• Konular – 
  • Mustafa Kemal'in mi yoksa başkalarının sanayisi mi, millimi yoksa ithalmı? zimmetine geçirme teknolojisi mi, yoksa acemice İşlermi? Hangisi?

    Çoğu Mustafa Kemali öven İ nternet sayfalarını ve kitaplarını okumuşsunuzdur ve Mustafa Kemalin sanayi atılımı adı altında övgüler dolu açılan şeker fabrikalarına, demiryolu hatlarına, özelleştirilen demiryolu ve posta kuruluşlarına, tersanelerine vesaire rastlamışsınızdır.

    Bu kuruluşların tarihini, nasıl kurulduğunu hiç merak etmemişsinizdir ve gözünüz kör inanmışsınızdır.Çünkü resmi tarih ve devletin sahibi Kemalistler yalan söylemez, çünkü Atatürk zırhı ellerinde vardır.

    Ben merak ettim ve Mustafa Kemalin sanayi hamlelerini mercek altına aldım. Bazı Kemalist yazarlar bu kuruluşların dışarıdan tek kuruş kredi alınmadan yapıldığını bile göz boyamak için Millete anlatmışlardır.

    Başlıyoruz:

    1.Kuruluş 1924 - Gölcük'te İlk tersane ünitesi kuruldu.

    (Kemalistler övgüyle bahseder.) Bu başlığı okuduğunuz zaman zannedersinizki Gölcük'de 1924den önce hiç bir şey yoktu. Mustafa Kemal boş araziye Türk mühendislerine tersane kurdurdu. İlk milli tersanemiz görevine iftiharla başladı zannedersiniz. Oysa Gölcük tersanesi çok önceleri planlanmıştır.

    08 Haziran 1911de Osmanlı Bahriyesi(Donanması), dregnot tipi gemi yapımı için Haliç Tersanesi'nin onarımı ve geliştirilmesine yönelir. Haliç Tersanesi ise Reşadiye Zırhlısı'nın havuzlanması veya onarımı için yeterli değildir, küçüktür. Gölcük yöresinde İngiliz Vickers Armstrong şirketiyle tersane yapılması için anlaşma sağlanır. İngiliz şirket 1913de, Kazıklı ( Kavaklı) ve Değirmendere Iskelesi arasında kalan bölgede (Gölcük) sondajlar ve kuyular açtıktan sonra bir tersane kurulmasının uygun olduğunu önererek, planlamayı yapar.1914de arazi kamulaştırılması meselesi çıkar.1914de çıkan 1.Dünya Savaşıyla birlikte proje iptal olunur. Alman Flender şirketi, Gölcük'te donanmaya ait olacak olan İlk yüzer havuz tesisleri Ekim 1924den itibaren yapmaya girişir.1927de havuz donanmaya teslim edilir. Bu havuzla büyük savaş gemilerinin bakımı ve tamiratı sağlanmış olur. Donanma personelinin eğitimi, sevk yönetimi için Gölcük'e yabancı uzmanlar getirilir. Aynı zamanda Alman müşavirlerin raporları doğrultusunda eğitim için donanma personeli yurt dışına da yollanır.Yavuz gemisi yine Fransız Saint Nazare şirketi teknisyerlerin katkısıyla tamir edilir. 1928de Alman Gute Hoffnung şirketi 2 denizaltı yapar ve Türklere teslim eder ve denizaltının işletilebilmesi için gereken kara tesislerinide yapar. Gölcük Tersanesi şartnamesinin hazırlanmasından ve TBMM'de Gölcük'te donanma üssü kurulması ile ilgili yasanın çıkartılmasından sonra tersanenin yapımı konusunda ihale açılır. Açılan ihalede en uygun teklif Hollandalı The Netherlands Harbour Works firması tarafından verilir.

    İlk havuzun ve sonraki donanma tersanesinin kurulmasında Mustafa Kemalin değil Bahriye Nazırının ve teşkilatının bu işte büyük emeği vardır. Dikkat ettiyseniz tamir havuzu ve tersane yabancı şirketlere kurdurulmuştur ve milli değildir. İngiliz, Alman ve Hollandalı şirketler tesisleri yapmıştır. Hatta vasıflı işçiler bile zamanında yurtdışından getirilmiştir. Teknoloji hele hele hiç getirilmemiştir, sadece tersane kurdurulmuştur. Başlıkta ne okumuştunuz Gölcük'te İlk tersane ünitesi kuruldu. Kim kurdu? Yabancılar. Hangi tecrübe edindik? Hiç. Yada tersane okulumu kurdukta, kendimiz tersane mi kurduk?Hayır. Mustafa Kemalin yaptığı başlıca hata: milli teknolojiyi geliştirmek yada en azından kurmak çabası yerine yabancı ürünleri ve mühendislik eserlerini ithal etmek. Kötümü yapmış, yabancılara tersane kurdurtmakla diyebilirsiniz? Evet. Tersane yapılırken aynı zamanda teknoloji transferini düşünebilirdi. Nasıl kendisinin devirdiği 2.Abdülhamit kendisini Milletine yararlı olması için Avrupa'ya gönderiyse, Mustafa Kemalde tersane yapımı başlamadan önce Türk mühendislerini ihaleyi alan şirkete, yurtdışına gönderip bunları eğittirir, sonra Türkiyede tersane yapılırken bizzat stajyerlik yapmış olurlardı. Mustafa Kemal hayatı boyunca beğenmediği Osmanlının, özellikle 2.Abdülhamitin yaptığı teknik insan eğitimini yapmamıştır, milli teknolojiye ehemmiyet vermemiştir. Kurduğu üniversitelerde bile milli teknolojinin önemini anlamamıştır, Batı kültürünü Türkiyeye getirince medeniyete ulaşılacağını zannetmiştir. Sanayi ürünlerini Türkiyede montaj fabrikalarında Türkiyede üretince herşeyin hallolacağını düşünmüştür.

    Türkiye'de devletin, ordunun modernizasyonu için bağış ve yardımlara başvurması, vatandaşların alışık olmadığı yeni bir şey değildi. 1909'da kurulan Osmanlı Donanma Cemiyeti, halktan topladığı bağışlarla ordu ve donanmanın en büyük destekçisi olmuştu.
    (Kaynak : Kurt, 2013, s. 302-310).

    Tersanenin hayata geçirilmesi için çalışan Donanma ve Denizcilik Bakanlığı unutulmuş ve unutturulmuştur. Dikkat edilirse gayret eden kişilerin çabaları söylenmez, sadece Atatürkün gemicilik, denizcilik hakkında söylemiş olduğu sözleri araştırılır sadece onlar söylenir, açıklanır ve sanki tersaneyi Mustafa Kemal kurdurdu, emir verdi gibi yazılar çıkarılır. Mustafa Kemali haksız yere kahramanlaştırmak gerekirki, Mustafa Kemale söz söyleyen olmasın, Millet gıkını bile çıkaramasın. Mustafa Kemal kendini övdürtme ve bu yolda diktatörleştirme işini kendi çıkarttığı Hakimiyeti Milliye ve sonraları Cumhuriyet gazeteleri gibi kendi basınıyla pekiştirmiştir.Türkiyede bütün kahramanlar, bütün emekdarlar, vatanseverler, hayırseverler susmuş, susturulmuş, ve sadece ortada Mustafa Kemal kalmıştır. Buna her dalda rastlanır. Bilimde, orduda, sanayide, basında.

    Gelelim büyük gemiler için kurulan Gölcük havuzunun 1924de ki mecburiyetine. Zaten Lozanla birlikte her türlü İngiliz ve Yunanların isteklerine evet denilmiş olan Lozan Barış Anlaşması herhangi bir savaşın yada gerginliğin kapısını sonsuza dek kapatmıştır. Egedeki 12 adalar, Batı Trakya, Musul, Halep gibi Osmanlı toprakları zaten müzakere masasında verilmiş ve yakın zamanda da karşı tarafların savaş çıkaracağı çok meşhuldur. Yunanlar ve İngilizler zaten ellerini ovuşturmaktadır. Bu tersanenin yerine Avrupadan tersane teknolojisi ithali ve milli tersane teknolojisini başlatmak daha yerinde değilmiydi? Mustafa Kemal milli teknolojiler üretmek yolunda Nuri Demirdağı örnek alamazdı ama kendisinden önceki 2.Abdülhamit'i örnek alabilirdi. Ama daha önceki yazılarımdaki gibi Mustafa Kemal gibi yarı tanrı bir insan sorgulanamaz. Kemalist ve Atatürkçü insanlar beyinlerini başka şekilde yıkayamazlar. Daha bir 1000 yıl geçmesi lazımki yobaz Kemalistler bir "acaba" diyebilsinler. Mustafa Kemalde hata yapmış olabilirmi acaba diyebilirler belki birgün. Ama o günü ben yaşayacağımı zannetmiyorum. Bir gurbetci olarak ne yazıkki gurbetci kalacağım. Çünkü gelecekte yine birgün bir Kemalist darbeyi yaşayacağımı görüyorum.

    Hayalim olan bu gurbetçilikten kurtulmak yolunda ortadan kaldırılması gerekli olan Kemalist vesayetin dimdik ayakta durduğunu görüyorum. Türklerin başına 90 yıldır bela olan Mustafa Kemalin önderliğini yaptığı Kemalist vesayet belasının ileride yine bir darbe yapacağını görüyorum. Çoğu gurbetçilerin hayali olan ve vatanına dönmeleri için gerekli olan Türkiyenin refahının yobaz Kemalistler tarafından devamlı baltalandığını görüyorum. Kemalistlerin ortadan kaybolması için gerekli olan CHPnin tarihten ve Türkiyeden özür dilemesi yerine hâlâ zulüm, diktatörlük geçmişiyle övündüğünü görüyorum. 15 temmuz 2016 Kemalist ve Cemaatci işbirliğiyle yapılan darbeyi önleyen kahramanların unutulduğunu ve özellikle unutturulduğunu ve sistematik bir şekilde 15 Temmuza katılan darbecileri aklamak niyetlerinde olduklarını ve kısmi olarak başarılı olduklarını görüyorum. Darbeyle ilgili bütün suçun Cemaate yıkıldığını ve Kemalistlerin "alnı ak" olarak kurtulduğunu görüyorum. Ben ama biliyorumki (bir yazımda delillerle ispatladım) Kemalist çehreler ve alınlar bir damga taşıyorlar: darbeci vatan HAINi damgası. Neyse gelelim konumuz Atatürkün övüle övüle göğe çıkartılan sanayi hamlelerine.

    2.Kuruluş: 1925 - Eskişehir Cer Atölyelerinde demiryolu malzemesi üretecek birimler hizmete girdi.

    Eskişehir cer atölyesini Kemalistler cumhuriyetin lokomotifi, sanayileşme süresinde çok etkili bir fabrika olarak görürler. Bugünkü adıyla TÜLOMSAş'ın tarihini İnternette arayan kişiler şu bilgilere rastlar:

    2.Abdülhamit Hicaz demiryolu inşaatını Almanlara yaptırır. 31 Ağustos 1893 yılında Eskişehir'den Konya'ya doğru başlayan inşaat, 29 Temmuz 1896 yılında Konya'ya varır.1894 yılında bu çalışmalar sırasında Almanlar tarafından Anadolu-Bağdat demiryolu ile ilgili olarak buharlı lokomotif ve vagon tamiri ihtiyacını karşılamak üzere Eskişehir'de Anadolu-Osmanlı Kumpanyası adı verilen küçük bir atölye kurulur. Böylece bugünkü TÜLOMSAş'ın temeli atılmış olur. Burada küçük çaplı lokomotif, yolcu ve yük vagonu tamiratı yapılmakta, o günlerde lokomotiflerin kazanları onarılmak için Almanya'ya gönderilmekte ve bütün yedek parçalar ithal edilmekteydi. Anadolu-Osmanlı Kumpanyası'nın adı 20 Mart 1920'de Kuva-i Milliye tarafından adı "Eskişehir Cer Atölyesi" olarak değiştirildi. Eskişehir Cer Atölyesi'nde, 1925-1928 yıllarında Kazanhane, Çarkhane, Marangozhane, Köprü, Demiryolu Makası, Kantar ve yol emniyeti ile ilgili malzemeler üretecek birimler hizmete girerek dışa bağımlılığın kırılması adına önemli yol katedilir.


    İlk önce zaten Türkiyede her türlü sanayileşmenin temelinde kimi görüyorsunuz, ki burada da ona rastladınız:

    Kemalistlerin düşmanlıkla ve şu tabirlerle bahsedilen kişi: Hain, yobaz, şeriatcı, gerici, islamcı, diktatör, Kızıl Sultan, saray baykuşu. Mustafa Kemalin içki masası arkadaşı Kemalist Falih Rıfkı Atayın korkak diyerek hakaret ettiği padişah 2.Abdülhamit. Başka kim olabilirdiki. Kim kurdurtmuş Eskişehir cer atölyesini 2.Abdülhamit. 2.Abdülhamiti bu yüzden öven kim var? Hiçkimse. 2.Abdülhamite hakaret eden kim var? Bütün Kemalistler. şimdi Falih Rıfkı Atayın yazdığı kitapları okumayan ve bana sitem eden kişiler, önce Can Dündar gibi önceden koyu Kemalist ve Ateist olan bir kişinin Atatürk hakkındaki "Mustafa" filminin neden kendisinin başına bela olduğunu okusunlar sonra benim yazıma yorum yapsınlar. Can Dündarın "Mustafa" filmi Atatürkün 3 huyunu ortaya koymuştur: 1. alkolik 2.kadın düşkünü 3.ateist.

    Ki Can Dündar Falih Rıfkı Atayın kitaplarından yararlanarak "Mustafa" filmini yapmıştır. Neyse bu da konumuz değil.

    Alman demiryolu şirket yöneticileri, Türkiyenin Almanyaya çok uzak olduğu için ve zaman kazanmak için Eskişehirde montaj fabrikası kurarlar. Lokomotiflerin tamiratı burada yapılır. Fabrikayı Alman teknisyenler ve mühendisler yönetir. Vasıflı işçi ihtiyacı doğar. Türkiyede lokomotif teknolojisi milli olmadığı için Türk teknisyenler bile fabrikada bir işe yaramaz. Alman yöneticiler Almanca öğrenmeleri için çıraklık okulu kurmuştur.

    Mahmut KIPER makalesinde şöyle bahseder:
    "Eskişehir Cer Atelyesi Cumhuriyet tarihinde pek çok İlk ve unutulmaz yaratmıştır. Bunlardan biri de 'Çıraklık Okulu'dur. Bu okulda, sadece fabrika çalışanlarının çocukları değil, özellikle ıssız, ara istasyonlarda çalışan demiryolcuların bu nedenle eğitim olanaklarından yararlanamayan çocuklarının eğitilmesi hedeflenmiş ve bu çocuklar yatılı 'talebe pansiyonları'nda İlkokula başlamış ve daha sonra çıraklık okuluna devam etmişlerdir. Bu çocuklara daha İlkokulda öğretilmeye başlanan Almanca dersi ile çıraklık okulunu bitiren öğrencilerin Almanya'da teknik okullarda eğitilmesi hedeflenmiş ancak 2. Dünya Savaşı nedeniyle proje gerçekleşememiştir."

    Çıraklık okulu sadece Almanyaya özgü bir okuldur. Bu okulun kuruluşunu bile Mustafa Kemalin Cumhuriyetine yarandırmak çabasını görüyorsunuz. Almanların kurduğu bir sistemi bile Mustafa Kemali yüceltmek amacında Türkmüş gibi göstererek tarih çarpıtılması yapılıyor. Aslında cer atölyesinde övülecek kişiler varsa önce 2.Abdülhamit sonra Almanlardır.

    Gelelim esas konumuz "Kazanhane, Çarkhane, Marangozhane, Köprü, Demiryolu Makası, Kantar ve yol emniyeti ile ilgili malzemeler üretecek birimler" açıldı yalanına. Bu teknolojiler milli Türk teknolojisi olmadığı için ve bu teknolojileri geliştiren Türk mühendisleri ve üniversite, fakülte gibi yüksekokullar zamanında olmadığı için tümden yalandır. Bu birimler doğrudan Alman teknolojileri ve Alman mühendislerinin ürünüdür. Zaten önceden milli olmayan bir fabrikaya sonradan milli olmayan Alman teknolojisi eklenmiştir. Bu birimlerde Mustafa Kemal cumhuriyetini yüceltmek için milli olarak gösterilmiştir. Alman teknisyenlerinin ve mühendislerinin Türklere yada Türk teknisyen ve mühendislere yardım etmesiyle meydana gelmiş birimlerdir.

    Hatta demiryoluyla ilgili bazı yabancı kelimeler doğrudan Almancadan bu yolla Türkçeye geçmiştir. Mesela Almanca Fertig kelimesi hazır, bitti manasındadır. Bu kelime Türkiyede hareket amirlerinin yada memurlarının Türkçe adıdır. Fertik olarak değişerek geçmiştir. Hani nasıl İnternet doğrudan İngilizceden Türkçeye geçtiği gibi.

    İstanbul Hicaz ve İstanbul Bağdat demiryolu Alman Krupp şirketine yaptırılmıştır.

    Eskişehir cer atölyeside aslında Alman Krupp şirketinindir. 2.Abdulhamitin başarısıdır.

    Herşeyde olduğu gibi bu başarı Mustafa Kemal Cumhuriyetine atılmıştır.

    3.Kuruluş: 1925 - Adana Mensucat Fabrikası üretime başladı.

    Benim önerim benim yazılarıma inanmayabilirsiniz. Kendiniz İnternette arayın, yazılarımı teyit edin. Başlığı okuyan benim gibi kişiler, aynı algı operasyonu yapan gazetelerin kurduğu tuzağa düşüyorlar. Başlığı okuduğunuzda yepyeni bir mensucat yani giyim fabrikası kuruldu diye düşünürsünüz.

    Ama bu fabrika zaten varmış, üretimi durmuş 1925de yeniden üretime başlamış.

    İnternetten www.wowturkey.com den SerhatAdn ismindeki üyesinden alıntı:

    Milli Mensucat Fabrikası, 1907'de Ermeni Simyonoğlu evlatlarından Aristidi Kozma tarafından "Simyonoğlu Fabrikası" adıyla kuruldu.Daha sonra hazineye geçen fabrikanın adı, Ittihat ve Terakki yönetimi tarafından " Milli Fabrika " olarak değiştirildi.Fransızlar şehri işgal edince fabrika eski sahiplerine geçti.Atatürk'ten Adana'daki sahipsiz fabrikaları yeniden canlandırma talimatı alan tüccar ve Adana milletvekili Nuh Naci Yazgan,1924'te milletvekilliğinden istifa ederek.Adana'daki sanayi öncülüğünü üstlendi.Yazgan ,1927'de dönemin diğer iş adamları Mustafa Özgür ,Nuri Has, Seyit Tekin ile birlikte fabrikayı hazineden satın aldı.


    Adı yeniden "Milli Mensucat " olan fabrikada üretilen "Aslan" marka vater ve ekstra iplikler, ülkede büyük talep gördü. Fabrika 1978 yılında bu kez biriken borçları nedeniyle tekrar hazineye geçti ve üretimine ara verdi. 1983'te Turgut Özal'ın direktifleri ile iş adamı Mehmet Özüzümcü'ye ,49 yıllığına kiraya verilen fabrikanın adı " Milsan Mensucat" olarak değişti.Milli Mensucat 90 yıldan fazla üretim yaptıktan sonra 2000 yılında makinelerini durdurdu.Fabrikaya, SSK'ya olan borcu nedeniyle Hazine el koydu.Ardından fabrika , Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü'nün aldığı kararla " Kültür varlığı endüstri mirası " olarak tescillendi.

    Atatürk'ün iki kez ziyaret ettiği ve kentin merkezinde yer alan fabrika , Türkiye'nin 7'inci, Adana'nın İlk sanayi kuruluşu olarak biliniyor. 1930'larda Türk Hava Kuvvetlerine iki uçak hediye eden fabrika, "Milli Mensucat" adı altında eğitime bir de İlköğretim okulu kazandırdı. Fabrika geçmişte işçilerine özel para basıp dağıtmasıyla da biliniyor.

    www.turkcebilgi.com den alıntı:

    Milli Mensucat, Adana`daki tarihi dokuma fabrikasıdır.
    Türkiye`nin tarihindeki 7., Adana`nın ise 1. tekstil fabrikasıdır.
    1907`de Ermeni Simyonoğlu evlatlarından Aristidi Kozma tarafından Simyonoğlu Fabrikası adıyla kurulmuştur. Diğer azınlıklar birlikte Kozma, şehri terkedince fabrika Hazine`ye geçmiş ve Ittihat ve Terakki Yönetimi tarafından adı Milli Fabrika olarak değiştirilmiştir. Fransızlar, şehri işgal edince fabrika eski sahiplerine geçmiştir.

    Atatürk`ten Adana`daki sahipsiz fabrikaları yeniden canlandırma buyruğunu alan Kayserili tüccar ve Adana milletvekili Nuh Naci Yazgan, 1924`te milletvekilliğinden istifa ederek Adana`daki sanayi hamlesinin öncülüğünü üstlendikten sonra 1927`de dönemin diğer işadamları Mustafa Özgür, Nuri Has, Seyit Tekin ile birlikte fabrikayı Hazine`den satın almış ve adını Milli Mensucat olarak değiştirmiştir. Burada üretilen "Aslan" marka vater ve ekstra iplikler, ülkede büyük talep görmüştür.

    Fabrika, 1978 yılında bu kez biriken borçları nedeniyle tekrar Hazine`ye geçmiş ve üretime ara verilmiştir. 1983`te Turgut Özal`ın direktifiyle Gaziantepli işadamı Mehmet Özüzümcü`ye 49 yıllığına kiraya verilen fabrikanın adı "Milsan Mensucat" olarak değiştirilmiştir.

    Yazar Orhan Kemal, Milli Mensucat fabrikasında uzun yıllar memurluk yapmış ve fabrika romanlarına esin kaynağı olmuştur. Yazarın ünlü romanı "Bekçi Murtaza", Milli Mensucat fabrikasının gece bekçisidir.

    Görüldüğü üzere yeni kurulan bir fabrika yok. Türkiyenin ve Osmanlının dokuma tezgahı üzerine bir teknolojisi olmadığı için bu fabrikanın makineleri Avrupadan gelmiş. Neden milli denilmiş biliyormusunuz? Giysiler bile daha önce ithal edildiği için bu fabrikada üretilen giysiler Türkiyede üretildiği için milli denilmiş. Yani fabrika Atatürk zamanında milli teknolojiyle kurulmamıştı, önceden bir Ermeni vatandaş kurmuş. O vatandaşta milli olmayan makineleri Avrupadan getirmiş. Övünülecek nesi var şimdi bunun? Atatürkün palazlandırdığı milletvekilleri fabrikalar açmıştır ve böylece Kemalist devlet kendi zenginlerini üretmiştir. Adana CHP milletvekili Nuh Naci Yazgan yatıp kalkıp Atatürke dua etmiştir. Tabiiki de bu Kemalist vesayet kendini ve yaratıcısını övmeyi boynunun borcu olarak bilir. Bu fabrika örneği tek değildir. Atatürk onlarca CHP milletvekilini palazlandırıp fabrika sahibi yapmıştır. Bu milletvekillerinin çoğu da Atatürkün yakın arkadaşıdır. Milletin seçtiği kişiler değildir. Ve bu kişiler de özellikle bazı nitelikleri taşıyan kişilerdir. Bu niteliklerde şunlardır : dine inanmayan, ateist, Batı kültürünü benimsemiş kişiler. Falih Rıfkı Atay, Selanik okulundan Mustafa kemali okul arkadaşı Ali Fethi Okyar, Yakub Kadri Karaosmanoğlu, Yunus Nadi ve bir sürü ateistler Atatürkün seçtiği kişilerdir. Atatürkün şu meşhur sözleri de yönetimdeki seçkin ateist kişileri zaten her zaman doğrulamıştır: "Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkûmdurlar. Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Onun için önce din ve namus telâkkisini kaldırmalıyız. Partiyi, bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz. Bu suretle kalkınma kolay ve çabuk olur.."
    Kaynak: Kazım Karabekir Anlatıyor, Yayına Hazırlayan: Uğur Mumcu, Tekin Yayınevi, Ankara 1993, sayfa 83, 84.

    Milli teknoloji diyede bir şey yoktur ve masaldır. Milli devleti ve sermayesini zimmetine geçirme teknolojisi vardır. Bana yine inanmayanlar olacaktır. Onlar için lütfen sabretmelerini ve daha neler yazacaklarımı beklemelerini ve aslında gerçek tarihi okumalarını, ama Kemalistlerin sakladıklarını veya çarpıttıklarını okumamalarını tavsiye edeceğim şimdilik. Hele hele resmi devlet tarihini hiç okumamalarını tavsiye ederim. Çünkü resmi devlet tarihini de Mustafa Kemalin seçtiği kişiler istedikleri gibi yazmışlardır ve bu yalan tarih bugüne kadar gelmiştir. Gerçek tarih hakkında İnternette yeterli kadar sayfalar var çok şükür.

    4.Kuruluş: 1925 - Türkiye'nin İlk betonarme köprüsü Menderes Nehri üzerine yapıldı.

    şimdi büyük bir ihtimalle ve şüpheyle bu köprünün milli olmadığını benim gibi tahmin ediyorsunuzdur artık. Büyük bir ihtimalle Avrupalı bir şirketin bu köprüyü yaptığını tahmin ediyorsunuzdur. Nedeni ise o zamanda beton köprü teknolojimizin belki olmaması. Ama yinede bir İnternette araştıralım kim ve nasıl kurmuş bu köprüyü. Ama öyle tahmin ediyorsunuzdurki, ya Mustafa Kemal milli imkanlarla yaptırmış, yada emir vermiş yada yabancı şirkeler yapmış.

    www.kopriyet.blogspot.com sayfasından alıntı
    Adagide Köprüsü
    "İzmir de, Ödemiş - Adagide yolunda Küçük Menderes nehri üzerinde yapılmıştır. Türkiye'nin İLK betonarme köprüsüdür.

    Her biri 26 metre açıklığında Kuşak kemer tipinde üç gözlüdür. Bu köprü tipinde her ayakta genleşme derzi vardır ve her açıklık bağımsız çalışır.
    Kaynak: TBMM arşivi Nafia Raporu -Yıl 1933


    Zeminin yeterince sağlam olmaması ve belirli bir değere kadar ayakların oturma yapması durumunda yapısal sorun yaşamamak için kuşak kemer tercih edilmiştir. Kuşak kemer tipi köprüde kemer üzengi seviyesinde gergi adı verilen kiriş ile bağlanır. Esasında bir makas sistemi oluşturularak kuvvetler yapı içinde dengelenir. Kenarayaklara sadece düşey yük etki eder.

    Köprü, mühendis okulu eski betonarme öğretmeni Galip Sinap tarafından projelendirilmiştir.

    Mehmet Galip Sinap (1888-1962) École des Ponts et Chaussées (Paris) mezunudur. Bu teknoloji üniversitesi, köprü alanında bir çok isim yetiştirmiş Perronet tarafından kurulmuş ve döneminde "ekol yaratan" bir okuldur. Mühendis Mekteb-i Alisi'nde ve Sanayi-i Nefise Mektebi'nde, 1919-1922 yılları arasında betonarme öğretmenliği yapmıştır. İzmir'in İlk betonarme yapılardan Büyük Kardiçalı Han'ın (1928) betonarme projesi de kendisi tarafından hazırlanmıştır.

    Türkiye Mühendislik Haberleri . 1 Mayıs 1962 sayısında ölüm ilanı bulunmaktadır.


    Köprünün yapımına 1924 yılında başlanmış ve 1925 yılında bitirilmiştir. Sadece köprünün yapım bedeli 51.596 liradır. 11.5m açıklığındaki boşaltma gözleri ve dolgular ile beraber toplam 64073 liraya tutmuştur.

    Bu köprüyü tüm aramalarıma rağmen bulamadım ancak her an karşıma çıkabilir! Kaynaklardan anladığım kadarıyla olası yeri işaretlenmiştir."

    Başka bir alıntı
    www.jasstudies.com adlı sayfada Fırat Üniversitesi'den Yrd. Doç. Dr. Yavuz HAYKıR köprüden şöyle bahsediyor: "Türkiye'de İlk inşa edilen büyük betonarme köprü, İzmir Vilâyetinde Ödemiş - Adagide yolunda 12 Küçük Menderes Nehri üzerine betonarme olarak 1924 yılında inşasına başlanan ve 1925 senesinde tamamlanarak hizmete açılmış olan Adagide Köprüsü'dür 13. Ülkemizde yapılan İlk büyük betonarme köprü olması nedeniyle ayrı bir öneme sahiptir. 3 X 26 metre açıklığında ve Bowstring sistemindedir14. Zeminin pek sağlam olmaması dolayısıyla ayakların az miktarda tasman yapması halinde bir sorun çıkmaması için demir köprüye benzeyen bu sistem tercih edilmiştir15.Köprünün projesi Mühendis Mektebi eski Betonarme Muallimi Galip Bey tarafından hazırlanmıştır. Köprü inşaatı 51.596,15 lirası esas köprüye, geriye kalan 11.5 metre açıklığında tahliye gözü ve imlâya ait olmak üzere toplam olarak 64.073 liraya mal olmuştur16.
    Kaynaklar
    12 Heyet, İzmir Rehberi, İzmir ve Havalisi Âsarıatıka Muhipleri Cemiyeti Neşriyatından Sayı.Xı, Resimli Ay Matbaası, İstanbul, 1934, s. 30.
    13 BCA (Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi)Fon Kodu, 30.10.0. Yer Kodu, 159. 113. 31.
    14 K.B. Kemal, "Memleketimizde Köprücülüğe Bir Bakış, Yeni şose Köprülerimiz", s.4.
    15 BCA Fon Kodu, 30.10.0. Yer Kodu, 159. 113. 31.
    16 T.C. Nafıa Vekaleti, On Senede Türkiye Nafıası 1923 -1933, C.2, s.48."

    İlk bakışta zannedilirki, evet yabancı olmayan, bir Türk vatandaşı tarafından tasarlanmış ve Türkler tarafından yapılmış bir köprü. Evet doğru. İlk defa milli bir eser ve bu eser cumhuriyet dönemine rastlıyor. Kemalistler hemen övünmeye başlasın ve benim söylediklerimi "Hah işte gördünmü!"diyerek tenkit etsinler. "Hepsimi yalan" diyerek sevinebilirler de. Hatta ben onları biraz daha sevindireyim. Bundan sonra inşa edilen köprülerin çoğu, yazılanlara göre, bu şekilde kurulan beton köprü cinsindendir. Bu kadar sevinç onlara yeter. Biraz da onları hayal kırıklığına uğratayım. şimdi biraz bulmaca oynayalım. Parise Galip Sinap'ı okumaya gönderen ve milli bir köprü mühendisi olmasını sağlayan kimdir acaba? Biraz daha ipucu verelim. Bu kişi aynı zamanda Mustafa Kemal gibi subayları da Avrupaya gönderen kişidir. Galip Sinap'ın öğretmelik yaptığı Mühendis Mekteb-i Alisi okulunu yaptıran kişide aynı kişidir. Galiba yavaş yavaş Kemalistler kimi kasdettiğimi anlamaya başlayacaklar. Hani korkak, yobaz, şeriatcı, diktatör diye Falih Rıfkı Atayın ifade ettiği kişi vardıya. Hani Mustafa Kemalin aralarında bulunduğu darbecilerin devirdiği kişi vardıya. Mustafa Kemalin de aralarında bulunduğu Ittihat ve Terakki kuruluşunun Batılıların talep ettikleri hürriyet uğruna devirdiği kişi vardıya. Evet Batı delilerinin Kızıl Sultan, saray baykuşu diye hakaret ettiği 2. Abdülhamit çıktı yine karşımıza. Yani bu köprü büyük sanayici, teknolojiye önem veren 2.Abdülhamitin yetiştirdiği bir talebenin eseridir. Bunda ne Mustafa Kemalin nede Cumhuriyetin zerre kadar payı yoktur. Ama nedense Mustafa kemalin üzerine bütün kahramanlıklar, ulu sıfatlar tepelenmiştir. Ben şaşırmadım. Keşke Mustafa Kemal beni şaşırtacak bir şey gerçekleştirmiş olsaydı. Cumhuriyet dönemine rastlayan eserleri öğrendikçe 2.Abdulhamite ne kadar büyük haksızlık yapıldığını, ne kadar büyük sahtekarlıkla, diktatörlükle Mustafa Kemalin Türkiyeyi yönettiği ortaya çıkıyor. Ben şaşırmadım ve şaşıracağımı da zannetmiyorum. Gelelim benim de bilmediğim ve araştıracağım bir sonraki 5. kuruluşa.

    5.Kuruluş: 1926 - Türk Telsiz Telefon şirketi kuruldu.

    www.İzmirradyomuzesi.com sayfasından alıntı:
    1925' e gelindiğinde, "Telsiz Tesisi Hakkında Kanun" adıyla bir yasa çıkarılarak, ülke genelinde bir telsiz şebekesi kurulması öngörülür. Atatürk, okuma yazması olmayan Anadolu Halkına Cumhuriyetin ve devrimlerin anlam ve önemini anlatmada etkili olduğunu bildiği radyodan yararlanmak için gerekli hazırlıkların başlamasını ister.

    1926' daki Bakanlar Kurulu' ndan kuruluşuna teşebbüs edilen Telsiz Telefon Türk Anonim şirketi' nin (TTTAş) " Nizamname-i Dahilisi " ni onaylayan bir kararname çıkar. www.yigityavuz.com sayfasından alıntı: "Cumhuriyet Hükümeti, haberleşme sistemlerindeki gelişmeleri görmüş ve Türkiye'de modern bir haberleşme sistemini kurmağa karar vermişti. İstanbul'un Eyüp ilçesine bağlı Osmaniye semtinde, Ankara'nın da Babaharman semtinde iki "Telsiz-Telefon" istasyonunun yapımı bir Fransız şirketine ihale edilmiş, ama istasyonların yapılışı sırasında şirket iflasın eşiğine gelmişti. Yapımına 1925 yılında başlanan istasyona, Avrupa'nın en güçlü istasyonu gözü ile bakılıyordu. Kuruluşun asıl görevine ek olarak, ikisine de 7 kilovatlıklık birer lamba konmuş, radyo difüzyon için modülasyon tertibatı eklenmişti. Yapımı iki yıl sürdüğüne göre, radyo yayınlarının 1926 yılında deneme niteliğinde başlamış olduğu söylenebilir. Bu iki istasyon, 5 kilovat çıkışlı küçük postalardı. Kurucu şirketin malî sıkıntısını gören Türkiye Iş Bankası, Anadolu Ajansı ve bazı özel kuruluşlar, isme yazılı hisse senedi çıkartarak bir anonim şirket kurdular. Daha sonra zamanın hükümetine başvurarak, bu radyo difüzyon istasyonuna talip oldular. Durumu inceleyen yetkililer, 8 Eylül 1926 tarihinde "Türk Telsiz-Telefon Anonim şirketi" adındaki bu şirketle on yıllık bir anlaşma imzaladı. Bu şirket böylece iki istasyonu kendi ve "Posta-Telgraf-Telefon Genel Müdürlüğü" adına işletecekti."

    Vikipediadan alıntı
    " Iş Bankası ve Anadolu Ajansı'nın 150 bin liralık sermayenin %70'ine sahip olması kaydıyla; Gümüşhane Milletvekili Cemal Hüsnü Taray, Falih Rıfkı Atay ve Sedat Nuri Bey tarafından 8 Eylül 1927 tarihinde "Türk Telsiz Telefon Anonim şirketi" kuruldu. İstanbul Radyosu'nun İlk naklen yayını, 3 şubat 1932'de[1] Atatürk'ün isteği ile Ayasofya Camii'nden Kadir Gecesi okunan Türkçe ezanla başlamış ve Mevlit'le devam etmiştir. Elektrik vs. giderlerin, halktan alınan yıllık 10 liralık aidatla karşılanamaması üzerine şirket zarara girdi. Hükümetin hatırı sayılır bir mali yardım yapmasına rağmen zararı devam eden şirketin, 1936 yılında biten sözleşmesini hükümet yenilemeyince şirket, 13 Haziran 1937'de yapılan genel kurulda kendini tasfiye etmeye karar verdi."
    Kaynaklar
    Star Gazetesi,
    İstanbul Radyosu, Anılar/Yaşantılar.

    Görüldüğü gibi ateist, CHP milletvekillerinin palazlandırılması devam ediyor.Kemalist vesayetin ve onun 2000li yıllardaki savunucularının temel taşları atılıyor. Mustafa Kemalin özellikle ateist olduğunu artık herkes biliyor da neden mevlüt yayınını İlk yayın olarak seçiyor? Cevabını biliyorsunuz. Dini kullanarak nasıl diktatörlük gayesine ulaşmışsa, propaganda makinesi olarak kullanacağı radyoyu da dini alet ederek, Milleti radyoya alıştırmak ve propaganda yapabilmek,Milleti Batı kültürüne alıştırmak. Bunun başka izahı yok.

    Mustafa Kemalin niyeti kendisinin de söylediği gibi Batı kültürünü Türkiyeye getirmek ve Türk kültürüne yabancı olan Batı medeniyetini radyo üzerinden Millete övmek. Yani asıl amacı kendi ideolojisinin propagandasını yapmak, geleceğe ve 2000li yıllara yeni Kemalist ideolojiye inanan ve Milletin başına bela, bela ve tekrar bela olan nesiller yetiştirmek, Milletin beynini yıkamak.

    Mustafa Kemalin çıkardığı bütün devrimler sadece Batı kültürünü Türk toplumuna getirmekti. Her zaman belirttiğim gibi Batı kültürünün Osmanlı Türk kültürüne yapacağı ve yaptığı hiç bir katkı yoktur. Mustafa Kemal Türk milletine zulmetmiştir. Batıdan alınması gereken tek şey olan teknolojiyi almamıştır. Milli teknoloji adına hiçbir çivi çakmamıştır.

    Diktatörlüğünü ve batı kültürünü çıkardığı gazeteler yetmediği gibi radyoyla desteklemek ister. Keşke bunu yaparken mesela bir milli elektroteknik projesi çıkarsaydı, radyo telekommunikasyon hamlesi yapıp, Batı teknolojisini Türkiyeye getirseydi. Ama nerdee. Fransızlara ihale ver, sonra kendisinden sonra gelen nesil onu ilahlaştırmaya, kurduğu propaganda radyosuyla övünsün. Elektroteknik, radyo, kısa dalga haberleşme sistemlerini CHP Atatürkten sonrada ihmal etmiş, 100% yerli milli bir teknoloji hatta bugüne kadar kurulamamıştır. CHP Mustafa Kemalin ölümünden sonra da Batı Kültürünü Türkiyeye getirme projesine devam etmiş, yerli ve milli bir çivi Türkiyeye çakmamış, ithal teknolojiyle kendi adamlarıyla ve montaj sanayisiyle işi götürmüştür. Kemalizmin aklı ve amacı sadece din düşmanlığı yaparak ve Batıya ve Batı kültürüne yaklaşarak kurtuluşu aramıştır. Her zaman verdiğim Japonya örneğini burda da vereyim. Batı kültürü deliliğini bırakıp, 1923den 1933e kadar, Batı kültürü devrim zulümleri yerine, Türkiye milli teknoloji üretmeye kalksaydı, Türkiye bugün Japonya gibi bir ülke olacaktı.

    Bir başka tartışılacak konu ise mesela bu telsiz şebekesi konusu. şu bakımdan : Millete faydalı olacak bir iş yapılmışmıdır yoksa milletin zararına mı yapılmıştır. Yararlı tarafı hiç kuşkuşusuz Türkiyenin telsiz şebekesine yani o zamanla radyo yayını yapabilme kabiliyetine kavuşması. Yabancı teknolojiyle gelip, yabancılara muhtac olduğumuzu bir kenara bırakalım.

    Dövizle bu teknolojileri ithal ettiğimizi, o zamanlar bunları işletecek teknisyenleri, bakımını yapan insanların bile yurtdışından getirip, yıllarca onlara bu tesisleri işlettirdiğimizi de bir kenara bırakalım. Faydaları şu olabilirdi.
    Bu imkanı milleti eğitmek amacıyla kullanılsaydı mesela bilim programları yapılsaydı, Türkiyede o zaman nüfusunun yüzde 70 ila 80'i çiftçi olan halka modern tarımcılık radyoyla öğretilseydi ve bunun gibi programlar yapılsaydı Millete gerçekten faydalı bir iş yapılmış olurdu. Avrupadaki teknolojik gelişmeler yakından takip edilip radyoda Millete anlatılsaydı. Millette de radyo sayesinde teknolojiye karşı ilgi uyandırılmış olunurdu, Millet daha çabuk ve kendiliğinden teknolojiyle tanışmak ister, milli teknolojiyi kendisi üretmek isterdi, teknolojiye yabancı kalmazdı. Ama ne yapıldı? şu yapıldı: Türk ve Osmanlı ve şark kültürü yerin dibine batırıldı, klasik Batı müziği Chopin, Brahms, Mozart Millete 90 yıldır dinlettirildi. Verdinin Opera parçaları ve Türkçeye uyarlanmış eserleri konservatuarlarda Batı kültürüyle yetiştirilen kadınlarla radyoda nara attırılarak bu Millete dinlettirildi. Zaten Millet de bu Batı delisi Batı uzantılarına da kulak vermedi. Devletine küstü. Radyoda böylesi yayınlar olduğu zaman zaten radyo hemen kapatıldı. Zaten açlık çeken, yıkanmak için sabun bulamayan normal köylünün radyosuda yoktu. Sadece zengin köylülerin radyosu vardı.Radyo Mustafa Kemal tarafından sadece propaganda aracı olarak kullanıldı. Milletin kültürünü,dinini,geleneğini yok etmek için kullanıldı.


    Türkiye'de İlk radyo yayınlarının yapıldığı, İstanbul Sirkeci'deki Büyük Postane binası

    1927 yılına ait bir günün yayın akışı şöyleydi:
    19.00 Stüdyo musiki heyetinden şevkivza Faslı.
    19.30 Esham ve Tahvilat Borsası haberleri,
    19.40 Telsiz Telefon Orkestrası
    20.10 Zahire Borsası haberleri,
    20.20 Telsiz Telefon Musiki Heyeti,
    20.50 Anadolu Ajansı haberleri,
    21.00 Telsiz Telefon Orkestrası,
    21.30 Teganni, Matmazel Apostoldi tarafından.
    21.45 Orkestra.
    Kaynak: T.C. Milli Eğitim Bakanlığı, MEGEP, Milli Eğitim ve Öğretim sisteminin geliştirilmesi projesi, 2008

    Dilimizi de Mustafa Kemal sayesinde yabancılaştırdığımız yani Öztürkçe adı altında uyduruk kelimelerle doldurduğumuz için tabiiki anlamadınız, yukarıdaki belirtilen yayın akışını.

    Bu bambaşka bir konu. Konumuza dönelim. 1927 Osmanlıcasını yada Türkçesini 2017 Türkçesine çevirelim.
    şevkivza Faslı: şevk,coşku arttıran. Klasik Türk müziğinde ııı. Selim tarafından düzenlenmiş bir birleşik makam, yani Türk sanat müziği. Türk sanat müziği de tarih oldu. Sağolsun Batı deliliğimiz yüzünden. Esham : hisse senedi, devlet tahvili
    Zahire : Gıda ürünleri burda özellikle tahıldan bahsediliyor
    Teganni, Matmazel Apostoldi : şarkı söylemek, Matmazel Apostoldi: o zamanda yaşamış bir şarkıcının adı

    Önceleri eğitim amaçlı programlar yapılmış ama sonra terkedilmiş.
    "Radyonun söz programları arasında eğitim amaçlı olan programlar (Arıcılık Saati,Çocuklara Öğütler, Tayyareci Konuşuyor, Dişçinin Saati vb.) öne çıkıyordu. Futbol karşılaşmalarının naklen yayınlanması ve jimnastik dersleri de beğenilen yayınlar arasındaydı." (Kaynak: İstanbul Radyosu, Anılar/Yaşantılar.)

    Önceleri Türk Sanat Müziğine ağırlık veren radyo sonraları bu tutumunu değiştirmiş.
    "Ayrıca yine bu yıllarda(1930) yegâne (tek) müziğin Batı müziği olduğunu iddia eden bazı kesimler, radyonun Türk Müziği ile Batı Müziği'ne eşit miktarlarda yer vermesini fazla bulmuş ve Türk Müziği yayınları 1934'te tamamen durdurulmuştur. (Bu yasak 1936'da kaldırıldı.) (Kaynak: İstanbul Radyosu, Anılar/Yaşantılar.)

    2.Abdülhamite yakıştıramadığım ama Kemalistlerin Osmanlıyı kötülemek gayesiyle sakladıkları tesadüf eseri rastladığım bir konu ise 2.Abdülhamitin yabancı tiyatro merakı.

    "1893'te ikinci kez İstanbul'a gelen Stravolo, Tepebaşı'ndaki Petit Champs Tiyatrosu'nda sahnelediği eserlerle ıı. Abdülhamid'in dikkatini çekti. Sonra da padişahtan Yıldız Sarayı Tiyatrosu'nda temsiller düzenlemesi için davet aldı. ıı. Abdülhamid, çok geçmeden, gösterilerini çok sevdiği Stravolo'yu Yıldız Sarayı Tiyatrosu'nun başına getirdi. İstanbul'da 10 Temmuz 1894'te meydana gelen büyük depremden sonra Yıldız Sarayı Tyatrosu'ndaki temsiller bir süreliğine aksadıysa da sonra yeniden devam etti."
    Kaynak : Özlem Ertan, Taraf Gazetesi, Temmuz 2012

    Bazı aymazlar bana "kültür faşizmi yapıyor" diyebilirler. Bu kişilere sadece Fransa'nın kültür politikasını incelemelerini öneriyorum. Sonra gelsinler bana laf söylesinler.

    Milletler kendilerine has kültürleri sayesinde Millet olurlar.Türk Halk müziği ölmek üzere, Türk Sanat Müziği zaten öldü, Türk gelenek, görenek, örf, âdet çoktan mezara girdi. Gerisini siz düşünün.

    6.Kuruluş: 1926 - İlk şeker fabrikası Alpullu şeker Fabrikası işletmeye açıldı.

    Türkiye genelinde kurulan şeker fabrikalarının amacı seri ve büyük miktarlarda şeker üretimiydi. Türkiye genelinde küçük şeker imalathaneleri vardı, ama bu herhalde yetmiyordu.

    Mustafa Kemalin her sanayi veya diğer kuruluşlarda yaptığı gibi acemice attıkları adımalrdan biriside Alpullu şeker fabrikasıdır. Herşey acemice ve plansız yapılmıştır ve o yüzden yabancı şirketlere kurdurulan bu kuruluşlar her zaman zarar etmişlerdir ya kapatılmışlardır yada çok büyük zararlar ettiği halde devlet hazinesinden yüklü paralarla ayakta tutulmaya çalışılmıştır.

    Alpullu şeker fabrikasını kuran kişilerin kim olduğunu herhalde tahmin edebiliyorsunuzdur, eğer yukarıdaki yazılarımı okuduysanız. CHPnin o zamanki ateist milletvekilleri. Mustafa Kemal tarafından Milletin başına bela olmaları için o zaman palazlandırılmaya başlanmıştır. Alpulluda kimler bunlar: "Uşak şeker Fabrikası'nın temeli atıldıktan sonra Trakya'da özel girişimcilerin ve bölge milletvekillerinin bir araya gelmesi ile "İstanbul ve Trakya şeker Fabrikaları Anonim şirketi" kurulmuştur. şirketin kurulmasına öncülük edenler Edirne CHP milletvekili Faik Kaltakkıran ile Hüseyin Rıfkı Arduman, Tekirdağ milletvekili Faik Öztrak, CHP Çatalca milletvekili şakir Kesebir, CHP Bilecik milletvekili Ibrahim Çolak, Tütün tüccarı Salim Nuri, Tüccar Hayri Ipar, Kereste tüccarı Ali, Fabrikatör Burhanettin ve Tüccar Kasım Yolageldi beylerdir (Taygun, 2013). Kısa süre sonra Hükümetten gerekli destek sağlanmış ve Alpullu şeker Fabrikası'nın kuruluş detayları da belirlenmiştir. Buna göre; şirketin yatırımlarına ortak olmak amacı ile fabrikanın %68 hissesi Iş Bankası, %10'u Ziraat Bankası ve Trakya Illeri Özel Idaresi'nce üstlenilmiştir. %10'nu Trakya köylüsüne ait olan %22 özel teşebbüs hisseli şirketin, tam yetki ile özel teşebbüs tarafından yönetimi ve kuruluş sözleşmesi ile şirket güvence altına alınmıştır Kaynak: Aydın, 1999.

    Burada belirtelim İçişleri Bakanı Faik Öztrak'ın aynı adı taşıyan torunu Faik Öztrak da bugün CHP Tekirdağ milletvekilidir. Faik Öztrak'ın oğlu Orhan Öztrak da 27 Mayıs İhtilali sonrası kurulan kurucu meclisin Tekirdağ il temsilcisiydi. Yani Öztraklar CHPnin daimi ailesi. Atatürkten sonrada palazlanmayı sürdürdüler. Padişahlara laf atanlara duyurulur.

    şimdiki CHP torun milletvekilin babası Orhan Öztrak Gümrük ve Tekel Bakanı olmuştu. Alkol düzenlemesinin Meclis Genel Kurulu'ndan geçişinin ardından, Twitter'da Eski Gümrük ve Tekel Bakanı'nın sözlerinin olduğu küpür paylaşım rekorları kırdı. Eski Gümrük ve Tekel Bakanı Orhan Öztrak'ın Ankara'da hizmete giren bir bar açılışında, ''Bol içki ve sigara içilir inşallah'' dediği belirtiliyor.

    CHP Bilecik milletvekili Ibrahim Çolak ise Mustafa Kemal tarafından çok palazlandırılan milletvekillerinden biri. Alpullu şeker fabrikasının ortağı olduğu yetmemiş gibi 1924 yılında kurucu ortağı olduğu ve sonra 1926 yılında tamamen sahip olduğu Bozüyük Kereste Fabrikası işletmeciliği yapmıştır.

    Kırklareli yörel gazetesi Trakya Gazetesinden Nazif KARAÇAM Alpullunun geçmişini Almanlara bağlıyor:
    "Bir bilgiye göre Çanakkale Savaşı'na katılmış olan Alman subaylar savaşın son bulması üzerine Trakya'nın içine çekilmişler, Lüleburgaz'da bir süre kalmışlardır. O sıra bölgeyi tetkik edip şartların pancar yetiştirmeye uygun olduğunu görmüşler, yörede şeker sanayi kurulabileceğini Cumhuriyetin ilanından sonra Silah arkadaşları Mustafa Kemal'e bilgi vermişlerdir. Hatta fabrikanın kurulmasına da yardımcı olabileceklerini söylemişlerdir. O sıra Almanlar Lüleburgaz ve yöre halkından çok yardım görmüşler, savaş ortamında halkın ilgisinden son derece memnun kalmışlardır. Başbakan Ismet Inönü, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ile görüşüp istişare yaptıktan sonra hükümet 1925 yılında Alpullu'da şeker Sanayi kurulmasına karar vermiştir."
    Nazif KARAÇAM 18 Eylül 2014

    Ben şaşırmadım bu Alpullu şeker fabrikası fikrinin Mustafa Kemalin olmadığına. Ben bu arada belirteyim Mustafa Kemalin mesleği nedir? Bilim insanı diyen Kemalistler bile çıkar şimdi. Mesleği askerdir. Sonraları geometri üzerine kitaplar okumuştur ve bazı geometri bilgileri sahibi olmuştur. Fransızca lisanını Harp okulunda padişah 2.Abdülhamit sayesinde öğrenmiştir, güzel konuşur. şimdi şaşırmadınız mı nerden çıktı Mustafa Kemalin mesleği diyeceksiniz herhalde. Sizce de garip gelmiyormu. Sanayi ve planlama, teknoloji, imalattan, bahsediyoruz değilmi. Mustafa Kemalin ne işi var burda? Ne zaman bu konularda uzmanlaştı da bir milletin hayati konularında emirler veriyor. Bu yersiz emirler yüzünden plansız sanayi, plansız İktisat dönemi yaşanmıştır. 1929da anca işin farkına varılmıştır, emirlerle iktsadın yürümeyeceğini. Türkiye'nin İlk Iktisadi Programı 1929de hazırlanmıştır. 1929 dan önce plansız projesiz emirlerle acemice yapılan adımların Milleti felakete götüreceği anlaşılmış ve bir ekonomi programı yapılmasının mecburi olduğu farkına varılmıştır.

    Özlem Yaktı ve Perihan Ünlü Soylu'nun çalışmasından bir alıntı
    "1920'lerden süregelen ve sanayi sektörünü etkileyen ticaret açığı 1929 yılında ciddi bir dengesizlik halini almış, TL'nin yabancı paralar karşısındaki değer kaybı hızlanmıştır. Oluşan ödemeler dengesi açığının kapatılması amacıyla ithal ikameci olanakların araştırılmasına ve sanayileşmenin hızlandırılmasına yönelik yeni öneriler getirmek üzere ÂIM'den (1929 Haziranında) "Türkiye'nin Iktisadi Programı"nı hazırlaması istenmiştir. ÂIM'nin başlattığı bu program hazırlama işini Aralık ayında İktisat Vekili şakir Kesebir ile birlikte İktisat Vekâleti üstlenmiştir. Böylece daha sonra "şakir Kesebir Plânı" olarak anılan plân için İktisat Vekili şakir Kesebir başkanlığında kurulan bir komisyon ülkenin çeşitli yerlerinde incelemeler yapmıştır. Bu komisyon, İktisat Vekili şakir Kesebir başkanlığında Bekir Raif, Selahattin Muhtar, Mehmet Vehbî, Niyaa Asım ve Nurullah Esat beylerden oluşmuştur. Bu plân dünya İktisat buhranı nedeniyle uygulanamasa da Türkiye'deki İlk iktisadi program çalışması olması, 1938 planının temellerini oluşturması ve Birinci Sanayi Plânındaki gibi ithal ikameci yaklaşıma sahip birçok yatırımın kaynağını oluşturması bakımından önemlidir.

    Kaynaklar
    Tezel, s. 214.
    Tarık Zafer Tunaya, Atatürk Döneminin Ekonomik ve Toplumsal Tarihiyle Ilgili Sorunlar Sempozyumu içinde(14-16 Ocak 1977), İstanbul, İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi Mezunları Derneği Yayını, s. 54. "

    Bir diktatörün mesleği sorgulanamaz, sadece emri yerine getirilir. Planlanması sonra yapılır.
    1925de Mustafa Kemal'in emrine karşı gelip "bu fabrika böyle kurulmaz, yada şöyle yapılması daha iyidir" diyen kişi ya soluğunu hapiste, ya sürgünde, yada başka bir yerde alırdı. Kaldıki yeni kurulan hükümette yüksek tahsil görmüş kişiler veya teknoloji ve İktisattan anlayan az kişiler vardı ve bu kişilerde önceden söylendiği gibi dinsizlik süzgeçinden geçerek göreve getiriliyordu.

    Dikkat edilirse şeker pancarını Trakya bölgesi o zaman hiç tanımıyor. Bırakın Trakyayı Türkiye tanımıyor. Çiftçi şeker pancarı hakkında hiç bir şey bilmiyor. Planlansaydı ve Mustafa Kemal emretmeseydi önce şeker pancarı tarımı hakkında birkaç yıl deneme tarım yapılır, mahsülleri alınırdı. şeker pancarı önce çiftçiye tanıtılır, hayvan yemi ve başka amaçlarda kullanılırdı. Ne yapıldı? Önce fabrika kuruldu sonra şeker pancarı üretilmeye başlandı yada ikisinede aynı anda başlandı.

    Yanlış planlamanın bir başka yanıysa kurulan fabrikanın işleme kapasitesiydi. Kuruluş zamanında kapasitesi günde 50bin tondu. Düşünün günde 50ton pancarın hazır olması lazımki fabrika çalışabilsin. 2014de kapatılış nedeninin şeker pancarının yeterli miktarda üretilmediğini düşünersiniz, nasıl bir yanlış planlama yapıldığını ve daha kuruluş gününden beri zarar edeceğinin kesin olduğunu anlarsınız.

    Kuruluş aşamasında Ankara'dan istediği desteği fazlasıyla bulan şeker şirketi, devletin fabrikada üretilecek şekeri 18 yıl boyunca tüketim vergisinden, fabrika için şeker üretenleri 10 yıl için arazi vergisinden, fabrika personelini de yine 10 yıl süreyle gelir vergisinden muaf tutması ve daha başka ayrıcalıklar da tanımasına rağmen başarılı olamamıştır. Neticede fabrika 1935'te tamamen devletleştirilerek Türkiye şeker Fbrikaları Anonim şirketi'ne devredilmiştir.

    Yanlış planlamanın bir başka yönü ise teknolji ve yetişkin eleman eksikliğidir. şeker üretecek makineleri getirmesi, kurması ve Trakya'da şeker pancarı ekimini öğretmesi amacıyla anlaşılan Macar firmasının başmühendisi (fabrikanın da İlk müdürü) Guters dışında pek çok yabancının bilgi ve birikimine muhtaç olunmasıyla dönemin yetişmiş eleman mecburiyeti İlk kez farkedilmiştir.

    İsmail Cem'den alıntı:
    "Iş Bankasının faaliyetlerinden biri, mebuslarla (milletvekili) iş adamlarının 1925'te ortaklaşa kurdukları şeker şirketi'dir. Kurucular şakir Kesebir, Edirne Mebusu Faik Oztrak, Bilecik Mebusu ıbrahim Çolak ve 'şeker Kralı' Hayri ıpar'ın yönetiminde dört tüccar. Bu ortaklık ış Bankasını ve Ziraat Bankasını kendi bünyesine aldıktan sonra şeker ithalatını ele geçirmiştir, iş Bankasının nüfuzundan ve grubundan yararlanarak şeker fabrikalarının üretimi düşük tutulmuş, ithal malı şekerler tekelden satılarak astronomik kazançlar sağlanmıştır. Devlet 1939'da şeker fabrikalarını kontrolü altına alınca, aynı fabrikaların üretimi bir yılda 42.000 tondan 90.000 tona yükselmiştir. Bu miktar daha sonra 120 bin tona çıkacaktır."
    Kaynak :
    İsmail Cem, Türkiye'de Geri Kalmışlığın Tarihi, Cem Yayınevi, 1982 - sh.272-273)

    Milli ve kendi teknolojiyle üretilmeyen her ürün gibi şeker üretimi de mecburen hayal kırıklığıyla devam etmiştir. Eğer devletin yıllarca süren ve bu yüzden durmadan zarar ettiği desteği olmasaydı, Alpullu kurulduğu günde kapatılmıştı.

    Dikkat edilirse Kemalist çevreler devletin yıllarca sistematik zararını, yapılan yanlışları, Mustafa Kemalin zimmetine geçirme teknolojisini konuşmazlar. Hatta milli şeker şerefinden bahsederler. Hatta bunlar milletimizi aydınlattılar, karanlıktan kurtardılar, yobazlığı bitirip Alpulludaki modern tesislerde modern hayatı Türklere öğrettiler. Bir şeker fabrikasında bir gazino olması, sosyal tesisler olması Batı kültürünü Türkiyeye getirme çabasından başka bir şey değildir. Türk kültüründe hiçbir yeri olmayan gazinoda acaba neler yapılır diye bir soru sormak geliyor içimden. Bir işyeri olan gazinonun görevi milletin kültürünü yok etmek ve Batı kültürünü getirmekten başka bir şey değildir. Herhalde bilim öğretilecek, insan eğitilecek yada ilahi okunacak yer değildir gazino. Ne diyelim. Ben her zaman bu Ateist güya aydın kesime şu kelimeleri söylüyorum: Cehennemde ışık çoktur, cehennemde aydınlanmaya devam etmenizi, ışığa yürümenizi dilerim.

    7.Kuruluş: 1926 - Uşak şeker Fabrikası işletmeye açıldı.


    Uşak şeker Fabrikası kurucularının 1926 yılında çektirdikleri fotoğraf. Oturanlar (sağdan sola): Tarakcıoğlu Ibrahim Efendi, Bacakoğlu İsmail Efendi, Mehmet Hacım (elinde asa var), Molla Omaroğlu Nuri Bey (Nuri şeker), Donbayoğlu Hacı Osman Efendi. Ayaktakiler (sağdan sola): Köleoğlu Süleyman Efendi, Buğdaylıoğlu Hüsamettin Efendi, Okkaoğlu Ahmet Efendi, Eyüboğlu, Bayraktaroğlu Mehmet Ali Efendi

    Vikipedia'dan alıntı: "Bu fabrikanın kuruluşuna ekonomik gücü olan bütün Uşak' lılar bir altın, bir bilezik, 20 ölçek buğday ve ne verebildiyse onunla katkıda bulunmuştur. Her biri katkıda bulundukları oranda hisse senedi sahibi olmuşlardır. Tam bir Anonim şirket olarak kurulmuştur. Fabrika daha sonra CHP döneminde devletleştirilmiştir. Fakat Uşak' lı şeker Fabrikasını her zaman kendisine ait görmüştür. Kuruluşu esnasında Mehmet Hacım'a "sizin adınızı verelim" tekliflerini kabul etmeyerek fabrikanın olması gerektiği gibi kurulması için her türlü fedakarlığı gösteren şehrinin adı ile anılmasını istemiştir. Uşak şeker Fabrikası halen faaliyetine devam etmektedir. Mehmet Hacım Kurtuluş Savaşı'nda gösterdiği çabalardan dolayı TBMM tarafından Kırmızı şeritli Istiklal Madalyası almaya layık görülmüştür."

    Mustafa Kemal ve Cumhuriyetin bu fabrikanın kuruluşunda zerre kadar katkısı yoktur.
    şahsi veya 10 kişiden meydana gelen bir kalkınma teşebbüsüdür. Kemalistler kusura kalmasın ama bu kuruluşu Cumhuriyet devletinin kurduğu kuruluşların listesinden silinmesini talep ediyorum. Kendi propagandalarına katmaya hiç hakları yoktur. Uşak şeker fabrikası bu kadar kısa benim için.

    8.Kuruluş: 1925 - Tayyare Cemiyeti'nin katkılarıyla Ankara'da Türk yapımı İlk planör uçuruldu

    9. Kuruluş: 1926 - Kayseri Uçak ve Motor Fabrikası açıldı. (1950'li yıllarda Adnan Menderes hükümetince kapatılana kadar bu fabrikada toplam 112 savaş uçağı üretildi.)

    10. Gelişme: 1934 - Kayseri Uçak ve Motor Fabrikasında yapılan İlk uçağın deneme uçuşu yapıldı.

    11. Kuruluş: 1937 - Ankara'da Motorlu Tayyarecilik Okulu açıldı.

    Oh be! Ne kadar güllük gülistanlık! Yaşa Mustafa Kemal Paşa! Yaşa!
    Adın yazılacak mücevher taşa!
    Bizi kurtarmışsın da benim haberim yokmuş.

    Dikkat ederseniz Adnan Menderes 1950li yıllarda Kayseri uçak fabrikasını kapatmış.
    Bu aklınızda dursun. Çünkü bu CHP ve Kemalistlerin çarpıtma propagandasının bir örneğidir ve sırf çamur atma siyasetidir. Yazım ilerledikçe neden olduğunu anlayacaksınız.

    Havacılık sanayi yüksek teknoloji üzerine kurulmuş bir sanayidir. Yani bütün sanayi kollarının birleştirilmş ve en üst düzeye çıkarılmış şeklidir.

    Havacılık sanayisini kurmak için önce ağır sanayiyi kurmuş ve işliyor durumda olması gerekir. Teknoloji ürünlerini kendi ülkenizde genel anlamda ancak şu şekillerde üretebilirsiniz: (Aslında bunu konumuza girerken yazmam lazımdı)

    1.Yol: Teknoloji transferi yapmazsınız. Teknolojinin ürünü olan o sanayi dalının makinelerini ülkenize getirir, yabancı yatırım makineleriyle üretim yaparsınız. Böylesi durumda bu sanayi dalı ürünlerini ithal etmezsiniz( dışardan almazsınız), ama makinelerin bakımı, değiştirilmesi, yedek parça bakımından dolayı dışa bağımlı kalırsınız. Hatta bu sanayi dalının ürünü için ara ürünlere ihtiyacınız olabilir ve bunları ithal etmek zorunda kalabilirsiniz. Bunun en güzel örneğini rahmetli Sakıp Sabancı vermişti. Hayattayken ona sorulmuştu: "Teknolojiyi nasıl üretirsiniz" mânâsında. Cevabı şöyleydi: "Tekerleği yeniden keşfetmeye gerek yok. Dünyada bu teknolojiyi bulmuş, üreten bir şirketle anlaşırım, ithal ederim" anlamında bir cevap vermişti.

    2.Yol : Teknoloji transferi yaparsınız. Yabancı şirketlerle anlaşıp o sanayi dalının bütün makinelerini ortak olarak kendi ülkenizde yapmaya çalışırsınız. Milli teknik işgücüne ihtiyacınız olacaktır. Bu firmayla anlaşıp eleman yetiştirirsiniz. Ülkenizde ürettiğiniz sanayi üretim makinelerinin zamanla nasıl çalıştığını, getirdiğiniz yabancı teknolojinin tekniğini anlarsınız. Zamanla edindiğiniz tecrübeyle bu teknolojiyi, daha doğrusu sanayi üretim makinelerini kendiniz yaparsınız ve en sonunda da, son aşama olarak, üretime geçersiniz. Bu çok zaman ve para isteyen bir çalışma olur ki, aynı zamanda ortak olduğunuz şirketin her zaman ve her konuda isteklerinizi onaylaması gerekir. Çalıştığınız şirket kendisine rakip olmak gayenizi anlayınca sizi her zaman ya yanlız bırakır yada dava açar, tazminat ister. Çünkü patent denilen teknoloji hakları vardır. Ve bu hakkını bedavaya yada parayla devretmez. Çin, Japonya, Kore gibi ülkeler önce teknoloji kopyalayarak sonra da bu teknolojiyi yada teknolojinin ürünü olan imalat makinelerini değiştirerek orijinalinden sapmış ve kendi teknolojisi gibi göstermiştir. Hatta Çin son zamanlarda bırakın yabancı şirketlerle anlaşmayı imalat makinesi satın alıp kopyalamıştır.

    3.Yol : teknolojiyi kendiniz üretirisiniz, yani milli teknoloji kurarsınız, imalat makinelerinizi kendiniz yaparsınız, o sanayi dalının ürünlerini kendi makinelerinizde üretirsiniz. Bu en zor olan yoldur. Çok büyük emek, zaman ve para demektir. İlk önce teknolojiyi teorik olarak kağıtta hesaplamanız, model geliştirmeniz, prototip üretmeniz, deneyler yapmanız için teknik bilgiye sahip kadronuz lazımdır. En son olarak deneylerle bir işleyen üretim makinasına veya gerkirse birçok üretim makinalarına veya tesislerine sahip olabilirsiniz.Her şey iyi giderse paranız kesilmezse, siyaset size son kademeye kadar destek verirse yaptığınız tesislerde en son olarak ürününüzü monte eder ve sonuca ulaşırsınız. Sonuca ulaşmanız en azından 20 ila 40 yılınızı alır. Yaptığınız teknolojinin zorluk derecesine göre değişir. Birde bunun üstüne Batı ülkelerinin teknolojiye 60 yıl öneceden başladığını düşünün.Bu demektirki teknolojiyi kendiniz üretmeye kalksanız 40 yıl sonra çıkardığınız ürün eski bir teknolojiyi teşkil edecektir. Bunun için zamanla da yarışmak zorundasınız. Gelişmiş ülkeler siz daha yeni başlarken, emeklemeye çalışırken onlar daha başka, yepyeni teknolojiler bulacaktır ve sizin yaptığınız belki, eğer çok sürerse, rafa kaldırılacaktır. Çünkü eskimiş bir teknoloji sayılacaktır.

    Size şimdi yine bir bulmaca: Hadi bulun bakalım, Mustafa Kemalin Havacılık sanayisi bu 3 seçenekten hangisi diye sorsam. Özet olarak 1. Teknoloji transferi yapmam, 2. Teknoloji transferi yaparım 3. Teknolojiyi kendim üretirim hangisi diye sorsam. Kemalistler gururla "Mustafa Kemal kendi milli teknolojimizi üretti" derler. Araştırsalarda böyle söylerler. Çünkü bu 3 seçeneği akıllarına bile getirmezler ve "ha uçak geldimi geldi, gerisi ehemmiyetlimi, ne konuşuyorsun?" derler. Ben eğer dersem, Mustafa Kemal parayı yabancı şirketlere ve CHP milletvekillerine yedirdi, 1.yolu yani en kötüsünü seçti dersem. Yalan olurmu acaba? Kusura kalmayın Kemalisler ama her askerden bir Einstein çıkmaz, çıkarsa böyle acemi çaylaklar çıkar.Teknolojiden anlamayan siyaset insanları, emirlerle hiç anlamadığı bilim dallarına girerse, böyle fiyaskolar çıkar. Kemalistler için yarı tanrı bir kişiyi, hâşâ, sorgulamak olurmu?

    Mustafa Kemalin 1925de kurdurduğu Türk Tayyare Cemiyeti derneğinin başına yaveri ve yakın arkadaşı Cevat Abbas Gürer'i getirir. Türk Tayyare Cemiyeti'nin kısaltılmış hali T.Ta.C. dir, çoğu havacılıkla ilgili yazılarda bu kısaltma geçer. Tayyare eskiden Osmanlının ve 1970lere kadar kullanılan uçağa verilen addı. Cevat Abbas Gürer aynı zamanda Iş Bankasının kurucu üyelerinden ve ortaklarından biridir ve ölünceye kadar Mustafa Kemal, Ismet Inönü tarafından Bolu milletvekili olarak tayin edilmiştir. TBMM ı., ıı., ııı., ıV. ve V. dönem Bolu milletvekilidir. Kazım Karabekir'in sözüyle "...din ve namus telâkkisini olmayan milletvekillerini ...çabuk zengin etmeliyiz" gayesiyle özellikle seçtiği CHP milletvekillerini Mustafa Kemal palazlandırmaya devam etmektedir. Kemalist vesayetin temeli atılmaktadır. Cevat Abbas Gürer'in yerine 1 yıl sonra Fuat Bulca getirilir. Fuat Bulca, Atatürk`ün akrabası ve yakın arkadaşıdır ( başka ne beklenebilirdi).

    www.kokpit.aero adlı İnternet sayfasında 5/01/15 tarihli yazısında Mustafa Kılıç
    Türk Hava Kurumunun uzman olmayan kişiler tarafından yönetildiği ve bu yüzden kötü yönetime maruz bıraklıdığından bahseder. Aynı zamanda Cevat Abbasın yolsuzluk yaptığı kurum paralarını harcadığından bahseder. Kendisinin verdiği şu kurucu üyeler listesine bir göz atmak yeterlidir. (Üyelerin kim olduklarını yakından tanıttım)
    TÜRK TAYYARE CEMIYETI KURUCU AZALARı(üyeleri)
    (16 şUBAT 1925 - 18 EKIM 1925)
    CHP Izmit Mebusu-Saffet Arıkan Bey(sonra Erzincan Milletvekili) Milli Eğitim sonra Savunma Bakanı
    CHP İstanbul Mebusu-Ali Rıza Bebek(sonra Osmaniye Milletvekili)
    CHP Çorum Mebusu-Dr. Mustafa (Avni yada Elvan) Cantekin(önce Kozan Milletvekili)
    CHP Çorum Mebusu- Hüseyin Ferit Törümküney
    CHP Çorum Mebusu-İsmail Kemal Alpsar
    CHP Kars Mebusu- Ahmet Ağaoğlu, Paris Üniversitesi mezunu, Mustafa Kemalin Batı deliliği devrimleri danışmanı
    CHP Kozan Mebusu- Ali Saip Ursavaş(sonra Urfa Milletvekili)
    CHP Cebelibereket (Osmaniye)Mebusu- Hüseyin Avni Zaimler (önce Manisa Milletvekili)
    CHP Afyon Mebusu-Ali Çetinkaya. Kel Ali lakabıyla anılan ünlü Ittihat ve Terakkici. Ali Fethi Okyarla 2.Abdülhamiti deviren, Istiklal mahkemelerinin meşhur cellat hakimi, ispat edilmiş dinsiz, CHP ve Kemalistlerin zorbacılıyla övündüğü ve Türk Hava Kurumunda cebini dolduran milletvekili.
    CHP Afyon Mebusu- Ruşen Eşref Ünaydın. Yaptığı röportajlarla Mustafa Kemali tanrılaştıran ve Falih Rıfkı Atay gibi Mustafa Kemalin sadık köpeği ve kuyruk sallayan yazar. Lozan Müzakerelerine katılan basın danışmanından biridir. Mustafa Kemalin diktatörlüğünü, memleketi kurtarıcı anlayışını pekiştiren yazar. Başka yerlerde cebini doldurduğu yetmemiş, Mustafa Kemal, onu Türk Hava Kurumu'na da yerleştirmiş. CHP Zonguldak Mebusu-Halil Türkmen
    CHP Muş Mebusu- Ilyas Sami Muş. Ittihat ve terakki üyesi. Malta sürgünlerinden.
    CHP Manisa Mebusu-Mehmet Esat Ileri
    CHP Siverek Mebusu-Kadri Ahmet Bey(Abdulkadir Ahmet Kürkçü)
    CHP Kütahya Mebusu- Mehmet Recep Peker, Milli eğitim Bakanı, Başbakan, Hakimiyeti Milliye Gazetesi başyazarı (Mustafa Kemalin borazanlığını yapan gazete), CHP genel sekreteri, Cumhuriyetin 3.adamı, Mustafa Kemalden daha da ileri giderek ziyaret ettiği Almanyada ve Italyadaki faşizmi, Türkiyede zaten var olan tek adam diktatörlüğünün daha katı diktatörlüğünü Avrupadan Türkiyeye getirmek istemiştir. Cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal bunu reddetmiştir.
    CHP Kütahya Mebusu- Hocazade Ragıp Soysal
    CHP Malatya Mebusu-Mahmut Nedim Zabcı, Ittihat ve Terakki üyesi
    CHP Bitlis Mebusu-Muhittin Nami
    CHP Kırklareli Mebusu-Fuat Bey
    CHP Ankara Mebusu-Ihsan Bey
    CHP Ankara Mebusu-şakir Bey
    CHP Ankara Mebusu-Hilmi Bey
    CHP Eskişehir Mebusu-Emin Bey
    CHP Urfa Mebusu-Yahya Kemal Bey
    CHP Urfa Mebusu-Ali Bey
    CHP Tekirdağ Mebusu-Cemil Bey
    CHP Mardin Mebusu-Yakup Kadri Bey
    CHP Rize Mebusu-Ekrem Bey
    Genelkurmay Bşk. Yrd.-Kazım KARABEKIR
    Diyanet Işleri Başkanı-Hoca Rifat Efendi
    M.M. V. Müsteşar Muavini-Miralay Hüseyin Hüsnü Bey
    Hâkimiyeti Milliyeden-Ziya Gevher Bey
    Tüccardan-Avundukzade Mehmet Bey
    Tüccardan-Nemlizade Sıtkı Bey
    Tüccardan-Erzurumlu Nafiz Bey
    Mimar-Hikmet Bey
    28 Milletvekili ve 8 diğer kişi ile birlikte toplam:36 kişilik kurucu heyeti

    Kurucu Heyet kimden ibaret? Ateist CHP milletvekileri palazlandırılıyor.Kemalist vesayetin temelleri atılıyor. Mustafa Kemal herhalde karaterini bilmediği ama havacılıktan anlayan uzman kişileri kurum üyesi yapacak değildi herhalde. Ya içlerinden dindar birileri çıksaydı? Bu kurucu üye listesi yetmezmi Mustafa Kemalin sözlerini ispat etmeye? Ne demişti Mustafa Kemal? "Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkûmdurlar. Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Onun için önce din ve namus telâkkisini(zihniyetini) kaldırmalıyız. Partiyi, bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz. Bu suretle kalkınma kolay ve çabuk olur.."
    Kaynak:
    Kazım Karabekir Anlatıyor, Yayına Hazırlayan: Uğur Mumcu, Tekin Yayınevi, Ankara 1993, sayfa 83, 84.


    Birde Türk Hava Kurumunda kimler başkanlık yapmış, ona da bakalım:
    · Cevat Abbas Gürer (1925) Mustafa Kemalin Yaveri
    · Ahmet Fuat Bulca (1925-1939) CHP Rize Milletvekili, Mustafa Kemalin yakın akrabası ve okul arkadaşı
    · şükrü Koçak (1939-1947) CHP Erzurum Milletvekili
    · Seyfi Düzgören (1947-1949) CHP Vı., Vıı. ve Vııı. Dönem Mardin Milletvekilliği,
    · şükrü Sökmen Süer (1949-1950) CHP TBMM Vı. (Ara seçim) ve Vıı. Dönem Erzincan, Vııı. Dönem Gümüşhane milletvekilliği
    · Mustafa Zeren (1950-1961) CHP TBMM ıX. Dönem Erzurum, X. Dönem Amasya, Xı. Dönem Erzurum Milletvekilliği
    · Adnan Özsoy (1961-1962)
    · Nuri Aslantaş (1962-1967) İlk defa bir Tuğgeneral başkan oluyor, CHP milletvekili değil
    · Cemal Engin (1967-1969) Tuğgeneral Hava Kuvvetleri
    · Lemi Tüzün (1969-1970)


    22 Aralık 1970 Milliyet gazetesinden bir yazı. Fakir milletten toplanan paraları zaten kurumun başında oldukları için yedikleri yetmiyormuş gibi birde ilaveten çeşitli bahaneler uydurarak yiyorlar.Herhalde Lemi Tüzün dürüst bir kişiymişki bu yolsuzlukları a zamanın basınına taşımış.Zaten bu gazete haberi çıktıktan sonra yerine hemen başka bir kişi getirilmiş. Lemi Tüzün 1970e kadar görev yapmış, gazete haberide 1970 Aralıkta.

    · Kani Madasoğlu (1970-1975) Hava Kuvvetleri tümgeneral
    · Mehmet Bilir (1975) Bundan sonraki gelen başkanlar hava kuvvetlerinden gelen üst derecede subaylar olmuşlardır.

    Mustafa Kılıç'tan bir başka alıntı……………….
    Cumhuriyet' in başlarında (16 şubat 1925'te) kurulan ve on yıl sonra (24 Mayıs 1935'te) adı Türk Hava Kurumu'na (THK) çevrilen Türk Tayyare Cemiyeti, Hava Kuvvetlerine pilot, teknisyen yetiştirilmesi ve uçak alınması (sonraları, uçak yapması) için birçok gelir kaynağı ile donatılmıştır. Bunlar arasında halkın bağışları, cıva maden ocağının işletilmesi, Uşak şeker fabrikasının İlk hâsılatı, makarna ve iplik fabrikaları kurma imtiyazı, bir yasayla cemiyete gelir getirmesi için pul satışı, el ve duvar ilanları basma ve satma, Atatürk'ün büyük nutku'nun basılıp satılması ve para piyangosu düzenleme yetkisi. Genel olarak 21 kalem gelir diye adlandırılan kurum kaynaklarının birçoğuna baktığınızda, geri dönüşün olabilmesi için tanıtımın ön plana çıktığını görebiliriz.
    Kaynak:
    Mustafa Kılıç, www.kokpit.aero

    Gelelim Türkiyede nasıl planör uçak yapılmış.
    Havacılıkta eğer araştırısanız, başarılar özel şahısların teşebbüslerinden ibarettir. Kurulan kurumlar yabancı şirketlerle anlaşmış, Türkiyeye yabancı lisans altında, ithal parçalarla uçak ve planör montajı yapmıştır. Milli teknoloji geliştirme ve üretimi adına kurumlar tek bir çivi çakmamıştır. Özel şahısların gösterdiği olağanüstü yerli milli teknoloji çabalarını desteklemek şöyle dursun engellenmiştir. Tek bir yabancı şirketle değil bir sürü yabancı şirketle anlaşılmış, ithal uçaklar üretilmiş, bu uçaklar çok büyük masraflar teşkil ettiği için ve para yetmediği için ya yarıda bırakılmış ya anlaşılamamış yada çıkan 2.Dünya savaşı yüzünden yabancı şirketler kendi ülkelerini korumak için Türkiyeyi terketmiştir.

    Bu bahsedilen, 1925de üretilen İlk planör uçağı araştırıken bu bilginin bile yanlış olduğunu tespit ettim. İlk Türk uçağını yapan Vecihi Hürkuş isminde bir pilottur. Kendisinin hayat hikayesini İlkay Nihat Kurtuluş'un alıntısından okuyalım:

    "1924 yılında Yunanlılardan savaş ganimeti olarak toplanan parçalardan İlk Türk uçağı olan "Vecihi K-6" modelini üretir. Uçağın uçuş sertifikasını alabilmesi için izine ihtiyaç vardır. Bunun için bir heyet toplanır. Fakat heyette uçak uçurmayı bilen olmadığı için Hürkuş'a, "Biz sana bu lisansı veremeyiz, uçağına güveniyorsan atla, uç, bizi de kurtar" denir. 28 Ocak 1925 senesinde Vecihi Hürkuş, denileni yapar uçağına atlar ve 15 dk'lık güzel bir deneme uçuşu yapar. Fakat "Izin almadan uçtun" gerekçesi ile cezalandırılınca Hürkuş, Hava Kuvvetlerinden istifa eder ve Türk Tayyare Cemiyetine (T.Ta.C.) katılır. TTC adına bağış toplamak ve halkı havacılık hakkında bilinçlendirmek için uçağını geri ister. Ancak (elkonulan uçağına) hayır cevabını alır. Bu arada Vecihi Hürkuş Avrupa'ya gider ve Atlantik Okyanusu'nu geçmesi istenir. Ancak Fransız Aero kulübü'nün baskıları sonucu bu teklif geri çekilir. Milli Savunma Bakanlığı Kayseri'de, Tayyare ve Motor Anonim şirketi adında bir uçak fabrikası kurmak ister. Kısa adı TOMTAş olan fabrika, uçak yapımı için Hürkuş ile anlaşır. Vecihi Hürkuş, biri 14 kişilik Junkers G-24, bir diğeri 6 kişilik, tek motorlu Junker F-13 model uçaklarla 1927 senesinde Ankara - Kayseri arasında ulaşım uçuşları yapar. Bu uçuşlar Türkiye'nin İlk hava yolları uçuşları sayılabilir. Vecihi Hürkuş, TOMTAş'a Junkers A-35 uçaklarının yakıt deposuna ilave yaparak Ankara - Tahran uçuşunu gerçekleştirmek istediğini söylemiş, bu sayede üretimi arttırarak yabancı devletlere de uçak satabilme fikrini ortaya koymuştur. Ancak TOMTAş kabul etmemiş ve 1928 senesinde iflas etmiştir. 1930 senesinde Vecihi Hürkuş, Kadıköy'de kiraladığı bir keresteci dükkanında, 3 ay gibi bir sürede, İlk Türk sivil uçağı olacak olan Vecihi K-14'ün çalışmalarına başlar ve 23 Nisan 1931 senesinde Türkiye'den lisans alamadığı için Çekoslovakya'ya giderek, "Uçabilir lisansı"nı oradan alır. Türkiye'ye döndüğünde hem halkı bilinçlendirmek hem de o dönem çalıştığı Türk Hava Kurumu adına bağış toplamak amacıyla "Turneler" gerçekleştirir. Ancak 3 Kasım 1931 senesinde gelen telgrafla Vecihi K-14 uçuştan men edilerek uçması yasaklanır. 21 Nisan 1932'de Vecihi Hürkuş, İlk Türk Sivil Tayyare Mektebini Kurar ve 2'si kız toplam 12 öğrenci ile 27 Eylül 1932 eğitim ve öğretime başlar. Türkiye'nin İlk kadın pilotu olan, Bedriye Gökmen bu okuldan mezun olmuştur. Nuri Demirağ, uçak yapımı için Hürkuş'a 5000 TL verir. 1933 senesinde Hürkuş, adı Nuri Bey olan Vecihi K-16 uçağını yapar. Ayrıca aynı yıl tek kanatlı Vecihi K-15 ve uçak motoru kullanılarak Vecihi-SK adlı bir deniz botu da yapılmıştır. Türk Hava Kurumu başkanı Fuat Bulca Bey'den aldığı bilgi ile Atatürk, "Ya, öyle mi? O halde Türk Kuşu namı ile yeni bir çalışma yolu açın ve Vecihi'den faydalanın!" emrini vermiştir. 1937 senesinde Türk Hava Kurumu, Hürkuş'u mühendislik eğitimi alması için Almanya'daki Weimar mühendislik okuluna gönderir. Hürkuş, 1939 senesinde diplomasını alır ancak Türkiye'ye döndüğünde, "Iki yılda mühendis olunmaz" gerekçesi ile uçak mühendisliği ruhsatını alamaz. Havacılıktan uzun yıllar ayrı kaldıktan sonra 1947'de Kanatlılar Cemiyeti'ni ve yine aynı adla Kanatlılar Dergisi'ni kurar. Ancak çoğunluğu üniversite öğrencilerinden oluşan birlik fazla yaşayamaz ve kapanır."

    Kaynak:
    İlkay Nihat Kurtuluş.

    Görüldüğü üzere ateist CHP milletvekillierinden ve kadrolardan meydana gelen devlet yönetimi devlet kaynaklarını cebine indirmeye başlamış ve Vecihi Hürkuş gibi milli ürünler yababilen kişilerin önünü kasıtlı olarak keserek devlet bütçelerinden paralarından yararlanma yollarını çok iyi kullanmaktadır. Mustafa Kemal ateist CHP milletvekillerini ve üyelerini devletin başına getirerek bürokrasiyi de yaratmıştır. Bu kişiler tabiiki kendilerine rakip olan Vecihi Hürkuş gibi teşebbüsleri her yolu kullanarak durdurmuşlarıdr. Hatta 2.Dünya savaşı başladıktan sonra özel teşebbüslerin hepsi, sadece havacılık alanında değil her alanda, devletleştirilerek ellerinden alınmıştır. Vecihi Hürkuş engellenen tek kişi değildir. Nuri Demirağ ve başkalarıda vardır. Fakat bütün başarı Mustafa Kemale yıkılmıştır, bildiğiniz gibi. Mustafa Kemalin yarattığı ateist bürokrasiden hiç kimse bahsetmez. Mustafa Kemalin kurdurduğu ithal montaj fabrikaların başındaki CHP yandaşları ve devletin başındakiler kendilerine rakip olarak gördüğü için, İlk milli uçağı tarihin karanlıklarına gömmüştür. Kemalist vesayet ise sonraları bu şahısların teşebbüslerini Mustafa Kemalin bir ürünü gibi proganda yaparak, tarihi tam tersine çarpıtmıştır ki, bugün bile Kemalistler bu yalanları övgüyle basında, kitaplarda, her yerde bağırarak haykırırlar.

    Benim anlayamadığım konu ise ithal ürünlerin yurtdışından getirilerek Eskişehir, Kayseri gibi şehirlerde montaj edilmesi bu bununla sanki havacılık alanında bir ilerleme kaydedilmesi gibi propaganda yapılmasıdır. Havacılık çok pahalı bir sanayi dalı olduğu için milletin bütün paraları bu dalda çarçur edilmiştir. Yukarıda bahsedildiği üzere 21 kalem gelir sadece bu montaj fabrikalarına ayrılmıştır. Ithal üretim o kadar çok sayıda yabancı şirketlerle yapılmıştırki bunu anlamak mümkün değildir. Bunlar TOMTAş ve KAYSERI TAYYARE FABRIKASı
    Tayyare Motor Türk Anonim şirketi. 15 Ağustos 1925 tarihinde anlaşma metinleri Türk Tayyare Cemiyeti (T.Ta. C.) ile Alman Junkers Flugzeugwerke A.G. şirketi ile imzalanan fabrikanın resmi açılışı 6 Ekim 1926 da yapılmıştır. Ocak 1932 de Milli Müdâfaa Vekâleti ile Amerikan Curtiss Aeroplane&Engine Co. ınc. arasında yapılan antlaşmaya bağlı olarak, 33 tane Curtiss Hawk-34 (bazı kaynaklara göre 35 uçak O.G.B.) ve 8 tane Curtiss Fledgling N2-C1 tipi uçağın 1933'ten itibaren, Kayseri Tayyare Fabrikaları'nda yarı üretim, yarı montajı yapılacaktı. İlk uçak Temmuz 1934 tarihinde test uçuşuna çıktı. 1936 yılında Alman Gothaer Waggon Fabrik şirketiyle yapılan bir tür lisans antlaşması çerçevesinde, 45 adet Gotha Go145A tipi eğitim uçağının yarı üretim yarı montaj faaliyetlerine 1937 tarihinde yine Kayseri Tayyare fabrikasında başlanmıştı. 1936 yılında Polonya'nın Pontstwowe Zaklady Lotnicze firmasıyla bir lisans antlaşması yapılmıştı. Bu antlaşmaya bağlı olarak Kayseri Tayyare Fabriakası'nda yine 1937 yılından itibaren, PZL-24A, PZL-24C tipi uçaklardan toplam 24 adet üretilmişti. ıı. Dünya Savaşı'nın başlarında bazı yabancı ülkelerinden ortak uçak üretimi teklifleri yapılmıştı. Örneğin; İngilizler Hawker Hurricane Mk. ııC tipi av uçaklarını doğrudan Türkiye'ye satmak yerine, lisansını vererek Kayseri Tayyare Fabriakası'nda üretim teklifinde bulundu. Ancak, Türk yetkililer bu teklifi reddettiler. 1939-1944 yılları arasında yine de 162 adet Hurricane tipi av uçağı, İngilizlerin askeri yardım çerçevesinde Hava Kuvvetleri envanterine dahil oldu. Bu arada İngilizler de bu uçakların üretimini başka ülkelere kaydırdılar. Uçak üretiminde lisans antlaşmalarının sonuncusu 1940 yılında İngiliz Phillips&Powis Aircraft Ltd. şirketiyle yapılmıştı. Antlaşma çerçevesine bağlı olarak 24 tane Miles M.14 Magister tipi eğitim uçağı, Kayseri Tayyare Fabriakası'nda kapanıncaya kadar son kez üretilmiştir.

    ıı. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla bazı Alman ve Polonyalı uçak mühendis ve teknisyenleri, 1941 yılında Türkiye'ye sığınmışlardı. Bu kişiler havacılık alanında Türkiye'de faydalı olabileceklerini yetkililere ilettiler. Bunun üzerine hükümet Türk Hava Kurumunu bir uçak fabrikası kurarak, hafif eğitim uçaklarının üretimi için görevlendirdi. 1940 yılında hazırlanan Etimesgut Uçak Fabrikası projesi, 1941'de hayata geçirilerek inşaata başlandı. Fabrika, kapalı alanda uçak imalat ve montajı için bir hangar ile diğer mühendislik birimlerinden kurulmuştu. Üretilen uçak ve planörlerin gövde, kuyruk ve kanatları tahtadan, kaplamaları ise kontrplak ve bezden yapılmaktaydı. Başlangıçta üretim için malzemelerin çok büyük bölümü dış ülkelerden sağlanırken, yurtiçi kaynaklarını bularak kullanma çabaları zamanla giderek artmıştı. 1944 yılında Akköprü'deki uçak fabrikası yine Türk Hava Kurumuna bağlı olarak, Etimesgut uçak fabrikasına nakledilir. Bundan sonra Akköprü tesisi, mobilya fabrikası olarak faaliyetini sürdürür. Öte yandan, Etimesgut tesisleri 13 bin 790 metrekare kapalı alan, yaklaşık 1200 kişinin çalıştığı, 8 milyon sermayeli bir işletme olarak faaliyete geçmişti… Polonyalı 35 mühendis ve teknisyen, 1941-1947 yılları arasında çalışmıştır. 1946 yılında Türk mühendisler fabrikada görev alırlar. Ardından, Polonyalıların ülkenin gereksinimleri doğrultusunda çalışmadıklarını, savurganlık yaptıklarını iddia ederler. Bu arada Vatan Gazetesi baş yazarı Ahmet Emin Yalman tarafından, Polonyalıların aleyhine kampanya başlar… Sonuçta savaşın bitmesiyle de Polonyalılar 1946'dan dan itibaren peyderpey ülkelerine dönerler. (Ancak Ahmet Emin Yalman'ın bir Amerikan uçak üreticisinin Türkiye temsilcisi olduğu gerçeği yıllar, çok sonra öğrenilecektir! O.G.B.)
    Kaynak :
    Mustafa Kılıc, Osman Gazi Baykal

    Okuduğunuz üzere uçak sanayisi tam bir acemelik, çekememezlik, Kemalist vesayetin engelleme sonucuyla fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Hatta gönüllü Polonyalı havacılık mühendisleri bile ortak çalışma bir kenarda dursun, yerli ve cebini doldurmak isteyen Türk mühendisler tarafından yurtdışına kovulmuştur. Tabiiki Amerikan yanlısı gazeteci de suçlu olarak gösterilmiştir.

    Bu arada Kemalist vesayetin nasıl Mustafa Kemalin daha yaşadığı zamanlarda tesirli olmaya başladığını göstermek için Nuri Demirağ örneğini de burada hatırlamanın zamanı geldi.

    Vikipedıadan alıntıdır:
    Nuri Demirağ, Mühürzade Mehmet Nuri Bey (1886; Divriği, Sivas - 13 Kasım 1957, İstanbul), Türk iş adamı, siyasetçi. Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları inşaatının İlk müteahhitlerindendir. Türkiye'nin 10 bin km'lik demiryolu ağının 1250 km'lik bölümünün inşasını gerçekleştirmiş ve bu nedenle kendisine Mustafa Kemal tarafından "Demirağ" soyadı verilmiştir. Cumhuriyet döneminin sayılı zenginleri arasına girmiş ve hayırseverliği ile tanınmış bir iş adamıdır. Türkiye'de İlk uçak fabrikasının kuruluşu, İlk sigara kağıdı üretimi, İlk yerli paraşüt üretimi gibi İlkleri gerçekleştiren, İstanbul Boğazı üzerine köprü yapılması, Keban'a büyük bir baraj yapılması düşüncelerini İlk kez gündeme getiren kişidir. Özellikle havacılık sanayisinde başarıları ile anılır. Kurtuluş Savaşı'ndan bağımsız bir devlet olarak çıkan Türkiye Cumhuriyeti, ülkenin ulaşım sorununa demiryolları ile el atmıştı; amaç, en kısa sürede demiryolu ağını genişletmekti[5]. 1926'da Samsun-Sivas demiryolu yapımını üstlenen Fransız şirketi işi bırakınca İlk etapta yapılacak yedi kilometrelik kısım için açılan ihaleye giren Mehmet Nuri Bey, çok düşük bir fiyat vererek ihaleyi aldı. Işin geri kalan kısmı da denemek üzere kendisine verildi[3]. Tapu dairesinde mühendis olan kardeşi Abdurrahman Naci Bey'i de memuriyetinden istifa ettirip kendisine ortak yapan Mehmet Nuri Bey artık Türkiye Cumhuriyetinin İlk demiryolu müteahhidi olmuştu. Kardeşi ile birlikte çalışarak Samsun-Erzurum, Sivas-Erzurum ve Afyon-Dinar hattını 1012 kilometrelik demiryolunu bir yıl gibi kısa bir sürede tamamladı. Çok dağlık ve kayalık arazide balyozlarla dağları delerek tünel açmak zorunda kalmalarına rağmen işlerini zamanında tamamladılar. Başarılarından ötürü 1934 yılında Atatürk kendisine ve kardeşi Abdurrahman Naci Bey'e Demirağ soyadı verdi.

    Inşaat Işleri

    Nuri Bey, demiryolu yapımı sürerken çeşitli büyük inşaat projelerine de başladı. Karabük Demir Çelik, Izmit Selüloz, Sivas Çimento ve Bursa Merinos tesislerini, Eceabat Havalimanı'nı, Haliç kenarında İstanbul Hal Binası'nı inşa etti.

    Boğaz Köprüsü Projesi 1931 yılında İstanbul Boğazı'na köprü inşası projesini başlattı. Yurtdışından uzmanlar getirerek incelemeler yaptırdı; San Francisco'daki Golden Gate Köprüsü ile aynı sistemde bir köprü inşa etmeleri için Golden Gate'i inşa eden firmayla anlaştı[4]. Tüm hazırlıkları bitmiş olan projeyi 1934'te cumhurbaşkanı Atatürk'e sundu. Cumhurbaşkanı tarafından beğenilse de proje hükümetten onay alamadı ve proje gerçekleşmedi. Bu, Nuri Demirağ'da çok büyük bir hayalkırıklığı yarattı.

    Siyaset Yaşamı Nuri Demirağ, THK aleyhine açtığı davasını kaybettikten sonra, Türkiye'de adalet kavramının gelişmesi için tek-partili yönetim anlayışının değiştirilerek çok-partili demokratik düzenin getirilmesi gerektiğine inanmıştı. Bu düşünceyle siyasete atıldı. 1945 yılında Türkiye'nin İlk muhalefet partisi olan Milli Kalkınma Partisi'ni kurdu. Parti, 1946 ve 1950 seçimlerinde meclise giremedi. 1954 seçimlerinde Demokrat Parti'den adaylığını koydu, Sivas milletvekili oldu. Çölleşme, tarım ve hayvancılıkta gerileme, enerji, barajlar, köprüler, limanlar hakkında çalışmalar yaptı.

    Devrin en zengin iş adamı olan Demirağ[4], 1936 yılında uçak fabrikasına kurma girişimine başladı. O yıllarda ordunun uçak ihtiyacı halktan ve zengin işadamlarından toplanan bağışlarla karşılanmaktaydı. Kendisinden uçak satın almak için başlatılan bir bağış kampanyasına katılması istendiğinde "Benden bu millet için bir ?ey istiyorsanız, en mükemmelini istemelisiniz. Mademki bir millet tayyaresiz yaşayamaz, öyleyse bu yaşama vasıtasını başkalarının lütfundan beklememeliyiz. Ben bu uçakların fabrikasını yapmaya talibim." sözleriyle karşılık vermişti[4]. Fabrikayı memleketi Divriği'de kurmayı planlamıştı. Ancak öncelikle İstanbul'da bir deneme atölyesi kurulacaktı. Bu amaçla Çekoslovak bir şirketle anlaştı. İstanbul'da Barbaros Hayrettin Paşa Iskelesi'nin yanında atölye binası inşa edildi (Deniz Müzesi'nin solunda bulunan büyük sarı bina). Deneme uçuşlarını yapabilmek için Yeşİlköy'deki Elmaspaşa Çiftliği'ni satın aldı ve üzerinde büyük bir uçuş sahası, hangarlar ve uçak tamir atölyesini yaptırdı. Uçuş sahası, Avrupa'nın en büyük havalimanı olan Amsterdam Havalimanı büyüklüğünde idi[4]. Bu alan, günümüzde Uluslararası İstanbul Atatürk Havalimanı olarak kullanılır. Uçakları kullanacak Türk pilotların yetişmesi için bir havacılık okulu kurmak gerekiyordu. Pistin bulunduğu arazide Gök Okulu kuruldu. Okul, 1943 yılında kadar 290 pilot yetiştirdi. Yeşİlköy'deki Gök Okulu'ndan önce Divriği'de de bir Gök Ortaokulu açtı. Sivas'ın hiçbir ilçesinde ortaokul yokken açılmış bu okulda öğrencilerin tüm masrafları karşılanıyor; öğrenciler havacılığa özenmeleri için İstanbul'a getirtilip uçuş dersleri veriliyordu.[3] Beşiktaş'taki uçak fabrikasında üretilecek uçak ve planörlerin planını Türkiye'nin İlk uçak mühendislerinden Selahattin Reşit Alan çizdi. 1936'da İlk tek motorlu uçak üretildi ve Nu.D-36 adı verildi. 1938'de Nu.D-38 adlı çift motorlu 6 kişilik yolcu uçağı yapıldı. NuD-38, 1944 yılında dünya havacılığı yolcu uçakları A sınıfına alındı. İlk uçak siparişini 1938 yılında Türk Hava Kurumu (THK) verdi.



    Nuri Demirağ, havacılık alanında çalışmalarına 1939'da Türkiye'nin İlk yerli paraşüt üretimini gerçekleştirerek devam etti. 1941'de tamamen Türk yapımı İlk uçak İstanbul'dan Divriği'ye uçtu. Nuri Demirağ'ın oğlu ve Gök Okulu'nun İlk mezunlarından olan Galip Demirağ, bu uçuşta pilot idi[4]. Türk Hava Kurumu tarafından sipariş edilen 65 planör kısa sürede teslim edildikten sonra; NuD-36 adlı 24 eğitim uçağı tamamlanmış, deneme uçuşları İstanbul'da gerçekleşmişti. Uçak fabrikasının kapanması

    Türk Hava Kurumu'nun siparişi olan ve son olarak İstanbul'dan Eskişehir'e uçan uçakların teslimi için Eskişehir'de bir kez daha test uçuşu yapılması talep edilmiştir. Selahatin Reşit Alan, 1938'de Nu.D-36 uçağıyla iniş yaparken, çevredeki hayvanlar hava alanına girmesin diye pistte açılan hendeği görmez ve hendeğe düşer. Reşit Alan bu kazada vefat eder. Bu kazadan sonra Türk Hava Kurumu siparişi iptal etti. Nuri Demirağ, mahkemeye verdiği Türk Hava Kurumu ile yıllar süren bir mahkeme sürecine girdi. Mahkeme Türk Hava Kurumu lehine sonuçlandı. Ayrıca uçakların yurt dışına satılamaması için bir de kanun çıkartılır. Bu yüzden sipariş alamayan fabrika 1950'li yıllarda kapanır. Beşiktaş'ta üretilen uçakların uçuş deneme testleri ve gök okulu için yapılan pistler, hangarlar, üzerilerindeki bütün yapılı binalar o yıllarda dünyanın en büyük havalimanı Amsterdam Havalimanı büyüklüğündeki bütün kurulu tesisler istimlak edildi. Bu havalimanı günümüzdeki Atatürk Havalimanı'dır. Ispanya, Iran ve ırak'tan alınan siparişler engellendi; elde kalan uçaklar hurdacıya satıldı[7]. Nuri Demirağ'ın davayı kaybettikten sonra hükümet üyeleri ve cumhurbaşkanı Ismet Inönü'ye mektuplar yazarak yanlışlığın düzeltilmesi için yaptığı girişimler başarısız oldu; fabrika tekrar açılamadı. Demirağın sözleri zamanında söylemiş ama bugüne bile uygulanabilecek ibret vericidir. Fakat tabiiki ateist, menfaatci, Mustafa kemalin bilerek kurduğu Kemalist vesayet daha Mustafa Kemal hayattayken bile bu sözlere kulak vermemiştir.

    Demirağın şu sözlerine kulak verin:
    "Avrupa'dan, Amerika'dan lisanslar alıp uçak yapmak kopyacılıktan ibarettir. Demode tipler için lisans verilmektedir. Yeni icat edilenler ise bir sır gibi, büyük bir kıskançlıkla saklanmaktadır. Binaenaleyh kopyacılıkla devam edilirse, demode şeylerle beyhude yere vakit geçirilecektir. şu halde Avrupa'dan ve Amerika'nın son sistem tayyarelerine mukabil, yepyeni bir Türk tipi vücuda getirilmelidir.[6] "

    Kaynaklar
    1. ^ a b Ali Can Sekmeç, 10. Yıl Marşına Ilham Verdiler, Yeni Aktüel Dergisi, Sayı 184
    2. ^ Abdülkadir Gül, Osmanlı Devletinde Kuraklık ve Kıtlık, Uluslararası Sosyal Ara_tırmalar Dergisi, Cilt 2/9 Sonbahar 2009
    3. ^ a b c d Semih Incegöz, Türkiye'nin İlk Uçak Fabrikasını Kuran Adam Nuri Demirağ Aksiyon Dergisi, 15.06.1996, Sayo:80
    4. ^ a b c d e f Hayallerden Gerçekler Yapan Adam: Nuri Demirağ, Çelebice Dergisi, Aralık 2009, Sayı 20
    5. ^ Yrd. Doç. Dr. İsmail Yıldırım, Atatürk Dönemi Demiryolu Politikasına Bir Bakış, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 35, Cilt: 12, Temmuz 1996
    6. ^ Yavuz, İsmail (2013). "Demirağ'ın Uçakları". Bilim ve Teknik (542): 64-68.
    7. ^ Yusuf Demir, 72 yıl önce yaptık ama…,Gazetevatan, 30.05.2010

    Demirağ'ın kim olduğunu hemşerisi Sivaslılar bile bilmezler. Demirağ'ı Kemalist vesayet unutturmuştur. Sadece diktatör, kendilerini destekleyen ve vesayeti kuran Mustafa Kemal'i öne çıkarmış, yarı tanrı ilan etmişlerdir. Sivas'ta bile bir cadde bile Nuri Demirağ'ın ismini taşımaz. Çünkü Millet bu kişileri tanırsa Kemalist vesayetin çarpıttığı gerçek tarih ortaya çıkacaktır.

    Gelelim başta sözedilen Milletin menfaatini düşünen Adnan Menderese atılan iftiraya. Adnan Menderes Kayseri Uçak fabrikasını kapatmışsa isabetli bir iş yapmıştır.Ithal pahalı parçaları Türkiyeye getirerek Kayseride montaj yapmak ve bu uçakları sadece yurtiçinde üretmek maksadıyla pahalıya üretmenin hangi ülke çıkarına faydası olabilir? Dışarıdan ucuza satın alın, ondan daha iyi değilmidir? Ki bu teknolojiyi kendiniz geliştirmediğiniz için montajını bile kendiniz yapamadığınız gibi parçaları montaj için bile dışardan montaj mühendisleri getirmek zorundasınız. Parçaları sizin değil, teknolojisi sizin değil, montajını bile beceremiyorsunuz, bakımını bile makineyi tanımadığınız için dışardan mühendis getirerek yapabiliyorsunuz. Sonra işin en kolayı olan Adnan Menderese laf atıyorsunuz, Adnan Menderesi suçlu ilan ediyorsunuz.

    1948 tarihli Türk Hava Kurumunun durumuyla ilgili düzenlenen raporda şöyle denilmektedir( daha Adnan Menderes hükümetin başında yokken ve Millet Adnan Menderes'in kim olduğunu bile bilmezken): "Fabrika koyu bir merkeziyetçilikle yönetilmekte, salahiyet ve mesuliyetlerin dağıtılmamış olduğu Idari ve teknik bütün hususiyetlerin bir elden yürütülmeye çalışılmakta, bir fabrikanın işletme sistemi için gerekli olan yeterli branştan personelin de Türk Hava Kurumu(THK) bünyesinde bulunmamasının önemli bir eksik olduğu görülmüştür. Üretimi yapılan sistemlerin analizi yapılmış ve bir ürünün maliyetinin normal fiyatının 3 katına maliyetinin elde edildiği anlaşılmıştır."
    Kaynak:
    Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Fon Nu.:030.01.100,Yer Nu.: 619.6,EK-1, Tarih: 1948;

    Okuduğunuz üzere Kayseride üretilen bir uçak dışarıdan satın alınan yada ithal edilenden 3 kat daha fazla pahalıya üretiliyor. Siz Adnan Menderesin yerinde olsaydınız zaten ithal olarak gelen ve sadece Kayseride montajı yapılan ve 3 kat daha pahalı olan bir uçağı üretmeye devam edermisiniz? Adnan Menderes'e hain diyenler yada Amerikan uşağı diyenler mi hain yoksa Adnan Menderes mi hain? Adnan Menderes Milletinin çıkarını düşünen bir siyasetçidir ve Kemalist vesayetin ve CHP adamlarının ceplerini parayla doldurduğu pahalı dipsiz kuyuyu kapatmıştır. Kemalist vesayete dur demiştir. Kendi sözleriyle "Yeter artık söz milletindir" demiştir. Ve bu sözleri de onun sonu olmuştur. Ne diyeyim Kemalist Vesayet her zaman suçsuzdur, kusursuzdur, haşa, günah işlemez, zimmetine geçirmeyi aklının köşesinden bile geçirmez, melekler kadar temiz huylu, en iyi insanlardır. Haşa evliyalar bile bu ateistlerin ellerine su dökemez. Ne demek Türkiyemizde Atatürke ve onun kurduğu vesayete söz etmek kimin haddine. Aksine onun kurduğu vesayete karşı olan Adnan Menderes gibi adamlar suçludur ve asılmışlardır geçmişte. Sonradan gelen hükümetlerde darbelerle cezalandırılmışlardır. CHP bizim gibi Avrupaya gönderilen gurbetçilerden de özür dilemek yerine, bir de bizleri Avrupaya gönderdiklerinden gurur duyuyorlar. "Daha ne istiyorsunuz Batı gibi medeni ülkelerde sayemizde yaşıyorsunuz" gibi sözleride işittik. Utanmaz, haysiyetsiz, namussuz insanların sözleridir bunlar. İlk Avrupaya gelen zavallı gurbetçiler bir köle hayatı yaşamışlardır. Yanlış, acemice politikaları yüzünden dövize ihtiyacı olan CHP hükümetleri dışarıya gönderdiği işçiler sayesinde döviz ihtiyacını sağlamış ve gurbetçileri azad edilmiş hayvan misali Avrupaya defetmiş ve bir daha da bu insanları merak bile etmemiştir. Gerçi zaten Türkiyedeki insanlara yaptığı muamele gurbetçilere yaptığı muameleden farklı değildir. Neyse CHP ve Kemalist vesayet zaten hiçbir zaman gurbetçilerden ve Adnan Menderes'ten özür dilemez. Konumuza geçelim.

    Ahmet Müfit Kutlu dan alıntıdır:
    "Işin aslı Nuri Demirağ, o dönemin tek mağduru da değildir. Nuri Demirağ, Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Killigil'in de yakın arkadaşı. Nuri Killigil Paşa ise Türkiye'nin İlk silah ve patlayıcı imal eden fabrikatörüydü. Ordunun bazı siparişlerini üstlenen Paşa'nın Sütlüce'deki fabrikası -Nuri Demirağ'ın uçak imalatı serüveni ile tarih benzerliğine dikkat- 1949 yılında esrarengiz şekilde infilak etti.

    DEMIRAğ'ıN KıZı: EN BÜYÜK ENGEL, INÖNÜ VE ÇEVRESIYDI
    Nuri Demirağ'ın büyük kızı Mefkure Azak, o dönemlerde verdiği bir demeçte babasının hep engellendiğini söyleyerek, "En büyük engel Ismet Inönü ve çevresiydi. 'Nuri Demirağ parlar da benim yerime geçer' diye endişelenirdi. Bu yüzden tüm işlerine engel olmaya çalıştılar. Uçak fabrikasının en iyi çalıştığı zamanlarda Iran'dan, ırak'tan uçak siparişi geliyordu; ancak yakarız yine de kesinlikle sattırmayız diyorlardı" ifadelerini kullanmıştı.

    PILOT HATASı YÜZÜNDEN SIPARIşLERI IPTAL ETTILER…
    THK tarafından sipariş edilen 65 planör kısa sürede teslim edildikten sonra, NuD-36 adlı 24 eğitim uçağı tamamlandı ve deneme uçuşları İstanbul'da başarı ile gerçekleşti. Ancak THK yetkilileri tecrübe uçuşlarının Eskişehir'de de yapılmasını istedi. Mühendislik becerileri mükemmel olan fakat uçuş tecrübesi zayıf olan Baş Mühendis Selahattin Alan'ın kullandığı uçak, o dönem hayvanların havaalanına girmesini engellemek için kazılan hendeğe iniş yaptı ve pilot vefat etti. Bu olay Nuri Demirağ için bir dönüm noktası oldu. Zira Türk Hava Kurumu, 'şartlara uygun değil' gerekçesiyle siparişlerini iptal etti.

    MILLI şEF VE CHP KARşı ÇıKTı
    Uçağın deneme uçuşunda pilotun hatası yüzünden düştüğünü bilen Demirağ, her ne kadar 'Gelin beraber deneme uçuşu yapalım' dese de, kurum kararından dönmez. Bunun üzerine Nuri Demirağ da kurumu mahkemeye verir. Ancak yıllar süren mahkemeler, siyasetin araya girmesi ile THK lehine sonuçlanınca, fabrikayı 1944 yılında kapatmak zorunda kalır. THK ile olan davasını kaybeden Demirağ, başta o devrin Cumhurbaşkanı Ismet Inönü olmak üzere bütün CHP iktidarının üyelerine sayısız mektuplar yazarak, bu yanlışlığın düzeltilmesini ister. Ama kapılar bir defa daha yüzüne kapanır, ne kadar zorlasa da fabrika açılmaz. Mehmet Kum'a göre Demirağ'ın fabrikası, Avrupa ve Amerika'daki uçak fabrikalarıyla aynı düzeydedir. Uçuş denemeleri için de Yeşİlköy'de, şu anda Atatürk Havaalanı olarak kullanılan Elmas Paşa Çiftliği satın alınır. Aylar süren çalışmalar sonunda, o sırada Avrupa'nın en modern havaalanı olan Amsterdam Havaalanı'nın standardında bir havaalanı yapılır. "Türk'ün yaptığı uçakları elbette Türkiye'de yetişen pilotlar uçuracaktır!" Bu düşünceyle, Türkiye'nin İlk pilot okulu, Gök Okulu'nu kurar Demirağ. İlk mezunlarından Mehmet Kum'un Demirağ'la macerası da uçak fabrikasında staj yaparken başlar. Kum, kısa bir süre sonra Gök Okulu'na yazılır ve mezun olduğu okulda hoca olarak kalır. ITÜ'den de uçak mühendisi olarak mezun olan Kum, Demirağ'ın kızıyla evlenir. Inönü'nün oğlu da Gök Okulu'ndaydı Mehmet Kum'un okul arkadaşlarından biri de dönemin Cumhurbaşkanı Ismet Inönü'nün oğullarından Ömer Inönü'dür. Fakat Ömer Inönü kayıttan bir hafta sonra okulu bırakır. Kum, Ömer Inönü'nün okuldan ayrılmasına Türk Hava Kurumu (THK) bünyesindeki Türk Kuşu Uçuş Okulu'nun sebep olduğunu söylüyor. "Türk Kuşu, biz varken Ismet Inönü'nün oğlu niçin Demirağ'ın okuluna gidiyor, diye hayıflandı. THK'den iki uçak Yeşİlköy'deki askeri havaalanına geldi ve Ömer'i bizden aldılar. Neymiş efendim, Nuri Demirağ'ın uçakları güvenli değilmiş. Güvenli değilse, bir devlet adamı olarak oğlunu kurtaracağına, okula müsaade etmezsin!" Kum'un Türk Hava Kurumu'na içerlemesinin bir nedeni daha var: "THK, 1938'de Demirağ'a 10 okul uçağı ve 65 planör siparişi verdi. Uçak ve planörlerin planını çizen ve Demirağ'ın sağ kolu olan Selahattin Alan, İlk uçak yapıldığında çok heyecanlandı ve İlk deneme uçuşunu kendisi yapmak istedi. Eskişehir Inönü Havaalanı'ndaki törene katılmak üzere yola çıktı. Selahattin Alan Eskişehir'e iniş yaparken, alanın etrafına yağmur suyu birikmesin diye kazılan hendekleri fark etmeyince, uçağın tekerlekleri hendeğe takıldı ve uçak takla attı." Alan'ın hayatını kaybettiği kaza bir bakıma Nuri Demirağ için sonun başlangıcı olur. Çünkü THK "şartlara uygun değil" gerekçesiyle siparişleri iptal eder. Nuri Bey "Gelin beraber deneme uçuşu yapalım" dese de kurum kararından dönmez. Iş yargıya yansır. Bağımsız bilirkişiler olumlu rapor verse de, mahkemenin atadığı bilirkişi heyeti olumsuz rapor verince dava Demirağ aleyhine sonuçlanır. THK da Türk uçakları yerine, Fransa'dan hizmet dışı bırakılan Henrio uçaklarını satın alır. Gelen uçaklarsa kısa bir süre sonra hurdaya çıkarılır."

    Mehmet Kum'a göre aslında iki ihtimal var: Nuri Demirağ'ın çok dürüst olduğunu belirten Kum "Rüşvet vermek onun lûgatında yoktu. Bazıları rüşvet alamadığı için önünü kesmiş olabilir" diyor.

    Nuri Demirağ ile ilgili son olarak dönemin gazetesinden bir makale vererek Nuri Demirağ'ın kendi sözleriyle zamanın CHP zihniyeinin nasıl olduğuna dair bilgi aktarıyorum. Nuri Demirağın Ismet Inönüye muhalefet bir parti kurma mecburiyetini gördüğünü ve Milli Kalkınma Partisi adında bir parti kurduğunu belirtmiştim. 28 Ekim 1945 tarihinde Vatan gazetesinde partinin kuruluş gününü anlatan yazı çıkar. Yazıda Nuri demirağ şöyle söylemektedir: Gazeteninin sayfasını resimde orijinal olarak veriyorum. Bu sözleri kendiniz gazeteyi okuyarak teyit edebilirsiniz.

    Milli Kalkınma Partisi dün törenle açıldı.Parti umumi katibi Cumhur Başkanımızı(Ismet Inönü) teşekkül edecek bütün partilere müzaherete davet ediyor.Milli Kalkınma partisinin açılış töreninden iki görünüş....Saat üçte. Merasime Nuri Demirağın bir hitabesile başlanmış ve Nuri Demirağ yaptığı bu konuşmada demokrasi ile idare olunan hükümetlerin milletlerini refah ve saadete eriştirdiklerinden demokrasi ile idare olunmayan memleketlerin ise halkı sefalet ve felakete sürüklediklerinden bahsederek demiştirki: - Aziz yurdumuz artık tek parti ile idare olunamazdı. Halk şimdiye kadar süslü sözlerle parlak programlarla kuru vaadlerle inkisarı hayale(hayal kırıklığına) uğradı. Biz bunu yapmayacağız. Halk Partisi hükümetleri hiç bir eser vücuda getirmedi, demiyorum. Münferit(tek tük) ve mahdut(sayılı ve az) eserler ve hareketler müşahede(şahit) olunuyor. Bunlar asla kafi(yeterli) değildir. Devletçilik rejiminden bundan daha fazla iş ve adalet beklenemez..." Esas prensibinin doğruluk, fedakarlık, iyi ahlaklılık olduğunu, şahsi menfaatini, milletin menfaatlerine feda eden idare adamları seçeceklerini, imar ve maden sahasında giriştiği teşebbüslerde daima akamete(başarısızlığa) uğratıldığını söyleyen yeni parti lideri ayrıca, "Reklamcılık telakki(anlayışı) ettiğim için bunların müfredatını burada izah etmeyi muvafık bulmuyorum. Ne diyelim; bu (devletçilik) prensipleri bu imiş"

    O zamanki Kemalist, baskıcı ve vesayetci döneme göre Nuri Demirağ'ın bu sözleri bile çok ileri gidilmiş, cesur, haddini aşan sözlerdir.



    Cumhuriyet döneminde bir başka girişimci ise Nuri Killigil'dir.

    Vikipediadan alıntıdır:
    "Nuri Killigil Enver Paşanın kardeşidir. Enver Paşayı Itihat ve Terakkinin kurucularından ve yöneticilerinden olduğundan çoğu kişi tanır. Fakat kardeşi Nuri Killigil'i tanıyan kişi yoktur. Mustafa Kemal tarafından Enver Paşa'nın istenmeyen adamlar listesinin başında yer almasından dolayı Enver Paşa gibi kardeşi Nuri Killigil'de yurtdışına gitmiştir. 1918 1.Dünya savaşından sonra Almanya'da yaşayan Nuri Killigil, 1938 yılında ancak Mustafa Kemal öldükten sonra Türkiye'ye dönebildi ve Zeytinburnu'nda kok kömürü satan bir şirketi satın alıp burayı bir madeni eşya fabrikasına dönüştürdü. Bu fabrikada tabanca, matara, demir çubuk, gaz maskesi ve mermi üretmeye başladı. Daha sonra Killigil fabrikasını genişleterek Sütlüce'ye taşıdı, yeni motor ve makinelerle havan ve havan mermisi üretimine de başladı. Bir süre sonra fabrikanın silah üretmeyeceğini beyan etti. Fakat üretim gizlice devam etti. 1944 senesi sonuna doğru savaşın Almanya tarafından kaybedildiği anlaşıldığında Ismet Inönü ve Türkiye Cumhuriyeti hükümeti Almanya'yı destekleyenlere karşı sert tedbirler almaya başladı. Bu arada, 2 Mart 1949 günü saat 17.10'da fabrikada faili meçhul peş peşe üç büyük patlama meydana geldi. Aralarında Nuri Killigil'in de bulunduğu 27 kişi bu patlamada hayatlarını kaybetti. Nuri Killigil'in cesedi bulunamadı ve boş tabutla defnedildi. Patlamanın kimler tarafından gerçekleştirildiği ise meçhul kaldı. Olayın siyâsî bir sabotaj olduğu da iddia edildi. 18 Mart'ta olay mecliste görüşülürken, bazı milletvekillerinin "hadise örtbas edilmeye çalışılıyor" diye itiraz etmeleri, bu ihtimalin gözden uzak tutulmadığını gösteriyor. 23 Mart'ta başbakan, mecliste açıklamalarda bulundu. Bu açıklamanın arkasından yapılan kapalı celsede ne konuşulduğunu ise hiç kimse bilmiyordu. Bilinen şey, müzakerelerin olayla ilgili olduğuydu.

    Killigil tabancası

    Nuri Killigil tarafından sınırlı sayıda üretilmiş 9 mm çapında, yarı otomatik tabancadır. Zamanının ilerisinde bir tasarıma sahiptir. Mükemmel durumda saklanmış bir örneği İstanbul Harbiye Askeri Müzesi'nde bulunabilir. Tabanca, Nuri Killigil'in mirasçıları tarafından müzeye bağışlanmış ve özel kutusunda İlk günkü gibi saklanmaktadır. Yedek şarjörü ve mermileri ile bir arada görülebilir.[1]"

    Sonuç olarak söyleyebiliriz: havacılık İlk cumhuriyet devletinin tam bir acemice işler silsilesidir. Mustafa Kemalin hayalini kurduğu zengin ateist yöneticilerin devlet tarafından teşvik edildiği zimmetine geçirme politikasının çarpıtıcı bir örneğidir havacılık. Milli teknoloji üretme sevdasında olan şahısların nasıl engellendiğine dair çarpıtıcı bir örnektir havacılık. Havacılık ateist kişilerin önayak olduğu vesayetin nasıl bir bürokrasi barajı kurduğunun örneğidir. Ateist insanların kültürüne, vatanına bağlı kişilerin malını parasını sömürdüğü ve aslında ateist insanların din, vatan, kültür, milli menfaat, milli gelecek ve milli teknoloji diye bir derdi olmadığını ve olamayacağının çok güzel bir ispatıdır havacılık.

    Tarihi karıştırırsanız Kemalistlerin tarihi ne kadar çarpıttığı ve bizlere sadece yalan söyledikleri ve okul kitaplarını ve derslerini bile bu yalanlarla doldurduğunu görürsünüz. Birde unutmamamız gereken şey de şudur: Kemalist vesayetin torunları şu anda bizimle beraber yaşamaktadır. Bu kişiler tabiiki dedelerinin Millete yaptıklarının ortaya çıkmasını istemez. Gerçek tarih ortaya çıkarsa şu anda bu çok itibarlı olan bu insanlar o zaman itibarsız kişiler olacaklardır ve bunu engellemeye çalışacaklardır. Fakat yalan üzerine kurulmuş herşey çökmeye mahkumdur.

    Bu konuya girişimde bahsettiğim teknoloji bir ülkeye nasıl getirilir meselesini Nuri Demirağ kendi söylediği kelimelerle anlatmış, yanlış yapan Kemalist devleti gazeteye verdiği ilanlarla bilinçlendirmeye bile çalışmış.

    Mustafa Kemalin yakın arkadaşı, Çankayada devamlı içki masası misafiri Falih Rıfkı Atay Mustafa Kemalin borazancılığını yapan Hakimiyeti Milliye Gazetesinin başyazarıdır. Kemalistler, "devamlı içki masası misafiri" dedim diye bana yüklenmesinler, Falih Rıfkı Atay'ın kendi ifadesidir bu, benim değil. Tarihin çarpıtılmasından dolayı resmi tarihten sapınca, birde benim gibi insanlar kendilerini ispatlamak zorunda kalıyorlar ve hakaretlere maruz kalıyorlar. Mustafa Kemal'in sadık köpeği Falih Rıfkı Atay, Mustafa Kemal'i kendi itibarının düşmemesi için Mustafa Kemal'i göklere çıkardığı "Çankaya" adlı kitabında Mustafa Kemalin makam atamalarını şöyle anlatır: Orijinal Çankaya'dan alıntıdır: "Belli başlı adlar söz konusu olduğu zaman, bu şahsiyetleri nasıl görevlendirdiğine bakınız. Gerçek hükümlerini ancak böyle kavrıyabilirsiniz. Çünkü devlet ve halk işlerinde (Mustafa Kemalin) hiç lâubalîliği yoktu. Bir zamanlar akrabasından birini Nafia Vekilliğine(Bayındırlık Bakanlığına) tavsiye etmişti. Bir müddet sonra bir akşam: Ben de onu su mühendisi sanırdım. Meğer sudan bir mühendis imiş, demişti. - En yakın münasebette olduklarının bile devlet hizmetlerinden uzaklaştırılmasına hiç ses çıkarmamıştır." Mustafa Kemal'in çok yakın akrabası ve okuldan arkadaşı Fuat Bulca havacılıktan gelme değil. Fuat Bulca, Mustafa Kemal'in tabiriyle havacılık değil havadan mühendistir. Aynı Falih Rıfkı Atay'a su mühendisi zannettiği ama sudan mühendis dediği akrabası gibi. Fuat Bulca havacılıktan anlamaz. Fuat Bulca'yı neden kendi emriyle Türk Hava Kurumunun başına getirmiştir ve yıllarca bu makamda kalmıştır. Nedenini biliyorsunuz artık. Burada sadece resmi tarihin çok çok sağlam kaynak olarak gösterdiği Falih Rıfkı Atayın nasıl bir yalancı olduğunu göstermek için bahsettim. Zaten Kemalist yazarların içinde tarihi doğru olarak nakleden kişi yoktur, hepsi yalancıdır. Devamlı içki masası misafiri Falih Rıfkı Atay ise Batı delisi, ateist, baş yalancıdır.

    Bu kadar bilgiden sonra artık Cumhuriyet döneminin havacılık adına yaptığı işlerin başlıkta belirttiğim üzere 1. plansız projesiz acemilik 2.zimmetine geçirme 3.ithalcilik 4.milli girişimcileri adam kayırmak,rüşvet ve bürokrasi adına harcamak olduğunu anlamışsınızdır

    Bahsedilen medeniyete geçiş ve sanayi devrimi masaldan ibarettir ve aslında sonradan devletleştirilen özel girişimcilerin gayretlerinden ibaretttir. Cumhuriyet devletinin milli teknoloji adına çaktığı tek çivisi yoktur. Hepsi ithaldir, yabancı şirketlerin işidir.

    Havacılıkta bugün nerede olduğumuzu bir üniversite ispatlıyor. Yıl 2011. 2011 yılında kurulan Türk Hava Kurumu Üniversitesi, Türkiye'nin havacılık ve uzay bilimleri alanında İlk ve tek ihtisas üniversitedir. Bu demektirki Türkiye 2011 yılına kadar uyumuştur. Hiçkimse geçmişi ve tarihiyle övünmesin: Nuri Demirağın söylediği gibi güzel laflarla yada iyi niyetle bir ilerleme kazanılmıyor. ("Halk şimdiye kadar süslü sözlerle, parlak programlarla, kuru vaadlerle inkisarı hayale(hayal kırıklığına) uğradı."Nuri Demirağ, Vatan Gazetesi, 28 Ekim 1945). Kemalistlerin propaganda gayesiyle söyledikleri altın yaldızlarla her yere yazdıkları Mustafa Kemal'in süslü lafları bir esere dönüşmedikçe süslü laf olarak kalmıştır. 2011'e kadar söylediğim gibi milli havacılık teknolojisi adına çivi çakılmamıştır. 2011de biz daha yeni emeklemeye başladık.

    İstanbula yapılan 3.Havalimanın adının Nuri Demirağ Havaalanı olması lazım.

    12. Kuruluş 1926 - Bakırköy Çimento Fabrikası kuruldu.

    13. Kuruluş 1928 - Ankara Çimento Fabrikası açıldı.

    Dünyada çimento üretimi ve satışı 1878 yılında başlamış olmasına rağmen Türkiye' nin çimento sektörü ile tanışması 1911 yılında özel sektör girişimi ile olmuştur. Fabrika İ stanbul' da 20.000 ton/yıl kapasiteli olarak Darıca' da kurulmuştur. (Aslan Çimento) 1913 yılında Eskihisar Çimento Fabrikası 20.000 ton/yıl kapasiteyle, 1926 yılında Bakırköy Çimento Fabrikası(Kent Çimento) 14.000 ton/yıl kapasiteyle, 1928 yılında Ankara Çimento ve 1929 yılında Zeytinburnu Çimento 40.000 ton/yıl kapasiteyle kurulmuştur.
    Kaynak
    Bilal Kökipek, Yüksek Lisans tezi, Çukurova Üniversitesi, Suni alçının çimento üretiminde kullanılabirliği, 2010

    20 Ocak 1958 günü bayındırlık bakanlığı görevine başlayan eski öğrenci lideri, Yüksek Mühendis Mektebi 1933 mezunu Tevfik Ileri, Kemal Zeytinoğlu'nun bu göreve getirilişinin özelliğini daha sonraları şu sözlerle ifade etmişti.

    "25 yıldır, Bayındırlık Bakanlığı'na bir mühendis gelmemiştir. Bir eski asker gelmiştir, bir başka eski asker gelmiştir, bir mülkiyeli gelmiştir, yine bir asker gelmiştir ve en sonra da bir bankacı gelmiştir.

    Bu durum biz Türk mühendislerini hiç üzmez mi? Bunun sebebini biz Türk mühendislerinden sorarlarsa biz ne cevap veririz? Biz, sadece başkalarının sevk ve idare edeceği birer makine adam mıyız?

    Bir gün, Türkiye Büyük Millet Meclis Meclisi'nde Nafia(Bayındırlık) Vekili(Bakanı) Afyon milletvekili Ali Çetinkaya(kel Ali lakabıyla tanınan meşhur Istaklal Mahkemelerinin cellat hakimi), bir kılı bile oynamadan ve hiçbir istisna yapmadan:

    - Türk mühendisleri hırsızdır... diye haykırır. Ve bu korkunç iftiraya Meclisteki birkaç doktor itiraz ederek Türk mühendisinin şerefini ve haysiyetini korumağa çalışır. Ve hiçbir mühendis, hiçbir cemiyet bu iftiraya karşı kükremez."
    Kaynak:
    Cahide Ileri Aksoy

    Türkiye'de çimento fabrikaların tesisine yerli sermayeden daha fazla yabancı sermayenin yoğun ilgi gösterdiği anlaşılmaktadır. 1926 yılında İstanbul'da Bakırköy Çimentoları T.A.ş. tarafından kurulan 15 bin ton/yıl kapasiteli Kurt Çimento Fabrikası yerli sermayenin bir teşebbüsü olarak faaliyete geçmiştir. Bu fabrika günde 50-60 ton kapasite ile üretim yaptıysa da bir süre sonra kapanır. Kurt Çimento Fabrikasının % 25'ni Arslan ve Eskihisar Müttehit Çimento Fabrikaları TAş, % 38'ini Türk Çimentosu ve Su Kireci A.ş. ile % 37'sini Anadolu Çimentoları TAş satın almıştır.
    Kaynak :
    Ahmet Ali Özeken, "Türkiye'de Çimento Sanayi Politikası", İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, C 2, Yıl 1940-41, s. 258.

    Ikincisi 1926 yılında Ankara'da Ankara Belediyesi tarafından 15.000 ton/yıl kapasiteyle kurulan Ankara Çimento Fabrikasıdır. Bu fabrika daha sonra ortakları arasında Societe ındustrielle des Ciments Orientaux adlı bir Fransız firmasının bulunduğu Ankara Çimentoları T.A.ş.'ye işletilmek üzere kiralanır. şirket Ankara Çimento Fabrikasını 1934 yılına kadar işletir. Ancak fabrikanın rasyonel yönetilememesi ve çimento fiyatlarının düşmesi üzerine 1935 yılında kısmen, 1938 yılında tamamen faaliyeti durdurulur. 1943 yılına kadar çalışmayan bu fabrikanın 5 Mayıs 1943 tarihli genel kurulda tasfiyesine karar verilir. Daha sonra adı geçen fabrika Sümerbank ve Ankara Belediyesinin % 50'şer paya sahip olduğu 400 bin lira sermayeli Ankara Çimento Limited şirketi eliyle yeniden faaliyete başlar.
    Kaynak
    BCA(Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi) , Fon No: 30 1 0 0-Kutu No: 92-Dosya No: 577-Sıra No: 8;
    İsmail Işmen, "Türkiye'de Çimento Sanayinin Gelişmesi", Türk Ekonomisi, S 133, Yıl 12, Temmuz 1954, s. 208-209; Danişment, a.g.m., s. 51;
    Özeken, "Türkiye Çimento Sanayinin Iktisadî ve Malî Bünyesi", ..., s. 496; Dölen, Koraltürk, 12 şubat 1929 tarihinde İstanbul da Anadolu Çimentoları T.A.ş.'nin teşekkülüyle üçüncü fabrikanın kuruluş girişimi başlatılır. 2 milyon lira sermayeli bu şirketin en büyük hissedarı Societe Financiere des Ciments adlı bir Belçika firmasıdır. Yerli ve yabancı başka ortakları da bulunan şirketin (İstanbul) Kartal'daki Yunus Fabrikası 80 bin ton/yıl kapasiteyle kurulmuş ve yapılan ilave tesislerle sonradan kapasitesi 140 bin tona yükseltilmiştir. Bu çimento fabrikalarını 1929 yılında kurulan Arslan ve Eskihisar Çimento şirketinin yarı hissesine sahip Türk Çimentosu ve Kireci A.ş.'nin tesis edip işlettiği Zeytinburnu Çimento Fabrikası izler. 1.500.000 bin lira sermaye ile kurulan şirketin hisselerinin yarısı Arslan ve Eskihisar Çimento şirketine ve diğer yarısı Societe ındustrielle des Ciments Orientaux adlı Fransız gruba aittir. 1929 yılında inşasına başlanan 75 bin ton/yıl üretim kapasiteli bu fabrika Haziran 1930'da işletmeye açılır.


    Kartal Yunus Çimento fabrikası
    1927'de Fransa'da faaliyet göstermekte olan bir Fransız çimento şirketi ve Almanya'daki iş ortağı, Türkiye'ye çimento alanında yatırım yapmak ister. Ankara'da yaşamakta olan Samsun Milletvekili Nusrat Sadullah Bey, İstanbul'daki Belçika Bankası'nın Müdürü Alfret Pelagrino, Kopenhag'da yaşamakta olan Mühendis Pol Larsen, Brüksel'de bulunan Jorj Hanekâr bu ortaklığa katılmayı kabul ederler. Bunlara, Anvers'te Breskte Ruvayal Sokağı 89 numarada mukim Mason Efendiler de katılırlar. "1927 yılında, Belçika'da yaşayan Mason Biraderlerin de ortaklar arasında bulunduğu bir grup, Türkiye'de yaptıkları araştırmalardan sonra, en uygun yer olarak gördükleri Kartal ile Pendik arasında, deniz kenarında bir çimento fabrikası kurmaya karar verirler. O tarihte, bırakın şimdiki sahil yolunu, eski minibüs yolu bile yoktur." 1929 yılına gelindiğinde fabrika kurulmuştur. O tarihlerde, her dakika yunus balıklarının selamladığı bomboş bir sahile sahip olması nedeniyle Belçikalı Mason Kardeşlerimiz Anadolu Çimentoları T. A. ş'ne logo olarak "yunus" balığını önerirler. Bu logo o kadar beğenilir ki, zaman içinde, fabrikanın adı "Yunus Çimento" olarak anılmaya başlar.

    Görüldüğü üzere sırf Yunus Özden, Aslan Çimento ve başka özel iştiraklarının teşebbüsüyle meydana getirilmiş bir çimento sanayisi var. Devletin kendi başına kurduğu bir çimento fabrikaları zinciri yok. Peki neden kemalistler "biz yaptık, bizim zamanımızda yapıldı" derler. Sırf propaganda gayesi ile. Gaye gerçekleri çarpıtmak. Hatta bu çimento sektöründe bulunan kişilerin Ermeni asıllı oldukları gerçeği de vardır ve mason oldukları.

    1930lardan sonra aynı şeker fabrikalarında olduğu gibi özel şahıslara ait olan çimento fabrikalarına da devlet el koymuş ve devletleştirmiştir. Kemalist vesayet yalancı ve dinsiz olduğu için bu fabrikaları ellerinden alınan şahıslara bırakın bir gün özür dilemeyi, devletleştirmekle övünüp durmuş, sonrada bu fabrikaları sanki kendileri kurmuş gibi gelecek nesillere aktarmıştır. Bugün ben bile bu yalanları ortaya çıkarmak için uğraşıyorum, ama CHP mensupları İnternette halen Cumhuriyet dönemini ve sanayisini çarpıtarak anlatmaya devam ediyor. Bunların içinde resmi devlet kuruluşları da var.

    Mustafa kemalin ölümüne kadarki dönemde devlet milli çimento üretmek adına çivi çakmamıştır. Cumhuriyet sanayisiyle övünen Kemalistlerin milli çimento teknolojisiyle üretmek gibi bir hayalide zaten akıllarından geçirmiş değiller. Bina, köprü, değişik altyapı inşaatlarının vazgeçilmez maddesi olan çimentoyla ilgilenmemiş ve yabancı üreticilere bırakılmış olan çimento olmadan acaba nasıl bir sanayi olabilir. Kemalist bir dünyada çimentosuzda sanayi olur, nasıl olur tabiiki propagandayla. Bina, yol, köprü çimentosuz nasıl olur? Tabiiki kemalist laflarla. Ithal çimentoyla. Yada yabancı teşebbüslerin kurduğu çimentoyla. Cumhuriyet döneminde eksikliği duyulan ve kıtlığı çekilen çimentoyu en iyi şekilde Türkiye Müteahitler Birliğinin üç yazar katkısıyla yaptığı çalışma anlatıyor.
    Kaynak:

    Eftal şükrü Batmaz, Kudret Emiroğlu, Süha Ünsal, Inşaatcıların tarihi.

    Talu, Gönül'ün sözleri: "Yani Türkiye'de yaşadığımız o Hasan Uğurlu Barajı inşaatındaki 70 sente muhtaç olunan günler kâbustu gerçekten. Yani en önemli adamımız bizim çimentomuzu aksatmasın diye. Gerçekten biz çimento alamadığımız için beton dökemediğimiz günler oldu. Demir aynı şekilde sıkıntıydı. Yani yedek parçada olduğu gibi çimento ve demir temininde, malzeme temininde de çok büyük sıkıntılar yaşadık. Bütün bu güçlüklere rağmen önemli olan sonuçta başarıyı yakalamaktı. Sürekli, dediğim gibi, çimentodan problem yaşadık. Oradan olmadı, başka fabrikalardan uzak mesafelerden getirmek zorunda kaldık. Demir de aynı şekilde bulduğumuz yerden. O zaman ithalat imkânı da yok tabii, döviz de yok. şimdi şu anda demir dediğiniz zaman 2 gün sonra her taraftan bütün ülkelerden demir geliyor size, çimento da öyle, bir sorun yaşanmıyor." Talu, Gönül, Sözlü Tarih, ıstanbul, 12 Ocak 2005. Hasan Uğurlu Barajı Samsunda 1971 yılında yapılmaya başlanmış. Çimento sıkıntısı 1971 yılında çekilmişse 50 yıl öncesi Cumhuriyet dönemindeki inşaat malzemesi sıkıntılarını siz düşünün. Cumhuriyet döneminin övünülen sanayisi, inşaat yapmak için çimento bulamadığınız ve döviz yokluğuylada ithal edemediğiniz bir dönem.

    1950 yılında yapılan seçimlerde büyük bir çoğunlukla iktidara gelen Demokrat Parti'nin on yıllık iktidarındaki bayındırlık faaliyetleri ve bu işlerin gerçekleştirilme yolları bugün hâlâ toplumsal hafızada korunmaktadır. 2005 yılında yapılan bir alan araştırmasında, Kayseri'nin Sarız ılçesi'ne bağlı Kemer Köyü'nde yaşayan bir kadın o günlerden hatırladıklarını şu cümlelerle aktarıyor. "[Devlet bize] hiç de bakmadı. Bir de yol işleme çıktı. Beş çocuğu olan yoldan kurtulurdu, beş çocuğu olmayan sırtında ekmek alırdı, 10-15 gün karda-kışta yol işlerlerdi. Köylere yol yaparlardı. Kurban olduğum, bir Menderes çıktı. Yol da yaptırmadı, yolumuzu da kendi yaptı, suyumuzu da kendi getirdi."
    Kaynak:
    Aydın, Suavi, Amacımız Devletin Bekası: Demokratikleşme Sürecinde Devlet ve Yurttaşlar, Tesev Yayınları, ıstanbul, 2005, s. 41

    Gerçekten de 1950-1958 arasında, köy ve nahiye yollarının yapımı için bütçelere koyulan tahsisatın toplamı 500 milyon lirayı bulmuştu. Aslında DP'nin uyguladığı yeni ulaştırma politikasının başlangıcı 1948 senesiydi. 1948 yılında kabul edilen, dünyada benzeri olmayan ve başarıyla uygulanan "9 Yıllık Karayolu Programı" da 1948-1950 dönemine denk gelmektedir."

    Evet doğru okudunuz. Mustafa Kemal ve Ismet Inönü zamanında her vatandaş için yol yapımında çalışmak mükellefiyeti(mecburiyeti) vardı. Aynı askerlik vazifesi gibi, yol yapımı vazifesi. Aslında bu konumuz değil ama Cumhuriyet tarihini Kemalistler o kadar ballandıra ballandıra anlatırlarki, tarihi o kadar çarpıtır yalan söylerlerki, okuyan duyan kişiler sanki o zamanlar cennetteymişiz zannediyorlar. Yol vergisi adıyla bilinen bu vergiyi ödeyemeyen kişiler mecburi yol yapımında çalışmışlardır.

    Bu yol kanunu çıkarılırken Millet Meclisinde yapılan şu tartışma o zamana ışık tutuyor.

    "Sinop Milletvekili Hakkı Hami Bey de ülkenin içinde bulunduğu koşulların böyle bir kanunu uygulamaya izin vermediği şeklindeki düşüncesini şöyle açıklamıştır: "...tatbik edilemeyecek bir kanunu yapmakla neden halkın hoşnutsuzluğunu celb edelim. Neden ahaliyi üzelim. Yani bu madde-i kanuniyenin zamanı tatbikinin ve daha doğrusu zaman vazının gelmediğine kaniim. Ne vakit ki sulh ve sükûnteessüs eder, halk memleketlerine gelir, işiyle gücüyle iştigal eder, kendisini toplar, ondan sonra sekiz gün değil seferberlik ilan edersiniz..." Bu eleştirilere karşı Yozgat Milletvekili Süleyman Sırrı Bey ise verginin gerekliliğini şöyle savunmuştur: "...köylülerin işsiz güçsüz bulundukları zamanlarda, gölgelerde esneyerek vakit geçireceklerine, sekiz günü böyle kendi menafi hayatiyyelerine (hayati menfaatlarını) taalluk eden(ilgilendiren) yollarda sarf edecek olurlarsa memleketin yolları tabi bir an evvel ikmal edilir bu suretle de iktisadi inkişafata(gelişmeye) hizmet edilir."
    Kaynak :
    TBMM Zabıt Ceridesi(Tutanağı), 19 Kasım 1337, Devre:ı, Cilt:8, Ictima:1, s.303 ve 304


    şimdi Kemalistler şöyle diyebilirler : "çok güzel bir uygulama mecburi yol yapımıyla Millet kendi yolunu kendisi yapmış.Yolunu kendisi yapmış, yola kavuşmuş.Bunda ne kötülük var" diyebilirler. Ben onlara bulunduğumuz yıl içinde kendi oturduklara caddenin altyapısını belediye değil de kendileri yapsın veya yenilesinler desem hangi Kemalist eline kazma ve küreği alır. Ki Kemalist düşünceyi yayan ve bu düşünceye sahip olan kişiler zaten zengin olduğu için yol vergisini vermiş ve yol yapma mecburiyetinden kurtulmuştur. Olan zaten her zamanki gibi fakir ve dindar kesime olmuştur. Yol vergisine inanmayan Kemalistler olabilir. Nuray ÖZDEMIR'in Cumhuriyet Döneminde Türkiye'de Yol Vergisi adlı çalışmasını okusunlar. Zaten bütün burda verdiğim kaynaklara İnternetten herkes ulaşabilir.

    Alev Gözcü'nün, Bir Intiharın Sosyo-Ekonomik Arkaplanı adıyla yaptığı çalışma Cumhuriyet ekonomisinde vatandaşların ne kadar fakirlik ve kıtlık içinde yaşadığını gözler önüne seriyor. Tabiiki bütün yazarlar olduğu gibi Alev Gözcü'de Mustafa Kemal'in yanlış ekonomi politikaları eleştirmek yerine dünyada hakim olan 1929 ekonomik krizi neden olarak gösteriyor fakirliğe. Halbuki yanlış politikalar yüzünden Cumhuriyet ekonomisi zorluk çekmiştir. Mesela çok çok pahalı olan ve sadece montajla yürütülen ithal havacılık ve montaj ürünler yerine ağır sanayiye ve millileşmeye daha fazla ağırlık verilmiş olsaydı bu zorluklar çekilmezdi. Kemalist vesayet bilindiği gibi açık eleştiriyi kabul etmez.

    Alev Gözcü' den alıntı:
    "Köylü, işçi kesim gibi amelelerde ekonomik bunalımın ağırlığını tümüyle yaşıyorlardı. Bu haberlerin bir örneği de ulusal basında yer alan Cumhuriyet gazetesinde kendini göstermişti. Haber: "Hem garip, hem de hazin" başlığıyla İlk sayfadan verilmişti. " Açım, iş bulamıyorum, kışı rahat geçirmek için hapishaneye girmek istiyorum..." Diyen bir adam bunu yapabilmek için yani; kışı rahat geçirmek, karnını doyurmak için hırsızlık yapmıştı. Bir kap sıcak yemek bulacağı ve soğukta kalmayacağı için bile bile suç işleyip ceza almayı göze almıştı. Haberin devamında mahkemeden gazeteye yansıyan diğer cümleler şöyleydi:"
    "Üstü başı perişan, başı açık ayakları çıplak uzun boylu ve sakalı bir karış olmuşmaznun, iri bir jandarmanın refakati ile mahkeme salonuna girdiği vakit heyeti başı ile selamladıktan sonra maznun sandalyesine oturdu...
    -Senin adın Çolak Ömer mi?
    -Evet, efendim bana Çolak Ömer derler ama elhamdülillah iki kolumda sağlamdır...
    -Bak sen neler neler de yapmışsın, karakoldan bir palto, bir de pantolon çalmışsın!
    -Evet, efendim çaldım..."
    Yeni Asır Gazetesi, 2 Eylül 1930.
    Yeni Asır Gazetesi, 2 Eylül 1930.
    Cumhuriyet Gazetesi, 13 Teşrinisani 1930.
    Kaynak : Alev Gözcü Bir Intiharın Sosyo-Ekonomik Arkaplanı
    ÇTTAD, Vı/14, (2007)

    Benim yorumum: Teşrinisani'in ne olduğunu kimse bilmez. Teşrinisani de Atatürkün Batı deliliğiyle ortadan kaybolan eski takvimimizden bir tarihi kalıntı olarak işte böyle tarih sayfalarında geziyor, arada sırada onlara rastlıyoruz.Atatürk Batı kültürü devrimleri yerine ağır milli sanayiye(ithal olmayan) önem verseydi, bunları bugün hiçkimse yazmıyor olacaktı. Çünkü Türkiye o zaman Japonya gibi bir ülke olacaktı. Yaptığı Milletin kültürüyle uğraşmak, ithal sanayiyle Batı şirketlerini ve kendi ateist adamlarını zenginleştirmek.Japonya ne harfini ne kültürünü ne kıyafetini ve dinini değiştirmiş, hatta laik olmaya bile uğraşmamıştır.Batıya hele hele hiç tenezzül etmemiştir. Yaptığı tek şey zaten sadece lazım olan teknolojiyi getirmiş ve millileştirmiştir.Muassır medeniyet sadece teknolojiden ibarettir. Teknolojinin faydalarından diğer bütün insanla ilgili bilim ve güzel sanatlar dalları faydalanmış ve gelişmiştir. Mustafa Kemal ise muassır medeniyet deyince Batı kültürünü anlamıştır. Aydın insanlar ise Batı kültürünü tercih eden ve Batı kültürünü yaşayan kişiler olarak Millete zorla, baskıyla, dayatılmıştır ve Batı kültürü Milletin kafasına çekiçle çivilenmiştir. Türkiyede hiç bir kimse bugün kalkıp Japonya, Güney Kore, Çin örneğini anlatıp medeniyetin Batı kültüründen ibaret olmadığını anlatmıyor. Mustafa Kemalin yaptığı bu Batı deliliği hatasının cezasını biz Almanyada yaşayan Gurbetçiler bile hala çekiyoruz. Dikkat ederseniz ben eski harflere dönelim, şeriatı getirelim, Hicri takvimi geri getirelim demiyorum. Getirilse yine nasıl Mustafa Kemalin yaptığı kültür zorbalığıysa, eski düzene geçmekde zorbalık olur. Her şey Milletin isteğine bırakılmalıdır. Milletin yüzde 99u bunu isterse olur, istemezse olmaz. Zaten Milletin de eski düzeni istediği yoktur. Hiç kimse Cumhuriyetten başka yönetim istemez. Benim gayem Milletin gerçek tarihini bilmesi, Kemalist ve Resmi Tarihin yalanlarının artık sona ermesi. CHPnin artık bütün yaptığı zulümlerden dolayı Milletten özür dilemesi. Mesela önceden belirttiğim gibi bütün yazarlar Cumhuriyet ekonomisini anlatırken Osmanlı borçlarını ve 1929da bütün gelişmiş ülkelerde başgösteren ekonomik krizi suçlu bulurlar. Halbuki bu kocaman bir yalandır. Belirttiğim gibi acemice işlerin, askerlerin ve milletvekillerinin şirketlerin başına getirilmesi, plansız projesiz sadece Mustafa Kemalin emirleriyle ve şunun bunun nasihatıyla kurulan ve yönetilen kuruluşların devamlı zarar etmesiyle, yolsuzlukların, rüşvetlerin etkisiyle batan bir Cumhuriyet ekonomisi karşımızdadır. Ki bu Cumhuriyet ekonomisini kuran okuduğunuz üzere özel yerli teşebbüslerden ve yabancı şirketlerden ibaretttir. Devlet 1930dan sonra bu şahsa ait olan özel kuruluşları ellerinden almıştır.

    14. Kuruluş. 1927 - Bünyan Dokuma Fabrikası hizmete girdi.
    15. Kuruluş. 1927 - Bursa Dokumacılık Fabrikası açıldı.
    16. Kuruluş. 1928 - İstanbul Bomonti'de Türk Mensucat(dokuma) Fabrikası hizmete girdi.
    17. Kuruluş. 1928 - Gaziantep'te Mensucat(dokuma) Fabrikası işletmeye açıldı.
    18. Kuruluş. 1934 - Sümerbank Bakırköy Bez Fabrikasının açılışı yapıldı.
    19. Kuruluş. 1935 - Sümerbank Kayseri Dokuma Fabrikası'nın açılışı yapıldı.
    20. Kuruluş. 1936 - Sümerbank Malatya Iplik ve Bez Fabrikası kuruldu.
    21. Kuruluş. 1937 - Sümerbank Konya Ereğlisi Dokuma Fabrikası üretime başladı.
    22. Kuruluş. 1937 - Sümerbank Nazilli Basma(pamuklu kumaş) Fabrikası açıldı.
    23. Kuruluş. 1938 - Gemlik Suni Ipek Fabrikası açıldı.
    24. Kuruluş. 1938 - Bursa Merinos Fabrikası faaliyete geçti.

    Lütfen şu yalana inanmayınız. Atatürk ölene kadar dış borç almamıştır yalanı. Lütfen kendiniz düşününüz.Ithal makinelerle yabancı şirketlere yabancı teknisyenlerle kurulan bir fabrika için tabiiki döviye ihtiyacınız var. Yeni kurulan devletinizde dışarıya sattığınız tarım ürünleri bile savaştan yeni çıktığınız için ancak kendi karnınızı doyuruyor.Bu yüzdende elinizde de döviz yok. Bünyan dokuma fabrikası Rus şirketiyle ve Rus borcuyla bir özel kişi ve Sümerbank ortaklığıyla beraber kurulmuştur. Sinan Meydan gibi Kemalist insanlara lütfen inanmayınız. İnternet sayfalarına girdiğiniz zaman eğer Mustafa Kemalin resmini reklam ve övünç olarak gördüyseniz şuna inanabilirsiniz. 3 seçenek vardır. Bu İnternet sayfası
    1. seçenek
    Ya resmi bir sayfadır, bir kuruma aittir. Mecburen devlet idolojisi olduğu için Mustafa Kemali mecburen över, mesela www.atam.gov.tr, Atatürk inkilapları Fakülteleri(mesela www.euataİlk.ege.edu.tr Ege Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve Inkilap Tarihi Bölümü), valilik sayfaları, vb. Denizde kum misali kadar Mustafa Kemali öven ama eleştiremeyen yani daha doğrusu eleştirilmesi yasak sayfalar vardır. Burada belirtelim, her valilik sayfası Mustafa Kemalin resmini başsayfasına taşımaz. Çoğu kimse duyar gibi olmuştur ama resmi İnternet sayfalarının Atatürkü eleştirememesinin bir nedenide Atatürkü koruma kanunudur. 5816 numaralı ceza kanunu Atatürk hakkında hiç bir kötü söz söylenmesini, daha doğrusu hakareti yasaklar. Bu kanunun meydana gelmesi ise bambaşka bir konu.
    2. seçenek
    şöyle : Girdiğiniz İnternet sayfası özel şahıslara aittir. Bu şahıs yada şahıslar gerçek tarihi bildiği halde mahsustan tarihi çarpıtarak yazar. Bunlar ya Kemalisttir, ya çıkarları vardır, mesela CHP partisi mensubudur, ya Atatürkçü Düşünce Derneği gibi ideolojik derneklere kayıtlıdır. Gerçek tarihi araştırmıştır ve resmi tarihin uydurmaca olduğunu bilir, ama mesela yaşadığı hayat tarzı yüzünden Mustafa Kemalin yalanlarını destekler. Mustafa Kemalin hayat tarzı, Batı deliliği ve Türk kültürü düşmanlığı bu insanlara hitap etmektedir. Bazılarının gerçekten maddi çıkarları vardır. Bazılarının maddi çıkarı olmadığı halde ideolojik olarak tarihi çarpıtır.
    3. Seçenekse
    benim en çok tahmin ettiğim seçenektir: Girdiğiniz İnternet sayfası özel kişilere aittir ama Mustafa Kemali ve gerçek tarihi bilmediği ve araştırmadığı için destekler. Eğer gerçek tarihi öğrense aynı günde Mustafa Kemali desteklemeyi bırakır. Eğer tarihini, kültürünü, dinini, geleneklerini seviyorsa. Ben araştırma yaparken her türlü sayfaya giriyorum ve önce Mustafa Kemalin resmi varmı, yokmu, ona bakıyorum. Bu resim yetiyor o İnternet sayfasının tarihe nasıl baktığına. Atatürk ölene kadar dış borç almamıştır yalanı neredeyse ideolojik olarak yada yarı ideolojik olarak yazılmıştır ve her Cumhuriyet ekonomisi sayfasında yer alır. Tekrarlıyorum kocaman bir yalandır.

    Zaten 1936da Atatürk çok içki içtiği için yakalandığı siroz hastalığı yüzünden eskisi gibi verdiği emirlerle sadece ekonomiden değil çoğu devlet işlerinden de elini çekmiştir. 1937 yılından ölümüne kadar Dolmabahçe sarayında ve dev lüks Sarayona yatında vakit (pardon keyif) geçirmiştir. Kemalistler lütfen kızmasınlar her zaman söylediğim gibi Mustafa Kemalin yakın arkadaşı ve sadık köpeği Falih Rıfkı Atayın nasıl beraber zevk-i sefa geceleri geçirdiklerini anlattığı Çankaya ve başka kitaplarını okusunlar, sonra bana kızabilirler. Hatta okumadıklarını bildiğim için Falih Rıfkı Atayın Çankaya kitabını konu olarak aldım ve eleştiri yazısı yazdım. Benim sayfamda okuyabilirler. Övdükleri Atatürklerinin nasıl kafa çektiklerini ve nasıl kadınlı gece hayatı yaşadıklarını öğrenebilirler. En azından yarı tanrı olarak tanıdıkları Atatürklerini tanımış olurlar. şahsi hayatıyla ilgili olan konularda Atatürkün en sadık köpeği Falih Rıfkı Ataya inanmak zorundalar, başka seçenekleri yok. Bu arada Atatürkü ve devrimlerini haklı olarak eleştirdiği için yazdıkları yazılar ve şiirler yüzünden neredeyse bütün ömrü hapiste geçen rahmetli Necip Fazıl Kısaküreke rahmet dilemek isterim, boynumuzun borcudur.

    1927de Bünyan dokuma fabrikası hizmete girmiş. Kim kurmuş, nasıl kurmuş diye interneti bir araştırırsanız sadece Mustafa Kemali öven ve araştırmayan hiçbir zaman "acaba böylemi?" diye eleştiren bir yazı bulamazsınız. Bünyan dokuma fabrikasının kuruluşu sansürlenmiştir.

    Nedeni ise Mustafa Kemale karşı çıkan birisinin bu fabrikayı kurmuş olmasıdır. Ama Kemalistler bu fabrikayı Sümerbank iştirakıyle kuruldu diye geçiştirirler.

    şimdi size resmi tarihi tasdikleyen ve Atatürkü "ulu önder" diye uluyan internet sayfalarından bazılarını burda sıralıyorum. Konumuz Bünyan dokuma fabrikası olduğu için sadece dokuma fabrikası ile ilgili yazıları göreceksiniz. Internette arama motoruna Bünyan Dokuma fabrikası diye yazarsanız sizde okuyabilirsiniz:

    http://blog.milliyet.com.tr Hasan Yükselin yazısı. Bünyan fabrikasının tarihini tek tarafsız anlatan gerçek yazı.

    1923 Cumhuriyetin kuruluşundan Atatürkün ölümüne kadar olan dönemde kurulan fabrikaları sıralayan ve bunlarla övünen sayfalar. Bu sayfalar sadece bu fabrikalar listesinini sıralayıp Atatürkü ve cumhuriyet tarihini göklere çıkarmakta ve sonradan bu fabrikalar özelleştirdiği yada kapatıldığı için sonraki hükümetleri hırsızlıkla yada milli varlıkları yabancılara satmakla suçlarlar. Nasıl ve kimin tarafından kurulduğu saklanır. Yalanlarla her zaman olduğu gibi Atatürk yaptı diye -kusura kalmasınlar ama- Falih Rıfkı Atay gibi yalan söyleyerek havlamaktadırlar. Havlamaktan başka bir ifade kullanabilirdim ama bu kadar sadıklık körü körüne sadece köpeklerde bulunur. Insan düşündüğü için gerçeği görene kadar bir ideolojiye, görüşe yada olaya, tarihe sadık olur, sadık kalır. Gerçeği öğrendikten sonra sadık kalmayı bırakır. Işte havlayan sayfalar, bilmiyorlarsa öğrensinler, araştırsınlar.

    www.TURKOMANıA.ORG
    www.sendika18.org
    www.yozgatyenigun.com
    www.cumhuriyettarihimiz.blogspot.de
    www.guncelmeydan.com
    Facebookda sayısız Kemalist sayfaları bulunan vatandaşlar.

    Kayseri Gündem adlı internet sayfası Başkan çalıka'nın "defedilmesi"adı altında 2016da bir yazı çıkarmak istemiş. Adından da tahmin edileceği üzere Bünyan fabrikasının kurucu ismi Rıfat çalıka defedilmiş. Kim tarafından Mustafa Kemal tarafından. Bu sayfa sansürlenmiş, giremiyorsunuz. Hatta ileride Google arama motorundan bile çıkarılır. Sebep yarı tanrımız Mustafa Kemale dokunulduğu için. Arama motoru sadece şu bilgileri gösteriyor. Tıkladığınız zaman giremiyorsunuz.

    www.kayserigundem.com/makale/amp/2931

    23.06.2016 - Kayseri tarihi ile ilgili çalışmalar yapanlar Rıfat çalıka ismini bilirler. ... Kayseri'ye hizmetlerinden ve özellikle de Bünyan Dokuma Fabrikası ..

    Milliyet gazetesinde Hasan Yükselin yazısı Rıfat çalıka ismine biraz ışık tutuyor:

    Alınıtıdır:......................................

    "Kayseri'de bir iplik farikası kurulması gerekliliğini ilk olarak gündeme, Osmanlı Meclisi Mebusan ıV. Dönem Kayseri Mebusluğu ve TBMM ı., ıı., ııı., ıV., V., Vı. ve Vıı. Dönem Kayseri Milletvekilliği yapan Ahmet Hilmi Kalaç gündeme getirmiştir. 30 Eylül 1923 yılındaki açık oturumda özellikle Bünyan şelalesinden faydalanmak için meclise bilgiler sunan Ahmet Hilmi Kalaç, Meclis'in 1 Nisan 1924 tarihli oturumunda, Avrupa'dan birçok parayla satın alınan iplerin Anadolu'da üretilmesini sağlamasının, Anadolu'nun merkezi olan Kayseri'de ve Kırşehir'de iplik fabrikası tesis ederek o havalinin ip ihtiyaçlarını temin etmesinin, söz konusu vekâletin o havalinin ihtiyaçları için ciddî incelemede bulunduğuna delil olduğunu belirterek Kayseri de bir iplik fabrikası kurulması gerekliliğini gündeme getirmiştir.

    Ahmet Hilmi Kalaç'ın Mecliste gündeme getirdiği bu düşünce o dönemde Kayserili bir takım iş adamlarının kafasında yer etmiştir. Bu fikirle bu iş adamları Iplik fabrikası kurmak için o dönemde bir şirket kurmuşlardır. Yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkiye genelinde ekonomiyi canlandırmak ve girişimcileri teşvik etmek için 28 Mayıs 1927 yılında çıkartmış olduğu "Teşvik-i Sanayi Kanunu" da, sözünü ettiğimiz Kayserili bu bir kısım iş adamının bir araya gelerek Bünyan'da fabrika kurma girişimlerine büyük bir destek olmuştur. Bu iş adamları içinde, 1914-1916, 1916-1919 ve 1924-1925 yılları arasında üç dönem Kayseri Belediye başkanlığı yapmış olan Ahmet Rifat çalika vardır. Bu zat aynı zamanda Kayseri ve Civarı Müdafaa-i Hukuk cemiyetini kurmuş ve Ağustos 1915 tarihinde yapılan Bünyan bölgesi tehcir hareketinde aktif görev almıştır. 1920'de de Kayseri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Milletvekili sıfatı ile Milletvekili seçilerek son Istanbul meclisine girerek Mayıs 1920'de TBMM'ne katılarak Adliye Vekilliği (Adalet Bakanı)' de yapmıştır. Ahmet Rıfat çalika ve Kayserili 5 - 6 iş adamının bir araya gelerek kurmayı düşündükleri fabrika, o dönemde karlı bir iş olan halıcılığa yatırımdan başka bir şey değildir. Bünyan'ın el halıcılığının kıymetini bilen bu iş adamları 1924 yılında bir şirket kurarlar. Sanayi ve Maadin Bankası`nın da büyük bir iştirakiyle, Kayseri Bünyan Halı Ipliği T.A.ş. adıyla kurdukları bir şirket ile Bünyan'da Bünyan Iplik Fabrikasının temelini atarak 6 Kasım 1927 tarihinde hizmete açarlar. Aynı zamanda Bünyan'da suyun çok bol olmasından da faydalanan bu iş adamları Fabrika için gerekli enerjiyi de Bünyan'ın suyundan sağlarlar. Teşvik alarak kurdukları bu fabrika ile yerli yapağıları değerlendirerek yöredeki halı tezgâhlarına halı ipliği üretmeyi amaç edinmişlerdir. 1927 yılında bu fabrika faaliyete geçtiğinde Kayseri genelinde bulunan 6 fabrikadan biridir. Diğer beş fabrikanın biri konserve fabrikası, biri müskirat (alkollü içecek), diğerleri de un fabrikasıdır. Bu un fabrikalarından biri de yine Bünyan'dadır. Taşcızadeler'e ait su ile müteharrik ve yüz beygir kuvvetinde günde 4,800 okka un çıkaran bu un fabrikasıyla birlikte Bünyan'ın suyunun o tarihte Bünyan'a sağlamış olduğu katkı göz ardı edilemez olmuştur. Iplik fabrikasının kurulduğu tarihte Kayseri genelinde ki tezgâh sayısı 5080 adet olup senede 15.210 adet çeşitli ebatlarda halı imalatı yapılmaktadır. Böylesine geniş bir iş hacmi olan halıcılığa yatırım yapmak elbette karlı olacaktır. 175.000 TL. Sermaye ile Bünyan da kurulan bu Iplik fabrikasının dokuma tezgâhları kapanmış olan askeri mensucat fabrikasından temin edilmiştir. 1932 yılına kadar Sanayi ve Maadin Bankası'nın iştiraki gözüken fabrikanın şirket müdürlüğünü bu yıllar arasında Ahmet Rifat Bey yürüttü. 1932 yılında Sanayi ve Madin Bankası'nın, Türkiye Kredi bakası ve Devlet Sanayi Ofisi olarak ikiye ayrılmasıyla birlikte Bünyan Iplik Fabrikası'ndaki hisseleri de Devlet Sanayi Ofisine devredildi. Bu devirden sonra fabrika daha da genişletildi, 1933 yılına kadar sadece halı ipliği imal ederken, halı ipliklerinin sert ve lifleri kalın olduğundan piyasada tutunamamış olduğu görüldüğünden bu tarihten itibaren fabrika yeniden yapılamaya gitmiş, on dokuz adet yeni dokuma tezgâhı ile donatılmıştır. Böylece battaniye ve yünlü kumaşta üretilmeye başlanmıştır. Yünlü kumaşları pazarlanabilmesi içinde Haziran 1933 yılında Kazancılar çarşısında fabrikaya ait bir mağaza açılmış ve halka daha kolay ulaşabilmek için o dönem yerli gazetelerde reklamlar verilmiştir. 1934 yılı fabrika için yeni bir başlangıcın dönemidir. 4 şubat 1934 yılında Atatürk Kayseri'yi ziyareti sırasında, akşam vali konağında kurulan sofrada Atatürk'e Kayseri'de olup biten işler ile gelişmeler anlatılır. Daha sonra Genel Kurmay Başkanlığı'na yükselen Abdurrahman Nafiz (Gürman) Paşa, Bünyan Dokuma Fabrikası'nın gösterdiği gelişmeden ve ordunun er kumaşı gereksinimini karşılamaktaki katkılarından bahseder. Atatürk memnun olur ve fabrikanın başında kimin bulunduğunu sorar : "Kayseri eski milletvekili Rifat" adını duyunca reaksiyon gösterip bir dönem Adalet bakanlığı da yapmış olan bu şahsın birinci mecliste kendisine sert biçimde muhalefet etmiş bir kimse olduğunu söyleyerek Bünyan Iplik Fabrikası Müdürlüğünden derhal alınmasını ve uzaklaştırılmasını emretmiştir. Fakat Rifat Beyin devlet memuru olmaması, fabrikanın ortaklarından olması dolayısıyla istifa etmesine rağmen tamamıyla bir uzaklaştırma gerçekleşmemiştir. Bu olaydan kısa bir süre önce 13 Teşrinievvel (Ekim) 1933' te fabrikanın tasfiye edilerek satılması için karar alınmış olup, bu olay tasfiyenin hızlanmasına yol açmıştır. 1 Mart 1934 yılında tekrar toplanan bu heyet Kayseri, Ankara, Istanbul ve Izmir gazetelerinde ara ara ilan vermişlerdir. Ilanlardan bir süre sonra, Kayseri Gazetesinin 14,17 Mayıs 1934 tarihi nüshalarında ilan edilen davet üzerine, 7 Haziran 1934 tarihinde daha önce oluşturulmuş olan tasfiye heyeti komiser sıfatıyla hazır bulunan Kayseri Ziraat Müdürü Recep beyin gözetimi altında toplantı yapmıştır. Toplantı sonucu bir tasfiye raporu tutulmuş fabrikanın tasfiye edilerek tek müşteri olan Sümerbank'a satılması yönünde oy birliği ile karar alınmıştır. Satışa karar alınan gayrimenkul ve alet edevat şu şekilde listelenmiştir.

    1-Fabrika bina ve arsaları 2-Fabrika ambar ve garajı 3-şirketin Kayseri merkez binası 4-Alât ve edevatı müteharrike (hareketli, devingen)) 5-Alât ve edevatı sabite 6-Istimaline (eskimiş)lüzum görülmeyen eşya. 7-Demirbaş eşya

    Tüm bu gayrimenkul ve eşyalara o tarihte 150 bin lira gibi bir ihale bedeli gösterilmiştir. Bunların dışında fabrikanın alacak verecek gibi çeşitli varlıkları da şu şekilde listelenmiştir. 1-Kasa ve bankalardaki mevcut nakit. 2-Ambar ve makine üzerindeki mevaddı iptidaiye (benzeri olmayan varlıklar) 3-Fabrikanın Kayseri ve sair satış mahallerindeki mamul emtiası mevcudu. (Mevcut ticari mallar) 4-Bazı alacak ve borçlar. Bunların yekûnu 71 bin lira civarındadır. Bu miktar ise Sümerbank'ın fabrikadan alacağının bir kısmına karşılık gösterilmiştir. Bunların dışında Sümerbank'ın hisselerini de kattıktan sonra fabrikanın toplam değeri 758.868 lira gibi bir değere ulaşmış. Tüm alacak ve verecekler hesaplandıktan sonra, fabrikanın en büyük hissedarı Sümerbank'ın toplam alacağı karşılığında 30 Nisan 1934 tarihli tasfiye bilançosu tastik edilerek 1 Mayıs 1934' den beri Sümerbank'ın işletiminde bulunan fabrika, 7 Haziran 1934 tarihinde bu heyetin almış olduğu karar ile tamamı ile Sümerbank'a devredilmiştir."

    -------------------Alıntının sonu-----------------------------------------------------------------

    Ahmet Rifat çalika Mustafa Kemale neden muhalefet yapmışda Mustafa Kemal onu hemen kendi sahip olduğu fabrikanın başından uzaklaştırmış ve fabrikaya el koydurmuş. çokca methedilen Sanayi ve Maadin Bankası`nın bu 6 işadamlarına katkısı hiç biryerde değinilmez. Alınılan kredi ne kadardır, hiç bir yerde rastlayamazsınız. Kemalist vesayetin sansürü yüzünden Ahmet Rıfat çalıka unutturulmuştur. Bünyan dokuma fabrikası Mustafa Kemalin diktatörlüğü yüzünden Mustafa Kemalin bir eseri gibi bugüne aktarılmıştır. Ahmet Rifat çalika 1.Dönemde TBMM Adalet Bakanlığı yapmış, sonra Mustafa Kemalin seçtiği kişiler arasında olmadığı ve muhalefeti yüzünden yanlızlığa itilmiştir. Hatırlayalım TBMM 1.Dönemde 2 siyasi grup vardır. Birinci grup Mustafa Kemalin başını çektiği ve onun yakın arkadaşlarının oluşturduğu gruptur. Bu grupta bütün kendisi gibi ateist insanlar yer almakatadır. Bu kişiler Batı delileri Ali Fethi Okyar, Yakub Kadri Karaosmanoğlu, Yunus Nadi, Mustafa Kemalin sadık köpeği Falih Rıfkı Atay gibi insanlardır. 2. Grup ise dinini savunan, Batı devrimlerine şiddetle karşı çıkan ve bu yüzden asılan,öldürülen, hapsedilen, sürülen, polis tarafından adım adım takip edilen kişiler vardı. Mesela milli şair Mehmet Akif Ersoy, Kazım Karabekir paşa, Mustafa Kemalin sadık köpeği Ismail Hakkı Tekçe tarafından öldürülen Trabzon milletvekili Ali şükrü Bey, Hüseyin Avni Ulaş vesaire gibi muhazafakar geleneklerine bağlı kişiler. Bilindiği gibi 2.Grup Lozan anlaşmasında verilen tavizler yüzünden şiddetle karşı çıkmış ve bedel ödemiştir. Bu 2.grupta maalesef Ahmet Rifat çalika'da vardır. Ahmet Rifat çalika'nın milliyetçiliği, muhafazakarlığı ve dindarlığı yüzünden çektiği çileleri buyrun www.ahmetturanalkan.net adlı sayfadan öğrenelim:


    Ahmet Rifat çalıka'nın hâtırasına saygı

    Ahmet Rıfat çalıka, Birinci Meclis'in Adliye vekili. Henüz 27 yaşındayken Kayseri Belediye reisliği yapmış, 33 yaşında da Kayseri vekili olarak ilk Meclis'te bulunmuş; mecliste "kader" onu "Ikinci grup" saflarına sürükleyince, ikinci meclise seçilememiş. çoğumuzun bilmediği bu garip hikâye böyle başlıyor.

    Ahmet Rıfat Bey'in hâtıraları, oğlu Hurşit çalıka tarafından 1992 yılında, kendi gayretleriyle yayınlandı; basıldığı matbaanın adı yok. Kitabı bilen de yok. Internette sadece Taraf'ta Ayşe Hür'ün yazdığı bir yazı kapsamında adı geçiyor. Bir nevi mâlum meçhûl!

    Kitapta, çalıka'nın kendi kaleminden çıkan metinlerle tesadüfen ve keyfe mâ-yeşâ karşılaşıyoruz desek yeridir. Oğul Hurşit çalıka, hâtırâtın lüzum görmediği yerlerini yayından çıkarmış; uygun gördüğü yerlerde babasının davranışlarını izah eden, savunan notlar ilâve etmiş ama bu haliyle bile yine de çok önemli bir kaynak sayılır. Eğer Hurşit Bey veya onun vârisleri yaşıyorsa, bu kaydadeğer eserin ilmî usûllere göre yeniden yayınlanması ve bu esnada kırpıntı-kesintiye yer verilmeden aslî imlâsına riayet edilmesini, yakın tarihimiz adına kendilerinden hasseten ve önemle ricâ ederiz.

    Ahmet Rıfat Bey, devrin tâbiriyle siyaseten "menkup" (Gözden düşmüş, ikbâli kararmış) hale geldikten sonra resmî görev kabul etmeyerek memleketi Kayseri'ye çekiliyor ve hayatının hatâsını yapıyor; zira resmi göreve isteksizlik, gizli niyet ve fesat peşinde olduğunun karînesi sanılacaktır. Hayli zaman sessiz ve işsiz kaldıktan sonra 1927'de Bünyan ilçesinde ortaklarıyla beraber bir yün iplik fabrikası kurmaya teşebbüs ediyor; bu fabrikanın hisseleri zamanla Sümerbank tarafından satın alınıyor fakat Rıfat Bey fabrika müdürü olarak görevinde kalıyor ve istemeden de olsa devlet memuru statüsüne geçiyor.

    1934 yılında Atatürk'ün Kayseri ziyareti esnasında akşam sofrasında Bünyan fabrikası ve Rıfat Bey konusu gündeme gelince sofradakilerin ifadesine göre Atatürk, Rıfat Bey'in mecliste kendisine muhalefet edenlerden olduğunu belirterek "Defedin" meâlinde bir emir veriyor. Ertesi gün Kayseri valisi Nazmi Toker, Rıfat Bey'i makamına çağırtıyor, fabrikadaki görevine ilaveten Kızılay Başkanlığından da istifa ettiğine dair bir kâğıt imzalattıktan sonra yazıyı alelacele istasyona yetiştirip, emrin yerine getirildiği tekmilini veriyor.

    Oğlu Hurşit Bey, her ne kadar babasıyla Atatürk arasındaki iyi ilişkileri savunmak gibi bir tutum içinde olsa da o günleri şöyle anlatıyor: "O günlerde babamın ciddi şekilde hayatından endişe ettiğini ve bazı dostlarının uyarısı ile Cumhurbaşkanlığı genel sekreterliğine 'Cezamı kâfi görün' anlamında bir mektup yolladığını anımsıyorum. Bu olayın ertesi gününden başlayarak önemli bazı tarihi belge ve notlarını yakmış olduğu da hatırladıklarım arasındadır (s.163)."

    Ne var ki hikâye burada bitmiyor: 1938'e kadar Rıfat Bey, Kayseri Vilayeti ve polisinin sıcak (!) ilgisine mazhar kalıyor. Bu arada 3,5 yıl önce ayrıldığı fabrikanın 9 bin liralık emlâk vergisi için adresine haciz memuru yollanıyor; o tarihte lise talebesi olan oğlu Hurşit'in Kayseri meydanındaki Atatürk heykelini müzeye kaldıracağına dair iftiralarla yüzyüze geliyor. Talas'taki evine, Erzincan felaketzedelerinin iskânı adına el konuluyor, vs, vs...

    1 Ağustos 1937'de şöyle yazıyor defterine Ahmet Rıfat Bey: "Hergün nefsime karşı biraz alçalıyorum, küçülüyorum. Bakalım bu durum mezarın çukuruna kadar sürecek mi? şerefli ölüm: Neredesin? çocuklarımı yetiştirme sorumluluğu üzerimde olmasa!.." Neydi acaba Rıfat Bey'e şerefli ölümü özlettirecek baskı ortamı?

    Ahmet Rıfat Bey 1962'de vefat edene kadar siyasetle hiç ilgilenmemiş bile; aradan geçen 50 sene, itibarının iadesi için artık kâfi değil midir aziz Kayserililer?"

    -------------------Alıntının sonu..........................................................................

    Konumuz dikkat ederseniz Mustafa Kemalin olmayan sanayisi. Batı yanlısı görüşü olmadığı, Milletin çıkarlarını düşünen ve bu yüzden Mustafa Kemale muhalefet yapmış bir kişinin hayatı karartılıyor. Ne yazıkki Cumhuriyet döneminde Ahmet Rıfat çalıka gibi sayısız insanlar vardır. Mustafa Kemal eğer insanların hayatlarına ve Millet için yapılanlara biraz saygı gösterseydi, Ahmet Rıfat çalıkayla olan geçmişini unutur ve Ahmet Rıfat çalıkayı rahat bırakırdı. Fakat yeniden tekrarlıyorum Mustafa Kemal ne demişti:
    "Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkûmdurlar. Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Onun için önce din ve namus telâkkisini(zihniyetini) kaldırmalıyız. Partiyi, bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz. Bu suretle kalkınma kolay ve çabuk olur.."
    Kaynak: Kazım Karabekir Anlatıyor, Yayına Hazırlayan: Uğur Mumcu, Tekin Yayınevi, Ankara 1993, sayfa 83, 84.
    Bu sözleri daha çok tekrar edeceğim, çünkü Mustafa Kemalin kalkınmadan anlayışı budur. Mustafa Kemalin inancı, dinine, namusuna bağlı insanları devlet yönetiminden ve üst düzeyden uzaklaştırmak ve onların hayatını zindan etmekti. Burada görüyoruzki Mustafa Kemal ölene kadar (ki Mustafa Kemal Kayseriyi -okuduğunuz gibi- ölmeden 4 yıl önce ziyaret etmiş) dinine bağlı insanları takip ettirmiş ve hayatlarını yaşayamaz hale getirmiştir. Tarihle biraz ilgilenen insanlar bilirler ki, Mustafa Kemal'e muhalefet eden bütün insanlar bastırılmış, vatanı terketmiş, hapislerde hayatını sürdürmüşlerdir. Ne zamanki Mustafa Kemal ölmüştür, o zaman insanlar baskıdan biraz kurtulmuş vatanlarına geri dönmüşlerdir. Bunların arasında milli şair Mehmet Akif Ersoy, yazar Halide Edip Adıvar, Enver Paşanın oğlu gibi vesaire binlerce ünlü kişi gelmektedir. Bünyan dokuma fabrikası Atatürkün ve Cumhuriyetin eseri değildir. Bunu bilerek söyleyenler şerefsizdir, yalancıdır. Bilmeden sallayan Kemalistler yada vatandaşlarsa Kemalist devletin kurbanıdırlar.

    Kocaman yalanların üzerine kurulmuş bir Cumhuriyet tarihimiz var. Ben övünemiyorum araştırdıkça, okudukça utanç duyuyorum. Darısı bizim Kemalistlere. Anıtkabiri, Mekkedeki Beytullah gibi kıble edinen ateist kesime. Ateist ama aynı zamanda milliyetçi, tarihine ve başka insanların inançlarına saygı duyan kişiler gerçek tarihi öğrendikten sonra artık bu utanç binası olan Anıtkabiri kıble olarak görmekten vazgeçerler.

    Gelelim Bursa dokumacılık Fabrikasına. 1 Ekim 1925'te temeli atılan Bursa Dokumacılık Fabrikası (Ipekiş) 1927 yılında hizmete açılmıştır. Ipekiş, Kültürpark'ın bitişiğinde 32 dönüm arazi içinde, tarihi binalarıyla müze gibi bir kuruluştur. Atatürk'ün 1925 yılında tesisin yapımı için ilk adımı attığı bina idari binadır. Ipekiş Mensucat Türk A.ş. Cumhuriyetin ilanından 2 yıl gibi kısa bir süre sonra Bursa yöresinin ipekböcekçiliği ve koza üretiminin değerlendirilmesi amacıyla Atatürk'ün talimatıyla kurulmuştur. 1 Ekim 1925 tarihinde temellerini Atatürk'ün kendi elleriyle attığı Ipekiş fabrikası; Türkiye Cumhuriyeti'nin sanayiye öncülük eden ilk fabrikası olarak bilinmektedir. O dönemde anonim şirket yapısıyla kurulan Ipekiş; aynı zamanda Cumhuriyet tarihinin ilk ihracat yapan firmalarındandır. Bursa'yı her zaman bir sanayi memleketi olarak gören, her fabrika açılışında duyduğu mutluluğu dile getirmekten çekinmeyen Atatürk bu gelişinde "Bursa Dokumacılık ve Trikotaj A.ş."nin açılışına da katıldı. Onun talimatıyla açılan ve yine onun talimatıyla daha sonra adı Ipek-Iş olarak değiştirilen fabrikanın amacı Bursa'nın ipekböcekçiliği ve koza üretiminin değerlendirilmesiydi. Atatürk daha sonraki gezilerinden birinde bu fabrikayı yeniden ziyaret edecek ve bugün fabrikanın başköşesinde itinayla korunan anı defterine şu satırları düşecekti: "Ipekiş Fabrikası'nda gördüklerimden çok sevinç duydum. Gazi M. Kemal 19.01.1933"

    Kaynaklar:
    Bursa ipekiş şirketinin internet sayfası,
    www.dergibursa.com.tr internet sayfası
    www.bursaworld.com internet sayfası
    başka Bursa tanıtım internet sayfaları

    Osmanlı dokumacılık Tarihini inceleyen Ayhan Aktar'sa Bursanın gerçek dokumacılık tarihini ve daha doğrusu ipekçiliğin nasıl meydana geldiğini şöyle anlatır.

    Özetle 2.Abdülhamitin Yıldız Sarayının giysi ihtiyacını karşılamak için Bursada ipek böcekciliği yetiştirilmesinin temeli atılır. Fransa ve Osmanlı tabiisi olan Ermeniler ve Rumlar ortaklaşa ipek ipliği dokumasını geliştirirler. Yerli Bursa halkı ipek kozalarının üretimini Ermeni ve Rum şirketlerse ipliğe dönüşmesini sağlar. Fransız şirketleri Bursa ipliğini Fransaya götürüp ipek kumaşı üretir. Mudanya - Bursa demiryolunu Fransızlar ipliği daha çabuk Fransaya götürebilmek için kendileri inşa ederler. şimdiki Ipekiş dokumacılık fabrikası aslında 2.Abdülhamitin eseridir. Ipekişin kuruluşu aslında 1910da başlar. Daha Mustafa Kemal ortada yokken, kimse tanımazken.

    -------------Alıntıdır----------------------------------------------------
    1908den sonra kurulmuş olan Osmanlı anonim şirketlerinin listesi incelendiği zaman ...Bursa Mensucat-ı Osmaniyye Anonim şirketi(1910) ...isimli şirketlerdir.Bu şirketler ...Inegöllüzade Hacı Saffet Bey'in girişimi ile kurulmuştur...Kurucuları arasında T.C. 3.Cumhurbaşkanı Mahmud Celal(Bayar) da vardır...Bölgenin dış dünya ile ilişkileri ise filatür(ipek böcekciliğiyle ipek ipliği kazanılması) fabrikalarının ürettiği ham ipek ipliğinin Fransa'ya ihraç edilmesi nedeniyle tek yönlü olarak Marsilya'ya(bir Fransa şehrine) bağlıdır. .. Bursa Mensucat-ı Osmaniyye Anonim şirketi 18 el tezgahı ve 6 modern dokuma tezgahı ile faaliyete geçer. Ama Ermeni ortaklarla olan ihtilaflar yüzünden ve savaş yıllarında birçok tezgahın sahiplerinin ortadan kaybolması nedeniyle bu şirket de beklenen gelişmeyi gösteremez....Gemicilik işinin tasfiyesinden sonra sadece dokumacılık işi devam eder. 1925 yılında ise şirketin ünvanı değişir ve Bursa Dokumacılık ve Trikotaj A.ş haline dönüşür. 1930 yılına ise şirketin mali durumunun bozulması nedeniyle Iş Bankası tarafından satın alınır. Bugün halen faaliyette olan Ipekiş Fabrikası bu şirketin devamıdır. Bu 2 şirktein kuruluşunu örgütlemiş olan Inegöllüzade Hacı Saffet Bey ise önce Osmanlı itibarı Milli Bankasının Bursa şubesi müdürlüğüne ve daha sonra da Iş Bankasının müdürlüğüne getirilir

    -------------Alıntının sonu------------------------------------------

    Bütün tarih, Kemalistler, hatta Ipekiş fabrikası bile bu fabrikanın kuruluşunu Mustafa Kemalin üstüne yıkar. Yarı tanrı olarak tanrılaştırılan Mustaf Kemal sayesinde fabrikanın esas kurucusu Inegöllüzade Hacı Saffet Bey bile Ipekiş fabrikası tarafından neredeyse inkar edilmektedir. Hatta Atatürkün anı defterine yazmış olduğu 5 kelime adeta mübarek diye saklanmaktadır. Fakat Inegöllüzade Hacı Saffet Beyden tek kelime edilmektedir. Ben ne diyebilirim. Gerçek tarihi saklayın bakalım, çarpıtın, sahtekar bir kahramanı yüceltin tanrılaştırın bakalım. Herhalde bir bin yıl daha yüceltirsiniz sahtekar kahramanımızı.

    şimdi bu Mustafa Kemalin itinayla saklandığı anı defterinin benim gözümde hiç bir değeri yoktur desem haksız değilmiyimdir. En önemsiz hatıralarının saklandığı Mustafa Kemalin neredeyse her hareketinin yüceltildiği haklı bir şey midir acaba?Eğer gerçekten yukarıda saydığım bütün sanayi hamleleri Mustafa Kemalin olsaydı ben evet yüceltilmesi gerekir derdim. Ama Kemalistler sayesinde yalanla,düzenbazlıklarla,sahtekarlıklarla her yapılan şeyi Mustafa Kemale yamandığını öğrenince, esas kahramanlara haksızlık yapıldığını görünce büyük bir oyunun entrikanın karşısında olduğunu görüyorum. Zaten Mustafa Kemal çıkarttığı gazetelerde (Cumhuriyet,Ulus, Hakimiyeti Milliye) kendini ve yaptıklarını övdürte övdürte Milletin kafasına Kemalist ideolojiyi ve kendisinin güya büyüklüğünü çekiçle çivilemiştir.

    Görüldüğü gibi Bursa dokumacılık fabrikası eski ismiyle Bursa Mensucat-ı Osmaniyye Anonim şirketinin kurulmasında Mustafa kemalin zerre kadar payı yoktur. Ipekçilik teknolojisi yine kemalistlerin ezeli düşmanı saray baykuşu, kızıl sultanın eseridir.

    Kemalistlerin kıvançla bahsettiği ipek ipliği ihracatı da Osmanlıda zaten vardır, Cumhuriyetin eseri değildir. Bana inanmak istemeyenler ipekçilik tarihini Ayhan Aktar'dan öğrenebilirler.

    Dış borç alınmadan yatırım yapıldı diyenler için ne kadar ve nasıl kredi alındığına dair bir kaç kaynak belirtiyorum.

    -------------internetten alıntılar--------------------------------

    1930-1933 döneminin kayda değer ekonomik olaylarından biride, 1930 yılında Cumhuriyet devrinin ilk konsolide dış borçlanmasının yapılmasıdır. Bir Amerikan şirketinden kibrit tekeli karşılığında %6,5 faiz ve 25 yıl vadeyle 10 milyon dolar (21 milyon T.L.) alındı. Kaynak: Yahya S.Tezel Türkiye'nin 1931 ve 1932 yıllarındaki dış kredi arayışları Sovyetler Birliğiyle yapılan bir kredi ve teknik yardım antlaşmasıyla olumlu bir sonuca vardı. 8 milyon altın dolar olan kredi faizsiz ve 20 yılda geri ödenecekti. Düstur, c.XVA, üçüncü tertip, Ankara 1934, s.475. 1936 yılında Ingiltere'den 10 yıl vadeli, %5,5 faizle 3 milyon sterlin tesis kredisi alındı. Geri ödeme ihraç ürünleriyle yapılacaktı. Bir süredir Ingilizlerle kurulan iyi ilişkiler 10 yıl vadeli 13 milyon sterlinlik bir dış kredi teminini sağlamış ve 1936 yılında Kral 8. Edward'ın Atatürk'ü ziyareti ile yeni bir boyut kazanmıştır. Boğazların savunulması için kullanılacak silahların Ingilizlerden satın alınması ve bazı kamu kuruluşlarında Ingiliz uzmanların kullanılmaya başlanması bu iyi ilişkilerin sonucudur.

    Sanayinin olmazsa olmazı olan demir-çelik üretimi Cumhuriyetin ilk 14 yılında unutulmuştur, daha doğrusu önemini anlayan kimse bulunamamıştır. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinin ilk kalkınma planı Sovyetler Birliği ve ABDye yaptırılan raporlara bakılarak hazırlanmıştır ve milli değildir. Bu ilk kalkınma planı 1934de yapılmıştır ve demir-çelik üretilmesi bu planda yoktur. Bu kalkınma planının mecburiyeti acemice,plansız, projesiz yapılan işlerin meydana getirdiği ekonomik bozuklukluğun anlaşılmasından meydana gelmiştir. Bu ekonomik bozukluk yaklaşık her şeyi ithal etmekten ve bunula gelen döviz ihtiyacından ortaya çıkmıştır. Sovyetler Birliğinin Türkiye için yaptığı kalkınma planında sadece dokumacılık, maden çıkarma, cam üretimi ve kimyadan(klor,fosfat ve asit üretimi) ibarettir. O kadar acemi planlar yapıldığı demir-çeliğin önemini bile anlamamış olmalarıdır. Ve demir-çelik üretimini ilk kalkınma planına almamış olmalarıdır. Ilk olarak kurulan demir-çelik fabrikası Karabüktedir ve Ingilizlere tanınan imtiyazlar sayesinde Ingiliz kredisi ve Ingiliz şirketleriyle kurulmuştur.

    Karabük demir çelik fabrikası için önderlik yapan Kazım Karabekir Paşa Kemalistlerin düşmanı olduğu için pek bilinmez ve bir çok unutturulan kahramanlar gibi de çarpıtılan tarihimizde bahsedilmez. Karabük demir çelik fabrikası 1937de kurulmuştur yani Atatürk ölüm döşeğindeyken. Peki demir olmadan nasıl bir sanayiden bahsedilebilir diye birileri soru sorarsa Mustafa Kemalin sanayisi demirsizde kurulur, çalışır derler Kemalistler. Hani yeni birbirini seven sevgililer derler ya "işimiz yok, paramız yok, olsun biz havadan sudan aşkımızdan besleniniriz" derler. Kemalistlerde dokumacılıkla, madenle,camla besleniriz demire, paraya ihtiyacımız yoktur diyorlardı ve diyorlar herhalde. Yeterki Atatürkü yüceltelim, göğe çıkartalım, ışıklanalım, ışıklandıralım. Nasıl bir ışıksa herhalde cehennem ışığı olmalı. Neyse konumuz değil. Bütün yapılan işler zaten yabancı firmalar sayesinde yaptırıldığı için yabancı şirketlerde ihtiyacı olan demiri kendi ülkelerinden getiriyorlardı. Karabük demir çelik fabrikası 13 milyon sterlinlik Ingilizlerden alınan krediyle Ingilizlere kurdurtulmuştur. Mesela demiryolu yapılmasında kullanılan demiryolu demirini Almanya kendisi Almanyadan getiriyordu.

    Konumuz 1928de Istanbul Bomonti mahallesinde kurulan Yeni mensucat fabrikasına dönelim. Istanbulda Bomonti semtinde (bir başka adı Feriköy) kurulduğu bahsedilen ve bilinmediği için büyük bir sır teşkil eden Yeni Türk Mensucat Fabrikası hakkında internette çok az bilgi mevcut. Internette bu kuruluşa sadece Erol Tümertekin adında bir yazar "Istanbul, insan ve mekân" adlı kitabında bahseder. Burada da sadece bir kaç kelimeyle bahsedilir. Bu kitaptan alıntı şöyledir "1926da Yenen şark çikolata fabrikası Ergenekon Caddesinde, Yeni Türk Mensucat Fabrikası (Feriköy)Kuyulu Bağ Sokağında, Nestle çikolata Fabrikası Feriköy Fırın Sokakta faaliyete geçti."

    Ismail Bilen, "Istanbul hemşerileri" adlı kitabında bir Istanbulludan bahsederken "Bir oğlunu, daha 18'inde, Hereke Fabrikası'nda, transmisyon kayışı kaptı. iki oğlu, bir kızı kaldı Dokurların(Dokurlar ailesinin). Onlar da dokumacı kızları, Bomonti Dokuma- Fabrikasi'nın kimya-boya atölyesinde çalışır." Burda da anlaşılıyorki fabrikanın kimya-boya atölyesi varmış.

    Istanbulu tanıyanlar yada eski Istanbulun eski nüfus dağılımını bilenler Istanbul Bomonti mahallesinin büyük kısmının aslında Ermeni ve Rum mahallesi olduğunu bilirler. Aynı zamanda Osmanlıda sanayi erbabı ve sanatkar insanların çoğunun Ermeni ve Rum olduğunu bütün tarih kitapları yazar. Büyük bir ihtimalle savaştan yeni çıkmış Türkiyede Yeni Türk Mensucat fabrikasınıda Ermeni asıllı bir iştirakcı kurmuştur. Sonraki karşılıklı gerçekleştirilen Türk-Rum mübadelesinden sonra ve 1925den sonra Ermenilerin Türkiyeyi terk etmetsinden sonra bu işletme sahipsiz kalmış ve unutulmuştur. Bu benim tahminimdir. Aslında işin garip olan tarafı bütün Kemalistlerin ve CHP yanlılarının yada üyelerinin ve onlara ait internet sayfalarının bu fabrikanın geçmişini araştırmamaları ama övgüyle sadece kendileri kurmuş gibi böbürlenmeleridir. Zaten Kemalistlerden başka bir şey beklenemez. Sadece bu kuruluşları bir liste halinde sıralarlar ve gururlanırlar. Bu listeyi de kim hazırladı da Bomonti mensucat fabrikasını listenin içine koydu o da meçhuldur.

    Bir sonraki konumuz olan Gaziantep Mensucat(dokuma) Fabrikasına gelelim.

    Kemalist kaynaklar 1928de Gaziantep dokuma fabrikası işletmeye açıldı diyorlar, heryerde rastlanan güya gurur listelerinde, Cumhuriyetin yalancı eserlerinde.

    Gaziantep dokuma fabrikası'nın geçmişini en iyi anlatan kendisinin kurduğu özel kolejdir.

    ------------------------------Alıntıdır--------------------------------------------------

    Cemil Alevli, 17 Ekim 1901 yılında Gaziantep'te doğdu. Babası Ali Veli oğullarından Mustafa Remzi Efendi, annesi Ibrahim Beşezade Sait Ağa'nın kızı Hatice Hanım'dır. Cemil Alevli, Balıklı'da bulunan Mahmudiye Okulu'nu ve ardından Numune Rüştiyesi'ni bitirir. Eğitimini lise düzeyinde eğitim veren ve daha sonra adı Ticaret Idadisi olarak değiştirilen Aynül Maarif'te sürdürür. O'nun tekstile yönelik ilgisi çocukluk yıllarında başlar. O dönemde Ermeni ustaların tek elinde olan dokumacılıkla ilgili ilk bilgileri ücretini ödeyerek bir Ermeni ustadan öğrenir. Kendisini geliştirmek için Mehmet Ustanın dokumahanesinde çözgü çözer, desen hazırlar. 19 yaşında olan Cemil Alevli Gaziantep Savunması yıllarında Balıklı Cephesi'nde görev yapar. Daha sonra kentte bulunan çocuk ve kadınların Tekirsin Köyü'ne nakledilmesi görevini ve bu kafilenin savaş bitene kadar güvenlik sorumluluğunu üstlenir. Gaziantep'te Kurtuluş Savaşı'nın etkileri ağır olmuş, kent adeta harabeye dönmüştür. Savaş sonrasında birçok sanat dalını ellerinde bulunduran azınlıklar Gaziantep'i terk etmişlerdir. Gaziantep'in kalkınması için yeni eğitimli kadrolara ihtiyaç vardır. Cemil Alevli'nin dayısı Ali Beşe Mustafa Kemal'in yurt çapında başlattığı eğitim ve öğrenim için Avrupa'ya gençleri gönderme programı çerçevesinde 1922'de Il Özel Idaresi bütçesinden eğitim için Almanya'ya gitmek isteyen gençler arasından seçim yapar. Cemil Alevli, Ömer şefik Ersoy, Faik Özbal'ın tekstil eğitimi, Abdullah Arsan, Mehmet Atay'ın makine ve elektrik eğitimi, Kilisli Sabri'nin deri sanayinde eğitim görmeleri kararlaştırılır. Kılıç Ali'nin desteğiyle bu 6 genç 3 ayı aşkın uzun ve yorucu bir yolculuğun ardından Almanya'ya varırlar.

    Cemil Alevli önce Fokland Greiz Yüksek Tekstil Okulu'nda sonra da Aachen Prusya Mensucat Okulunda öğrenimini tamamlar. Tekstil mühendisi olarak Gaziantep'e döner. 1926 yılında Istanbul hâkimlerinden Mehmet Ali Kavadar'ın kızı Mehlika Hanım'la evlenir ve Nüket, Oktay, Ayla adında üç çocuğu dünyaya gelir. Bir süre Iktisat Vekâleti'nde Heyeti Fenniye'de çalışır. Ama asıl amacı, çocukluğundan beri hayali olan bir iplik fabrikası kurmaktır. Büyük sermaye gerektiren bu yatırım için Cemil Alevli değişik iş kollarında 7 yıl sürecek olan zorluklarla dolu hayatına başlar. Bu 7 yıllık süreç Gaziantep'in yeniliklerle tanışma sürecidir. Zeytin üretiminde büyük bir potansiyele sahip olan Nizip'te zeytinyağı üretimi yapacak bir şirket kurarak ilk ihracat denemelerini gerçekleştir. Özellikle şişe ambalajının o dönemde Gaziantep'e girişi ve ürünlerin bu ambalajla yurt dışına gönderilme denemeleri Cemil Alevli'yle başlamıştır. Ancak yeterli desteği bulamayan Cemil Alevli Arıl Köyü'nde kurulan yağ fabrikasındaki ortaklığından ayrılarak farklı işlere yönelir.

    Cemil Alevli henüz Almanya'da öğrenciyken dönemin Gaziantep Milletvekili ve Iktisat Bakanı Ali Cenani ile mektuplaşır. Ali Cenani Gaziantep'te bugünkü adı Sümerbank olan Maadin Bankasının Türkiye'de kuracağı mensucat fabrikasıyla ilgili kendisinden araştırma yapmasını ve proje geliştirmesini ister. Cemil Alevli o dönemde son sınıf öğrencisidir ve gerekli araştırmaları yaparak kurulması planlanan fabrikayla ilgili projeleri geliştirerek Ali Cenani'ye gönderir. Iktisat Bakanı Ali Cenani'nin o zamanki Sanayi ve Maadin Bankası'nın iştiraki ile bir dokuma fabrikası (Sümerbank) kurmak üzere Cemil Alevli'nin dahil olduğu bir komisyonla bir anonim şirket kurulur. Fabrikanın temeli bugünkü Maanoğlu Köprüsünün yakınındaki bir araziye büyük bir törenle atılır. Ne yazık ki Ali Cenani Bey'in bakanlıktan alınmasıyla birlikte proje başka bir kente kaydırılır. Dinamik, vizyon sahibi bir genç olan Cemil Alevli Dunlop Lastikleri ve Standart Oil Company'ye (Mobile Oil) 1927'de bayilik almak için başvurur. Hiçbirşeyi olmayan bu gence "biz kasalı ve masalı bayi arıyoruz" diyerek reddederler. Daha sonra bayilik verdikleri kişinin başarısız olması nedeniyle o zaman ki ismi Standart Oil Company olan Mobil firması bizzat kendileri müfettişlerini yeniden göndererek bayilik teklif eder ve bütün güneydoğu bayiliğiyle beraber Dunlop lastikleri bayiliğini de Cemil Alevli'ye verirler. Yıl 1930 10 Ocak, Cemil Alevli bilançosunu yaparken 30 bin lira kar ettiğini görür. Acaba yanılıyor muyum diye tekrar tekrar kontrol eder, bu suretle Cemil Alevli hayalindeki tekstil fabrikasını kurmak için gerekli olan sermayeye ulaşmıştır.

    Bu süreç Cemil Alevli için meşakkatli bir çalışma sürecini başlatır, ama elde ettiği başarı onun hayallerindeki projesini gerçekleştirecek olan gerekli sermayenin oluşmasını sağlar. Cemil Alevli hayalindeki fabrikayı kurabilecek ekonomik güce eriştiğinde 1933 yılında Veliç Iplik Fabrikasını kurar. O dönemde dokuma için gerekli iplik Ingiltere ve Hindistan'dan ithal edilmektedir. Cemil Alevli Almanya ile Avusturalya'dan satın aldığı makinaları Gaziantep'e getirir. O tarihte Narlı Istasyonuna gelen makinaları indirecek vinç bile yoktur. 1933 yılında Gaziantep'te Velic Iplik Fabrikası bin bir güçlükle 1000 iğlik bir tesis olarak kurulur. Sonra genişletilerek iğ sayısı 2.200 iğe çıkarılır. Üç vardiyayla çalışılan fabrikada yılda 300 ton pamuk işlenir. 300 ton iplik üretilir. Ayrıca çırçır bölümü de olan fabrikada 200 işçi çalışır. Istanbul'da Santral Mensucat, Adana'da çukurova Mensucattan sonra Türkiye'de ilk Gaziantep'te Soymer Dokuma ve Velic Iplik Fabrikaları kurulmuştur.

    Velic Iplik Fabrikası ilk dönemlerinde adeta bir halk eğitim merkezi gibi çalışır. Bu alanda kalifiye eleman bulunmadığı için işçilere iş öğreten bir okul gibi eğitim verir. Günümüzde faaliyette bulunan birçok tekstil fabrikasının usta ve ustabaşı, Velic Iplik Fabrikasında yetişmiştir. Dünya ekonomik krizinin etkileri her alanda görülürken devlet mevcut sanayinin korunmasına dair kararlar almaktadır. Cemil Alevli 1937 yılında yeni bir tevsi (büyüme) atılımı yapmak ister. 1938 yılında zamanın hükümeti Adana'nın ötesinde genişlemeye müsaade etmez ancak eski makinaların kırılarak o miktarda yenilerinin alınması koşuluyla büyümeye müsaade eder. Cemil Alevli Adana'dan eski makinalar satın alarak onları imha eder ve o sayıda makine getirtmekle tevsiyi (genişlemeyi) elde eder. O yıllarda CHP içerisinde verimli çalışmayı engelleyen muhalif gruplar vardır. Bu durum Gaziantep'e devlet yardımı alınmasını zorlaştırmaktadır. Kılıç Ali Bey 1930'da Antep'e gelir ve Cemil Alevli'den Gaziantep CHP Il Parti Başkanı olmasını ister. Ancak Cemil Alevli işlerinin çokluğu nedeniyle bu teklifi reddeder. Bunun üzerine Kılıç Ali Bey Cemil Bey'den hiç değilse tarafsız üyelerin olduğu bir liste rica eder. Cemil Alevli, toplumsal kalkınma ve dayanışmaya yönelik faaliyetler için kurulan bazı derneklerde görev aldığı gibi, Kızılay ve Türk Ocağının da uzun süre üyeliğini yaparak çalışmalarına önemli destek sağlar. Cemil Alevli uzun yıllar Belediye şehir meclis üyeliği yapmıştır. 1927 yılından beri üyesi olduğu Gaziantep Ticaret Odası başkanlığını ve meclis başkanlığını da başarıyla yürütmüş olan Cemil Alevli, Gaziantepli sanayici ve iş adamlarının dünya piyasalarına açılmalarına öncülük etmiştir.

    Cemil Alevli girişimci bir sanayici ve işadamı olduğu kadar Gaziantep'in sosyal ve kültürel hayatında önemli rol oynamıştır. CHP parti başkanı olduğu 1940'lı yıllarda Halkevi bahçesinde halka açık tenis kortu yaparak Gaziantep'e kazandırmıştır. 1946-1950 yılları arasında CHP milletvekili olarak görev alan Cemil Alevli, özel yaşamında ve iş hayatında ki başarılarını siyasi yaşamında da göstererek, Gaziantep'in her alandaki sorunlarının çözümü için önemli çalışmalar yapmıştır. Vilayetin yeni bir idare heyeti oluşturmasında Cemil Alevli'nin emekleri büyüktür. Vilayet, idare heyeti reisliğine seçilen Cemil Alevli için aşağıdaki raporu sunmuştur: "Cemil Alevli Gaziantep'te doğmuştur. Almanya'da tahsilini ikmal etmiş olan bu genç arkadaşımız hem hususi teşebbüsü ile vücuda getirdiği iplik fabrikasını işletir ve hem de memlekette çok iyi tanınmış ve sevilmiş bir tacirdir. Eski idare heyetinde aza olarak bulunmuş olup Gaziantep'teki muhtelif cereyanlardan uzak kalmış olduğundan burada da partiler arasında ve halk içinde teessüsünü arzu ettiğimiz fikir beraberliği ve ahengin vücut bulmasında büyük hizmeti olacağını kuvvetle ümit etmekteyim. Reisliğe seçilmesi yekdiğerine muhalif olan zümreler de dâhil olduğu halde tekmil Gaziantepliler tarafından çok iyi karşılanmıştır." Cemil Alevli 1943 yılında CHP partisi başkanı iken Gaziantep'e havaalanı yapılması için harekete geçmiştir. Bu projenin hayata geçirilmesi için kampanya başlatarak en büyük bağışı yapmıştır ve Gazianteplilerin kampanyayı bağışlarıyla desteklemesini sağlamıştır. Kampanyada toplanan bağışlarla alınan arazi Özel Idareye devredilerek 1944 yılında Gaziantep Havaalanı hizmete girmiştir. Cemil Alevli hem il başkanlığı döneminde hem de parlamenterliği döneminde özel uğraşlar vererek 1953 yılında faaliyete geçen demiryolu hattının Gaziantep, Karkamış güzergâhından geçmesini sağlayarak, demiryolu taşımacılığının bu kentte başarıya ulaşmasında etkin rol oynamıştır.

    Fabrika 1944'den itibaren Veliç Iplik Fabrikası T.A.ş olarak hizmet vermeye devam eder. Cemil Alevli başarılı iş ve siyaset hayatı, örnek gösterilecek aile yaşantısı ile Gaziantep'in yetiştirdiği önder en güzide evlatlarındandır. Cemil Alevli yaşantısı özel kişiliği ve çalışma idealleriyle Atatürk'ün idealindeki Türk gencini temsil etmektedir. Cemil Alevli milletvekilliği döneminde devlet yatırımlarının Gaziantep'e yapılması yönündeki çalışmaları ile öne çıkmıştır. Tekel'in genişletilmesi, Karkamış demiryolunun yapılması, karayollarının geliştirilmesi ve eğitim alanında önemli hamlelerin başlatılması gibi kenti yakından ilgilendiren sorunlara çözümler üretmiş ve bu alanlarda önemli hizmetler gerçekleştirmiştir. Gaziantep'in bugün bir sanayi şehri olmasında öncülük etmiştir. 12 Ağustos 1946 tarihinde TBMM Bayındırlık Komisyonu üyeliğine, 11 Kasım 1946 tarihinde TBMM Ekonomi Komisyonu üyeliğine seçilen Cemil Alevli 5 Kasım 1947 ve 5 Kasım 1948 tarihlerinde aynı üyeliğe tekrar getirilmiştir. Aynı zamanda 5 Kasım 1948 ve 7 Kasım 1949 tarihlerinde Ticaret Komisyonu üyeliğine de seçilmiştir.

    1949 yılında fabrika yeniden tevsi (büyütülür) edilir. Savaş döneminde tüm sanayi dallarında olduğu gibi tekstil üretimi ve satışı devlet tarafından denetim altına alınır. Tekstil üretiminin tüm alanları Sümerbank'ın kontrolüne geçer. Birçok tesis bu denetimden kurtulup daha yüksek fiyatlarla mal satabilmek için karaborsaya yönelirken Cemil Alevli böyle bir girişimde asla bulunmamıştır. Velic Iplik Fabrikası 1957 yılında genişletilir ve komple pamuklu dokuma tesisi haline getirilir. Fabrikada 700 işçi çalışmaktadır. Ayrıca kent içinde perakende ve toptan satış hizmeti veren iki mağaza faaliyete geçmiştir. Cemil Alevli 1962'de geçirdiği enfarktüs sonrasında fabrikanın yönetimini oğlu Oktay Alevli'ye devreder. Oktay Alevli fabrikaya yenilikler getirmiş, geliştirmiş, üretimi artırmıştır. Cemil Alevli için eğitim; milli kalkınmanın ve Atatürk'ün başlattığı aydınlık Türkiye'nin yoludur. Eğitim ve öğretime büyük önem vermiş, birçok okula maddi yardımlarda bulunmuş ve 1952 yılında Yazıcık semtinde Mehlika Alevli Ilkokulu'nu, 1963 yılında da Karşıyaka semtinde 20 bin metrekare alan üzerine Adsız Ilkokulunu yaptırmıştır. Vefatından sonra Adsız Ilkokulu Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından Cemil Alevli Ilköğretim Okulu olarak değiştirilmiştir. Yabancı dil ve çağdaş eğitimin önemine inanan Cemil Alevli (10.09.1963 tarih ve 1403 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla) kamu yararına çalışan bir dernek olarak kabul edilen, kâr amacı gütmeyen Özel Gaziantep Koleji'ni kurmuş, bundan sonraki hayatını bu projenin gerçekleşmesine vakfetmiştir. çok büyük emek ve fedakârlık isteyen böyle bir çalışmayı gönüllü Gazianteplilerin bağışlarıyla başarıyla tamamlayarak Gaziantep'e değerli bir eğitim kurumu kazandırmıştır. Bugün kendisinin yaptırarak Türk Milli Eğitimine bağışladığı okullarda olduğu gibi Gaziantep Kolej Vakfı Özel Okullarında her biri Gaziantep kent vizyonuna ve ülke kalkınmasına önemli katkılar sağlayacak binlerce genç yetiştirmektedir. Gaziantep Koleji'nin yetiştirdiği binlerce öğrenci ülke kalkınmasında önemli görevler ve misyon üstlenmişlerdir. Cemil Alevli yaşamı boyunca Cumhuriyet ilkelerini adeta bir yaşam tarzı haline getirmiş ve öncelikle de kendi hayatında uygulamıştır. Yaşam felsefesi, toplumsal faaliyetleri, başarıları, idealleri Atatürk'ün ilke ve inkılaplarının bir ifadesi olmuş, onurlu bir hayat sürdürmüş, çok yönlü kişiliğiyle Gaziantep'e, güzel vatanına sayısız hizmetler vermiştir.

    --------------------------Alıntının sonu-----------------------------------------------

    Görüldüğü üzere Cemil Alevli tek parti dönemi CHPnin engellemesine rağmen tek başına dokuma fabrikasını kendisi kurmuştur. Mustafa Kemalin hükümeti sadece arazi tahsis etmiş sonra bu fabika yatırımını daha önce bahsettiğim Adanaya kaydırmıştır. Eğer arazi tahsis etmekle fabrika kuruluyorsa Kemalisler bunu da yaparlar. Yapmışlarda işte delili Gaziantepte. Bazı internet sayfalarında tekstil öğretimi için Cemil Alevliyi Atatürkün gönderdiği yalanlarını da okudum. Ama dayısı Ali Beşenin çabası ön plandadır. Hatta kendisini geliştirmek için sonra Almanyaya kendi parasıyla gidip tecrübe kazanmıştır. Yani Gaziantep dokuma fabrikası Kemalistlerin ve cumhuriyetin bir başka yalanıdır. Burada sadece Cemil Alevliyi Atatürk ve devrimleri yanlısı göstermeye çalışan internet sayfalarının yalanlarını çıkarmak için başka bilgileri sunacağım. Cemil Alevli CHP üyeliğine geçmiştir ama bu Milletine hizmet edebilmek arzusuyla verdiği bir karardır. Ataürk ve devrimlerine de karşıdır.Cemil Alevli kendisini parti içinde gizlemiştir. Bu yüzden Cemil Alevli CHP içinde istisna insandır.

    Bunun ispatlarını sıralıyorum:

    1. Cemil Alevli diğer CHP üyelerinin aksine alkolden uzak durulmasını alenen açıklamış bir milletvekilidir. Kendisinin alkol kullanıp kullanmadığını bulamadım ama diğer CHP üyeleri alkol içmeyi bir çağdaşlık gibi Millete zorbalıkla kabul etmeye zorlamışlar ve bunun propagandasını da yapmışlardır. Yukarıda Kırklareli Alpullu Şeker fabrikasında CHP Tekel Genel Müdürünün açıklamasını hatırlayalım. Bunun gibi binlerce CHPnin alkole davet çağrısı vardır. Cemil Alevli ise halkın sağlığı için alkolden uzak durulmasını TBMM oturumunda dolaylı olarak dile getirmiştir. TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI tutanakları 8. Dönem 8. Cilt 27. Birleşim - Sayfa 752 Gümrük ve Tekel Bakanlığının 1948 yılı Bütçesi Münasebetiyle
    CEMÎL ALEVLI (Gazianteb) - Efendim, Gazianteb'de Hasankeyf tütünü namı ile mâruf bir nevi tütün yetişir ve bütün memleketimize oldukça geniş miktarda döviz getirir. Bu tütün şimdiye kadar Mısır'a ihraç edilirdi. Senelerden beri tüccar vasıtası ile ve serbestçe ihraç yapılırdı. Bir kooperatif teşekkül etti, birkaç sene evvel bir de ihracatçılar Birliği diye bir birlik teşkül etti. Tekel Bakanlığı bu işe el koyarak bunun ihracına Tütün Limited şirketi vasıtası ile yapılmasına karar vermişti. Tütün Limited şirketine devredildikten sonra bu tütünün ihracatı tamamen durdu. Yani senelerden beri kolaylıkla ihraç dilen bu tütün ihraç edilemedi. Nihayet tetkik edildi, tahkik edildi, Mısır'a heyet gitti. Anlaşıldı ki, Tütün Lımited şu yola sapmıştır. Ellerinde başka tütünleri de varmış. Hasankeyf tütününün rakıbi azdır, yalnız şam'da yetiştirilen fakat kalite itibariyle Anteb tütününden daha ehven(kalitesiz) olan bir tütündür ki, Mısırlılar bü tütünü almıyor. Limited şirketi meselâ on balya benim tütünümden alırsan, şundan da bir balya verırim diyor. Bu yüzden Mısırlılar'da almıyor ve bu suretle Hasankeyf tütünleri elde kalıyor. Bunun yerine şam tütünleri satılıyor. Senelerden beri bu zürram(çiftçi) yetiştirdiği ve binlerce ailenin geçim vasıtası olan bu tütünler satılmaz olmuştur. Sayın Başbakanımızdan beni bu hususta tenvir buyurmalarını rica edeceğini. Bu Hasankeyf meselesi ne durumdadır? Aynı zamanda bu fırsattan istifade ederek şunu da arzedeceğim; Gazianteb bir başmüdürlüktür. Birkaç vilâyetle birleştirilerek bir mıntaka haline getirilmiştir. Antep bölgesi mıntakasında rakı fiyatı düşürülmeden evvel sarfedilen rakı, bu cidden şayanı dikkattir. Fiyatın tezyidinden(zammından) evvel 62 736 kilo, altı ay zarfında, yani, şubattan, Haziran 1946 ya kadar rakı sarfedilmiş ve 1947 de ayın derecede bu miktar 119 878 kiloya çıkmıştır. Buna mukabil şarap sarfiyatı fiyat tenzilinden(indiriminden) evvel 106 117 ye çıkmış iken fiyat tenzilinden(indiriminden) sonra 50 132 ye düşmüştür. Tabiî rakılarda olan tenzilâttan(indirimden) sonra sarfıyat çoğalmış buna mukabil şarap fiyatı yarıya düşmüştür. Memleketin sıhhatiyle yakından ilgili olan bu mevzuu Sayın Gümrük ve Tekel Bakanının tekrar ele almalarını bilhassa rica ediyorum.
    Son cümleyi tekrar okuyunuz. Bu alköle mesafeli sözler hiçbir zaman CHPnin çizgisi olmamıştır.

    2. Cemil Alevli diğer CHP üyelerinin aksine yukarıda belirtildiği gibi hayrına bir çok kurum yaptırmıştır. CHP üyeleri ise kendi kesesini nasıl şişiririm düşüncesiyle hareket etmiştir. 1930lardan sonra yukarıda belirtildiği gibi rüşvetsiz iş hiçbir yerde yapılamazdı. CHP üyelerinin hayır kuruluşu yapmaları zaten kendi düşüncelerine tersdir. Ateist insan materyalisttir. Hayıra, sevaba inanmaz. Eğer hayır ve sevap adına bir şeyler yaparsa Cemil Alevli gibi dindar kişilerdir. Cemil Alevli dindardır. Bunu bir sonraki delille ispatlıyorum.

    3. Hayri Balta isminde zamanında sözde kominist ama aslında ateist olan kişi Cemil Alevlinin yakından tanıdığı ve fabrikasında çalıştırdığı muhasebecidir ve hatıralarını yazmıştır. Bu hatıralar Cemil Alevlinin kendisini CHPden yani CHP devletinden sakladığını göstermektedir. Aslında dindarlığını göstermemekle kendisini Atatürk yanlısı olarak göstermektedir. Bu hatıralardan Cemil Alevliyle ilgili olan yerleri size aktarıyorum. TBMMde söylediği sözler Hayri Baltanın sözlerini doğrulamaktadır.

    ----------------------Hayri Baltadan alıntıdır------------------------------

    ... Ben yaşamımda Cemil Alevli ve Ilhan Arsel dışında, onun kadar temiz kalpli, açık sözlü, ağır başlı, sevecen bir kişi ile karşılaşmadım.... Anlatmazsam gerçeğe Cemil Alevli'nin aziz hatırasına saygısızlık etmiş olacağım.... küçük kulübenin önün de gülümseyerek bana bakıyor Cemil Alevli.. Cemil Alevli, Gaziantep'in en büyük Veliç Iplik ve Dokuma Fabrikasının sahibi. Son CHP iktidarında da milletvekilliği yapmıştı. Dilekçecilik yaptığım kulübeden bütün sevecenliği ile beni çağırıyordu.... Zaten kendisi de benden rica etmişti "Bu arkadaşlığımızı kimseye söyleme!" demişti… Her hafta Cumartesi günleri kendisinin Ses sinemasının karşısındaki şato gibi villasının çalışma odasında buluşurduk. Dinî, felsefî ve ruhçuluk konusunda karşılıklı oturarak konuşurduk… Bu konuşmalarımız her Cumartesi öğleden sonra olmak üzere iki saatten çok sürerdi… Kendisi ruhçu, ben de maddeci (materyalist) biri… Güney Anadolu'nun en büyük kapitalisti… Veliç Iplik ve Dokuma Fabrikası'nın sahibi Son dönem Gaziantep CHP Milletvekili Bense adı kulağına değmiş Gaziantep'in en cıbıldak komünisti… O zamanlar Bedri Ruhsalman adlı bir ruhçu teorisyen vardı. Cemil Alevli onun Kitaplarını okuyan bir hayranı… Dünyayı yaratanın; anlaşılamayan, bilinemeyen bir ruhun (Allah) varlığına ve bu Ruhun ölümsüzlüğüne inanırdı. Ona göre çoksulluk ve yoksulluk geçici ve nöbetleşe idi. Insanlar da bu dünyaya tekrar tekrar gelip gideceklerdi... şimdi yoksul olanlar bir başka gelişlerinde çoksul olacaklardı. Böylece adalet ve eşitlik sağlanmış olacaktı. Büyük ruh (Allah), böylece adâletini göstermiş olacaktı… Bunlara özden (samimi olarak) içtenlikle inanırdı. Kendisi ise bu anlattıklarımdan hiç rahatsız olmazdı. Belki de beni doğru sözlü olduğum için sever, sayardı.. Cemil Alevli ile her Cumartesi 13-15 arası buluşur, konuşur, söyleşirdik. Bizim bu buluşmamızı Dr. Emin Kılıç ve öğrencilerinden başka kimse bilmezdi. Tarafımdan da Cemil Alevli'nin ricası üzerine, kimseye bu konuda bir şey söylenmemişti. Cemil Alevli'nin ricası şöyle olmuştu: "Hayri bey, senden bir ricam olacak. Bu buluşmamızı hiç kimseye anlatılmayacak… Seni kıskanırlar. Başına iş açarlar. Bula bula bunu mu buldun arkadaş olacak, Diye benim de başıma kalkarlar. çünkü benimle arkadaşlık etmek isteyen o denli avukat, Doktor ve daha başka tanınmış kişiler var… Hiç biri ile konuşmayıp da seninle konuştuğum duyarlarsa buna bir kulp takarlar. Onlar bu buluşmamıza bir anlam veremezler! Beni de seni de rahatsız ederler…" Bir keresinde de bana bir okul yaptırdığını; Adını da ADSıZ koyduğunu söylemişti. Öylesine alçak gönüllü idi ki, Ülkenin Millî Eğitimine Katkıda bulunduğunu Kimse bilsin istemezdi.

    ----------------------Hayri Baltadan alıntının sonu------------------------------

    Bu 3 delille Cemil Alevlinin aslında Millete hizmet etmek amacıyla CHP tekelinde olan devlette barınabilmek için kendisini sakladığını ortaya koyar.Kendisinin aslında ateist olmadığı ve Türk geleneklerine bağlı muhafazakar bir kişi olduğunu ispatlıyor.

    Mustafa Kemalin başında olduğu ve kendisinin milletvekili olduğu CHP acaba Cemil Alevlinin bu görüşlerini duysaydı,öğrenseydi, Cemil Alevlinin başına ne gelirdi? Buna sizin cevap vermenizi istiyorum. Gerçi Ahmet Rıfat çalıkayı örnek vermiştim. şimdi bir sürü internet sayfası Cemil Alevliyi Atatürk devrimleri yanlısı göstermeye çalışıyorlar. Atatürk devrimlerinin başında Batı kültürünü benimsemek ve Islam dinini reddetmektir. Hele hele Cemil Alevlinin gizlice yaptığı hayır(sevap) için açtırdığı okul işleri hangi Batı kültürüne ve Atatürk devrimine sığar. Hangi Atatürk devrimi hayır, sevap kelimesini içinde barındırır. Atatürk savunduğu Ulusalcılık materyalist bir kavramdır. Ulusalcılıkta kişiler sadece kendini geliştirmekle sorumludur. Başkalarının hayatı için yardım yapmaksa dinin emrettiği bir şeydir. Atatürkün hangi sözlerinde hayır ve sevap kelimesi geçmektedir? Atatürk dinin bütün kavramlarını bir kenara itmiştir. Hayır, günah, sevap, tevekkül(Allah karşısında alçakgönüllülük), haram, helal ve başka kavramlar Atatürkün hiç bir sözlerinde yoktur. Bunu bile bile daha halen Cemil Alevliyi Atatürk devrimlerine bağlı diye göstermek Cemil Alevlinin hayatına ve bıraktığı mirasa hakaretttir. Değinmeden geçemeyeceğim ama akrabalarının bile Cemil Alevliyi Atatürk hayranı, Atatürk devrimlerine bağlı olan biri olarak göstermelerini teessüfle karşılıyorum. En azından biraz saygı göstermelerini, Kemalist devletten korkuyorlarsa, tarafsız olmalarını beklerdim.

    Konumuzun başına dönecek olursak Mustafa Kemalin hükümeti sadece Antepe arazi tahsis etmiştir. Bu arazide de dokuma fabrikası kurulacakmışmış. Bir çivi bile çakılmamıştır. Bu arazide 21inci yüzyılda Kemalistlerin övünerek göğe çıkarttıkları Cumhuriyet ekonomisinde ballandıra ballandıra anlatılacakmış. Keloğlan masalları, Dede Korkut destanları gibi. Cemil Alevlide figuran olarak bu masallarda yerini alacakmış. Hatta boş arazide hayali dokuma makineleri halen kumaş dokuyorlarmış bile. Kemalistlerde bunlara inanıp hüzünlü hüzünlü o günlerin hasretini gidermeye çalışıyorlarmış. Cemil Alevli gibi vatansever, hayırsever, dindar, ileri görüşlü yatırımcı yüzünden Antep kalkınmış başarısı ise Atatürkün veya Cumhuriyetin diye bugüne masal olarak gelmiştir. Tekrarlayalım Milli mensucat fabrikası Gaziantepte kurulması için arazi tahsis edilmiş sonra bu fabrika Adanaya kaydırılmış(Adana Mensucatı yalanınıda anlatmıştım), bu arazinin yerine Cemil Alevli kendi imkanlarıyla Antep dokuma sanayisini kurmuştur.

    Bir sonraki konumuz olan Bakırköy Bez Fabrikasına gelelim.
    Tarihci Zafer Topraktan alıntı
    Basmahane (Bakırköy Bez) Fabrikası Osmanlı İmparatorluğu'nda buhar ve makina ile çalıştırılan fabrika Basmahane (Bakırköy Bez Fabrikası idi. Bu fabrika Barutçubaşı Ohannes tarafından kurulmuştur. El kalıplarıyla Basma yapılmaya başlanmıştır. Çadır ve Amerikan bezi üretilmiştir. 1850'lerde Avrupa'dan yeni makina ve cihazlar getirtilmiş, fabrika genişletilerek basma üretimine başlanmıştır. Basma çok pahalıya mal olduğu için bez üretimine ağırlık verilmiştir. Daha sonra kaput bezi, çamaşırlık gibi asker gereksinimini karşılayan dokuma üretimine geçilmiştir. 20. yüzyıl başında fabrikada el tezgahı bölümü açılarak burada; Bursa havlusu, peştemal,yemek peçetesi, sofra örtüsü, bürümcük peşkir, sedir örtüsü, perdelik bez üretilmiştir. 1925'te Devlet Sanayi ve Maadin Bankası kurulunca, bu bankanın bünyesine geçmiştir. Basmahane o dönemin modern pamuklu tesisleri düzeyinde idi (Kaynak : Toprak, 1991:15).

    Yani neymiş Ermeniden alınmış devlet hazinesine geçmiş, fakat Atatürk kurdu yalanı yayılmış. Kimdir bu Ohannes Dadyan. Tarihle ilgilenen kişiler Dadyan ailesini çok iyi tanırlar. Milletimiz tarihle pek fazla ilgilenmediği için Dadyan ailesini tanımazlar. Dadyan ailesi Osmanlının sanayileşme çabalarının öncülüğünü yapmış bir ailedir.

    ------------------------------Alıntıdır--------------------------------------------------
    İkincil kaynaklarda Avrupa merkezli uzman transferinde elçiliklerin ve sanayileşme programında görevli imparatorluk çalışanların rol oynadığına dair veriler bulunmaktadır. Bunlardan en bilineni Dadyan ailesi ve bu ailenin üyeleridir. ııı. Selim devrinden itibaren Osmanlı Baruthanelerinin yönetimini üstlenmiş bir aile olan 'Dadyan' ların bir üyesi olan Ohannes Dadyan, 1832'den sonra Osmanlı Devleti'nin İzmit Çuha, Hereke Kumaş, Zeytinburnu Demir, Bakırköy Basma, Bursa Numune Çiftliği'nin de aralarında bulunduğu pek çok devlet girişiminin genel direktörü olarak bu tesislerin kuruluşu ve işletilmesi için gerekli uzmanları ve işçileri de getirmiştir (Kaynak: Clark, 1992: 44). Mesela 1844 yılında faaliyete başlayan İzmit Çuha Fabrikasını yönetmesi için Barutçubaşı Hoca Avanes'in (Ohannes) İngiltere Leeds'te New Park Street Mills adında bir kumaş fabrikaları olan James Binns'i İzmit'e getirmesi bu örneklerden biridir. Binns fabrikası 1844 ten 1846 Temmuz ayına kadar yönetmiştir.
    (Kaynak : Buluş, 2012: 51-52).
    Elbette yabancı çalışanların yeni kurulan fabrikalara getirilmesi sadece imparatorluk fabrikalarıyla sınırlı değildir. 1840'larda Bursa'da girişimciler İtalya ve Fransa'dan yöneticiler transfer ederek fabrikalarının yönetimini onlara vermiş, hatta Fransa'dan fabrikalarında çalıştırmak üzere kadın usta transfer etmişlerdir.
    (Kaynak: Quataert, 2011: 228).
    --------------------------Alıntının sonu----------------------------------------------- Kemalistlerin yerin dibine batırdğı fakat aslında kendilerinin de örnek aldığı Osmanlının sanayi kurma çabalarının bir örneğidir Bakırköy Bez Fabrikası. Aslında Atatürk yaptı gibi göstererek hem Osmanlıyı kötülemek hemde Atatürkü yüceltmektir niyetleri.Başka yerde söylediğim gibi keşke Atatürk yapmış olsaydı da bende burada onu övebilseydim. Kurulmuş bir fabrikayı Ermeniden zorla elinden al, devletleştir, sonra da Atatürk kurdu yalanını tek taraflı basınınla, tarihçilerinle ortaya at. Ben burda devletleştirmenin kötü bit şey olduğunu söylemiyorum. Belki o zamanların mecburiyetiydi. Devletin imkanları sınırlıydı. Fakat bunu asırlardır çarpıtmaya ne gerek var. Yalana ne gerek var. Aslen Ermeni olan Ohannes Dadyanı ve Dadyan ailesini Cumhuriyet iktisadıyla karşılaştırmak istiyorsanız Nuri demirağı örnek alabilirsiniz. Aradaki fark Nuri Demirağın kendi isteğiyle vatansever duygusuyla hareket etmesi, Dadyan ailesinin ise padişah tarafından görevlendirilmesidir.İki insanda Ohannes Dadyan ve Nuri Demirağ büyük hizmetler yapmışlardır. Yanlız Dadyan ailesinin hizmetleri, başarıları ne padişahlara yaraştırılmıştır ne de yüceltilmiştir. Aslında Osmanlıdan gelen mütevazilik, alçakgönüllülük geleneği hem Osmanlı memurlarında hemde padişahlarda vardır.Ki Dadyan ailesinin üyeleride Osmanlı memurları sayılırlar. Dadyan ailesinin geçmişini, hizmetlerini merak edenler internetten öğrenebilirler. Ben Bakırköy Bez Fabrikasını kısa tutmak istiyorum. Çünkü Kemalistlerin yöntemleri hep tekrarlanmaktadır.

    Atatürk sanayi adına hiçmi bir şey yapmamıştır diye akla soru geliyor.

    Evet yapmıştır, daha doğrusu yine kendisi yapmamıştır. Zamanın CHP hükümeti yapmıştır. Fakat milli ve yerli değildir. Sümerbankın öncülüğünde birinci beş yıllık kalkınma planı uygulanmıştır. Fakat bu kalkınma planı CHP hükümetinin değil Sovyetler Birliğinin planıdır.

    Fikret Yücel - 1.beş yıllık kalkınma planının nasıl meydana geldiğini şöyle anlatır

    Başbakan İsmet İnönü 1932 yılının Nisan ayında kalabalık bir heyetle Sovyet Rusyayı ziyaret etti. Bu gezi sırasında Stalinle görüşen İsmetPaşa Türkiyede kurulacak tekstil sanayisinde kullanılacak makinelerin Rusyadan alımı için çok uygun şartlarla bir kredi temin etti. Bu bağlamda bir Sovyet Heyeti Türkiyede incelemeler yapacaktı. Ağustos 1932'de uzmanlardan oluşan ilk heyet Türkiyeye gelerek pamuklu dokuma ile ilgili çalışmalarını başlattı. Bu heyet mevcut pamuklu tesislerinin envanterini çıkararak ülkenin pamuklu tekstil tüketimini ve pamuk türlerini saptadı. Daha sonra farklı alanlarda kurulacak sanayi tesisleri için de başka heyetler gelerek incelemelerde bulundu. Bütün bu heyetler çalışmalarını Sovyetler Birliği Proje Tröstü Müdürü Prof. Orloff'un Başkanlığında yürütüyordu.

    Bu Sovyet Birliği heyetinin gelmesini Sümerbank gazete makalelerinde şöyle anlatıyor:

    Gazete metni şöyle:

    Memleketimizde kurulacak fabrikalar hakkında tetkikatta(tespit ve incelemede) bulunmak üzere, profesör Orlof'un riyasetinde ve profesör Kovaleski, iktisat(ekonomi) enstitüsü müdürü M.Clagabin, mensucat(dokuma) sanayii mütehassısı(uzmanı) M.Mazurbin, mensucat(dokuma) sanayii mütehassısı(uzmanı) profesör Samgin, inşaat enstitüsü müdür muavini ve kanalizasyon mütehassısı M.Trayanski, (h)idro(hidrolik) teknik entstitüsü profesörlerinden M.Valinski, kudret(enerji) mütehassısı(uzmanı) profesör Nikolayef'ten müteşekkil(meydana gelen) heyet dün sabahki trenle Ankaraya gelmiştir.

    Heyet istasyonda İktisat Vekaleti Erkanı(Ekonomi Bakanlığı ileri gelenleri) tarafından istikbal edilmiş(karşılanmış) İstanbul Palas Oteline misafir edilmişlerdir. Heyet azaları(üyeleri) dün Sovyet Büyük Elçisi M.Suriç tarafından iktisat Vekili Mustafa şeref Beye takdim edilmiştir. Öğleden sonra mütehassıslar(uzmanlar) Tütün İnhisarı(Tekeli) Ankara Başmüdüriyeti binasında Sanayi Umum Müdürü şerif Beyin riyasetinde(başkanlığında) toplanarak ne gibi pamuk mensucat(dokuma) fabrikalarının nerelerde tesis edileceğini(kurulacağını) ve bu mahallerde(yerlerde) yapılacak tetkik(inceleme) seyahatinin ne tarzda tanzimini(düzenleneceğini) görüşmüşlerdir.

    Sümerbank bir başka gazete makalesini şöyle naklediyor:
    Gazete metni şöyle:

    Rus mütehassısları şerefine.
    İktisat Vekili Mustafa şeref Beyin Ziyafeti.

    İktisat Vekili Mustafa şeref Bey geçen Pazartesi akşamı Karpiçte (Ankara'nın Altındağ ilçesine bağlı Ulus semtinde 1928 yılında şehrin ilk modern lokantası olarak hizmete giren ve 1953'te kapanmasına kadar şehrin sosyal yaşamında çok etkili olan lokantadır.) Rus mütehassısları(uzmanları) şerefine bir ziyafet vermiştir. Ziyafette Rus Sefiri(büyükelçi) M.Suriç, Sefaret erkânı(Büyükelçilik ileri gelenleri) mütehassıslar(uzmanlar) ve İktisat Vekili erkanı hazır bulunmuşlardır.

    Sanayi tetkiyatını yapacak olan Sanayii Umum Müdürü şerif Bey ve Profesör Orlof.
    Sovyet Büyükelçiliğinde Soyvet Sanayi Mütehassıslar şerefine bir çay ziyafeti verildi.
    Şehrimizde bulunan Sovyet Sanayi mütehassısları şerefine Sovyet Büyükelçisi M.Suriç tarafından bir çay ziyafeti verilmiş, ziyafette Sıhhat(Sağlık bakanlığı), Maliye, Nafia(Bayındırlık), İnhisarlar(Tekel) ve Ziraat Bakanları Beylerle Ankara Valisi Nevzat Bey, Hariciye(Içişleri) müsteşarı Numan Bey, Ziraat ve hariciye(Dışişleri) Vekaleti(Bakanlığı) erkanı(ileri gelenleri) matbuat mümessilleri(basın mensupları) bulunmuştur.
    Çay esnasında Sovyet heyeti reisi M.Orlof ve arkadaşları erkanı devletle tanışmıştır. Haber aldığımıza göre ya yarın, yarın olmadığı takdirde, öbürgün tetkik seyahatine çıkacaktır.

    Son resimde sol tarafta gördüğünüz başı kel ve sakallı olan adam aslında Cumhuriyet ekonomisinin ve Sümerbankın ısmarlama kahramanıdır. Yanlız tabiiki Profesör Orlof bedavaya değil krediyle Sümerbankın Osmanlıdan kalma değilde yeni dokuma fabrikalarını planlamış ve Rusyadan getirdiği teknikerlerle ve makinelerle kurmuştur. Hatta bu dokuma fabrikalarının bazılarının binasını Nuri Demirağ üstlenici şirket olarak yapmıştır. Ekonomi bakanı Mustafa şeref Bey bu heyet getirildikten bir kaç ay sonra istifa ettirilmiş yerine Celal Bayar getirilmiştir. Fakat Orlof Planı hayata geçirilmiştir. Mustafa şeref Beyi görevden bizzat Atatürk uzaklaştırmıştır. Burada sıcağa soğuğa dokunmayan ve tarihin üstüne yorgan örten zamanının Kemalist yazarları Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve şevket Süreyya Aydemir ve İnönünün hatırlarını baz alırsak eğer Ekonomi Bakanı Mustafa şeref Bey sahip olduğu ve savunduğu ekonomi modeli yüzünden istifa ettirilmiştir. Fakat bu istifada adam kayırma, yolsuzluk, hükümete ve devlet ideolojisine ters düşme gibi CHPnin bu yıllarda yaptığı belirli insan tipi seçme ve eleme ihtimali de çok mümkündür. Fakat Ekonomi Bakanı Mustafa şeref Beyin istifasını araştırmak şu anda konum olmadığı için kısa geçiyorum. Bu konuyu tarih üzerine çekilen yorgan ne kadar kalınsa ve altına bakılabilirse diye sonraya bırakıyorum. Esas Türk sanayisi kahramanı Rus Profesör Orlof neden Türk tarihinde bilinmemektedir? Soru budur. Sümerbank'ı aslında teknik olarak planlayan Orlof ve Orlof Planı Atatürk'ün eseri değildir, daha doğrusu bu plan Türkün değildir, milli değildir, Orlof planı milli kaynaklarla değil krediyle gerçekleştirilmiştir. Sümerbank makineleri Sovyet teknolojisiyle yapılmıştır. Bu makineleri, Türk teknisyenleri bırakın bakımını, işletmesini bile başta bilememektedirler ve Rus teknik adamları gelip Türk mühendislerini eğiterek ve ilk yıllarda kendileri işleterek bu fabrikaları ayakta tutmuşlardır. Eğer Profesör Orlof Türk tarihinde tanıtılsaydı Atatürk bu kadar ünlü olamazdı. Atatürk, 1923den Orlof Planına yani 1932ye kadar geçen 9 yıl içinde hiç bir sanayi hamlesi yapmadığı gibi Milletle, Milletin diniyle, Osmanlının kültürüyle, diliyle ve tarihiyle uğraşmıştır ve bunları devrimleriyle yok etmeye çalışmıştır. Orlof Planı'nda öngörülen dokuma fabrikalarının tamamlanması, üretime geçmesi 1936 - Sümerbank Malatya İplik ve Bez Fabrikası 1937 - Sümerbank Konya Ereğlisi Dokuma Fabrikası, Nazilli Basma(pamuklu kumaş) Fabrikası, 1938 - Gemlik Suni İpek Fabrikası ve Bursa Merinos Fabrikası tarihlerinde olmuştur. Bu tarihlerde ise çoğu kişi bilir -1936dan sonra ölümüne 2 yıl kala- Atatürk karaciğer hastalığı siroza tutulmuş ve çoğu emirlerini (burada diktatör emirlerini demek daha doğru olur) verememiştir, daha doğrusu veremez hale gelmiştir. Ki zaten bu fabrikalar kendi emirleriyle değil, bilakis hükümetin, daha doğrusu Ekonomi Bakanı Mustafa şeref Beyin Rus Profesör Orlof'a hazırlattığı kredili plan sayesinde meydana gelmiştir. Peki Sinan Meydan gibi Kemalist şarlatanlar neden Atatürk'ün eseri diye Milleti kandırmaya halen devam ediyorlar? Çünkü Atatürk'ün istediği gibi ateist, dini değerlerden yoksun bir Kemalist zümre Atatürk tarafından beslenmiştir ve 2000li yıllara kadar bu zümrenin torunları Atalarına minnet borcu olarak Atatürklerini ilahlaştırmışlardır. Sümerbank'ın yönetim kadrosu ve bütün devlete ait olan kadrolar Atatürkün istediği gibi ateist insanlarca 2000li yıllara kadar yönetilegelmiştir. Atatürkün ilahlaştırlıması, tanrılaştırılması lazımdı ki Atatürk'e dokunulmasın ve Atatürk kalkanına sığınarak kendi istedikleri gibi Türkiye'yi yönetebilsinler. Tarih Atatürk yerine Nuri Demirağ ve Profesör Orlof'tan bahsederse Kemalistler geçim kaynağı bulamazlar, devletin yönetim kadrolarında ve ileri makamlarında oturamazlardı. Şunu belirteyim: Atatürk'ün aklına sanayi deyince havacılık ve teyyare(uçak) yapımı geliyordu ve havacılığa daha çok önem veriyordu. Fakat bir asker olduğu için mühendislikten, ekonomiden anlamadığı için yerinde doğru kararlar veremiyordu. Havacılıktan önce lazım olan altyapı ve makine kullanımında gerekli olan beton ve demir imalatının ve ağır sanayinin önemini anlamıyordu. Bu yerinde doğru karar verememe devlet kadrosunda yer alan diğer askerlerin tümü ve asker olmayan diğer tekniker ve mühendisler içinde geçerliydi. Doğru karar verebilecek olan insanlarsa korkudan seslerini çıkarmıyorlar ve yarı tanrı bir insanın(daha doğrusu diktatörün) emirlerini eleştirecek gücü ve cesareti gerektiren kelleyi taşımıyorlardı. Ki mesele kendi görüşünü açıkladıktan ve eleştiri yaptıktan sonra kendi kellesini vücutta taşıyabilmekteydi. Ki burada bir insan çıkıp ağır sanayinin önemini anlatıp Atatürk'ü havacılıktan caydırıp demir ve çelik üretmeye ikna eden kimse yoktur. Yada öyle bir kalkışmaya yeltenen bir Allahın kulu. Olsaydı ya sürgündeydi, ya hapishanede, ya ev hapsindeydi, ya intihar etmişti. Orlof Planı'nda demir çelik üretimi, çimento üretimi, kimyevi maddeler üretimi yine ikinci plandadır. Önce dokuma fabrikaları kurulmuştur. Ağır sanayi ki bunlar Osmanlı döneminde ve İttihat ve Terakki hükümeti zamanında bile Atatürk zamanından daha fazla ilgi görmüştür, ya ikinci plana itilmiştir yada lazım olduğunda ithal edilmiştir .

    Ben özellikle Profesör Orlof'u Rus internet sayfalarında tanıdığım bir Rus şahıs sayesinde arattırdım. Rica ettim, beni kırmadı, aradı. Benim Rusca bildiğim yok. Amacım daha fazla Profesör Orlof hakkında bilgi sahibi olmaktı, hayatı, Türklere bakışı falan beni ilgilendirmişti. Türk kaynaklarında Profesör Orlof bazen iki "f" harfiyle yazılıyor yani: Orloff. Bazense sadece bir "f" harfiyle yazılıyor, yani Orlof. Rusçada ise bu isimde F harfi yok, yani Orlov halinde telaffuz ediliyor. Çok aramalarıma(tanıdığımın aramalarına) rağmen Rus sayfalarında Profesör Orlov hakkında bir bilgiye rastlamadım. Ya bizim tarihçilere ne demeli? Yuh mu desem, ayıp mı desem, gerçekten siz tarihçimisiniz, yoksa yalan, uydurulmuş geçmişi tekrar eden Kemalistlerin kuklasımı desem, ne diyeceğimi bilmiyorum. Ben tarihçi değilim, sadece tarihimi merak ettiğim için tarihle uğraşıyorum. Ben tarihçi değilsem tarihçi diye geçinen insanlar nedir? Korkaklar ve tembeller olabilirmi? Kemalist solcuların Milleti aşağıladığı kelimeleri herkes bilir. Neydi onlar? Koyunlar, koyun sürüleri. Kemalist olan tarihçiler Profesör Orlov'u saklamakta ve araştırmamakta haklılar. Gerçeğin meydana çıkmaması lazım. Gerçek ortaya çıkarsa Atatürk kahraman ve dâhi, uzaydan gelecek kadar insanüstü değil, bilakis basit bir Batı hayranı ve Batı kültürü delisi bir asker olduğu ortaya çıkar. Ekonomi Bakanı Mustafa şeref Beyin istifasını araştıran hangi tarihçi var? Kaynağı Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve şevket Süreyya Aydemir ve İsmet İnönü olmamak şartıyla. Benim yazımı okuyan Türk Tarih Kurumunun ve tarihçilerin utanması, aslında bilim adına utanması lazım. Bilimin, ideoloji ve yalana değil gerçeğe dayanması gerekir. Fakat devlet ideoloji olan Atatürkçülük ve Atatürkü dehalaştırma, ilahlaştırma, tanrılaştırma yarışına giren tarihçilerimizden başka bir şey beklenemez. Kendilerince Ulu önder Atatürk'e basit bir asker diyemezsiniz. Eğer derseniz, aşağılanırsınız, tarihçi mesleğinizi kaybedersiniz. "Batı kültürü önderliği yapan diktatör" derseniz hapishaneyi boylarsınız. Hapishaneyi boylamamak için benim gibi kimliğinizi saklarsınız. Fakat ben Atatürke "basit bir insan deyin" de demiyorum Profesör Orlov gibi insanları araştırmak neden aklınıza gelmiyor? Profesör Orlov Planında kullanılan kredinin borcu ve faizi Atatürk öldükten sonra İnönü hükümetince, 1950den sonraysa Adnan Menderes hükümetince ödenmeye devam edilmiştir. Bu kredinin ödenmesinin ne zaman bittiği meçhuldur.

    Kısaca Sümerbank dokuma fabrikalarını özetlersek:
    Atatürkün ve hükümetinin çaktığı bir çivi yoktur, Rus parası, Rus çivisi, Rus mühendisi, Rus makinesi, Rus ustasıyla yapılmıştır. Atatürk ve hükümetinin bu dokuma fabrikalarında göreviyse bütün yönetimde CHP ve CHP zihniyeti taşıyan kişileri başa getirmek ve Milleti sömürmek, fabrikalara insan ve işçi alımında akraba, kendi insanını gözetmek, cebini doldurmaktır. Sümerbank işçilerinin ve çalışanlarının nasıl bir süzgeçten geçirildiğini orada çalışmak isteyen insanlar çok iyi anlamışlar ve anlatmışlardır, ta ki kuruluşundan kapatılışına kadar. Bu makinaların çoğu eskiyince ve kırılınca 1960ların başından beri çok iyi makine yapan Alman malları tercih edilmiş ve bunlarla Alman makineleriyle değiştirilmiştir. Böylece 1930ların ortasında başlayan bir Rus hikayesi 1960lardan sonra bitmiştir. 1960 darbesinden sonra gurbete gönderilen köle vatandaşlarımızsa bu Alman makinaların yapımında bizzat görev üstlenmiştir. Tarihin cilvesine bakınızki, kendi ülkesínin vatandaşlarını köle olarak gönderip, bu köleler sayesinde imal edilen makineleri aynı ülke alıp ikinci kere kölelik yaparak fabrikalarında kumaş üretmiştir. Nerede hani Atatürk'ün milli sanayisi? Yada Atatürk'ün devrettiği Milli şef'imizin milli sanayisi? Türkiye kendi başına hiçbir zaman makine üretmedi, tasarlamadı, geliştirmedi. Hele hele devlet Cumhuriyet döneminde özel yatırımcılar tarafından tasarlanan makinaları da yok etti. Örnek Vecihi Hürkuş, Nuri Killigil ve Nuri Demirağ. Ben şimdiye kadar dokuma makinesi geliştiren ve bunu seri halde yakın Cumhuriyet tarihimizde Sümerbank fabrikalarında üretime sokan bir Kemalist Türk mühendis duymadım. Keşke duysaydımda bu satırları yazmasaydım. Keşke Batı kültürünü birebir Avrupadan devrimlerle, zorla, baskıyla, idamlarla alırken Batının teknolojisini de geliştirseydik yada kopyalasaydık ve Batının teknolojisinin de delisi olsaydık. Keşke 1923den beri, yani Kurtuluş Savaşı bittiği zaman Orlof Planı'nı ağır sanayi planı şeklinde gerçekleştirseydik. Keşke makinelerimizi kendimiz üretip, gurbetlere kendi vatandaşımızı defetmeseydik. Keşke gurbetlerde bu insanlarımız köle hayatı süreceğine, kendi ülkesinde kendi makinelerini yapsaydı. Keşke Atatürk ağır sanayi devrimini 1923de başlatsaydı da, bende ona dâhi, önder, büyük adam diyebilip, şimdi, şu anda Alman Nazisi'nin ağzından çıkanlarını hergün dinlemek zorunda olmasaydım. Keşke şu yalan Türk tarihini kendim araştırmak zorunda kalmasaydım. Keşke, keşke, keşke ...

    10.Yıl marşıyla Cumhuriyet döneminde yapılan demiryollarının hepsine birden değinmek istiyorum.

    Kemalist propagandanın gelmiş geçmiş tanınmış marşlarından biri olan onuncu yıl marşında demiryollarından da bahsediliyor. Tarihi ve gerçekleri çarpıtmak Kemalistlerin yaptıkları en iyi iş olduğu için kurulan cumhuriyetin onuncu yıldönümünde marş yazmışlar, kutlamak için. şimdi cumhuriyet eskiden yokmuydu, milletvekilleri İttihat ve Terakki hükümeti zamanında seçilmiyormuydu, kanunlar yokmuydu, devlet neye göre yönetiliyordu, gerçekten sadece padişah mı devleti yönetiyordu, bu soruları başka bir konuda değerlendirmek istiyorum. Cumhuriyet, yani halkın milletvekillerini seçmesi ve milletvekillerinin devleti yönetmesi 1923den önce varmıydı, yokmuydu sorusuna sonra cevap vereceğim. şimdilik 2.Abdülhamiti darbeyle deviren İttihat ve Terakki yani Enver Paşa kimdi, hükümetin başbakanı değilmiydi diye soruyorum. Milletvekillerinin, hükümetin 1923den öncede ve sonrasında da var olduğunu ve 1923den sonrada milletvekillerinin halk tarafından seçilmediğini, gerçekten Cumhuriyet ilan edildiyse önceden cumhuriyet yokmuydu sorusunu sormak istiyorum. Ve kanunların zaten İttihat ve Terakki hükümeti döneminde 1923den önce de Batı kanunlarıyla değiştirildiğini hatırlatmak istiyorum. Gelelim göz boyama amacıyla yazılmış onuncu yıl marşımıza.

    Çıktık açık alınla on yılda her savaştan;
    On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan;
    Başta bütün dünyanın saydığı başkumandan,
    Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan.

    Türk'üz: Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi;
    Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde, Türk ileri!
    Bir hızda kötülüğü, geriliği boğarız,
    Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız.

    Bir hızda geriliği boğarlarmış, karanlığın üzerine güneş gibi doğarlarmış. Nedir bahsedilen karanlık hemen belirtelim: Osmanlı kültürü, Islam dini, Islam ve Türk senteziyle yoğrulmuş insanı odağına alan Islami felsefe. Yerine getirmek istedikleri güneş nedir Materyalizm, ateistlik, sunni yani yapay milliyetçilik. Geçelim bu ateist, sosyalist zırvalarını, toplum mühendisliklerini. Demir ağlarla örmüşler anayurdu dört baştan. Zaten Kemalizmin yazıldığı K harfi bile yalan. Ben burada yukarıda belirttiğim gibi Türkiyenin demiryolunun neredeyse dörtte birini kendi imkanlarıyla, kendi parasıyla yapan Nuri Demirağ'ı hatırlatmak istiyorum. Hatta geri kalan demiryolları güzergahını da üstlenici şirket olarak alıp kendisi yapan vatansever Nuri Demirağ'ı hatırlatmak istiyorum. Çakılmış çivisi olmayan ve başkalarının eserlerini kendisi yapmış gibi gösteren Kemalist devletten başka bir şey beklenemezdi. Atatürk bizzat kendi propagandasını, daha ölmeden, Cumhuriyet gazetesi sayesinde Yunus Nadiye yaptırmıştır. Nutuk adlı kitabını Millet Meclisinde yaklaşık bir ay boyunca meclisin işlerini durdurup kendi seçtiği milletvekillerine dinleten Atatürk tabiiki kendini övdüren şiirler marşlar yazılar yazdırmıştır. Ve bunu yıllarca yaptırmıştır. Diktatörlük ancak böyle oturabilirmiştir. Atatürk'ün propaganda ve kendi diktatörlünün organı olan Cumhuriyet Gazetesi'nin yayınlarını başka bir konuda ele alacağım. Onuncu yıl marşı da bu propagandanın sadece bir zincir halkasıydı. Falih Rıfkı Atay, Yunus Nadi, Yakub Kadri Karaosmanoğlu, şevket Süreyya Aydemir Atatürk'ün ölümünde neredeyse bir köpeğin sahibini kaybettiği gibi ulumuşlardır. Babalarını kaybetmiş insanlardan daha da fazla üzülmüşlerdir. Çünkü zorbalıkla, idamla, propagandayla, yalanla, heykellerle, şiirlerle bir ideoloji babası (daha önce aslında mafya babası demiştim) yaratılmıştır ve bu babaları ve onların gelir kaynakları ölmüştür. İkinci Adam, Milli Diktatör şef İnönüyle bu adamların araları hiç de iyi değildir. Çünkü İkinci Adam'la, Tek Adam'ın aralarında kudret, koltuk, ün kavgası vardır. Neyse ben sadece demiryolları yalanını Nuri Demirağ'ın hayatını okumanızla kendinizin öğrenmenizi dilerim diyorum ve demiryollarını ve onuncu yıl marşını kapatıyorum.

    Bu arada söz marşlardan açılmışken Atatürk ve Cumhuriyet marşlarının kaynaklarını da burada aktarmak isterim. Ayşe Hür ün "Devşirme" Marşlarla Milliyetçilik adlı yazısını okumanızı isterim.

    Onuncu yıl marşı Jean Jacques Rousseau'nun "Le devin du village" adlı operasından yani "Köy Kâhini" adlı eserinden çalıntıdır.

    Gençlik Marşı yani Dağ Başını Duman Almış'ın orijinali Felix Körling'e ait İsveç'in meşhur bir ormancı şarkısı olan "Tre Trallade Jantor" üç şırfıntı kız dan alınmıştır.

    İzmir Marşı aslında Kafkasya Marşıdır ve Enver Paşaya övgü yapmak için yapılmış bir marşdır.

    Kemalistler sanatta ve müzikte de tarihte olduğu gibi sahtekardır. Başka bir şey beklenemezdi zaten. Devam etsinler sahtekarlıklarına. Kendileri çalıp kendileri oynasınlar. Güya millilermiş, yerlilermiş.

    Yeni yapılan demiryolu hatlarının kredileri şu yollarla temin edilmiştir. Zaten doğru dürüst bir ekonomisi ve geliri olmayan bir devletten kendi imkanlarıyla milli parayla yapıldı yalanı ancak Kemalistlere yaraşır: Osmanlıdan kalma demiryollarını devlet yabancı şirketlerden satın almıştır. Çünkü bu hatlar işletme hakkı karşılığında uzun yıllara yayılması önceliğinde yabancı şirketlere verilmişti. Bu millileştirme adı altında yabancılardan aslında işletme hakkı satın alınmıştır. Bu mümkünsüzlük kısıtlı ekonomi devresinde mecburmuydu aslında çok tartışılması gereken bir konudur. Çünkü bu demiryollarının işletme haklarınnın satın alınması içinde kredi alınmıştır.

    Alıntıdır -----------------------------------

    Bununla birlikte 1925 yılında, Osmanlı Bankası'ndan bankanın imtiyazlı statüsünün 10 yıl daha uzatılması karşılığında 7 milyon TL'lik kısa vadeli bir borç alındı. 1927 yılında ise, büyük ölçekli demiryolu ihaleleri alan bazı İsveç ve Alman şirketlerinin yaptıkları işler karşılığında orta vadeli hazine bonoları kabul etmeleri ile bir başka dış borç kaynağı yaratıldı. Kaynak: Yahya Sezai Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi 1923-1950, 3.B., Tarih Vakfı Yurt Yay., Ankara, 1994

    Yani hazine bonoları karşılığında yeni demiryolu hatları yapılmış.

    Alıntıdır-----------------------------------

    1923 yılında yayımlanan bir yasa ile hatların devlet tarafından inşa ve işletmesi kararlaştırılır. Ilk ihale 1927'de, ikinci ihale ise 1933'te gerçekleştirilir. İlk ihalede yapımcı yabancı, taşeron ise Türk'tür. İkinci ihalede ise ilk kez bir Türk firması yapımcılığı üstlenir. ......
    1923-1950 yılları arasında yapılan 3.578 kilometrelik demiryolunun 3.208 kilometresi, 1940 yılına kadar tamamlanır. 1940'tan sonra çalışmalar yavaşlar. .....
    Bu dönemde yapılan ana hatlar şunlardır: Ankara-Kayseri-Sivas, Sivas-Erzurum, Samsun- Kalın (Sivas), ırmak-Filyos (Zonguldak kömür hattı), Adana-Fevzipaşa-Diyarbakır (Bakır hattı), Sivas-Çetinkaya (Demir hattı).
    Kaynak TMMOB Inşaat Mühendisler Odası.

    Yrd. Doç. Dr. Vedat KARADENIZ ve
    Yrd. Doç. Dr. Deniz AKPıNAR ın
    beraber yaptığı "Sivas Erzurum demiryolunun yapım süreci, sosyo - iktisadi etkileri ve geleceği" isimli çalışmasında Sivas -Erzurum demiryolu hattının yapılışını anlatmaktadır. Bu demiryolu hattında milli olan sadece Nuri Demirağdır, malzemesi yani çimentosu, demiri, mühendislik ve inşaat malzemeleri bile yakınlığı sebebiyle Rusyadan getirilmişir. Bu eserde bahsedilen yüklenici şirket Simeryol olarak geçmektedir. Atatürkün propaganda makinesi Cumhuriyet gazetesi mütevazi, vatansever Nuri Demirağdan bahsedeceğine bu demiryolunu sanki devlet kendi yapmışcasına övmüştür. Burada atfedilen bütün saygılar ve değerler Nuri Demirağa (Mühürdarzade Nuri)aittir, fakat kendisi tarihin karanlıklarına gömülmüştür. Simeryol, Nuri Demirağın yol yapmak için açtığı şirketin adıdır. Fatih M. Dervişoğlu adlı yazar "Nuri Demirağ Türkiye'nin Havacılık Efsanesi" adlı kitabında bu demiryolu şirketini anlatır.

    Halen Kemalizmin borazancılığını yapmakta olan T.C. başbakanlık kültür, dil ve tarih yüksek kurumu internet sayfası www.atam.gov.tr Samsun - Çarşamba demiryolu hattını ballandıra ballandıra öyle anlatmaktadır ki, ilk defa okuyan insan Atatürke "dehâ, uzaydan gelen, vay be" demeden geçemiyor. Yazarın ismi: Araş. Gör. Kemal Arı ve yazısı da "Samsun Demiryolu'nun Temel Atma Töreni ve Reisicumhur Gazi Mustafa Paşa'nın Samsun Gezisi"dir. Azıcık analiz yapabilen bir okur bu geçmişten kalma göğe çıkarma propagandası yazısını hemen sorgulayıp, üzerine sahtekar ve saptırma damgasını vurur. Ben bu Kemalizmin propaganda yazısını burada tekrarlamak istemiyorum. İsteyen bu yazının tümünü okur. Yazıda bile aslında bu yazının değerinin olmadığını, devletin hiçbir şekilde bu demiryolu hattında zerre kadar payının ve tek çivisinin olmadığı belirtiliyor. Bu yazıda Atatürk hakkında şöyle kelimeler geçiyor:
    -ölümsüz önder,
    -özgürlük ve bağımsızlık ateşini yaktığı kent olan Samsun,
    -Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan" dizesiyle, bütün ulusun büyük bir coşkuyla söylediği Cumhuriyetin kuruluşunun 10. Yıl Marşında işlenmiştir,
    -gürbüz bireylerden oluşmuş aydınlık kafalı ulus,
    -bu demiryolu, Türkiye'de ilk kez yerli sermayenin finanse etmesiyle gerçekleştirilen ulusal yapıt olma onurunu taşır ve bu yapıt, Türk sermayesinin ulusal davalardaki simgesi olmuştur, vesaire.

    Nemlizade Mahdumları Galib Bey in ailesi eskiden beri ticaretle uğraşmış memlekete yararlı işler yapmış bir ailedir. Yeni yaratılmaya çalışılan ulus devletin bu aileye maddi veya mânevi hiçbir desteği yoktur. Galib Nemlizade Bey, aynı Nuri Demirağ gibi kendi servetiyle şirket kurup kendisine ait olacak olan Samsun-Çarşamba hattını kullanarak ve işleterek taşımacılık amacıyla yapmıştır. Zaten tütün tüccarlığı yaptığı için topladığı tütünle birlikte başka malları da kendi yaptığı hatla taşıyacaktır. T.C. başbakanlık kültür,dül ve tarih yüksek kurumu internet sayfasını okursanız zaten orada girişimci Nemlizade Mahdumları Galib Beyin kendi mülkünden ve imtiyazdan bahsedilmektedir. Bunları pekiştirmek için 2 internet sayfasından bahsediyorum. Atatürkün ve Kemalist devletin bu hattın finansmanında ve teknik fizibilite ve gerçekleştirme safhasında bir çivisinin ve tek kuruşunun olmadığını ispatlar. Hatta Nemlizade Mahdumları Galib Bey de Atatürke attığı telgrafta demiryolu hattının kendi mârifeti olduğunu anlatır.

    www.bakisarisakal.com

    NEMLİZADE GALİP BEY (Tüccar)
    Nemlizadeler ailesi Samsun'un yerlilerinden olup İstanbul, Bafra ve Trabzon'da efradı vardır. Nemlizade Hamdi Beyin büyük oğlu olan Galip Bey 1882 tarihinde Trabzon'da doğmuştur. Tahsilini İstanbul'da Galatasaray Lisesinde, Marsilya Yüksek Kolejinde ve For Kolejinde yaptıktan sonra babasının işlerine katılarak tütün ve her türlü emtia ticareti ile uğraşmaya başlamıştır. Galip Bey on beş yıl bu ticareti idare ettikten sonra 1919 yılında biraderleri Mithat, Celal ve Sıtkı Beylerle ortaklık kurmuş, Sıtkı Bey 1927 yılında ortaklıktan ayrılmıştı. Nemlizade ve Mahdumları şirketi Samsun - Çarşamba Sahil Demiryolları hattını kendi sermaye ve Türk mühendislerinin çalışmalarıyla yapmışlar ve işletmişlerdir. Galip Bey evli olup 3 çocuğu vardır. Savaştan sonra ifa eylediği hizmetlerinden dolayı Alman Harp Madalyasına haizdir.

    Nemlizade Mahdumları Galib Bey in ailesi eskiden beri ticaretle uğraşmış memlekete yararlı işler yapmış bir ailedir. Yeni yaratılmaya çalışılan ulus devletin bu aileye maddi veya mânevi hiçbir desteği yoktur. Galib Nemlizade Bey, aynı Nuri Demirağ gibi kendi servetiyle şirket kurup kendisine ait olacak olan Samsun-Çarşamba hattını kullanarak ve işleterek taşımacılık amacıyla yapmıştır. Zaten tütün tüccarlığı yaptığı için topladığı tütünle birlikte başka malları da kendi yaptığı hatla taşıyacaktır. T.C. başbakanlık kültür,dül ve tarih yüksek kurumu internet sayfasını okursanız zaten orada girişimci Nemlizade Mahdumları Galib Beyin kendi mülkünden ve imtiyazdan bahsedilmektedir. Bunları pekiştirmek için 2 internet sayfasından bahsediyorum. Atatürkün ve Kemalist devletin bu hattın finansmanında ve teknik fizibilite ve gerçekleştirme safhasında bir çivisinin ve tek kuruşunun olmadığını ispatlar. Hatta Nemlizade Mahdumları Galib Bey de Atatürke attığı telgrafta demiryolu hattının kendi mârifeti olduğunu anlatır.

    Yasemin NEMLİOğLU KOCA, 19.YY.'DA TRABZON LİMANı: SEFERLER, TÜCCARLAR, MALLAR adlı yazısında Nemlizade ailesinden bahseder. Bu ailenin eskiden Osmanlıdan beri ticaretle uğraştığını, ailenin kendisine ait liman bölümlerinin bulunduğundan bahseder.

    Burada Kurtuluş Savaşından sonra Millette genel olarak hakim olan şu anlayışa değinmek lazımdır. Millet nasıl Kurtuluş Savaşında canını feda etmişse, savaştan sonrada sanayide milli kalkınmayı desteklemek amacıyla, başta zengin vatansever insanlar olmak üzere servetlerini devlete bağışlamışlardır yada bu uğurda harcamışlardır. Burada bu yardımların yada yatırımların vatansever vatandaşları zengin edip etmediği yada fakir ettiği başka bir konudur. Bunun en belirgin örneği milletten toplanan parayla alınan teyyarelerdir(uçaklardır). Her toplanan uçağa toplanan şehrin yada kasabanın ismi verilmiştir. Fakat CHPnin zimmetine geçirme politikası ve Atatürkün hiçbir altyapısı ve milli teknolojisi olmayan havacılık kurma hayali dipsiz bir kuyu olarak Milletin parasını ve kaynaklarını bitirmiştir. Millette İslamdan gelen bir anlayış vardırki, bu anlayışı Kemalist devlet kendi propagandasına alet etmek ve böylece Millette fikir dönüşümü yaratmak istemiştir. Altyapı yapmak(yol, su, köprü, vesaire) İslamda hayrat olarak geçer ve iman eden kimse için âhirete bir yatırımdır. Aynı şey okul, yurt, medrese, cami yani toplumun yararına olan binalar ve kuruluşlar için de geçerlidir. Milletin içinden gelen şahısların aslında İslam adına yaptıkları şahsi hizmetleri Kemalist devlet sanki kendisinin marifetiymiş gibi propaganda makineleri olan Cumhuriyet, Hakimiyeti Milliye, Ulus gibi gazetelerde basmışlardır. Ki her zaman belirttiğim gibi bu gazeteler Atatürkün gazeteleridir. Özellikle de bu gazeteler bu yatırımları Atatürkün eseri diyerek diktatörümüzün diktatörlük yolunu açmışlardır. Nasıl Atatürk Kurtuluş Savaşında İslam dinini Kurtuluş Savaşını kazanmak için kullandıysa, Kurtuluş Savaşı bittikten sonra yapılan şahsi yatırımları da kendi amacı için kullanmıştır. Hiçbir gazetede bu şahıslar övülmemiş, Atatürk mütevazilik göstererek geri çekilip kendisini perde arkasında tutmamış, bilakis sanki her eser devletin eseriymiş ve dolaylı yoldan bizzat kendisinin eseriymiş gibi göstermiştir ve bu eserlerde özellikle gazetelerde her zaman Atatürkün kendi isminin geçmesine özen gösterilmiştir. Zaten 1923den ölümüne kadar Atatürke muhalefet yapan yada yapabilen tek gazete yoktur. Ben hiç bir zaman şaşırmadım. Atatürkün sanayide tek çivisinin olmadığına şaşırmadım. Atatürkün bütün hayalinin Batı kültürü ve Batı sisteminin olduğunu biliyordum. Samsunlu Nemlizade Galib Bey de Atatürkün mahsustan unutturduğu bir isimdir. Unuturulmasaydı Sinan Meydan, Soner Yalçın gibi Kemalistler ortaya çıkamazdı. 1980 Kemalist askeri darbeden sonra Atatürkçü düşünce dernekleri kurulamazdı. şimdi birde muhafazakar basın 15 Temmuz darbesinden sonra bütün askeri ve askeri olmayan darbeleri Fethullah Gülene yıkma yarışmasına girmiştir. Bu aslında bir akıl tutulmasıdır. 15 Temmuzla ilgili yazımda buna kapsamlıca değinmiştim. 1980 darbesinden sonra Kemalizm doruğuna ulaşmıştır ve devlet ideolojisi olmuştur. Dikkat ederseniz adı üstünde düşünce dernekleri kurulmuştur. Düşünce, ideolojinin başka bir ifade şeklidir. Sadece belirli bir düşünceye inanıyorsanız başka hiçbir düşünceleri kabul etmezsiniz. Inanç ve îman düşünceyle birleştiği zaman ideoloji ve din ortaya çıkar. Atatürkçü düşünce derneklerinde hiçbir zaman Atatürkü sorgulayan tek kelimeye rastlayamazsınız. Mecburen Atatürkçü düşünce derneklerinde Atatürke ilahi, uzaydan gelme, deha, dahi, insanüstü, ulu, büyük, geleceği görme marifeti olan, vesaire gibi sıfatlar kullanmak mecburiyeti vardır. Bu sıfatlar Peygamberimize yöneltilen sıfatlara benzemiyormu? Hangi Atatürkçü Düşünce Derneği Atatürk hakkındaki şüpheli bir konuya açıklık getirmiştir? Mesela Atatürkün evlat edindiği bütün manevi çocukların intihar etmelerinin sebebi nedir? Neden sadece Afet İnan intihar etmemiştir? Sadece bu şüpheli konu bile durumu açıklamaya yetmezmi? şimdi ateist Kemalistler Peygamberimizle Atatürkü eşitleyebilirler. Peygamberimizin geçmişini ve hayatını araştıramıyoruz çok eskide kaldığı için. Peki ateist Kemalistler o kadar Atatürklerinden eminlerse ve neredeyse Peygamberimizle eşitleyebiliyorlarsa neden Atatürke en yakın kişilerin hatta Atatürkün akrabalarının hatıraları hâlâ sansürde. Neden sadece Atatürkün "sadık köpeklerinin"(bunlar mesela Falih Rıfkı Atay, akrabası Fuat Bulca vesaire) hatıraları resmi tarihin tanıdığı tek kaynak? Neden Rıza Nur deli ilan edildi? Kazım Karabekire kıskanç intikamcı dendi. Neyse devam etsinler onlar Atatürke tapmaya. Konumuza dönelim.

    Devami sonraya.......................................

    İzmit kağıt fabrikası

    Tarih 13 Mart 2019

    Cumhuriyetin ikinci mühim kuruluşu İzmit kağıt fabrikası bazı Kemalist sayfalarca cumhuriyetin bir ürünü diye tanıtırlar. Fakat kağıt fabrikası cumhuriyete rağmen, yeni kurulan ve CHPnin tekelinde bulunan dinsiz bürokrasi devlete rağmen kurulmasına aslında şaşılacak bir fabrikadır. Vatansever Mehmet Ali Kağıtcının sırf kendi çabalarıyla kurulmasına çalıştığı bir fabrikadır. İzmit Kağıt fabrikası sonradan ismi SEKA olan kuruluş CHPye rağmen, Kemalizmin engellemesine rağmen kurulmuştur. 1981 yılında, kendisi ölmeden 1 sene önce TRTde 58 dakikalık bir programda yapılan bir yayında Kağıtcı bu fabrikanın kuruluş zamanını anlatmıştır. Kağıtcının bütün hayatını, bağnaz CHP hükümetinin engellemelerini televizyonda anlatacağı tabiiki düşünülemez.1980 Kemalist askeri darbe sonrasında Kağıtcının CHP hükümetlerini eleştirmesi Mehmet Ali Kağıtcı için intihardır. Çünkü 1980de Kenan Evren önderliğinde yapılan askeri darbe sonrasında Atatürkü (pardon Ataputu) ilahlaştırma projesi başlatılmış, Atatürkü ve CHPyi putlaştırma kurumları olan Atatürkçü Düşünce Dernekleri kurulmuştur. Mehmet Ali Kağıtcının eski hükümetleri isim vererek eleştirmesi imkansızdır. Mehmet Ali Kağıtcı, televizyon programında sadece kendisine zararı dokunmayacak olan Batının engelleme girişimlerini anlatmıştır. Esas asalak ve zararlı yerli CHP bürokrasisinden bahsetmemiştir. Ki bu bürokrasi Batıcı ve Batının hedefleri doğrultusunda hareket etmiştir. Bu yüzden Kağıt fabrikasının kuruluşu aslında anlaşılamayan bir mucizedir. Çünkü 1. veya 2. Kalkınma programları çerçevesinde Sovyetler Birliğinin parası teknikerleri ve adamlarıyla tasarlanmış, kurulmuş fabrikalar Sovyetler Birliğinin eseridir. İzmit Kağıt fabrikasıysa Mehmet Ali Kağıtcının planladığı, tasarladığı kurduğu bir fabrikadır. Cumhuriyet dönemindeki, yani 1923den sonrası kurulan diğer kuruluşların hangi engellemelerle karşılaştığını yukarıda okudunuz. Zaten İsmet İnönü diktatörlüğünde bütün özel teşebbüsler baltalanmıştır.


    Kağıt fabrikasının kurucusu Kağıtcı Almanyaya Kurtuluş Savaşından hemen sonra kendi imkanlarıyla 1925 yılında gitmiştir. Yani Mehmet Ali Kağıtcının mesleki yahut tahsil hayatında Cumhuriyetin hiçbir katkısı yoktur. Almanyaya gidişinde Mehmet Ali Kağıtcının Almanca dilbilgisi var idiyse veya Fransada okul bitirip diploma almasında gerekli olan Fransızca dilbilgisi var idiyse bu dilbilgisi tecrübesi sadece ve sadece Osmanlıda var olan ve öğrencilere verilen yabancı dil okullarının bir marifeti, başarısıdır. Yani Kağıtcının yetiştirilmesi Osmanlının bir başarısıdır ve Cumhuriyetin hiç bir katkısı yoktur. Bazı çevreler inatla Mehmet Ali Kağıtcının Cumhuriyet aydını olduğunu Kemalizm propagandası olarak savunuyorlar. Hayır. Mehmet Ali Kağıtcı bir Osmanlı aydınıdır, yeni kurulan Türkiyeye Avrupadan 1927de yani Avrupaya gittikten 2 yıl sonra geri dönmüştür. İki yıl içinde hem Almanca hemde Fransızca bitirecek kadar lisan öğrenilemeyeceğini herkes bilir. Burada Osmanlıda öğretilen öğretim kalitesini görmek fevkalade mümkündür. Özellikle yabancı dil eğitimi bakımından. Neden Avrupaya kağıtcı olarak gitmek istediğini ve kağıt üretim bilimini öğrenmek istemesini Vakit gazetesinin kağıdının Türkiyede üretilmesini istemesi olarak görüyorum. Dikkat edilirse Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında gazete kağıdı kıtlığı yaşanıyor. O zaman radyo, televizyon, telefon v.b. olmadığı gibi bütün haberleşme gazeteden ve telgraftan ibarettir. Benim kanaatimce Mehmet Ali Kağıtcının Kurtuluş Savaşı sonrasında gazetenin kağıt kıtlığı yüzünden halka ulaşamaması ve halkın yeterince okuyamamasını zannettiğidir. Kurtuluş Savaşının sonunda Avrupaya kağıdın üretimini öğrenmek için gitmesi bu yüzdendir. 1930a kadar Batı kültürü devrimlerini Ataput önderliğinde Türkiyeye getiren ateist CHP hükümetinin derdi sanayi, bilim ve teknoloji değildi. Kalsınki Mehmet Ali Kağıtcının derdi hükümetin derdi hiç değildi. 1930a kadar Ataput(yani Atatürk) harf, şapka, kıyafet, hilafet, tarikat, ölçü tartı, takvim gibi Batı kültürünü Türkiyeye getirmekle uğraştı. Esas gerekli olan teknoloji ve bilimin geliştirilmesi, Batıya teknolojik, sanayi bakımından ayak uydurulması geri planda kaldı. 1930lara kadar Batı sistemini yeni kurulan ülkeye getirmekle uğraşıldı. Mehmet Ali Kağıtcı ise esas gerekli olan Batının bilimi olduğunu anlamıştı ve bu yüzden görünüşte değil gerçekten aydındı. Mehmet Ali Kağıtcı, savaştan yeni çıkmış Milletin gerçek aydınları olan Nuri Demirağ, Killigil, Cemil Alevli gibi kişilerden biridir. Mehmet Ali Kağıtcı, Batıcı, sahtekâr Batı kültürü aydınlarından olan Falih Rıfkı Atay, Yakub Kadri Karaosmanoğlu gibi kişilerden değildir. Bazı Kemalist internet sayfaları her yerde yaptıkları gibi tarihi çarpıtmaktan usanmadıkları gibi Mehmet Ali Kağıtcıyı engelleyen hükümetin Menderes hükümeti olduğunu yani 1950den sonraki hükümetler olduğunu yazmışlardır. Bu kişilere ben en hafif tabirle alçak diyorum.

    Ben kimsenin ırkının, dilinin yüzünden o kişiyi suçlayan veya ırkçılık yapan birisi değilim. Heybeliada cumhuriyetin ilk yıllarına kadar eskiden nüfüs bakımından çoğunlukla Rumların oluşturduğu bir adaydı. Mehmet Ali Kağıtcı Heybeliadada doğmuş. Eğer Mehmet Ali Kağıtcının ailesi, dedesi falan Rum asıllı ise ben şöyle diyorum: Keşke devletin başına hep Mehmet Ali Kağıtcı gibi vatansever Rumlar geçseydi, cumhuriyeti Mehmet Ali Kağıtcı gibiler yönetseydi. İmkanım olsaydı Mehmet Ali Kağıtcının ailesini ve geçmişini de araştırırdım, fakat imkanım yoktu.

    Bazı kaynaklar İsmet İnönüyle Ataputun (pardon Atatürkün) arasının açılmasının sebebinin İnönünün Mehmet Ali Kağıtcıyı engellemesi olduğunu belirtmişler. Hatta Celal Bayarın iktisat(ekonomi) bakanı olmasının sebebi de Mehmet Ali Kağıtcının engellenmiş olduğunu yazmışlar. Önce CHPyi, sonrada devletin her kademesini ateist kodamanlarla dolduran Ataputumuzun ta kendisidir. Her ne kadar Kemalistler kendilerini vatansever olarak halka takdim ettilersede, bu kişiler önce kendi koltuklarını, kendi çıkarlarını her şeyden üstün tutmuşlardır. Cumhuriyetin ilk yıllarında ortaya çıkan girişimcileri engellemelerinin sebebide budur. Yeni girişimcilerin ortaya çıkması kendilerine bir rakip olması demekti. Zaten çoğu hükümet memurları tembeldi. İşten kaçarlardı. İşten kaçtıkları bir kenarda dursun halka hizmet vermek bu devlet memurları için sanki halka verilen bir lütuftu. Halkı cahil, köylü olarak gördükleri için devlet dairelerine gelen insanlara her zaman kötü muamele yukarıdan bakma tavıları içinde bulunmuşlardır. Bu devlet memurlarının tavrının temeli yeni kurulan cumhuriyetin vatandaşlarına bakışında gizliydi. Halk güdülmesi gereken koyun sürüsüydü. Neyse bu Mehmet Ali Kağıtcının girişimlerinin engellenmesi devletin ta yukarısında oluşan bu dinsiz, tembel, koltuk memuriyeti zihniyeti yatıyordu. Hizmet anlayışından yoksun olan bu güya vatansever Kemalistler vatansever değil, koltuksever tembellerden ibaret dinsizlerden oluşan bir memur ordusuydu. şimdi dinsiz denilince şimdiki 2000li yıllardaki dinsizle 1930lu dinsizin arasında tabiiki uçurum kadar fark vardır. Bunu gözden kaçırmayalım.Mehmet Ali Kağıtcı zamanında (1930larda) kendisini müslüman olarak gösteren, namaz kıldığı bilinen, Allahtan bahseden memur tabiiki hemen işten atılırdı. Bu koltuksever, dinsiz, tembel memur güruhu 1990lara kadar aynı hizmet anlayışını devlet dairelerinde vatandaşa eziyet olarak uygulamıştır. Ben burada konu olmadığı için sadece zamanının en çok bilinen kelimesi olan arzuhalci ve Avrupada en çok bilinen ve yaygın olan fakat rüşvet olarak bilinen bahşiş kelimesini cumhuriyet yılları memurları için ortaya atıyorum. Osmanlıda rüşvet yokmuydu derseniz tabiiki vardı, fakat Kemalizm öylesine propaganda yaparki cumhuriyetleri sanki melek gibi ahlaklı, vicdanlı, fakat dinsiz insanlardan seçilmiş, hata yapmayan, ışıklı insanlarmış. Osmanlı gibi yobaz, ahlaksız değillermiş, idealistlermiş. Sanki zannerdersiniz 1923de bütün insanlar ölmüş, uzaydan yeni nesil insanlar yeryüzüne yağmış.

    Neyse Mehmet Ali Kağıtcı zamanındaki bu memur uygulamalarına Mehmet Ali Kağıtcıyla ilgili olanları kaynaklardan aktaralım:

    1927de, Mehmet Ali Kağıtcı, Fransa'nın önemli şirketlerinden Papeteries de France'dan önemli bir iş teklifi aldı, ancak bu teklifi ve İstanbul'daki Başkonsoloslukları aracılığıyla tekrar ettikleri teklifi teşekkür ederek reddetti. Kendisinin aile dostu ve Atatürk'ün yakın çevresinden Müfit Özdeş'in Mehmet Ali Kağıtcıya sözü: "Daveti kabul et! Burada senin kıymetini bilmezler. Enayilik etme.."

    1929da Maliye Müsteşarı Ali Rıza Bey kağıt fabrikasının kurulması için yapılan ihaleyi iptal etti, proje ertelendi.

    1934de İzmitin doğusundaki bataklık arazilerin sahibi olan CHP milletvekilleri Mehmet Ali Kağıtcıya fabrikanın kendi arazilerinin üzerinde kurulması için baskı yapmışlardır. Yine bir mucize eseri fabrika İzmitin CHPli bataklıklarında değil kayalar üstünde kurulmuştur.

    1941de başa geçen 2.diktatörümüz İsmet İnönü her şeye karşı olduğu için ve kendi düzenini kurmak için ve kendine sadık adamları devlet makamlarına getirmek için Mehmet Ali Kağıtcıyı fabrika müdürlüğünden almıştır.

    1938den sonra sanayi hamlemizin ve Türk kağıtçılığının düşmanları yeniden eyleme geçtiler. O zamanki Başbakan Refik Saydam 1939 Mayıs'ında "Değil yeni fabrikalar için para vermek mümkün olsa işlemekte olanları dahi kapatırım"

    Almanyada Hannover şehrinde kağıt fabrikasında tanıştığı kağıtcı ustası Yahudi Simon Holzmeyer olmasaydı veya Hitler Yahudileri Almanyadan kovmasaydı yine bu kağıt fabrikası kurulamayacaktı. Kader yardım etti ve bilim ve teknik alanında Almanyada yetişmiş, yüksek öğrenim görmüş kişiler Türkiyeye geldi ve Türkiyenin kalkınmasına yardım etti. Unutmayalım Türkiyeye gelen Yahudiler başka ülkelerin bu kişileri kabul etmemelerinden dolayı, başka gidecek yerleri olmadığı için Türkiyeye geldiler. Bazı Yahudi araştırmacılar 160 bilim adamından bahseder.

    İzmit kağıt fabrikasından sözetmişken zannetmeyelimki fabrikayı Türkler kurdu, Türkler çalıştı, işçileri Türktü, makinalarını Türkler yaptı. Biz sadece kağıt ürününü Türkiyede üretmeye çalıştık, başka hiçbir şey yok. Fabrika bir ürünün son aşamasıdır. O ürünü üreten makineler, o ürünün teknolojisi, o ürünün gerektirdiği teknik elemanlar, o ürünün altyapısını oluşturan hammaddelerin ortaya konulması o ürünün ön aşamalarıdır. Osmanlıda eskiden beri kağıt üretebilen küçük çapta bir meslek kuruluşu vardı. Fakat sanayii olarak seri biçimde kağıt üretilebilmesi Avrupada 1850den sonra sanayileşmeyle beraber geldi ve cumhuriyete kadar Türkiyede kağıt sanayisi yoktu. Mehmet Ali Kağıtcıyla beraber kağıt sanayisi Türkiyeye yine gelmedi. Mehmet Ali Kağıtcı kağıt üreten makineleri yapmadı yada denemedi, kağıt bilimi üzerinde bilimsel çalışmalar yapmadı, sadece kağıt üretim yöntemlerini Türkiyeye getirmeye çalıştı ve teknik elemanlar yetiştirmeye çalıştı. Nitekim 1934de, 1936da 1940 ve 1950lerde kurulan bütün kağıt fabrikalarının makineleri, teknik elemenları Avrupadan gelmiştir. Alman Voith şirketi burada öncülük yapmıştır. İzmitteki ilk kağıt fabrikasında çalışan Alman işçi ve ustaların sayısı 36dır. Türk işciler daha çok basit işlerde bilgi,beceri olmayan işlerde çalışmışlardır. Sonra kurulan çıraklık okuluyla Türk ustalar yetiştirilmeye çalışılmıştır. Kağıdın hammaddesi olan selülozu, selüloz fabrikası kuruluncaya kadar Almanyadan getirilmiştir.

    Bilindiği gibi teknoloji ilerledikce ürün kalitesi artar maliyet azalır. Sizde teknolojinizi bilimle araştırmayla geliştirmeniz lazım. Eski teknolojiyle yada taklitle bir yere kadar varabilirsiniz. Nitekim Türkiyede üretilen kağıt cumhuriyetin ilk yıllarında taklitle yada dışarıdan getirlen makinelerle ve teknolojiyle üretilmiştir. Mehmet Ali Kağıtcı o zamanki kağıt üretme yöntemlerine hakim birisiydi fakat makine teknolojisine hakim değildi. Mehmet Ali Kağıtcı gibi tek bir alanda iyi insanlar yetmemiştir. Zaten sanayi makineleri teknolojisi, otomasyon ta bugüne kadar Türkiyede yetim kalmış bilim ve sanayi dalıdır. Sanayi makinesi üretemezseniz üretim yöntemleri yada başka bilim dallarında bilginiz olsa bile bir işe yaramaz mesela kimya, metalurjiye dayanan hammaddeleri sanayi ürünlerine dönüştüremezsiniz. Mesela odundan selülöz üretemezsiniz ne kadar kimya bilginiz olsa bile, çünkü sanayi makineniz yoktur. Aynı zamanda yeni yöntemler ve ürünler geliştirmeniz lazım ve paralel olarakda buna uygun sanayi makineleri de geliştirmeniz lazım. Bu içiçine girmiş birbirine bağlı çarkı taklit edersiniz, başka ülkelerden makine, insan getirirsiniz, fakat geliştirmedikce 10 yıl sonra 10 yıl sonraki teknolojiyi tekrar baştan taklit etmeniz lazım. Bunu Türkiye çoğu alanda şimdi bile yaşıyor. Kağıt fabrikasının kapanması yıllarca ihmal edilen ve eski teknolojilerle üretilen, rekabet gücü olmayan yöntem ve makinelerle üretiliyorsa ve kendi geliştirdiğiniz teknoloji ve makinelerden ibaret değilse kapanmaya mahkumdur. Zaten CHPnin başında olduğu veya diğer hükümetlerde taklitciliğn ötesine gidememişlerdir. Hatta CHP bırakın teknolojiyi takliti, medeniyeti teknoloji taklidinde değil kültür taklidinde aramıştır. Ataputumuzun yaptığı devrimlerin hepsi kültür taklididir. Mücahit diye bilinen Nejmettin Erbakanın aslında başka parti yöneticilerine söylediğ fakat anlamı derin olan ve her zaman küçümsenen, fakat asıl gerçeği yansıtan bir sözü vardır: "sizi gidi Batı taklitcileri sizi".

    Sonuç olarak İzmit Kağıt fabrikasının kurulması CHPnin varlığına ve engellemelerine rağmen bir mucizedir ve Alman Voith şirketinin, Mehmet Ali Kağıtcının ve Celal Bayarın şahsi çabalarıyla meydana gelmiştir. Cumhuriyetin ve CHPnin çakılmış bir çivisi varmıdır? Belki bir kaç çivisi olabilir. Bu çivilerde eğri ve paslı çivilerdir, yani hurdadır, bir işe yaramaz, insanı ancak tetanoz yapar, ararsınızki hekim bulup aşı yaptıralım, onuda bulabilirseniz.

    Kaynaklar:
    Emre Dölen,
    Selim Cavid Yazman,
    Nadir Yurtoğlu,
    TRT1 1981 programı videosu, Mehmet Ali Kağıtcıyla yapılan röportaj
    Nazmi Kal
    Mehmet Sarıoğlu

    Notlar:

    Tarih 15 Mart 2019

    TRT1de Mehmet Ali Kağıtcıyla yapılan röportajda dikkat edilirse sunucu(eskiden sunucuya spiker denilirdi, Ingilizceden birebir alınma, Ingilizcede (speaker) konuşan kişi demektir. TDK sonra uyduruk bir kelimeyle bunu sunucu olarak değiştirdi. Neyse konumuza dönelim.) durmadan Atatürkten bahset, Atatürkten bahset diye Mehmet Ali Kağıtcıya uyarı yapıyordu. Mehmet Ali Kağıtcı bir hatırasını anlattı, sunucu tatmin olmadı, başkasını anlat, başkasını anlat diye uyarı yaptı. Bu 1980 darbesinden sonra Ataputu ilahlaştırmanın, tanrılaştırmanın bir yoluydu. Kağıtcılıkla Ataputun (pardon Atatürkün) hiçbir âlâkası olmadığı halde ve Mehmet Ali Kağıtcının hayatında Ataputun hiçbir rolü olmadığı ve yakınlığı, arkadaşlığı olmadığı halde sunucunun durmadan Atatürkten bahsetmesinin istemesi bir garip durum. Burada değinmek gerekirki 1981 yılında TRT sunucusu demek devletin yani Kemalist ordunun sunucusu demekti. Ordunun istediğinin borazanlığını yapması gerekiyordu her sunucu. Eğer bir insanın Atatürkü sadece yoldan geçerken görmesi bile bir röportajcı için değinilmesi gereken, söylenmesi mutlaka gereken, neredeyse kutsal bir şeydi, bir görevdi. Hiç kimse Türkiyede Mehmet Ali Kağıtcıyı tanımaz yada tanımak istemez. Fakat kağıtcılıkla ilgili heryerde Ataputumuzun meşhur bir lafı vardır, o laf söylenir ve yazılır. Ataputumuz şu lafı söylemiş (pardon bize bahşetmiş) o zaman 1936da ilk üretilen kağıdı görünce "işteeeee sizeee medeniyet hamuuruuuu!" Ben şahsen çok rahatsız oluyorum her yerde Ataputumuzun söylediği lafları okuyunca. Neden kağıtcılıkla ilgili Mehmet Ali Kağıtcının lafı sözü meşhur olmuyorda Ataputumuzun lafı meşhur oluyor. Cevabı zaten sorunun kendisinde: bir kişiyi tanrılaştırmak istiyorsanız her yerde, televizyon programında, duvarlarda, kendi mezarınızda bile o kişinin lafını bulursunuz. Ben Ataputun laflarının her yerde yazılmasını isterdim fakat tek şartla: Mehmet Ali Kağıtcının yaptığı işleri o yapsaydı, buhar makinesini Ataput bulsaydı, ilk dünyadaki gelmiş geçmiş kanunu koyan o olsaydı, ilk filozof o olsaydı, atomu parçalayan kişi o olsaydı, yani söylediği laflarla âlâkalı işler yapsaydı, kendisi olsaydı, kendisi yapsaydı. O zaman bende isterdim Ataputun laflarının heryerde olmasını. Mesela bir lafı vardır "Istikbal göklerdedir". Bu lafla aslında Nuri Demirağ meşhur olması lazımdı. Mesela "hayatta en hakiki mürşit ilimdir" lafı vardır. Bu lafla mesela Cahit Arf meşhur olabilirdi. Siz Cahit Arf'ın kim olduğunu biliyormusunuz yada onun ünlü bir lafını duydunuzmu? Hatırlayın banknotların üzerinde Ataputumuzdan başka bizim bilmediğimiz fakat dünyaca ünlü Osmanlı kökenli kişilerin resimleri yer alınca nasıl kıyametler koptuğunu. Nasıl olurda sanki her yemeğe atılan tuz gibi kullanılan Ataputumuz paranın diğer tarafinda yer almaz. Nedir Allahaşkına Kemalistlerin dediği Ataputumuzun dehalığıveya olağanüstü, insanüstü tarafı. Ben araştırdım, Atatürkte bir olağanüstülük bulamadım. Sadece zaten var olan matematik ve geometri kelimelerine uyduruk kelimeler koymuş. (Burada bilinen bazı çevreler geometri Masonlukla içiçe olduğu için geometriyle uğraştı diyor, fakat zaten Atatürk dinsiz ve ateist bir kişi benim kanaatimce. Mason olmuş olmamış pek bir şey değiştirmez, yaptıklarına bakalım.) Matematik terimlerine uyduruk kelimeler koymak dehâlıkmı? Altgenin adı eskiden müseddes'miş altıgen olarak Ataputumuz değiştirmiş. Tekerleği yeniden icat etmekmi dehâlık? Batının kültürünü devrimlerle Türkiyeye getirmek mi üstün zekalılık? Darülfünunu(eskiden Osmanlıda Istanbul üniversitesi) kapatıp yerine yeni bir üniversite açmakmı üstün zekalılık, dehâlılık, ulu önderlik? Darülfünunu kapatıp bütün eski üniversite görevlililerinin işine son vermek sonrada tesadüf eseri Hitlerin kovduğu Yahudi bilim adamlarını tesadüfen Tükiyeye Inönü tarafından getirtmekmi üstün zekalılık? Okuduysanız eğer yukarıdaki yazımda Ipekiş'te saklanan Ataputun notu bulunan bir hatıra defteri vardı. Çok büyük itinayla saklanıyormuş. Ipekiş'i kuran 2.Abdülhamite küfrediyorlardı bir zamanlar (ki hâlen Osmanlıya küfredenler var), fakat Ipekişi kuran 2.Abdülhamitin itinayla saklanan bir hatırası yok Ipekiş'te. Her yerde Ataput, her yerde Ataput, her köşede Ataput, her taşında Ataput, o işi yapmasada, âlâkası olmasada Ataput. Hiç düşünmüyorsunuz peygamberle ve hâşâ Allahla yarıştırıldığını. Sanki zannedersiniz ipek böceğini Türkiyede o başlattı, matematiği o buldu, demiryollarını Demirağ değil o döşedi, Kurtuluş savaşını tek başına Ataput kazandı, Çerkez Ethem sanki dağlarda tavşan kovaladı, tilki vurdu, hâşâ sanki Türkiyeyi Ataputumuz yarattı. Ben çok rahatsız oluyorum Atatürkün (pardon Ataputun) tanrılaştırılmasını. Özellikle bunu solcu ateist kesimler daha çok yapıyor. Fakat Atatürkten en çok mağdur olan muhafazakar kesim bile Atatürkü tanrılaştırma yarışında. Neyse konumuza dönelim yani "medeniyet hamuru"yla ilgili bir başka nota.

    Mehmet Ali Kağıtcının hayat tarzının, dini hayatının nasıl olduğunu ben çok merak ettim. Bilinirki 2000li yıllarda yahut ne zaman muhafazakar bir hükümet devletin başına geçse bu hayat tarzı, laiklik, çağdaşlık, cumhuriyetin medeni ilkeleri hep tehlikede görülür. Cumhuriyetin kuruluşundan 1950ye kadar mühim makamlarda oturan ve dinine bağlılığını açıkca ilan eden kişiler yaptığı işten uzaklaştırılmış, yanlızlığa itilmiştir, başka bir iş yapamaz haline getirilmiş, devletce takip altına alınmıştır. yani yeni tabirle fişlenmiştir. Mehmet Ali Kağıtcının dinine çok bağlı bir kişi olduğunu tahmin etmiyorum, Eğer Islamla bir yakınlığı ve dindarlığı olsaydı devletin başında sayılabilecek makamlarda bu kadar çok sene kalamazdı. Bırakın yardımı kendini ya Hakkarinin dağlarında (eski adıyla taşra veya şark vilayetlerinde) bir çobanbaşı olarak bulurdu yada zindanların herhangi bir köşesinde.

    Bir başka not ise yine 1981 senesindeki TRT röportajıyla ilgili. Darbeci Kemalist Kenan Evren ne demişti: "Hangi taşı kaldırırsanız her taşın altından mutlaka Atatürk çıkar." Kemalist devlet zaten her taşın altına Atatürkü yerleştirdi. Taşı kaldırıp, çevirip altında ne var diye bakmanıza gerek yokki. Mehmet Ali Kağıtcı yalan da olsa "Atatürk bana yardım etti" deseydi, taşın (pardon kağıdın) altından ne cevherler çıkardı, ne cevherler.

    ---------------------------------------------------------------------------------
    Târih 14.09.2021

    Konuyla doğrudan ilgili olduğu için Prof. Dr. Ekrem Bugra Ekinci nin bir yazısını aktarıyorum.
    Osmanlıların ''yapmadığı'' fabrikalar!
    13.09.2021
    XıX. asır elitleri arasında sanayinin lüzumsuz, hatta israf olduğuna inanan çoktu. Ancak Osmanlı hükûmeti buna kulak asmadı...
    XVııı. asır başlarında başlayan; bu asrın sonunda da hummalı bir faaliyet hâline dönüşen Osmanlı sanayileşmesinin, Ingiltere, Fransa, Almanya kadar muvaffak olamamasının bazı sebepleri vardır. Osmanlı ekonomisi, Batı Avrupa sanayileşmesindeki gibi bir dinamikten mahrumdu. Bunun, toprak, nüfus, coğrafya ve zihniyet olmak üzere 4 sebebi vardır.
    Tanzimat'tan sonra devlete ait olup halkın kirayla ekip biçtiği arazinin statüsü, neredeyse hususi mülkiyete yaklaştırılmış; ama öte yandan intikal sahiplerinin artmasıyla toprak bölünerek ufalmıştı. Daha az kişi ziraatta çalışmalı; böylece artan randıman şehirleri besleyebilmeli, artık iş gücü sanayiye kaydırılmalıydı. Nitekim Fransız ihtilalcileri, köylüyü koruyacağız diye sanayileşmeyi geciktirmişlerdi.
    Ikinci olarak Osmanlı nüfusu çok düşüktü. Bu mesele 1950'den sonra aşılabilmiştir. Hâlbuki 1700'lerde 100 milyon olan Avrupa nüfusu, 1900'lerin başında 450 milyona çıkmıştı. Açlık, sâri hastalık, harb gibi sebeplerle ölümler düşmüş; sıhhi tekniklerin inkişafı da buna yardım etmiştir. Bu tarihte Osmanlı nüfusu Avrupa'dan kat kat büyük topraklarda yaşayan 20 milyon kişiden ibaretti.
    Üçüncü olarak engebeli, kıraç ve geçit vermez dağlarla kaplı, nakliyeye elverişli akarsuların fazla bulunmadığı elverişsiz coğrafya Osmanlıların aleyhine olmuştur. Sahiller ve kervanla ulaşılan yerler pazara açılabilmiş; iç kısımlar demir yollarını beklemiştir. Sanayileşmenin, nakliyenin kolay olduğu Istanbul ve hinterlantında toplanması, diğer kısımların mahrumiyetine yol açmıştır. Böylece sınai nebatatın (endüstriyel bitkilerin) istihsali de gecikmiştir.
    Nihayet mal ve hizmet talebinin düşük olduğu Osmanlı cemiyetinde, teknik iş gücü teşekkül etmemiş; muhafazakârlıkta direnen cemiyette, zaman ve kâr gibi kaygılardan azade, zenaat; dakiklik ve koordinasyon icap ettiren sanayiye tercih edilmiştir.
    Pederşahi bünye, halkı "amele" olmaktan alıkoymuş; toprak köleliği ve mülk kaybı yaşanmadığı için, proleterya teşekkül etmemiştir. El emeği ile ücret mukabili çalışmak biraz hor görülmüş; devlete kapılanmak, her gencin hayali olmuştur. Bu, şimdi bile çözülememiş bir zihniyet meselesidir.
    Bu büyük yatırımlar için reel finans kaynağı yoktu. Makine teçhizatı dışarıdan ithal edilmekteydi. Teknisyen ve ustalar, hatta işçiler bile ilk zamanlar dışarıdan getirilmekteydi. Işletmeler, çok da iyi idare edilmemekteydi. Sanayi mamullerinin en büyük alıcısı devletti.
    XıX. asır elitleri arasında sanayinin lüzumsuz, hatta israf olduğuna, ziraate ehemmiyet verilmesi lazım geldiğine inanan çoktu. Jön Türklerin liberal maliye nazırı Cavit Bey bile böyle düşünüyordu. Bir tek Ahmed Midhat Efendi sanayileşmenin hararetli müdafii idi. Bilhassa maarif ve imar sahasındaki çalışmaları emsalsiz olan Sultan Abdülhamid, sanayileşmeye ayrı bir ehemmiyet vermişti.
    Kendisi daha şehzadeliğinden itibaren bir müteşebbis olarak ticaret, ziraat ve sanayi içinde yer almış; kendi servetiyle kurduğu hazine-i hassa, çiftlikleri, maden işletmeleri, fabrikaları ile büyük bir holding hüviyeti almıştı.
    Müteşebbisleri teşvik için 2 dereceli gümüş sanayi madalyasını ihdas eden de O'dur. Bu devirde kurulan veya faaliyet gösteren sayısız fabrikaların, ayrıca sanat mekteplerinin numune resimleri, Yıldız albümlerinde mevcuttur.
    Sultan Hamid devri fabrikaları

    Salnamelerden üstünkörü de olsa öğrendiğimiz kadarıyla Sultan Hamid zamanında yaptırılan veya yenilenen fabrikaların sayısı şöyledir:
    17 halı (Bandırma, Hereke, Oriental Carpets, Izmir, Karacabey, Gördes, Uşak, ısparta, Kula, Eşme, Milas, Kayseri, Sivas, Niğde, Merzifon, Maraş);
    15 dokuma (Eyüp Defterdar Fes ve yünlü Kumaş Fabrikası, Fes ve Melbusat-ı Askeriye Fabrikası, Darülaceze Hamidiye Fes Fabrikası, Bakırköy Fes Fabrikası, Bursa Ipekli Dokuma Fabrikası, Izmit Çulhane Pamuklu Kumaş ve Pamuk Ipliği fabrikası, Edirne, Musul, Halep, Selanik, Izmir, Adana, Rize, Beyrut, Trablus dokuma fabrikaları);
    3 iplik (Bursa, Istanbul Yedikule, Tarsus);
    2 kâğıt (Beykoz, Beyrut);
    3 porselen cam (Yıldız Paşabahçe, Çubuklu); 2 kibrit (Küçükçekmece, Beyrut);
    5 deri ve kundura (Beykoz, Erzincan, Diyarbekir, Musul, Beyrut);
    2 tuğla kiremit (Istanbul Kireçburnu, Selanik, Beyrut);
    5 demir (4 Bursa, 1 Bursa);
    2 konserve (Istanbul, Selanik);
    2 ispirto (Izmir Tepecik, Darağacı);
    1 güherçile (Konya);
    2 havagazı (Istanbul Yedikule, Izmir);
    1 elmas işleme (Bursa);
    40 un ve buz (Bursa, Izmir, Beyrut, Selanik, Kavala, Lüleburgaz, Adana, Izmir, Edirne, Hudeyde, Bağdad, Basra, Halep);
    2 ispermeçet mum (Istanbul, Beyrut);
    1 makarna (Beyrut);
    1 yağ (Bursa);
    1 top ve obüs (Istanbul Tophane);
    1 mermi tapası (Karaağaç);
    1 top malzemeleri (Tersane-i Âmire);
    1 mavzer yedek parça (Bağdad);
    1 mermi fişek (Istanbul Zeytinburnu);
    2 barut (Istanbul, Ankara).
    Ayrıca yüzlerce dokuma, saat, marangozluk ve mobilya, demirhane, fotoğraf, boya, sabun, susam yağı, çırçır, kereste, nal imalathaneleri açılmıştır.
    1883-1913 arası devrede, millî sermaye ile 46, ecnebi sermaye ile de 39 adet sanayi müessesesi kuruldu. Meşrutiyet'ten sonra her şeye rağmen, Sultan Hamid devrinin hummalı sanayileşme politikası takip edildi. Süleymanpaşazade Sami Bey'in, "Demektir ki varlık sanayi ile kâim/Demektir ki kudret sanayi ile bâki" diye biten sanayi marşı bu heyecanı terennüm eder.
    1913'te Teşvik-i Sanayi Kanunu çıkarıldı. Fabrikalara muafiyetler getirildi. Sanayi odaları kuruldu. Sanayi mecmuaları neşredildi. Sanayi mektepleri kuruldu. Fabrikaların sayısı arttı. Bilhassa gıda sanayi inkişaf etti.
    Sanayi istatistikleri tutuldu. Buna göre 1915 senesinde Istanbul'da 149, Izmir'de 61 ve diğer şehirlerde 73 olmak üzere 283 fabrika vardır. Bunların beşte biri devlete aittir. şahıslara ait olanların da beşte biri Müslümanlara aittir. Küçük imalathane ve atölyeler bu rakama dâhil değildir. Bu fabrikalarda 15 bin işçi çalışmaktadır. Grev hakkı vardır.
    Imparatorluğun sanayi mirasına dudak bükenler, cumhuriyetin ilk 15 senesinde 45 tane fabrika kurulduğunu iddia eder. Cumhuriyet idaresi, Lozan Konferansı esnasında tertiplenen 1923 tarihli Izmit Iktisat Kongresi'nde liberal ekonomiye bağlığını beyan ederek, büyük devletlerin itirazlarını sindirebilmişti. Ama daha sonra sıkı bir devletçiliğe yöneldi.
    Ekonomisi dışa kapalı, sıkı devletçi, baskıcı, halkın perişan yaşadığı, hürriyet ve demokrasinin bulunmadığı, bütün kaynakların tek parti ve ekibi elinde olduğu, sadece onları zenginleştirdiği bir zeminde 45 fabrika ne ifade eder?
    Kurulan fabrikaların çoğu halka/hususi sektöre ait olmadığı için, totaliter rejimi güçlendirmekten başka bir işe yaramamış; ancak sebep olduğu buhran, demokrasiye geçiş safahatını hızlandırmıştır.
    Bu 45 fabrikanın büyük bir kısmı imparatorluktan kalma olup revizyona tabi tutulmuştur. Bir kısmı depo, tersane, baraj, askerî tamirat atölyesi, maden cinsindendir. Çoğunda da sadece temel atılmıştır...

    Târih 26.03.2022

    Vitali Hakko hayatını anlattığı kitabında varlığını ve servetini şapka devrimine borçlu olduğunu anlatmıştır. Ataputumuzun, Türkiyeyi tamamen Batılılaştırmak ve geçmişinden koparmak için meydana getirmek istediği ateist, zengin ve hükmeden zümreye Vitali Hakko da dahildir.

    Vitali Hakkonun Oğlu Cem Hakko, şimdiki Power FM adlı radyonun sahibidir. Bu radyo kurulduğundan beri tamamen Batı kültürü ve Batı müziğinin bir Türkiye temsilcisidir. Radyonun yayınlarının milli ve yerli müzikle hiç bir alakası yoktur. Radyonun ismi bile Türkçe değildir.

    Tarih 01.04.2022

    Gerici zihniyeti değiştireceğiz diye yapılan şapka devrimi zulmü halkı yoksullaştırmanın bir başka çeşididir. Zaten yoksul olan halk mecburi kılınan ve zamanında Türkiye içinde îmal edilmeyen, ithal şapkaları almaya zorlanmıştır. şapkacılar mesela, Vitalo Hakko gibi, Türkiyede üretilmeyen şapkaları italyadan ithal edip, biraz değiştirip, halka misli değerinde satıp, büyük kazançlar elde etmişlerdir.Halk zulüm devrimlerinde inlerken, işte bu mutlu ve putlu zümre zenginleşmiş, milleti kene gibi emmeye, milletin kanını içmeye ve sömürmeye başlamıştır.Yarın gazetesinin 7 Mart 1931 tarihli bir makalesinde 2 lıraya ithal edilen şapka halka 12 liraya satılmakta ve sadece bu şapkalardan bu şapkacıların 10milyon lira yılda kazanç sağladıkları belirtilmektedir. Bir inek 1930 yılında 10 liraya satılmaktadır. Yani bir şapkaya bir inek. 1931 senesinin Türkiye bütçesi geliri 180milyon TL olduğuna göre Türkiyenin vergisinin 18de birine denk gelen parayı sadece şapkacılar cebine atmıştır.Vitali Hakko "ben şapka devrimi sayesinde zengin oldum" demesinde kim desin. Vakko markası tabiiki devrimlerin Ataputun arkasında duracaktır, devrimleri savunacaktır. Varolan 1 ineğini satıp, karşılığında bir şapka alan çiftci değil herhalde. Hemde nüfusun yüzde 80inine yakını köylü olduğuna göre, köylü nasıl "milletin efendisi" oluyorsa siz karar verin. Bu laf "köylü milletin efendisidir" Ataputumuzun meşhur laflarından birisidir. Ya şapkayı giyeceksin, ya jandarmanın dipçiğini yiyeceksin. Bu Ataput sayesinde mutlu ve Ataput zihniyetli zümre ile köylüler arasındaki uçurum 1950li yıllarda birazıcık olsun kapanmaya başlamıştır. işte 1931 yarın gazetesi küpürü. Kemalistlerin kendi altın çağlarında halkın yoksulluğunun, sefilliğinin Afrikalılardan geri olmadığını anlatan bir konuyu sonra açıklayacağım.

    Sanayi deyince tabiiki Yahudi kökenli Vehbi Koçtan bahsetmekten olmaz. Vehbi Koçun Lozanda sağır ismeti parmağında oynatan ve güya ingilizce bildiği için danışmanlık görevi yapan ama aslında Lord Curzon gizli anlaşmalar yapan hamambaşı haim Naimin oğlu olduğunu biliyorsunuzdur. Ataput zaten Lozandan sonra Selanikli Yahudi dönmelerin çouğunu Türkiyeye getirip onlara özel statü verip toprak ağası yapmıştır. Hükümetin devletin her yerine özellikle Yahudi dönmeleri ve masonları yerleştirmiştir. Vehbi Koç Ataput sayesinde zengin olmuştur. ilk mesleği Millet Meclisinde zabıtlık ve memurluktur. Avrupadan getirilen elbiselerin üzerine inşaat malzemeleri ve heykel deliliği de eklenince bütçe açık vermiş ve ingiliz parası ve diğer Avrupa paraları karşısında lira çok büyük değer kaybetmiştir. Aynı zamanda bütün inşaat işlerini, liman işletmelerini, tütün işletmelerini, demiryollarını yabancılar işletmekteydiler. Bu yüzdende ciddi miktarda döviz kaybına ve devletin borçlanmasına sebebp veriyordu. Bunun önüne biraz olsun geçmek için Ankarada kurulan yeni başkent binaları ve yeni inşa edilmeye başlanan binalarının bazılarını Yahudi işadamlarına verdiler. Vehbi Koçun ilk müteahhitlik işi 1931de Ankarada bir hastanenin sadece işçiliğini üstlenmekti. 1931 ve öncesinde hatta çok daha sonralarında bile müteahhitlik yapabilen yerli şirket sayısı bile parmakla sayılabilecek kadar azdı. Çok katlı beton bina inşası o zamana kadar bilinmiyordu. Kurtuluş Savaşından sonra bile kesme taşla binalar yapılıyordu. Ankarada yapılan yeni binaları yabancı şirketler Avrupadan cam, kirmeit, beton, inşaat demiri getirerek inşa etmiştir. Vehbi Koç müteahitlikten anlamadığı için yabancı şirketin yapmış olduğu binanın işçiliğini üstlenmiştir.

    11. Kasım 1991 tarihli bir dergiden alıntıdır

    Sonradan meşhur istanbuldaki Ford arabasının montaj fabrikasını devleti elinde bulunduran CHPnin yardımıyla kuran Vehbi Koç devleti artık yavaş yavaş yönetmeye başlamıştır.


    1960 darbesi öncesi CHP genel sekreteri Mason Kasım Gülekin Vehbi Koça gönderdiği mektupta Vehbi Koçun Türkiyeyi CHP sayesinde nasıl ele geçirdiği, CHP ve Koçun nasıl karşıılıklı birbirlerini destekledikleri ortaya çıkmıştır. Darbeden sonra Türkiyenin en zengini ünvanını kazanan Koç 1971de kurduğu Tüsiad sayesinde milleti asalak gibi kemirmiştir. Hayatı boyunca milli proje geliştirmeyen ve ithal mallarla imparatorluk kuran Vehbi Koç CHPyle birlikte devletin üstüne çökmüştür. Ilginç olan taraf ise sosyalist ve kominist geçinen Türkiyenin solu olan aydın, sanatçı, yüksek tahsilli insanlar tam bir kapitalist olan Koç tarafından beslenmiş, fakir halk baskı altında tutulmuştur. şunu da belirtmek gerekirki aydın, sanatcı, siyasetci, yüksek tahsilli kişiler müslüman kökenli olmayıp Robert Koleji gibi müstemleke okullarda yetişen insanlardır. Eğer bu okullarda okumadıysalar en azından bu anti-müslüman zihniyette olmaları mecburdur. Ben sosyalistim, zenginlere karşıyım diyen solcular Koç gibi zenginler tarafından beslenmiştir. Vehbi Koç gibilerine karşı çıkacağına tek ortak yanları olan islamı yok etmeye çalışmışlardır. Ataput ise hem solcu geçinen hem Yauhdi dönmesi zengin kesim tarafından kullanılan ortak bir kalkandır. Ataput kalkanı hem geçmişlerinin ortaya çıkmasını engellemekte, hemde ortak düşmanları olan Osmanlı ve islam kültürünü yok etmeye yaramaktadır. Günümüzde Koç eski çizgisinden sapmamıştır. Hatta spora bile girmiş. Kendini daha da perçinlemiştir. Eski tabuları, eski baskıları, darbeleri gençlik üzerinden unutturmaya ve üstüne sünger çekmeye çalışılmaktadır. Hala Tüsiad eskisi gibi hükümet devirmye çalışmakta, tarihini bilmeyen gençlik, soldan çarklı insanlar, sosyalizmin s harfini bilmeyen gençler Tüsiadı haklı bulmaya çalışmaktadırlar. Halbuki dünya görüşü dolayısyla her kominist insan Tüsiadı yok etmeye çalışacağına Tüsiadı savunmaya çalışmaktadır. Çünkü iş adamı Kapitalizm demektir, kendilerinin görüşü ise tam tersi iş adamının olamayacağı ve devletin her türlü işi, her türlü üretimi kendisinin yapması gerektiğini bilmesi gerekir. Buradan aslında şu sonuç çıkar : Türkiyede solcu insanların çoğu cahildir. Savundukları yönetim şeklini bile bilmemektedirler. Hani bazı insanlardan duymuşsunuzdur. Benim ailem Atatürkün Partisini savunuyor. Bende ondan yana olmak zorundayım. Bazıları ise solculuğu çağdaşlık, uygarlık, medenilik, olarak biliyor ki, bunlar daha da cahil olanları. Bunlar müslüman karşıtlığını da medenilik, modernlik zannediyorlar. Neyse konudan çok saptım.

    ------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Belgelerle Gercek Tarih sayfasının yazdıklarını aktarıyorum.

    Benim için önemli olan bir sayfanın şeriatcı olup olmaması değil, gerçekleri belirtmesidir. şeritacının karşıtı olan kominist yada ateist olan sayfalara da yer veriyorum. Maksat gerçek tarih ortaya çıksın.

    Alıntıdır...........................................................

    Dr. Hikmet Kıvılcımlı ise, Geberen Kapitalizm adlı eserinde şu detayları veriyor: "1929 Türkiye'sinde 25 milli kapitalle sanayi ve maden şirketi vardı. Bunların idarelerinde 20 kadar mebus (milletvekili) alakadardı. Mevcut Milli 38 bankada 31 tane mebus bulunuyordu. Yani, hemen hemen her büyük yerli şirketin mecliste bir mebusu var! Her şirkette bulunan çok eski temyiz azalarını, büyük askeriye ve mülkiye erkanını da hesaba katmalıdır. Sonra bütün büyük endüstriye 7 banka egemendi demİştik. Bunlardan üçü devlet bankasıdır; fakat yalnız birinde (15-20 müesseseyi güden İş Bankası'nda) 13 mebus (CHP milletvekili) vardır. İş Bankası'nın sabık(önceki) müdürü Celal sıfatı ile Türkiye'nin ekonomi politik müdürü olmuştur." [2] Ne var ki; Kıvılcımlı'nın yazdıklarını nüanse etmek gerekir. Bir kere meclisin niteliği hakkında açıklık olmalıdır. Meclis, gerçek ve özgür bir seçimle oluşan bir meclis değildi. Bir "memurin" meclisiydi. Dolayısıyla söz konusu olan, sermayenin meclisteki temsilcilerinden çok, bürokratların sanayi ve ticaretin kilit noktalarına çöreklenmesi ve sermayenin denetiminde söz sahibi olmalarıdır. [3] "İlk aferizm (çıkarcı özel İş) fesadı; Ankara'da İş takibine gelenleri haraca kesmekle başlamıştır… Bugün Milli Savunma'nın bir eksiltmesine katılan iki rakip firmadan ikisinin de temsilcilerinin aynı milletvekili olduğu görülmüştür. İş Bankası'nın bir nevi politikacılar bankası olarak kurulmuş olması, Cumhuriyet tarihi için pek acıklı bir aferizm salgınının başlangıcı olmuştur." [4] Ancak yukarıdaki ifadeden tek yönlü bir ilİşki olduğunu varsaymak yanıltıcı olur. Nitekim bir yandan bürokratlar "burjuvalaşırken", diğer yandan mülk sahibi sınıflar da bürokrasiye entegre oluyorlardı. [5] "Sürekli olarak mebusluğa tayin edilenlerden biri Emin Sazak'tır. Emin Sazak, 1920-1950 arasında, yani otuz yıl müddetle, devamlı olarak mebusluk yapmıştır. 1920'li yıllarda derebeyliğine dayanarak mebus seçilmİştir… 1927, 1931, 1935 dönemlerinde bizzat Ebedi şef, Gazi M. Kemal, 1939, 1943 dönemlerinde de, Milli şef ?smet ?nönü tarafından mebusluğa tayin edilmİştir." [6] Emin Sazak, Eskİşehir yöresinin en büyük toprak ağalarından biridir. Topraklarının 70 bin dönümü bulduğu ileri sürülürdü. "Emin Bey'in arazisinin içinde dört tane tren istasyonu vardır. Beylikahır, Yalınlı, Yunus Emre ve Sazak istasyonları. Ayrıca Sazak, Beylikahır, Nazlı, Saray, üç Başlı, Ahırüzü, Ahırköy, Yaylaköy, Karaçam, Yunus Emre, Kızılören gibi 15 köy bu toprakların içinde yer alıyor. Üzerinden Porsuk çayının aktığı bu verimli topraklarda Emin Sazak 7 tane çiftlik kuruyor. Her çiftlikte bir saray var. Sazak Köyü'nde ise üç tane konağı bulunuyor. Ayrıca Samsun'da da mülkü ve arazileri var." [7] Halk ise sürünüyor...
    **********
    KAYNAK:
    [1] Uğur Mumcu, Kazım Karabekir Anlatıyor, Tekin Yay., ıst., 1993, sayfa 84.
    [2] Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Geberen Kapitalizm, sayfa 71-72.
    [3] Doç. Dr. Fikret Başkaya Paradigmanın ıflası, Doz Yay., ıst., 1991, sayfa 118.
    [4] F. R. Atay, Çankaya, sayfa 426.
    [5] Doç. Dr. Fikret Başkaya Paradigmanın ıflası, Doz Yay., ıst., 1991, sayfa 119.
    [6] ısmail Beşikçi, CHF Tüzüğü ve Kürt Sorunu, Komal Yay., 1978, sayfa 278-279.
    [7] ısmail Beşikçi, CHF Tüzüğü ve Kürt Sorunu, Komal Yay., 1978, sayfa 278-279.

    M. Kemal'in yarı-sömürge Kemalist sistemi
    "1923-1925 aralığında pamuk ve yün iplik ile dokuma ve hazır elbise, Türkiye'nin toplam ithalatının % 30'lük bölümünü oluşturmaktaydı. Tarım dahil, ulusal ekonominin gelİşme düzeyi öylesine düşük ve emperyalist devletlere bağımlılık o denli büyüktü ki, Türkiye `tahıl´ bile ithal etmek zorunda kalmıştır. 1923 yılından 1929'a değin Türkiye, 71.58 milyon lira tutarında 643 bin ton tahıl ithal etmİştir."[1] Genellikle İstanbul, İzmir gibi birkaç liman kentinde toplanmış cılız bir hafif sanayi söz konusuydu. "Belli başlı diğer şehirlerde yalnız birkaç un, debagat fabrikası mevcuttur. Anadolu'da, diğer yerlerde önemli sanayi müesseseleri bulunmuyor."[2] Gelİşen ve yayılan kapitalizm, özellikle sanayi devrimi sonrasında, yerli sanayi (el sanatları) büyük ölçüde ortadan kaldırmıştı. Bu sürecin sonucunda ülke ekonomisi "sanayisizleştirilerek" süreç içinde emperyalist merkezlere "organik" olarak bağlanmıştı. "(...) lstanbul'un yüzyıllarca en büyük İşi olan saraçlık bitmİştir. Çanta, bavul vb. dışardan geldiğinden bu meslekte ancak 200 kİşi kalmıştır. Saraçlar ithal malı deri ile çalışmaktadır. Fakat deriye 27 kuruş, deriden mamul eşyaya 15 kuruş gümrük konduğu için, saraçlık ölmüştür. Özel sanayi olan dericilik, Yedikule'de 1500 kadar usta ve İşçiye bir geçim sağlamaktadır... Dokumacılık çok gerilemİştir. Pamuk iplikleri ve pamuklu dokuma, çoğu ?talya ve ?ngiltere'den olmak üzere, dışardan gelmektedir... Bütün demirler gibi, demir eşya da ithal olunmaktadır. Demir mamulatı sanayiinde, yılda yalnız 30 bin lira gibi çok küçük değerde imalat yapılmaktadır."[3] Cumhuriyetin ilanını izleyen dönemde, İstanbul Ticaret Odası tarafından hazırlanan rapordan yapılan yukardaki alıntı, ülkenin dış kapitalizmin etki alanına girmesiyle, yerli sanayinin nasıl yok olmaya yüz tuttuğunu ortaya koyuyor. 8 Mart 1921'de Maliye Bakanı Ferit Bey, TBMM'de yaptığı bir konuşmada şunları söylüyor: "şimdiye kadar hali Türkiye çalışıyor, üretiyor, fakat ürünlerinden başkaları yararlanıyor. Memleketimizde herkes çalışıyor, birçok alın teri dökerek elde ettiğimiz iptidai maddeleri bin rica ve minnetle yok pahasına harice satıyoruz. Sonra yabancılar bu maddelerin şeklini değİştirerek bize iade ediyorlar. Bir kuruşa satıyoruz, yirmi kuruşa satın alıyoruz. Kırk kuruşa bir okka yün veriyoruz, aynı yünü binikiyüz kuruşa bir metre halinde yalvararak geri alıyoruz. Bu dünyanın neresinde görülmüştür.?"[4] Aslında Bakan'ın bu duruma şaşması gerekmezdi. Benzer eşitsiz ticari ilİşkiler hemen tüm sömürge ve yarısömürge ülkeler için geçerliydi. Ve uluslararası İşbölümü ve "eşit olmayan uzmanlaşmanın" ve şartlandırmanın sonucuydu.[5]
    **********
    KAYNAKLAR:
    [1] A. Hamdi (Başar) iktisadi Devletçilik, c.ı, sayfa 55,78,79.
    [2] Osmanlı Sanayii 1913-1915.
    [3] Ticaret Odası iktisat Komisyonu Raporu, A. Hamdi Başar, Barış Dünyası Dergisi, sayı 58,55,52,53.
    [4] İstanbul Sanayi Odası Dergisi. 15 Nisan 1969.
    [5] Doç. Dr. Fikret Başkaya Paradigmanın ıflası, Doz Yay., ıst., 1991, sayfa 123

    "M. Kemal zamanında ekonomi iyi durumdaydı" yalanı (kemalist kaynaklı paylaşım) Kapitalizm neymİş, kimler Amerikancıymış okuyalım
    **********
    ış Bankasının Atatürk dışındaki kurucuları Cumhuriyetin mutlu azınlığını göstermek bakımından ilgi çekicidir. Kurucular ve yöneticiler ıstiklal Savaşından gelme nüfuzlu politikacılar, tüccar ve eşraftır. Kurtuluş Savaşından gelme nüfuzlu politikacılar ile sivrilmİş eşraf ve tüccarı bir araya getiren bu özel banka devlet gücüyle kısa zamanda gelİşecek ve bu sayede birçok kapitalist imal edecektir. Banka içinde, kendilerini İş hayatının göbeğinde bulan Kurtuluş Savaşı temsilcileri de İş hayatının tadına kolayca varacaklardır. Celâl Bayar liderliğinde Muammer Erİş, Siirtli Mahmut, Kılıç Ali, Recep Zühtü, Salih Bozok, Nuri Conker, Cevat Abbas vb. gibi kİşiler ış Bankası Grubu olarak tanınacak ve bu grubun adı, affaınsme tartışmalarında sık sık İşitilecek. ış Bankası, 1925'te kurulacak Sanayi ve Maden Bankasıyla beraber devlet eliyle fert zengin etmenin öncülüğünü yapacaktır. Falih Rıfkı Atay'ın yorumuyla, Kolay kazanç elde etmeye çalışanlar, yerli, yabancı, Ankara'da nüfuz tüccarlarını bulmakta ve onlar vasıtası ile bankayı kendi teşebbüsleri içine sürüklemekte idi. (...) öyle bir sistem kurulmak isteniyordu: Devletin yapacağını banka yapmalı idi. şüphesiz arada bankanın yabancı İş ve yerli nüfuz komisyoncuları, asıl hisseyi paylaşacaklar. ış Bankasının, ya da ış Bankası Grubu diye adlandırılan İş bilir yöneticilerin katıldığı 'tatlı' kârların çeşitli örneklerine rastlıyoruz. ış Bankasının bir diğer faaliyeti Paşabahçe şİşe ve cam fabrikalarıdır. Ancak bu İşletmenin tekeli Karako ve Ortaklarına verilmİştir. Bu ortaklık, ış Bankası yöneticilerinin onayıyla; fabrika mamullerini pahalıya satmakta (daha doğrusu sattırmamakta), kendi ithal ettiği Polonya ve Alman mallarını piyasaya ucuza vererek büyük kârlar sağlamaktadır. Fiyatları suni şekilde yüksek tutan Paşabahçe fabrikasının zararı pahasına Karako ve ortakları, onlara bu imkânı sağlayan İş bilir grubu kazanmaktadır. Mutlu azınlığın bu büyük aracı, ınönü'nün Cumhurbaşkanlığına kadar fonksiyonunu yerine getirecektir. 1939'da ış Bankası grubunun skandallarıyla ilgili dosyalar hazırlanacak, fakat devr-i sabık yaratmamak görüşündeki 'namuslu kanat' tarafından gün ışığına çıkartılmayacaktır. Cumhuriyetin ilk döneminde mutlu azınlık yararınca İşleyen bir usul de, devletin çeşitli tekeller kurup bunu özel teşebbüse devretmesidir. Bu şekilde 'seçme' kİşilere kazanç sağlanmakta, komisyonlar alınmaktadır. ıstanbul, ızmir limanlarının İşletmesi, kibrit inhisarı (önce Belçika'nın De Bont firmasına, sonra The American Turkish ınvestement Corp'a) petrol benzin ithalat inhisarı (Tekeli) (American Standart Oil şirketine), vb. özel şirketlere bırakılmaktadır. (AMERıKAN şıRKETLERıNE BıRAKıLıYOR... KıM AMERıKANCıYMış VE KıMLER MEMLEKETı SATıYORMUş GÖRÜYORUZ ["Anti CHP Arşivi" Sayfa Yönetimi] )
    ...Devam ediyor...
    Mutlu azınlığın önemli kolu olan eşraf ve toprak ağalarına, devlet, ış Bankasının görevini Ziraat Bankasına gördürerek arka çıkmaktadır. Bu banka Cumhuriyetten önce, devlet sermayesiyle kurulmuştur. 1924'te yeni başkent Ankara'ya nakledilerek bir anonim şirket haline getirilir; o günlerin eğilimlerine uygun olarak meclis İş idaresine Anadolu eşrafı, tüccar ve mebuslar girer. Bankanın yeniden kuruluşunda amaç, köylüye ucuz kredi sağlamaktır. Ancak bu amaç idare meclisinin yapısı uyarınca kısa zamanda terk edilecek, devlet parası ya toprak ağaları ve öteki eşrafa sermaye olacak, ya da onların tefecilik yaparak köylüyü soymalarında kullanılacaktır. Küçük çiftçinin bankadan kredi alabilmesi için kefil bulması, ya da toprağını bankaya ipotek etmesi gerekmektedir. Kefil, tabiatıyla, eşraf ya da ağa olacaktır. Bu aracılar, verdikleri kefalet karşılığında köylünün toprağına ipotek koymakta, köylü para bulamazsa onun borcunu bankaya ödeyip toprağı ele geçirmektedir. Sürekli para sıkıntısı içindeki köylü bu 'kefalet' İşine kendini çabucak koyuvermİştir. 1928'de köylünün kefil göstererek aldığı borcun toplamı 2 milyon lirayken, bu meblağ 1931' de 12,7 milyona yükselecek, bankaya toprağın ipotek edilmesiyle borçlanılan miktar ise 13 milyonu bulacaktır. Bu 13 milyonun yarısı, ipotek karşılığında aldığı borç 500 liradan az olan küçük çiftçiye aittir. Ziraat Bankasının eşrafa verilen kredileri hızlı bir tefeciliğin, selem usulünün sermayesi olmaktadır. Ürünler daha tarladayken yok pahasına kapatılmakta; eşraf, bankadan % 10 faizle aldığı borcu % 80 % 100 faizle muhtaç köylüye nakletmektedir. Devletin koruyucu kanadında palazlanan eşraf ve ağa takımına Cumhuriyet idaresinin sağladığı bir kolaylık da Medeni Kanundur. Hemen hiç para ödemeden bankaya ortak olan bu kimseler, hızla gelİşen bankadan büyük kazanç sağlamışlardır: Mahmut Celâl (Bayar), Siirt Milletvekili Mahmut, Hüseyin Beyzade ıbrahim, Mora Yenİşehirlizade Ethem Hasan, Cebelibereket Milletvekili ıhsan, tüccardan Hanifzade Ahmet, Edirneli Emin, eşraftan Sükkerizade Tevfik Paşa, Süreyya Emir Paşa, manifatura tüccarı Hafız Halit, Trabzon Milletvekili Hasan (Saka), Kavaklı ıbrahim Paşazade Hüseyin, Attarzade Rasim, Sivas Milletvekili Rasim, ınegöllüzade Mehmet Saffet, Uşakkizade Mahmut Muammer, tüccardan Altıağazade Mustafa, ecza-i tıbbiye taciri Necip, Yelkencizade Lütfi, ızmir Milletvekili Rahmi, Muhasebecizade Rıza, Kınacızade şakir, Yozgat Milletvekili Salih, Nemlizade Sıtkı, Yozgat eşrafından Akif Paşa, Hacı Ebubekirzade Osman, Ali Ramiz ve şürekâsı, Remzizade Ferit, Ertuğrul Milletvekili Dr. Fikret, Rize Milletvekili Fuat, Gaziantep Milletvekili Kılıç Ali, Avundukzade Mahmut, Ragıp Paşazade şakir. Başına eski ıktisat Vekillerinden Celâl Bayar'ın getirildiği bankanın yönetim kurulunda ise Atatürk'e yakınlığı ile tanınan politikacılar çoğunluktadır: Mahmut (Soydan), reis, Siirt Milletvekili; Mahmut Celâl (Bayar), aza ve Müdir-i Umumi, ızmir Milletvekili; Rahmi (Köken), aza, Ticaret Vekili, ızmir Milletvekili; Salih (Bozok), aza, Bozöyük Milletvekili; Kılıç Ali, aza, Gaziantep Milletvekili; Dr. Fikret, aza Ertuğrul Milletvekili; Fuat (Bulca), aza, Rize Milletvekili; Kınacızade şakir, aza, Ankara Milletvekili.
    **********
    KAYNAK:
    D. Avcıoğlu, Türkiye'nin Düzeni, sayfa 186, 187 (Dipnot olarak)
    ısmail Cem, Türkiye'de geri kalmışlığın Tarihi, Can Yayınları 17. basım, 2007 ıstanbul, sayfa 271, 272, 273

    M. Kemal sadece "dini" değil, "Halkçılığı" da kullandı 3 ve SON

    Halk, 18 kuruşa devlet eliyle ithal edilen şekerin neden kendisine 60 kuruştan satıldığını biliyordu. "Halkçı" diktatörlük 18 kuruşa ithal ettiği şekeri altı komisyoncudan geçirerek halka ulaştırıyordu. Çoğu zaman da, şeker yoksul halka hiç ulaşmıyordu. Bir koyunun 50 kuruşa satıldığı bir ortamda bir emekçi ailesinin şeker satın alması zaten olanaksızdı. Yoksul halk şekerden önce, ekmeği bile yeteri kadar yiyemiyordu. "Türk çitfçisi"nin istihsal ve geçinme vaziyeti anketinin amaçları değerlendirilirken, 1935-36 yıllarına ilİşkin şunlar söyleniyor: "Fakir gruptaki hububat istihlaki yetİşkin erkek başına senede 416 kilo ekmeğe tekabül ettiği halde, hali vakti nispeten daha iyi olan ıı'nci grupta bu istihlâkin (tüketimin) azalacak yerde 452 kiloya yükselmesi, köylünün 1935-36 senesinde ekmek ihtiyacını bile tamamiyle karşılayamaz olduğunu göstermektedir. ıı. grupta kâhil (yetİşkin) erkek başına senelik ekmek istihlaki ı 'nci gruba nazaran 70 kilo buğday ekmeği daha fazla, yani cem'an (toplam) 34 kilo fazladır."[1] Komisyoncuları zengin etmeyi amaç edinen bir siyasal iktidar, elbette emekçi toplum kesimlerinin yararını bir yana itecekti. Zaten söz konusu olan "sınıfsız bir toplum"du. (...) İstanbul'un büyük tüccarları, Milli Mücadele'de vatan kurtaran, şimdi karşılığını isteyen sivil-militer bürokratların soygun ve sömürü olanaklarını artırmak için, her seferinde yoksul halka daha fazla yükleniyordu. "Gelir farkı gözetilmeksizin", her yetİşkin erkek "yurttaş"tan yılda 8 ila 15 lira arasında değİşen yol vergisi alınıyordu. Yetİşkin beş nüfusa sahip bir köylü ailesi için bu, yılda yaklaşık 60 TL. ödeme zorunluluğu demekti. Bir ton buğdayın 40 liraya satıldığı koşullarda bu vergiyi ödemenin ne demeye geldiğini anlamak zor değildir. "Sınıfsız", "imtiyatsız", "kaynaşmış" toplumda hapishaneler vergilerini ödeyemeyen yoksul köylülerle dolup taşıyordu... Devlet, tüketim malları üzerinde tekel kurarak, yeni vergiler koyarak, eski vergileri artırarak yoksul halk üzerindeki baskıyı daha da artırıyordu. Kötü ürün ve fiyatların aşırı düşüşü karşısında vergi yükü giderek artıyordu. 1927'yi baz alan endekse göre, vergi yükü 1934'te 153'e çıkmıştı. Nüfus başına gayri safi gelir ise, aynı yılları esas alan endekse göre, (1927=100), 1930'da 92.6'ya, 1934'de 60.5'a kadar gerilemİşti.[2] Gelirde aşırı düşüşler olurken , artan vergilerin yarattığı baskı dayanılmaz boyutlardaydı... Yol vergisiyle ilgili olarak, Gülten Kazgan şunlan yazıyor: "Amacı demiryolu yapımının finansmanı olan Yol Vergisi de bir "baş" vergisi idi, her ailedeki yetİşkinlerden alınan (8-15 TL. oranındaki) bu vergi, gelirdeki azalıştan bağımsız bir yük getiriyordu. Ürün fiyatları (üçte bire) 1/3'e düşünce, bir de buna kötü ürün yılları eklenince, tutarı aynı kalan verginin (gelir üzerinden) yükü bununla ters orantılı olarak ağırlaşmış oluyordu. Nitekim 1930'larda (1932-1934), 1932'deki kötü ürün yılının da etkisiyle, bu vergiyi ödeyemeyip bedeni yükümlülüğü yerine getiren yol yapımında çalışanların sayısı 700 bin kİşiyi buldu. Aynı durum hayvan sayım vergisi için de geçerliydi: Hayvan başına kuruş olarak tahsil edilen bu vergi, hayvanların fıyatları veya hayvansal ürünlerin fiyatlarından bağımsızdı. Vergi 1929'da tekrar artırılmıştı. Bu ürünlerin fiyatları yarı yarıya düşerken, verginin aynı kalması, gelir üzerinden ödenen verginin ağırlaşması demekti."[3] Öte yandan iç ticaret hadlerinin % 40 (1930) civarında tarımın aleyhine olarak bozulduğu bir ortamda , "ruhları çağıranlar"ın neden geri yollayamadıklarını anlamak kolaylaşıyor. "Güdümlü muhalefet'e hemen büyük bir kitle desteğinin ortaya çıkması, "yeni parti"nin kitleler yararına bir programa sahip olmasından değil, iktidar partisinden kaçışın bir göstergesiydi. Halk yığınları Fethi Bey'in lideri olduğu partinin ne programından ne de temel politikalarından haberdardı. Ama sağduyuyla "halkçı ve inkılapçı iktidar"dan kaçıyordu... Samet Ağaoğlu, "Serbest Fırka" kurucularının ?zmir'e gelİşinde halkın Serbest Cumhuriyet Fırkası'na gösterdiği büyük ilgiyi şöyle anlatıyor: "(...) Halk Anadolu Gazetesi'nin matbaasına doğru yürümüş... Matbanın iç tarafına saklanmış olan polis neferleri, halkı korkutmak için olacak, izdihamın üzerine tabanca boşaltmaya koyulmuş ve atılan kurşunlardan biri 14 yaşındaki mektepli bir çocuğa rastgelerek öldürmüştür. "Bu meyanda hiçbir şeyden haberi olmayan bizler otelde idik ve alt kattaki salonda bir çokları ile görüşüyorduk. Birden bire otele büyük bir kalabalık hücum etti. Herkes müteheyyiç ve mütehevvirdi (heyecanlı ve öfkeliydi). Kimi ağlıyor, kimi nefrin ediyor, kimi tehditler savuruyor. "Kalabalığın ortasında ihtiyar bir adamcağız kucağında taşıdığı bir çocuğu birden bire Fethi Bey'in ayaklarına atarak[4]: - "İşte size bir kurban. Başkalarını da veririz! Yalnız sen bizi kurtar, dedi ve ağlayarak Fethi Bey'in ellerine sarıldı. Manzara müthİş ve tüyler ürperticiydi. Kanlara bulanmış körpe mektepli bir çocuk Fethi Bey'in ayakları altında son nefesini veriyordu. Babası da Fethi Bey'in ellerine sarılarak yakıcı bir lisanla daha başka evladını da kurban vermeye hazır olduğunu söylüyordu. Yalnız bizi kurtar! Kurtar bu zalim mutemetlerin elinden diye yalvarıyor."[5] M. Kemal o kadar halkçıydı da, millete neden bu kadar zulmediyordu?
    **********
    KAYNAKLAR:
    Anti CHP Arşivi Facebook Sayfası [1] Türk çitfçisi'nin istihsal ve geçinme vaziyeti anketi Ankara, 1938, sayfa 41-55.
    [2] Atatürk Döneminin Ekonomik ve Toplumsal sorunları 1923-1938, ıktisadi ve Ticari ılimler Akademisi Mezunları Derneği Yay. 1977, sayfa 252.
    [3] Atatürk Döneminin Ekonomik ve Toplumsal sorunları 1923-1938, ıktisadi ve Ticari ılimler Akademisi Mezunları Derneği Yay. 1977, sayfa 252-253.
    [4] Alıntı: Doç. Dr. Fikret Başkaya, Paradigmanın ıflası, Doz Yay., ıstanbul 1991, sayfa 165,166,167.
    [5] Samet Ağaoğlu, Serbest Fırka Hatıraları, sayfa 57.
    ……………………Alıntının Sonu……………………………………………….

    Said Alpsoyun bir videosunun metnidir, arasında kendi cümlelerim de vardır.


    ……………………Alıntının başı……………………………………………….

    1920lerde sanayi işcisi sayısı 76bin kişidir.
    Baki Öz Atatürkün Düzeni Sayfa 171.

    Bir karşılaştırma yapmak için Türkiyenin nüfusu o zamanlarda 14milyon, yani nüfusun binde 5i sanayide çalışmaktadır ve Türkiye tam anlamda tarım ülkesidir. Memurları ve hizmet sektöründe çalışanları da katarsak nüfusun yüzde 98i tarımda çalışmaktadır, çiftçidir. ilkel araçlarla karasaban, tırpan, orak, yaba, çapa, düven, kağnı arabasıyla çalışmaktadır. traktörün ve makinenin tarıma girmesi Menderes zamanında başlamıştır.

    "Milletin cebindeki 10 parayıda alacağım".
    TBMM meclis tutanakları 1922de başbakan ismet inönünün Millet Meclis kürsüsünden demeci

    1930 senesi. Amerikan gazetesi New York times haberi.
    Türkiye (ekonomisi) tedaviye muhtaç bir hasta.
    Alev Gözlü, 1929 Dünya ekonomik buhranı ve Türkiye, 581.sayfa.

    Yunan başbakanı venizelosun 1930 senesindeki ifadesi: "Türkiye ekonomisi acınacak halde".
    Damla Demirözü, Savaştan barışa giden yol, sayfa 160.

    1930 senesinde istanbuldaki lokantaların dörtte biri borçlarından dolayı kapandı.
    Cem Emrence, Serbest Cumhuriyet Fırkası, sayfa 71,

    1930 senesinde Türkiyede 50den fazla işci çalıştıran toplam 321 sanayi müessesesi vardır.
    Turan Akkoyun, cumhuriyet başlarında nüfus siyaseti ve bekarlık vergisi teşebbüsleri, sayfa 130,

    1932 senesi Kütahyada tarlada çalışan kadın işci gündelikleri 10 ve 30 kuruş arası. Aylık en fazla 9 liradır. Erkeklerin gündelikleri 40 ile 60 kuruş arası. Aylık 18liradır. Memurun aylığı ortalama 40 liradır.
    ilhan Tekeli, Uygulamaya geçerken Türkiyede devletçiliğin oluşumu, sayfa 80,

    1929 senesinde Türkiyede kişi başı milli gelir ortalama yıllık 71 dolar. 1933 senesinde 50 dolara inmiştir.
    Necati inceoğlu, 1931 yılının hikayesi, 65inci sayfa,

    1937 senesinde dışışleri bakanı Afganistan gezisini bakanlığa para tahsisatı olmadığı için iptal etmek zorunda kalıyor.
    Vakit gazetesinin sahibi ve başyazarı ve CHP milletvekili Asım Us, hatıraları, sayfa 169,

    1923 senesinde bütün Türkiyede toplam 4 yerleşim yerinde elektrifikasyon mevcuttur.
    1933 senesinde bütün Türkiyede toplam 94 yerleşim yerinde elektrik kullanılmaya başlanmış.
    Bu elektrik bir santral tarafından üretilmeyip dişardan ithal edilen petrol jeneratörleriyle üretiliyor ve elektrik şebekesi olmayıp, birbirine bağlı olmayıp ada şeklinde çalışıyorlar.Bütün Türkiyede cereyan nakil hatları toplam uzunluğu 16 kilometre.
    1938 senesinde elektrik kullanan yerleşim sayısı 173e çıkmıştır.
    ilhan Tekeli, Selim Eki, 2.Dünya savaşı Türkiyesi cilt 2, iletişim yayınları, sayfa 359

    elektriğe geçmenin moderleşmenin bir ölçüsü olarak alırsak, elektrik şebekesine bağlanan köy sayısı 1953 senesinde bütün Türkiyede sadece 10 tanedir. Toplam köy sayısı Türkiyede 1953de 40bin dir. 1943 senesinde enerji nakil hatlarının uzunluğu 9bin olan Türkiyede elektrikli hayat sadece şehirlere ait bir durumdu. 1938 senesinde Türkiyenin Avrupa ticaretindeki payı yüzde 1, dünya ticaretindeki payı binde 5 tir.
    Erik-Jan Zürcher, modernleşen Türkiyenin tarihi, sayfa 300,

    1939 senesinde başgösteren 2. dünya savaşı karışıklıklarına karşı hazırlık yapan ismet inönü kükümeti Avrupadan askeri malzeme ithal etmiştir. Ithal edilen mallar içerisinde 2 kalem dikkat çekmektedir. 95bin takım at nalı. 110milyon adet mıh. Nalı çakmak için kullanılan çivi.
    Tarih ve Toplum dergisi Kasım 1986, 35inci sayı, sayfa 40,

    Sizi fazla şaşırtmasın. Demir Çelik üretimi Osmanlıda vardı, fakat gayrımüslümlere ait özel teşebbüsündü ve muhtelif amaçlar için üretiliyordu. Osmanlıda Kocaelinde bulunan demir çelik fabrikası cumhuriyet hükümetinin ağır sanayiye önem vermemesinden ve kurtuluş savaşından dolayı kapandı ve demir üretimi büyük ölçüde aksadı. Basit gibi görünen nal ve çivi büyük çapta demir üretimine bağlıdır. Günlük hayatta kullanılan ve şimdi basit gibi karşılanan eşyalar mesela çekiç, kazma, balkon, pencere korkuluğu nadir ve pahalıydı. Ağır sanayiye ancak Menderes ve Demirel zamanında önem verilmeye başlandı.

    1946 senesinde ticaret bakanı Aralık ayında TBMMde yaptığı bir bütçe konuşmasında devletçilik dönemini Türkiyenin iflası olarak ilan etmektedir. Ticaret bakanı geçmiş 1938 yılına dair konuşmaktadır. Biz 1939 yılına ödeme acziyle geldik. Maalesef söylüyorum, 1939 yılı harp yılı gelip çatmamış olsaydı, bizi borçlarını ödemeyen memleketler listesine kaydedeceklerdi. (devlet iflası). Maalesef böylesi bir felaketten(iflastan) daha büyük bir felaketle(ikinci dünya savaşıyla) kurtulabilirdik. Çünkü muhtelif memleketlerin bizde bloke paraları(borç teminatları) vardır. Mallarını alıyorduk, paralarını vermiyorduk. Bunların yekünü(toplam tutarı) 80 milyon lirayı aşmıştır. 1938in devlet bütçesi 238 milyon liraydı. Borç bütçenin 3te biri. Amerikadan mal getiriyorduk. Aşağı yukarı siparişlerimiz kabul edilmez olmuştu. Çünkü 9 ay evvel getirdiğimiz malların bedellerini ödeyemiyorduk. Eğer 2.dünya savaşı çıkmasaydı diğer devletler iflas ettiğimizi duyuracaklardı.
    Doğan Avcıoğlu, Türkiyenin Düzeni, 2inci cilt, sayfa 374

    1938 yılında Topkapı hazinesinin yarısının yabancı devletlere rehin olarak verilmesinin görüşmeleri yapıldı.
    ibrahim Hakkı Konyalı, Yokedilen Tarihimiz, sayfa 48

    Bu görüşmeler sonradan iptal edildi. Çünkü Avrupaya sürgün edilen saltanat üyelerinin bazıları bu hazinenin sahiplerinin kendilerinin olduğunu, bulundukları Avrupa ülkelerinin yetkililerine bildirmeleri üzerine, Ankara hükümeti birdenbire büyük bir endişeye ve dehşete kapıldılar. Sürgün ettikleri ve kendilerinin düşmanı olarak ilan ettikleri Osmanlı ailesini bu şekilde kendi elleriyle zengin yapabileceklerini düşündüler ve Avrupadan gelen bu haberi duydukları zaman aynı anda Topkapı hazinesini satma işi durduruldu.

    1930lu yıllarda giderek ısınan uluslararası ortam sebebiyle Türkiye Fransadan silah satın almak istedi. Fransa, eğer iş bankası Türk maliyesine kefil olursa silah siparişini kabul edeceklerini bildirdi.
    Naci Yılmaz, Atatürk döneminde bankacılık, Ekonomik Liberalizmden Devletçilik politikasına geçiş, ve Günümüze Etkileri, Sayfa 40,

    Türk bara birimi Liranın o zamanki uluslarası piyasalardaki ehemmiyeti.
    Türk lirasının hiçbir geçerliliği yoktu ve yabancı ülkelerde kabul gören bir para birimi de değildi. Türk lirası sadece ülke içinde geçerliydi. Yabancı ülkelerle ticarette, ne de ödemelerde geçerli kabul ediliyordu.
    Cemil Koçak, Türk Alman ilişkileri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Sayfa 64,

    Devletçilik ilkesi 1932 yılında kabul edilmiştir ve 1939 yılına kadar devreye giren devlet sanayii işletmelerinin sayısı 20yi geçmez. Nüfusu 18 milyona ulaşan bir ülkede büyükde olsa 20 sanayi işletmesiyle hızlı büyüme sağlanamayacağı açıktır. Öte yandan bütçe para politikalarının ekenomiyi genişletici nitelikte olmadığı, aksine denk bütçe sıkı para ilkesinin egemen olduğu görülmektedir.
    şevket Pamuk, Osmanlıdan Cumhuriyete Küreselleşme, iktisat Politikları ve Büyüme, Sayfa 172,

    Devletçiliğin daha sonraki dönemlerdeki katkısı ne olursa olsun, makro ekonomik açıdan bakıldığında, 1930lardaki sanayileşme ve iktisadi toparlanma dönemine yaptığı katkının sınırlı kaldığı belirtmek gerekir. Herşeyden önce imalat sanayisinde faaliyette bulunan devlet kuruluşlarının sayısı 20yi geçmiyordu. Resmi istatistikliere göre 1938 yılında imalat sanayi, madencilik ve enerji alanında toplam olarak 600bin kişi yada ülke iş gücünün yüzde 10u istihdam ediliyordu. Devlet kuruluşları bu istihdamın yüzde 10unu yada Türkieyedeki toplam istihdam miktarının yaklaşık yüzde 1ini sağlıyorlardı. Aynı tarihte imalat sanayinin yüzde 75i küçük ölçekli özel kuruluşlar tarafından sağlanmaktaydı. Bu durumda ekonominin güçlü sayılabilecek büyüme gücünü sanayi sektöründeki devlet kuruluşlarının kendi başlarıına yaptığını savunmak kolay değildir.
    şevket Pamuk, Osmanlıdan Cumhuriyete Küreselleşme, iktisat Politikları ve Büyüme, Sayfa 175,

    Nazilli halkı veya Nazilli özel teşebbüs insanları Nazillide bir lokomotif fabrikası yapmayı planlamış. Thornburgun bu fabrikaya olan itirazı şöyle: Türkiye henüz çelik pulluk yapamazken, pulluğu yurtdışından ithal ederken, lokomotif fabrikasını nasıl yapacak?
    Amerikalı iktisat uzmanı Max Thornburg, Cumhuriyet döneminde Türkiye ekonomi araştırmaları kurumunun yöneticisidir. Türkiye nasıl yükselir,1947, Türk ekonomisi raporu, Sayfa 198,

    Savaşa girmemiş Türkiyenin savaştan yeni çıkmış Avrupa ülkeleriyle kıyasla kötü bir iktisadi durumda olduğu her gün gözlerimin önüne seriliyor. Tarım ülkesi diye bilinen Macaristan bile 1948 yılında bize lokomotif ve vagon satmayı önerdi. Bizim ihraç malları listemizde tütün, küspe, palamut gibi 3 veya 5 ilkel üründen başka bir şey bulunmuyordu. Geri kalmışlığın ve iktisadi siyaset yoksulluğunun bütün acısını tadıyorduk.
    Mahmut Dikerdem, Hariciye çarkı , Sayfa 96,

    1943-1946 yılları arasında toplam sadece 7bin hektarlık sulama yatırımı yapılmıştır.
    Celal Bayarın seçim kampanyalarındaki sözleri ve demeçleri, 1946-1954, Sayfa 28,

    1923-1950 dönemindeki iktisadi gelişmesinin sosyal yansımasının orantısı. Tarım sektöründe çalışan nüfüs oranı 1923de yüzde 81 idi. 1950de ise ancak yüzde 78e inmiştir. Sanayi sektöründe çalışan nüfus oranı 27 sene içerisinde yüzde 9dan yüzde 10a çıkmıştır. Hizmet sektöründe çalışan nüfus oranı yüzde 10dan yüzde 12 çıkmıştır. Hizmet sektörü denilince otel,lokanta,berber gibi adı üstünde üretmeyen, insana hizmet veren kurumlar, kuruluşlar anlaşılmaktadır.
    şerif Mardin, Türk modernleşmesi, Sayfa 24,

    Türkiyedeki et tüketimi, Yunanistan ve Yugoslavya gibi Avrupanın fakir ülkelerinden, bitkisel protein bakımından zengin olan bakliyat tüketimi ise Hindistan ve Mısırdan daha az. 1950 ile 1953 arasında Türkiyede kişi başına et ve süt tüketimi Mısır ve Hindistandaki tüketiminin ancak yarısı kadardı. 1930lar ve 1940lar Türkiyesinde büyük insan yığınlarının sefalet içinde yaşadıkları açısından ün yapmış, Mısır ve Hindistan gibi ülkelerden bile daha düşük ortalam beslenme standartlarına sahip.
    Yahya Tezel, Cumhuriyet döneminin iktisadi tarihi, sayfa 494,

    1925- 1950 döneminde milli gelir her 5 senede yüzde 10 oranında geriledi.
    Toplumsal Tarih Dergisi, Aralık 1994, sayı 12, sayfa 39

    1922 senesinde devlete çalışan memur sayısı 54579. 1949 senesinde devlete çalışan memur sayısı 147539. Nüfus artışı bu dönemde, 1922 ile 1949 arasında sabit, 18milyon civarında. memur sayısında ise 100bin artış var.
    Süleyman inan, Muhalefet yıllarında Adnan Menderes, Sayfa 394-444,

    Osmanlının 1890 - 1914 dönemindeki iktisadi gelişmesi, 1925 -1950 dönemindeki gelişmeden çok daha büyüktü.
    Toplumsal Tarih Dergisi, Aralık 1994, sayı 12, sayfa 39

    1930 yılına kadar uçak üretimi bütün dünya ülkelerinde çok ilkel durumdadır. Uçaklar daha çok çift kanatlı ahşap ve bezden ibaret gövdeye sahipler. 1930lardan itibaren Batı ülkelerinde tek maddeden aluminyumdan meydana gelen bir alaşımdan üretilmeye başlandı. Motoru,tekerlekleri,pervaneleri, boruları, benzin tankı Avrupadan ithal edilmek şartıyla çoğu Avrupalı olmayan ülkeler bile uçak yapabiliyordu.

    Türkiyede uçak yapmaya teşebbüs eden özel şahısların yaptığı uçaklar nitekim ahşaptandı. Devletin giriştiği uçak üretimide ahşaptandı. Motor ve tekerlek metal aksamı Avrupadan getiriliyordu. 1930dan sonra Türkiyede üretilen tahta uçaklar dışarıda üretilen metal ve dayanıklı uçaklar karşısında ilkel kalınca gövdeleri de dışarıdan getirilmeye başlandı ve sadece bir pahalı montaj kurumıuna dönüştü. Ataput zamanında yapılan ahşap uçakları Afganistan bile üretebiliyordu.

    1922 senesinde Afganistanda uçak fabrikası vardır.
    Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşımız sırasında Türk Afgan ilişkileri, sayfa 256,

    Mustafa Kamal Atatürk iktisat bilmezdi.
    Zafer Toprak, Atlas Tarih Dergisi, Kurtuluş Savaşı özel sayısı, 2inci cilt, Ocak 2020, sayfa 53,

    Tarih bizden söz ederken iyi niyetli insanlardı, ama iktisat bilmezlerdi diyecek.
    Ataputun kendi sözleri

    Cumhuriyet gazetesi başyazarlarından birisi ismet inönünün enflasyon kelimesinin ne olduğunu bilmemesinden bahseder. ismet inönünün kendisi kambiyo kelimesinin ne olduğunu başbakan olduktan sonra öğrendiğini söyler.
    Ahmet Hamdi Başarın hatıraları, 1.cilt, sayfa 495,

    ismet inönünün oğlunun yedek subay asker arkadaşı köşkte misafir ediyor kendisini. Paşayla sohbet ediyorlar. inşaat mühendisi olduğunu öğreniyor. Gözlerini açıp patlatarak bana dediki: Sakın Anadoluya fazla yol yapmayın. Halk akın akın büyükşehirlere göç eder.
    Jak Kamhi, Gördüklerim yaşadıklarım, sayfa 35,

    Devamı sonraya..................................

    Daha bitmedim yeni başladım. Ne yazıkki çalışmam para kazanmam gerekiyor. Sayfam güncellenecektir. imla hatalarımı zaman yokluğu yüzünden düzeltmedim kusura kalmayın.