbaşkanı olmasını istiyordu Millet. Hoca işte sabah trene binip Ankaraya gidecek öğleden sonra. Hocanın trenini Polatlıda durdurdular. Büyük kalabalıklar karşılayacak diye darbeciler Polatlıda durdurdular. Gecenin saat ikisine kadar yol vermediler. Gecenin ikisinden sonra bir arabayla hoca Ankaradaki Balin Otele gitti. Oradaki arkadaşlarıyla beraber otururken başbakanlıkta Sıtkı Ulay, birde ben o isimleri bazen şey yapıyorum(unutuyorum) Fahri Özdilek. Fahri Özdilek hocayı davet ettiler. Başbakanlık odasına. Hoca arkadaşlarıyla beraber gitti. Hocayı içeriye alıyorlar diyorlar ki: "Hocam, senatör oldun. Senato başkanı ol, cumhurbaşkanlığından vazgeç." Ama bu arada bilinmesi lazım gelen şeyler var. Yıldızda Cemal Turanın da içinde bulunduğu bir askeri cunta seçimleri kabul etmedi. Çünkü seçimlerde CHP azınlığa düştü, Adalet Partisi, Yeni Türkiye Partisi, Köylü Millet Partisi 277 milletvekili çıkardı. CHP 60 küsur milletvekili çıkarınca onların istediği olmadı. Bu sebeple seçimlerin iptal edilmesini istediler, cunta Yıldız Protokolü adı altında. Cunta seçimlerin iptal edilmesini istedi.
    Sunucu : Orada Ali Fuat hocayı tehdit ediyorlar. Cumhurbaşkanı adayı olma(diye).
    Rasim Cinisli : Tabi, tabi. şimdi bundan önce söylüyorum bunu. 10 gün önce Yıldız Protokolünde seçimi iptal edeceklerini askeri bir cunta deklare ediyor. Millet bunu görüyor. Ondan sonraki davette de hocayı tehdit ediyorlar. Diyorlarki "senatör başkanı ol, cumhurbaşkanlığından vazgeç" Hocada diyorki:"Milletin teveccühüne karşı çıkamam ben" O zaman diyorlarki -Sıtkı Ulay kendi ağzıyla bunu açıkladı-: "Siz binbir topla Çankaya'ya çıkacağınızı zannediyorsunuz. Sizin şu anda mezarınız eşildi. Etlik'te (Ankaranın bir mahallesi) yeriniz hazır. İşte aşağıda da cip bekliyor. Oraya götürecekler sizi. Hoca ölümle tehdit edildi. Hocanın cevabı. Generallere paşalara diyorki: "Siz hiç harp gördünüzmü?" "Hayır" diyorlar "biz hiç harp görmedik". "Ben" diyor "4 sene Kafkas cephesinde savaştım. Savaş içinde savaşan insanın aklına ölüm gelmez. Ben şu anda savaş halindeyim. Sizin tehditiniz bana geçmez." İşte kahraman bu. Onun üzerine hoca bu tehditi alınca diyorlarki "madem öyle seçimi iptal edeceğiz". Seçimin iptal edileceğini duyunca hoca, çekiliyor. Kahramanlığın öteki tarafı senatörlükten de istifa ediyor. Daha başlamadan senatörlüğü bırakıyor istifa ediyor, İstanbula geliyor.
    Sunucu : Burda altı çizilmesi gereken bir nokta da darbecilere karşı bir teveccüh göstermiştir. Darbecileri içsel olarakta kınamıştır, yargılamıştır. İç dünyasında hiç bir zaman sevgi göstermemiştir. Aslında hocam bir devri konuşuyoruz ama devirler hiç değişmiyor. Her devirde yaşanan acılar, zulümler aynı. Ve her devirde bu topraklar üzerinde oyunlar oynanmış, malzumlar olmuş ve bu malzumlar için direnen kahramanlar olmuş. Bu kahramanlardan birisi Ali Fuat Başgil hoca. Yine kitapta mühim bir yer turan Teyfik İleri o da bir kahraman. Teyfik İleriyle ilgili neler söylersiniz efendim.
    Rasim Cinisli : Teyfik İleri Beyi ben birebir tanıyamadım, o şansa varamadım, Ama hanımefendilerini, çocuklarını tanıdım. Teyfik Beyin çok büyük hizmetleri oldu. şunu dinleyicilerimizle paylaşayım. 1930 yılı ile 1949 yılları arasında Türkiyede din eğitimi veren okullar kapatıldı. Tedrici olarak 1930 yılından başlamıştır. 1949 yılının sonununda Yüksek İslam Enstitüsü vardı. O da kapatıldı. Yani 19 sene Türk gençlerinin din eğitimi alacakları akademik olarak alacakları, yoktur. Eğitimde din eğitimi veren okul yoktur.
    Sunucu : Dini hayatı bitirmek için bir proje bu.
    Rasim Cinisli : Maalesef öyledir. Çünkü kültürler arası mücadele yeni değildir. Bitmedi, bitmeyecekte. İşte 1.Dünya Savaşındaki kaybettiğimiz imparatorluktan sonra yeni kurulan cumhuriyetimizin zayıf günlerinde Batılı hep kendi isteklerini empoze etmişlerdir. Bu çerçeve içerisinde bizim içerimizdeki insanların bir kısmıda biz din değiştiremezsek Avrupalı olamayız gibi bir safsataya da maalesef inanmışlardır. Bu kadar katı olmasa bile acaba din eğitimini zayıflatmak tarafına gidilebilirmi. Bunu inanmayan arkadaşlar için söylüyorum. Ben kendi köyümdeki caminin kapatıldığını biliyorum. Erzurumun 49 mahallesinde 49 cami vardı. Yanlızca Lalapaşa camisi (Lala Mustafa Paşa Camii) açıktı. Benim çocukluk yıllarımda yani 1940lı yıllarda.
    Sunucu : Bu ülke gördü bunları.
    Rasim Cinisli : gördü, evet. İşte böyle bir ortamdan gelen Türkiyede 1950 yılında Demokrat Parti iktidara gelince, gelmeden önce -onunda hakkını kabul edelim- şemsettin Günaltay başkanlığında 1949 yılında bir Yüksek İslam Enstitüsü açılmıştı.
    Sunucu : şemsettin Günaltay ilahiyat kökenlimi?
    Rasim Cinisli : Onu bilmiyorum. Dini meselelere daha duyarlı. Mesela o yılları anlatan (Hasan) Tahsin Banguoğlu hoca
    Sunucu : Zulmetten Nura diye bir kitabı var şemsettin Günaltayın.
    Rasim Cinisli : Belge olsun diye söylüyorum. Eski milli eğitim bakanı ve CHP bakanlarından.
    Sunucu : CHPnin yerli bakanlarından değilmi?
    Rasim Cinisli : Evet. Yerli, milliyetci bakanlarından tabii. Onun Boğaziçi yayınlarında neşredilmiş bir makalesinde biz ölü yıkayacak hoca bulamadık dediği var. Tarihini, belgesini, sayfasını gösterebiliriz. Ölü yıkamaya hoca bulamadık dediği günler. Türkiyenin vasatında bu ortamda 1950 senesinde Demokrat Parti iktidara geliyor ve Teyfik İleri Bey eğitim bakanı oluyor. Onun yaptığı ilk iş dini eğitimi verecek müesseseler kurmak ve ilköğretimde din derslerini kurmaktır. Ama orda şart şudur. Zaruret değildir. Zorunlu değildir. İstemeyen çocuğuna din dersi verdirmeyebilir. Ama din dersini din eğitimini almak isteyen insanın da ihtiyacına cevap vermek için müfredatı da ona göre hazırlamıştır. Teyfik İleri Beyin büyüklüğü o çorak yerde o çorak ortamda inançlarını yeşertmiş. Milletin istediği aydın din adamı yetiştirmek istemiştir ve bunun için bir cümlesi var. Biz açtığımız okullarda fizik kimyada okutacağız. Lisanda öğreteceğiz. Bir kaç lisan bilen bir hoca geldiği zaman radyo dinlemenin şeytan işi olmadığını anlayacak. Yani çağın gereklerine aklı eren ilmi eren insanlar din eğitimini tamamlamış olacaklar ve bu millete onlar aydın din adamları olarak dini anlatacaklar. Dini söyleyecekler. İşte Yüksek İslam Enstitülerinin kuruluşunda, İmam Hatip Okullarının kuruluşunda rahmetli Teyfik Beyin çok mühim katkıları vardır. Ben Ankarada Teyfik İleri Beyi anlatmaya gittiğimde rahmetli Hanımefendileri
    Sunucu : Yakın zamanda vefaat etti değilmi?
    Rasim Cinisli : Yakın zamanda. Bir kaç sene önce. O da rahmetli oldu. Oğlu Cahit beni evine götürdü. Annenin elini öpmek istiyorum dedi oturdu. (Bana Hanımefendileri dediki) "Sen ne söyleyeceksin yavrum" dedi. "Teyfik için neler söyleyeceksin". Bende hazırladığım metni açtım. Bir cümle okudum. Karşısında okudum sonra dedimki Teyfik Bey inanmış - o cümlem hoştu - kulluğunu idrak etmiş mükemmel bir müslümandı dedim. Bunu deyince Hanımefendi: "Tamam yavrum" dedi "sen Teyfiği iyi anlamışsın" dedi. Döndü Cahidin yanında "benim oğlum Cahid. Bir oğlum da sen olurmusun?" şeref olur dedim. Ve o günden sonra da ben onların çocuklarını kardeşim kabul ederim. Her zamanda hizmetlerinde bulunmayı şeref kabul ederim.
    Sunucu : Allah rahmet etsin onların hizmeti asla...
    Rasim Cinisli : Amin. Ve Teyfik Beyin mühim bulduğu bir başka şey, ahlak. Çocuğun ahlakı. Çocuğun ahlakını devlet sağlamalı diyor. Bir insan doğar ailesi içerisinde, alışkanlıklarını peydah eder. Çevrenin etkisinde kalır. Ne kadar ahlaklı olursanız olunuz, devlet bu ahlaklı insanın yaşayacağı ortamı sağlayamazsa bazı yanlışlar işte bugüne kadar ortalıkta dolaşan teressubat ister istemez etkili olur. Hele bugünkü manzarayı görseydi Teyfik Bey içi yanardı. "Aman" derdi, "kapatın" derdi "ben görmeyeyim". Bugün bizim içinde yaşadığımız manzarayı ilmi bakımdan masaya yatırıpda gündeme getirmek lazımdır. Ben haddim olmayarak bana sorsanızki ülkenin 3 meselesi nedir. En mühim meselesi nedir. Birincisi ahlak meselesidir. İkincisi dil meselesidir, kültür meselesidir. Üçüncüsüde hukuk meselesidir. Din, kültür, hukuk.
    Sunucu : Urfalı bir milletvekiline soruyorlar. Ülkenin 3 meselesi var diyor. Nedir diye soruyorlar. O da "e" problemi vardır diyor: eğitim, ekonomi, ehlek.
    Rasim Cinisli : Bana göre ekonomiden önce gelen hukuk. Ekonomiden önce bu üçü gelir. Ahlak, hukuk ve kültür. Kimliğimizi oluşturacak bu 3 kurumdur. Bu 3 kurumu, kimliğimizi bulamadığımız gün tarih bizi siler götürür.
    Sunucu : Siz siyasetin ağabeylerindensiniz. Türkiyeyi iyi okuyanlardan birisiniz. Yakın tarihide, yaşadınız, çok iyi biliyorsunuz. Biz sağ iktidarlar olarak milli, manevi, yerli siyaseti benimseyen insanlar olarak bir kültür politikamız neden hiç olmadı? Ve niçin bir kültür politikası bu topraklar üzerinde oluşturamadık? Ya da böyle bir derdimiz böyle bir emelimiz neden olmadı?
    Rasim Cinisli : İşte Teyfik İleri, rahmetli, bunu sağlamaya çalıştı. Devletin yetiştireceği gencin, yetiştireceği vatandaşın bir karakteri olmalı dedi. Bu karakteri oluşturmak için Teyfik Bey, ilk defa Teyfik Bey zamanında ahlak kurultayı yapılmıştı. Dikkat buyurunuz. Eğitim kurultayları var. Hemen her sene milli eğitim camiası, şur'ası, şusu, busu, ama ahlak kurultayı yok. Ahlak ne, ahlaklı kim. Bunları ciddi mânâda, ilmi mânâda ortaya koyan kimseler olsa bu gençlerimiz bu kadar başıboş olamazlar. Bu aileler bu kadar ızdırap çekmezler. Yani bunların çeşitli misallerini gördüğümüz zaman bu konuların ne kadar ihmal edildiğini idrak etmemiz lazımdır. şimdi tekrar Ali Fuat Hocanın sözüne döneyim. Her hal ve şart altında doğru düşünmeyi bilmek lazımdır. Sonucu ne olursa olsun, her şart altında. Yangın içinde olsanız, efendim, lüks içinde olsanız doğru düşünebilmemizin yolunu bulmamız lazım.
    Sunucu : Ahlak demişken merhum Nurettin Topcuyu analım. Onunla bir tanışıklığınız oldumu?
    Rasim Cinisli : Hemde nasıl. Hemde çok değer verdiğim, hürmet ettiğim hatıratımda her zaman minnetle andığım bir hocamdır. 27 Mayısın o karanlık günlerinde gecenin saat 12sinde Soğanadaki o ahşap evinin kapısını çalardım. Hocam 3 katlı merdivenden iner, beni alır, kendi odasına çıkarırdı. O günkü konuları görüşürdük. Annesi hastaydı. Gider kendi eliyle çay yapar, gelir. Otururuz, konuşuruz ve nasıl hareket edeceğimizi, gençlerimizin, bizim arkadaşlarımızın nasıl hareket lazım geldiğini anlatır.
    Sunucu : Neler tavsiye ederdi?
    Rasim Cinisli : Her zaman bir defa kendinizi yetiştirin derdi. Kurtarıcıyı beklemeyin. Katiyyen başka bir kimsenin iradesine kendi iradenizi bağlamayın.
    Sunucu : Kurtarıcıyı beklemek bir anlamda doğu toplumlarının hastalığı olsa gerek. Asıl kurtarıcı biziz diye meydanlara çıkmak gerek.
    Rasim Cinisli : Hoca hür düşünceyi telkin ederdi her zaman. Hür düşünmeyi becereceksiniz. Ali Fuat Başgil'in en yakın dostuydu ve onunla aynı çizgide yürüyen bir insandı. Çok onurlu, çok sert yapılı, ciddi, fakat duygusal bir yaklaşımı vardı. Nurettin hoca gibi kaç kişi bulunur. Mümtaz hoca. Bugün, Mümtaz Turhan, Ziya Fahri Efendi, oğlu, İbrahim Kafesoğlu, Erol Güngör. Erol Güngör, Mümtaz Turhan'ın talebesi.
    Sunucu : Erol Güngöre soruyorlar: Bekârken, oğlum olunca adını Mümtaz koyacağım sonrasında çocuğu olunca koymuyor. Sebebini sorduklarında diyorki: Hocama hürmetim o kadar çokki, çocuk arkadaşıyla kavga ettiğinde yanlış bir şey söylerde hocamın ismine bir saygısızlık olmasın diye.
    Rasim Cinisli : Ali Fuat Başgil Hoca öyle bir insandı. Hoca hepimizin elinden tutan akıl hocamızdı. Mümtaz Hoca da öyleydi Nurettin Topcu da. Ali Fuat Başgil de, Ziya Fahri Fındıkoğlu da, ?brahim Kafesoğlu, Mehmet Kaplan da Ahmet Kabaklı da. Yani bir nefeste hepsini. Benim hayatımın zenginliği onların sayesindedir.
    Sunucu : Necip Fazılla ilgili bir hatıranız varmıdır efendim?
    Rasim Cinisli : Çook, çook. En son ziyaretine gitmek istediğim zaman, bir gün Erzuruma gitmiş usta. (Necip Fazıl) Demişki : "Cumhuriyet döneminde bir tek inkilap yapılmıştır. O da gençlik inkilabıdır. Onun da başında sizin bir hemşeriniz vardır" demiş. "Amma sonunda onunda alacası çıktı" demiş. Neden? Çünkü Hoca Refah Partisiyle beraber siyaset yapıyordu. Ben orda değildim. Araya zaman girdi.(Aradan zaman geçti). Tabii siyasetten arındım ben ve tekrar ziyaretine gittim. Çok zekî adamdı. Daha lafın nerden geleceğini önceden sezer ona göre tavrını alırdi. "Üstat", dedim, "lütfetmişsiniz. Huzuruma Erzuruma teşrif etmişsiniz. Bir de gençlik inkilabından bahsetmişsiniz". (Necip Fazıl) "Deme ben söylerim" dedi. En son ben İrana gidiyordum. Telefon ettim. Hatırını soruyum, bir emri varmı. "Gel" dedi. Sevdiği insana sevgilim derdi. "Gel sevgilim. Seninle siyaset konuşacağız" dedi. "Gel". Maalesef uzun bir süre İranda kaldım. (Necip Fazıl'ın) Vefaatında İrandaydım. Tahran sokaklarını gezdim. Cebimdeki bütün paramı fukaralara dağıttım. Üstat gibi yaşadım o gün. Makâmı cennet olsun.
    Sunucu : Siz bir gençlik önderisiniz, üstat da bir gençlik önderi. Bu topraklarda bir gençlik yetişmesi için ömrünü vakfetmiş birisi. Hatta şöyle bir şey anlatılır efendim, ne kadar doğrudur bilmiyorum. Üstat Anadoluyu dolaşıyor, gençliği ayağa kaldırmaya çalışıyor. Bir ara böyle ümitsizliğe düşüyor, diyorki : "Ya o kadar uğraşıyoruz, çalışıyoruz, çabalıyoruz bir inkılab gerçekleştiremedik" diyor. Siz biraz önce ifade ettiniz inkılab deyince. Fethi Gemuhluoğlu da üstada diyorki: "Üstat, diyor, Cenabı Allah sizi küfrü imha etmekle görevlendirdi, ihya görevi sizin değil" diyor.
    Rasim Cinisli : Çok hoş Fethi Abi. Bunlar başlı başına değerlerdi.
    Sunucu : Fethi beyle dostluğunuz varmıydı?
    Rasim Cinisli : Olmaz olurmu efendim. Ben hukuk fakültesi... birincisi cemiyeti almak için... İşte Türk Talebe Birliği hazırlığını yaparken spor sergi sarayında bir kongre yaptık. O kongrede biz çoğunluktayız. Karşı grup (Cumhuriyet)Halk Partisinin bütün gayretlerine rağmen bizim mevcudumuzun çok altına düştü. Kongre Başkanıda Tarık Zafer Tunaya. Solcular kazanamayacağını anlayınca sahaya indiler. Kavga etmeye başladılar, yalancıktan. Yapmacık. Çekiştiler birbirleriyle. Hocada(Kongre başkanı Tunaya) "Kavgayı durduramadım. Kongreyi süresiz tatil ediyorum" dedi. Kongreyi bizden kaçırmak istedi. Biz mâni olduk. Kongrenin süresiz kapatılması için kongreye danışılması lazımdır falan diye ve orada başarılı olduk. Tam o arada bütün (Cumhuriyet) Halk Parti milletvekilleri öğrenci kongrelerine geliyorlar ve taktik veriyorlar diye şaye ediliyor, hep aklımızda bunlar var. Burda da yine aynı şey var düşüncesiyle (ayağa) kalktım. Spor sergi sarayının tribünlerini dolaşmaya başladım. Hakikaten, baktım karşıda 4 tane fötr şapkalı, siyah paltolu, mebus(milletvekili) kılıklı, 4 insan geliyor. Hemen karşılarına dikildm.(Rasim Cinisli burada elini yumruk yapıp, yumruğunu yere vurur gibi yapıyor.) "Siz kimsiniz" dedim "görevlimisiniz?". "Emniyetdenmisiniz?" dedim. "Hayır" dediler. " Ne arıyorsunuz burda. Utanmıyormusunuz öğrencilerin teşkilatlarına müdahele etmekten? Siyaset yapacaksanız gidin Ankaraya Mecliste yapın burda ne işiniz var? Çıkın dışarıya" falan. O günkü gencecik bir adam.(Rasim Cinisli gencecik adam tabiriyle kendini kasdediyor) Hiçbir şey söylemediler, çıktı gittiler. Ertesi günü bir arkadaş geldi. Kulağıma(fısıldadı): "Fethi Abi seni istiyor" dedi. Fethi (Gemuhluoğlu) abiyi hiç görmemişim ben. Ama hakkında hürmetim var, saygım var. Ben arkadaşın peşine takıldım. Otobüslerle Spor sergi sarayına kadar gittik. Bir büyük oda. Kapıdan içeriye girdim. Karşımda dün kovduğum adamlardan birisi oturuyor. Beni görünce ayağa kalktı. "Arslanım, yiğidim" dedi. (Rasim Cinisli burada ellerini havaya doğru açıyor.) "Gel seni alnından öpeyim. Dün, dedi, kılıcın kınından çıkmış hançer gibiydin" dedi. Meğer kovduğum adamlardan biri Fethi ağabeymiş. Yanındakiler de 1.şube müdürü Hilmi Beymiş. Ben onları mebus zannettim. Onlara öyle yapmışım. O çok hoşuna gitmişti. Oturttu (beni). Ahmet Hamdi Tanpınarın Beyşehirde aileyle ilgili bazı yazıları vardı. Onları okumuş. Hakkımda ne çok şeyler öğrenmiş. Çok latif etti(şaka yaptı). En son gördüğüm zamanda Taksimde. Yine sarıldık. Koklaştık. "Sen" dedi "şimdi milletvekili olmadın istemedin ama dedi benim gönlümün ebedi(sonsuz) milletvekilisin. Allah makamlarını cennet etsin. Çok değerli insanlar tanıdım.
    Sunucu : Evvel giden ahbaptan en çok özledikleriniz kimlerdir efendim?
    Rasim Cinisli : Doğrusu birbirinden ayırdedemiyorum. Ama Ali Fuat Başgil, Fethi (Gemuhluoğlu) abi, Mümtaz hoca, Fahri hoca, Sabahattin Zaim hangisini sayıyım. Ahmet Kabaklı hangisini sayayım. Birbirinden ayırdedemiyorum. Hepsi birbirinden güzel insanlardı. Mesela bir Faruk Nafız Çamlıbel Bey vardı. Derya. Yine bir ziyaretimde. Gitmişim ziyaretine. Üstat bu kadar güzel sohbet oluyor gel arkadaşlarımızla da konuş Milli Türk Talebe Birliğinde. Gençler sizin sohbetinizden istifade etsinler. Derdim. O (Faruk Nafız Çamlıbel) Yassıadada kaldığı için yılgınlık vardı. Başka toplantılara falan gitmek istemezdi. Zarif bahaneler bulur beni kabul etmezdi. Hep merasime davet ediyorum. Bir kaç zaman gidememişim nasıl olmuşsa. Bir gün kapıyı(Faruk Nafız Çamlıbelin kapısını) çaldım. Beni kapıda görünce "aman efendim aman aramaz bizi Cinisli Rasim, cihanda yoksa bir merasim". Böyle bir şairane. Üstat dedim benim vefasızlığımı gösteriyor ama lütfedermisin, şimdi o benim evimin baş köşesindedir, Türk Milli Talebe Birliği ambleminin altında. El yazısıyla yazılmış. Aman aramaz bizi Cinisli Rasim, cihanda yoksa bir merasim. Çok güzel insanlardı.
    Sunucu : Programın sonuna geliyoruz. Kitapta beni en çok etkileyen bölümlerden birisi diye bitirelim. Müsaade ederseniz. Siz Milli Türk Talebe Birliğinin genel başkanı olduğunuzda o dönemlerde merhum milli şairimiz kahramanımız Mehmet Akif Ersoyun oğluyla yaşadığınız bir hatıra var. Onunla bitirelim. O acı hatırat zihinlerimizde yer etsin.
    Rasim Cinisli : Efendim. Kenan Akın diye bir gazetecimiz Tercüman gazetesinde bir yazı yazmıştı. Mehmet Akif Beyin oğlu perişan bir vaziyette, bir evde sığıntı halde yaşıyor. Biz bunu üzerine Kenan Beyi de aldık. Evine gittik. Kocamustafapaşada. Orada kendisini gördük. Hakikaten perişan bir vaziyetteydi. Aldık Milli Türk Talebe Birliğine getirdik. Ordaki spor salonunun odaları vardır. Onlardan bir odayı temizledik, devşirdik, yatak yorgan bir şeyler yaptık. Emin Akif Beyi orada misafir ettik uzun bir süre. Bir zaman sonra Emin Akif Beyin geldiğinde Rahmetli Selami Yılmaz ona hizmet eden arkadaşım. Büyük bir telaşla: "Ağbey Emin perişan bir durumda, merdivenlerden düşmüş. Yüzü gözü kan revan içinde." (dedi). Sonra anladıkki Emin Bey uyuşturucu gibi kötü şeylere müptela. Sonra bunun tedbirini almaya çalıştık. Birgün benim odama gelir zaman zaman konuşurduk. Bizi çok severdi. Selami hizmet ediyor. Hem de soru sorarak onu konuşturuyor. Ben de kulak misafiri oluyorum. Diyorki "Emin Akif Bey, bu illet nerden musallat oldu size? Bu illete nerden alıştınız?" "Mısırda zengin çocuklarıyla beraberdik. Bol para, bol zaman ve gençlik." "Peki" dedi (Selami) "Akif gibi bir büyük zat bir büyük insan, babanız, hiç sizinle meşgul olmazmıydı?" Emin Akif Bey cevap veriyor: canı cananı bütün varımı alsında hüda, etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda diyen bir insanın gözünde ailemi vardı, hanımmı vardı, çocuk mu vardı. Canıda cananıda vatanı, milleti olmuştu.
    Sunucu : Ve siz yardım ediyorsunuz. O illetten kurtulmasına. Allah razı olsun. Gerçekten kitabı okuyunca Rasim Cinisliyi daha çok sevdik. Siyaset biraz zor bir sanat. Sizin gibi zarif isimin siyasette başarıyla ve şahsiyetinden ödün vermeden durmasına da bu kitapta şahitlik etmiş olduk. Teşekkürler.
    -----------------------------Yayının metninin sonu-------------------------------------

    Muhafazakar kesime tekrar söylüyorum: yapmayın, yeter artık!, inek dururken öküz altında buzağı aramayın!