Resmi Tarih Falih Rıfkı Atayın yazdıkları Çankaya kitaplarını esas alarak Mustafa
Kemal'i tarif ediyor. Nitekim devletin http://www.atam.gov.tr sitesinde Mustafa Kemalin nasıl Samsuna
çıktığı ve çıkma sebebini sırf Falih Rifki Atay'ın verdiği bilgiere dayanarak
anlatıyor. Falih Rıfkı Atay Mustafa Kemal'in sırf kendi çabalarıyla hazırlattığı
geniş yetkileri olan 9. Ordu Müfettişliğiyle ilgili bir talimatnameyi Diyarbekirli Kâzım (Inanç)
Paşa'ya hazırlattığı ve bu talimatnamenin sonra Harbiye Nazırı(Savunma Bakanı)
şakir Paşa'nın onayladığını söylüyor. Sonra sırayla Fevzi Çakmak Paşa ve
Erkân-ı Harbiye-i Umumiye-Reisliği'ne (Genel Kurmay Başkanı) Cevad (Çobanlı) Paşa ve en
sonunda da Padişah Vahdettin'in onayı ile Samsuna gittiğini yazar. Falih Rıfkı Atay,
Mustafa Kemal'in sırf vatan sevgisiyle ve kendi isteğiyle koparta koparta yani zorla bu talimatnameyi
çıkartarak Anadoluya gittiğini ballandıra ballandıra, masal gibi anlatır.
Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya'sından alıntı:
"Mustafa Kemal mühürlü talimatnameyi cebine koydu. Yetkisi büyüktü. ''Ne âlâ şey, talih bana öyle elverişli
şartlar hazırlamış ki kendimi onların kucağında hissettiğim zaman ne kadar
bahtiyarlık duyduğumu anlatamam. Harbiye Nezaretinden çıkarken heyecandan dudaklarımı
ısırdığımı hatırlıyorum. Kafes açılmış, önümde geniş
bir âlem, kanatlarımı çırparak uçmaya hazırlanmış bir kuş gibi idim.''
Mustafa Kemal aslında kendiliğinden değil istemediği halde zorla Samsuna gönderilmiştir.
Mustafa Kemal Vahdettin'in isteğiyle Fevzi Çakmak tarafından hazırlanan Anadoluya gönderilecek ve
Milli Direnişi başlatacak bir subaylar listesinin en üst yani birinci sırasında yer aldığı
için seçilmiştir.
Bununla ilgili ayırdığım özel konu bir internet sitesinden alınmıştır ve
belgelerle Mustafa Kemal'in aslında Anadoluya zorla Vahdettin tarafından gönderildiğini ve Mustafa Kemalin
isminin bu listenin en üst sırasında yer aldığı için aslında Mustafa Kemal'in
seçilmesini her zaman olduğu gibi tesadüf olduğunu göstermektedir. Falih Rıfkı Atay ölmüş
olan eski sevgili dostu ve sadık köpeği olduğu Mustafa Kemal'i elbetteki koruyacaktı. Vahdettini
övmek Falih Rıfkı Atay için bir intihardan başka bir şey olamazdı.şunuda unutmayalım
ki daha Mustafa Kemal Samsuna gitmeden aylar önce kıskançlıkla iftira ettiği Kazım Karabekir Paşa
çoktan Trabzona gitmiş ve fiilen Kurtuluş savaşını başlatmıştı. Ama
Falih Rıfkı Atay tabiiki yarı tanrı olarak inşa ettiği diktatör Kemali korumak için
başka hangi kahraman varsa ya hiç bahsetmeyecek, ya bu kahramanlara çamur atacak yada bütün başarıları
Mustafa Kemal'in üstüne yıkacaktı.
Falih Rıfkı Atay'la Necip Fazıl Kısakürek arasında bir seçim olsa tabiiki Necip Fazıl Kısakürek tercih edilir. Necip Fazıl Kısakürek'e laf atan ve tarihi Mustafa Kemalin lehine çarpıtmak isteyen ateist Kemalistler, Batı yalakalığı yapmaktan başka bir şey yapmamaktadırlar. Kemalistler ne yapsalarda tarih su yüzüne çıkacaktır. Kemalistler ne kadar Falih Rıfkı Atay ve onun gibiler dışındakilerin hatıralarına safsata deselerde tarih su yüzüne çıkacaktır. Necip Fazıl Kısakürek gibilerine padişah ve Osmanlı damgasını vurarak yada şeriat damgasını vurarak 1923den beri kurulan din öcülüğünü öne sürerek, mahsustan Osmanlı yanlısı tarihçi ve yazarlar yobazlık yanlısı denerek, tarihi karartmaya devam etmektedirler. Rıza Nur gibi şeriatcı yada dinci olmayanlar deli, Kurtuluş Savaşı zamanında yaşamış başka kişilere ise "Mustafa Kemalden intikam alma peşindeydi" denerek Yarı Tanrı ilan edilen diktatör Mustafa Kemal'e toz kondurmamaktırlar.
Okuyacağınız uzun yazı www.belgelerlegercektarih.com dan alıntıdır. Herkesin bildiği gibi Kurtuluş Savaşını başlatan Mustafa Kemal değildir. Bu yazı Kurtuluş Savaşı ve öncesini bizzat yaşamış Necip Fazıl Kısakürke dayanarak bunu ispatlar.
Milli Mücadele'yi M. Kemal Atatürk başlattı yalanı - 1
[Fotoğraf: Milli Mücadelede Ilk Kurşunu Sıkan Mehmet Çavuş (KARA) (1894 - 1962)]
Yakın zamana kadar, Millî Mücadele'de düşmana karşı ilk kurşunun, Izmir'in işgali
sırasında Hasan Tahsin Recep (asıl adı Osman Nevres)'in, Yunanlılar'a attığı
iddia edilirdi. Son yıllarda yapılan araştırmalar ve ortaya konan vesikalar, Millî Mücadele'de
düşmana karşı atılan "ilk kurşunun -hattâ kurşunların-", Dörtyol'da (Adana),
19 Aralık 1918'de, Mondros Mütarekesi'nden elli gün sonra, yiğit Dörtyollular'ın cesur evlâdı
Mehmet Çavuş (Mehmet Kara) ve müfrezesi tarafından atıldığını ortaya çıkarmıştır.[1]
Dörtyollu Kara Hasan, Kuzuculu Köyü'nde bir teşkilât kurarak düşmana karşı direnişe geçti.
Mal ve hayvanlarını satarak silâhlanan yöre gençleri de Kara Hasan'a katıldılar. Böylece, zamanla
sayısı 300-400'e varan bir millî teşkilât ortaya çıktı.[2]
1919 yılı başlarında harekete geçen Kara Hasan (Hasan Paşa[3]) ve çetesi de, Türkiye'de,
işgal güçlerine karşı, millî direnişi ilk başlatan teşkilât olmuştur.
KAYNAKLAR:
[1] P. Du Veou, La Passion de la Cilicie 1919-1922, (Çev.: Reşat Gögen, Kilikya Faciaları adıyla basılmamış daktilo metni), Paris 1937, s.40-42. A. Hulki Saral Türk Istiklâl Harbi ıV, Güney Cephesi, Gnkur. Basımevi, Ankara 1966. s. 55, 56.; A. Cevdet Çamurdan, Kurtuluş Savaşı'nda Doğu Kilikya Olayları, Adana 1969, s. 87159.; Kadir Aslan'ın müracaatı üzerine, Hatay Valiliği ve Dörtyol Kaymakamlığı'na, ATAşE (Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Araştırmalar Enstitüsü) tarafından gönderilmiş olan 29 Ocak 1992 tarih ve 3214-4-92 Arşiv sayılı ve ATAşE Tarih Uzmanı Ilhamı Bebek tarafından hazırlanan, 27 Ocak 1992 tarihli rapor.; ayrıca; Kadir Aslan, Milli Mücadelede Dörtyol, Hatay 1991, s. 22-29.
[2] Damar Ankoğlu, Hatıralarını, İstanbul 1961, s. 126, 127.; A. Hulki Saral Türk Istiklâl Harbi ıV, Güney Cephesi, Gnkur. Basımevi, Ankara 1966. s.56.; Fahri Belen, Türk Kurtuluş Savaşı, 2. Baskı, Kültür ve Turizm Bak., Ankara 1983, s. 258.; ayrıca, "Millî Mücadele Döneminde ilk direnme hareketleri Dörtyol-Adana
Bölgesi'nde başladı. 19 Aralık 1918'de, Ermeni milis kuvvetlerinin öncülüğünde ilerleyen Fransız Işgal Kuvvetleri'ne karşı, Dörtyol Bölgesi'nde Kuva-yı Milliye çarpışmaya başladı. Bu direnme hareketleri gelişerek, bütün güney bölgesine yayıldı", bk. Ertuğrul Zekâi Ökte, Millî Mücadele Döneminde Millî Hareketler Ordu Işbirliği, (Konferans Metni), İstanbul 1981, s. 12.; Kadir Aslan, Milli Mücadelede Dörtyol, Hatay 1991, s. 40105.; Ayr. bkz. Kemal Çelik, Millî Mücadele'de Adana ve Havalisi 1918-1922, (1st. Üni. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul 1993, s. 44, 45.
[3] Müfreze Kumandanı Kara Hasan'a, çevre halkı ve arkadaşları tarafından "Paşa" unvanı verilmiştir. Bugün, Dörtyol Ilçesi'ndeki askerî kışla da "Kara Hasan Paşa" adını taşımaktadır.
Milli Mücadele'yi M. Kemal Atatürk başlattı yalanı - 2
Peki, Dörtyollu Mehmet Çavuş, Milli Mücadele'de ilk kurşunu attığında M. Kemal Atatürk
neredeydi dersiniz?
Sultan Vahideddin M. Kemal'in Milli Mücadele'ye katılması için Samsun'a gitmesini emretmiştir, fakat
M. Kemal günlerce yola çıkmadı, çeşitli temaslarda bulunarak İstanbul'da oyalandı. Hatta
hükümet 6 Mayıs 1919'da yazdığı bir tezkere ile kendisinden acele etmesini istemek zorunda kaldı.[1]
Bu bilgiyi Prof. Dr. Akandere de teyid etmektedir ve M. Kemal'in İstanbul'da oyalanması hakkında:
13 Kasım 1918 tarihi ile 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun'a gitmek amacıyla İstanbul'dan
ayrıldığı 16 Mayıs 1919 tarihleri arasında çeşitli temaslar ve faaliyetlerde
bulunmuştu. Onun bu temas ve faaliyetleri; "kurulacak hükümetlerde Harbiye Nazırı olarak görev almak,
siyasî yönden iktidara gelme ümidi..."[2] diyerek konuyu özetlemektedir.
Öte yandan M. Kemal'in 11-13 Ekim 1918'de Halep'ten Vahideddin'e çektiği "çok gizli" telgrafta:
"Derhal İngilizlerle ayrı barış yapmak üzere ***kendisinin de katılacağı yeni bir
Bakanlar Kurulu*** oluşturulmasını önermesi"[3] de olayı yeterince aydınlatmaktadır.
KAYNAKLAR:
[1] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993, sayfa 157.
[2] Prof. Dr. Osman Akandere, "Millî Mücadele'nin Başlarında Mustafa Kemal Paşa'da Sine-i
Millet Düşüncesi Ile Askerlikten Istifası Öncesi ve Sonrası Kendisine Gösterilen Bağlılıklar"
Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türkiyat Araştırmaları Dergisi,
Sayı:11, Konya 2002, sayfa 247-309., 249.
[3] Atatürk'ün Bütün Eserleri, cilt 2, İstanbul 2003, Kaynak Yayınları, sayfa 232.
Milli Mücadele'yi M. Kemal Atatürk başlattı yalanı - 3
Mondros Ateşkes Anlaşmasının imzalanması ve bu anlaşmanın uygulanması sonucu,
halk, bir takım fiili çalışmalar içerisine girmiştir. Bu amaçla mahalli bir takım teşekküller
kurulmuştur. Bunlara genel olarak "Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri" adı verilmektedir. Her cemiyet, kendi yöresini
işgalden kurtarılmasını sağlamak, işgale karşı direnmekle görevliydi. M. Kemal
Paşa, Samsun'a ayak basmadan önce emperyalist güçlere karşı Anadolu ve Rumeli halkı tarafından
pek çok il ve ilçede teşkilatlanmalar ve işgale karşı koyma girişimleri başlamıştı.[1]
2 Aralık 1918'de Edirne'de kurulan "Trakya Paşaeli Müdafaa-i Heyet-i Osmaniye Cemiyeti", 7 Ekim 1919'da
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ile birleşmişti. 4 Aralık 1918'de ıstanbul'da Vilayat-ı
şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti kurulmuş ve 10 Mart 1919'da bunun Erzurum şubesi de resmen
açılmıştı. Bunlar gibi yararlı dernekler, henüz işgal hareketi başlamadan kurulmaya
başlamıştır.[2]
KAYNAKLAR:
[1] Prof. Dr. Yücel Özkaya, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 10, Cilt 9, Kasım 1987.
[2] Prof. Dr. Yücel Özkaya, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 10, Cilt 9, Kasım 1987.
Milli Mücadele'yi M. Kemal Atatürk başlattı yalanı - 4
(Gördüğünüz gibi M. Kemal Samsun'a çıkmadan evvel millet pes etmemiş, yenilgiyi kabul etmemiş ve
düşmana boyun eğmemişti)
(Fotoğraf: Oltu Islam Terakki Fırkasının Mekâsıd-ı Âliyesini Nâtık Programı)
Evvelki bölümde yararlı derneklerin henüz işgal hareketi başlamadan ve M. Kemal Atatürk Samsun'a
çıkmadan önce kurulmaya başladığını yazmıştık...
Bunlardan "Kars ıslam şurası" 5 Kasım 1918'de faaliyete geçmiştir. 30 Kasım 1918 tarihinde
ise Kars'ta toplanan kongrede "Kars Millî Islâm şûrası Merkez-i Umumisi" adı altında 3 hükümet
birleşmiştir. Başkanlığına Cihangirzade Ibrahim Bey seçilmiştir.[1] 17-18 Ocak 1919'da
Kars'ta "Cenub-u Garbi Kafkas Hükümeti Muvakkate-i Milliyesi" adıyla çalışmalarını sürdürmüştür.[2]
25 Mayıs 1919'da ise Oltu'da "Oltu şura Hükümeti" kurulmuştur.[3] ıstanbul'da 21 Aralık 1918'de
"Kilikyalılar Cemiyeti" kurulmuş, bunun bir şubesi Adana'da açılmıştır.[4]
KAYNAKLAR:
[1] Dr. Ahmet Ender Gökdemir, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 19, Cild 7, Kasım 1990.
[2] Dr. Ahmet Ender Gökdemir, Cenûb - i Garb - i Kafkas Hükûmeti, Ankara, 1998, sayfa 90.
[3] S. Esin Dayı, ı.Oltu Islam Terakki Komitesi Kongresi, sayfa 65.
[4] Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, 1918-1938, Ankara 1983, sayfa 14.
Ayrıca bakınız: Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, 1, Öğretmen
Dünyası Yayınları, Ankara 1982, sayfa 69.
Milli Mücadele'yi M. Kemal Atatürk başlattı yalanı - 5
(Hani M. Kemal Samsun'a çıkmadan evvel millet pes etmişti?? Hani yenilgiyi kabul etmiş ve düşmana
boyun eğmişti??)
ıstanbul'da 29 Kasım 1918'de Milli Kongre ve 4 Mayıs 1919'da Milli Ahrar çalışma hayatına
girdi. Trabzon'da 12 şubat 1919'da "Muhafaza-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti" kuruldu.[1] Trabzon Muhafaza-ı
Hukuk-ı Milliye Cemiyeti, vilayetin siyasî olduğu kadar, sosyal ve ekonomik geleceğiyle de ilgilenmeyi
kendine görev edindiğinden bu tür sorunların çözümüne yönelik bir rapor bile hazırladı.[2]
Samsun'da 19 şubat 1919'da "Karadeniz Türkleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti", ıstanbul'da 27 Mayıs 1919'da
"Türkiye Müdafaa-i Vatan Cemiyeti", Diyarbakır'da da "Müdafaa-i Vatan Cemiyeti" kuruldu.[3]
Bu amaçlarla kurulan diğer başlıca cemiyetler ise şunlardır:
Müdâfaa-i Heyet-i Osmaniye, Izmir'de Izmir Müdâfaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti, Manisa'da Istihlas-ı Vatan
Cemiyeti, Erzurum'da Vilayat-ı şarkiye Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti, Izmir'de Redd-i Ilhak Cemiyeti,
Balıkesir'de Balıkesir Hareket-i Milliye, Alaşehir'de Alaşehir Kongresi, Denizli, Aydın
Nazilli'de Heyet-i Milliyeler, İstanbul'da Rodos ve Istanköy Adalar Müdâfaa-i Hukuku-ı Islamiye Cemiyeti,
Trabzon'da Trabzon Muhafaza-i Hukukı Milliye Cemiyeti, Sivas'ta Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan
Cemiyeti, İstanbul'da Milli Kongre Cemiyeti.[4]
Toplumun kendi haklarını ve varlığını korumak için kurulan bu cemiyetler kısa bir
süre sonra ülkede yerel iktidarların en önemli temsilcileri haline gelmiştir.
KAYNAKLAR:
[1] Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasi Partiler: 1859-1952, İstanbul 1952, sayfa 506-509; Mesut Çapa,
Milli Mücadele Döneminde Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Trabzon 1998, sayfa 9-16; Cevat Dursunoğlu, Milli
Mücadelede Erzurum, İstanbul 1998, sayfa 22,23; Mahmut Goloğlu, Atatürk ve Trabzon, Ankara 1981, sayfa 2-5.
[2] Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA.), DH/I-UM, E-51/74.
[3] Prof. Dr. Yücel Özkaya, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Kasım 1987, sayfa 139,140.
[4] Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasi Partiler: 1859-1952, İstanbul, Doğan Kardeş
Yayınları sayfa 478527.
Milli Mücadele'yi M. Kemal Atatürk başlattı yalanı - 6
Bu arada kadınların da, vatanı kurtarmak için cemiyetler kurduklarını görmekteyiz.
Bunların en önemlisinin Sivas'taki Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti olduğu bilinmektedir.
Bu cemiyet, daha sonra Niğde, Konya, Kayseri, Amasya, Pınarhisar, Erzincan, Kastamonu, Yozgat, Burdur,
Kangal'da da çalışmalara başlamıştır.
Hepsinde hareket ve çıkıs noktası aynı olup, vatanı isgalcilerden kurtarmak ve her türlü
istilaya karsı koymaktır.
Bu derneklerden İstanbul'daki Millî Kongre ile Erzurum'daki Müdafaa-i Hukuk Derneklerinin Fransızca
yayınlar yaptıklarını da bilmekteyiz. Millî Blok Fırkası ise, Amerika ile
işbirliği yapmak gibi çalışmalarda bulunuyordu. Cemiyetlerle ilgili sayıları binleri
geçen belgeler mevcuttur.[1]
Öte yandan henüz, Izmir işgal edilmeden (yani daha M. Kemal Atatürk Samsun'a çıkmadan), Izmir'in işgal
edileceğinin duyulması üzerine 14 Mayıs'ı 15 Mayıs'a bağlayan gece, Izmir'in Redd-i
Ilhak Heyeti, Izmir'de bir miting tertiplemişti. Bu mitingde, işgale karşı direnme konusu
işlenmişti. Dağıtılan beyannamede, Türkün, Wilson prensipleri adıyla hakkının
zorla alındığı, Yunan işgalinin Türkler tarafından memnunlukla kabul edileceğinin
söylendiği, Yunanlıların Izmir'de çoğunluk olduğunun iddia edildiği, bunların
yalan olduğu açıklanmaktaydı.[2]
KAYNAKLAR:
[1] Prof. Dr. Yücel Özkaya, Ulusal Bağımsızlık Savaşı Boyunca Yararlı ve
Zararlı Dernekler, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 10, Cilt 4, Kasım 1987.
[2] Genelkurmay, Harp Tarihi, Ask. Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Istiklâl Arşivi,
Klasör, 399, Dosya. 27/7, Fihrist. 2; Tank Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasî Partiler, Ist.1952, sayfa 493,494; Bilge
Umar, Izmir'de Yunanlıların Son Günleri, Ist. 1974, sayfa 85-105.
Milli Mücadele'yi M. Kemal Atatürk başlattı yalanı - 7
15 Mayıs 1919'da Izmir'in işgali üzerine Türk halkının işgalcilere tepkisi iyice
artmıştı, yurdun her yerinde mitingler düzenlenmiş ve işgale karşı tepkiler olanca
ağırlığı ile su yüzüne çıkmaya başlamıştı. M. Kemal, 19 Mayısta
Samsun'a çıkmadan önce, Doğu Anadolu'da 17 Mayısta Hınıs'ta, 18 Mayısta Erzurum'da
Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri Izmir'in işgalini protesto eden mitingler düzenledikleri gibi, batı Anadolu'da
da 16-19 Mayıs ve daha sonraki tarihlerde Redd-i Ilhak Cemiyetleri tarafından yapılan mitinglerle ve
Izmir'in işgali protesto edilmişti.[1]
Bu arada Redd-i Ilhak Dernekleri de, vatanı korumak için gerekli çalışmaları yapmaktaydı.
Redd-i Ilhak Heyet-i Milliyesi, Yunanlıların Aydın'ı almasından sonra, 23 Haziran 1919'da
Söke, Denizli, Sarayköy belediyelerine çektiği telde, Yunanlıların buradan muhakkak
çıkarılacağını ve "Yunanlıların bir Müslüman yurdu olan Aydın vilâyetinden
ihracı için icap ederse senelerce uğraşmaya ahdetmeliyiz" diye niyetlerini açıklamaktaydı.[2]
KAYNAKLAR:
[1] Genelkurmay Harp Tarihi Dairesi, Askerî ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Atatürk Arşivi, Klasör. 15.
[2] Genelkurmay, Harp Tarihi, Ask. Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Istiklâl Arşivi,
Klasör. 402, Dosya. 6, Fihrist. 36.
Milli Mücadele'yi M. Kemal Atatürk başlattı yalanı - 8
Kurtuluş Savaşı'nda M. Kemal Atatürk'ün ne kadar payı varmış, Moskova ve Lozan
antlaşmalarına delege olarak katılan, 14 ciltlik Türk Tarihi'ni yazan, ilk Milli Eğitim Bakanı
ve aynı zamanda Sağlık Bakanlığı da yapmış olan Dr. Rıza Nur'dan öğrenelim.
(Burada yazanları ilerleyen bölümlerde başka kaynaklardan teyid ettireceğiz inşaallah.)
Fotoğrafa bakınız, Dr. Rıza Nur'un hatıratının sayfa resmi... Fotoğrafta
yazanları göremeyenler için buraya da yazalım:
***
Bu milli kuvvetler ızmir cephesinde Yunanlılar, cenup (Güney) cephesinde Fransızlar ile çarpışıyorlar.
Her yerde vatan müdafaası için harıl harıl çeteler teşekkül ediyor. Mesela Izmir'de Demirci Efe,
Sarı Efe, Çerkes Ethem... Bursa'da Gökbayrak, Giresun'da Topal Osman, Adapazarı ve Sakarya boylarında
Yahya Kaptan çetesi, Ibo...
Görülüyor ki, Milli Mücadele hareketi her tarafta millet tarafından düşünülmüş ve yapılmıştır.
Bir kişinin değil, binlerce kişinin. Mustafa Kemal'in, Ismet'in bunda zerre kadar hissesi yoktur. Bu
esnada Mustafa Kemal hâlâ meydanda değil. O Anadolu'ya kovuluncaya kadar başka işlerle meşgul
olmuştur. Mustafa Kemal Anadolu'ya Milli Mücadele için gelmemiştir. Kovulmuştur. Bunu da kendisi
Nutkunda söylüyor.
Amasya mıntakasına ordu müfettişi tayin ediliyor. Zabitlerce hali malum olduğundan Harbiye Nezareti
(Savunma Bakanı) kabul etmiyor. Dahiliye Nazırı (ıçişleri Bakanı) olan Mehmet Ali de
muhalefet ediyor. Vahidettin ısrar ediyor; tayin ediyorlar. ışte bu suretle tard ve teb'it olarak
M. Kemal ıstanbul'dan çıkıp Amasya'ya varıyor. Bunu kendi de inkar edemiyor. (Nutuk, sayfa 7).
Demek ki arzusuyla Milli Kıyama iştirak için gelmiş değildir. Mütarekeden (Mondros Ateşkes
anlaşmasından) onun Samsun'a geldiği tarihe kadar çok zaman geçmiştir. Her tarafta Milli
Kıyam çoktan vukua gelmişti. Demek milli kıyamda da âmil (etken) değildir. şimdi bu adam
bu şerefleri nasıl kendisine mal eder, bilmem? Hem de bu vukuatın âmil ve şahitleri binlerce
olarak hayatta iken… Herkesi asmış, kesmiş, herkesin ağzına kilit vurmuş simdi
alabildiğine yalan söyleyip övünüyor. Kimse itiraz edemiyor ki.. Hür bir memleket olsa çoktan paçavraya çevrilirdi.
Milli Kıyam ve milleti kurtarmak uğrunda nice canlarını vermiş, nice kellesini koltuğuna
alarak çalışmış adamlar var. Bunların bir hatırasını bile yadetmeyip,
onların kanları pahasına aldıkları şerefleri bir adam kâmilen kendine alıyor,
hem bir katre kanını bile zayi etmeden… Alçak dünya!.. Sende neler olur!..
M. Kemal'in Anadolu'ya geçmesinin sebebi hakkında ortada dönen şöyle bir rivayet de var: Ferit Paşa
işgal kuvvetlerine karşı bir kuvvet elde etmek ihtiyacını hissetmiş. Bu rivayete göre
de bu ihtiyacı hisseden Vahidettin'miş. Bu kuvvet Anadolu'da ordular ve halktan askerî bir kuvvet yapıp,
bunu işgal kuvvetlerine ve padişaha muarız gösterip bunlara ıstiklal talep ettirmek imiş.
Bu projeyi fiile çıkarmak için M. Kemal'i münasip görmüşler. Padişah, M. Kemal'e para vermiş.
Keza hükümet bütçesinden de ona birkaç bin lira vermişler ki, bunun ilmühaberinin fotoğrafisini Paris'de
"Repuplique enchance" gazetesi neşretti (yayınladı). Padişah ve Ferid, M. Kemal'i
çağırmışlar, işi söylemişler. Kendisini memur edip eline bir de ferman vermişler.
Aynı zamanda bu işi yapacağına ve kendisine verilen emirleri dinleyeceğine, birgün emir
verilince vazgeçeceğine dair namusu üzerine de yemin ettirmişler.
M. Kemal'in tayinini haber alan bütün vatanperverler telaş edip onun gönderilmesini mene
çalışmışlardır. Bunlardan biri de Sadrazam Tevfik Paşa'dır. Hazine-i Hassa
(padişah hazinesi) Müdürü Refik Bey ile padişaha: M. kemal namussuzdur. Yollamasın, başka birini
yollasın diye haber göndermiştir. Bunu bizzat Refik Bey söylüyor. ışte M. Kemal'in bu namusu ve
millet hizmetler etmiş, ihtiyar aleyhindeki büyük buğz ve adaveti -ki nutkunda görülür- bundan ileri gelmektedir.
ışte Milli Kıyamın başına geçecek olan M. Kemal'in buraya kadar olan tercüme-i hali budur.
KAYNAKLAR:
Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım (Paris 1929), Altındağ Yayınları, ıstanbul
1967, cild 3, sayfa 560, 565, 566.
Milli Mücadele'yi M. Kemal Atatürk başlattı yalanı - 9
Necip Fazıl Kısakürek: FıKıR ALTıNCı MEHMED VAHıDÜDDıN'ıN EVET; millî şahlanışın başında 14 - 15 ve Cumhuriyetin ilânında 19 yaşında bir çocuk olan biz, bunca yıl boyunca gördüğümüz, işittiğimiz, okuduğumuz ve mânalandırdığımız şeylerin yekûnu olarak şu hükme varmış bulunuyoruz ki, Birinci Dünya Harbi felâketi ve ımparatorluk devletinin çöküşünden sonra Türk haklarını sağlamak yolunda millî bir şahlanışa ilk olarak meydan açma fikri, bu hareketin şefliğini yapan M. Kemal Paşadan önce ve onun şahsında Sultan 6. Mehmed Vahidüddin'indir. Yâni aynı hareketin, vatan hainliğiyle suçlandırdığı adamın... Bu iddiayı tam bir fikir namusiyle ana tezimiz olarak başa alıyor ve en ince teferruatına kadar ispatını boynumuza borç biliyoruz. Mütarekenin başlarında, Kâzım Karabekir, Ali Fuat, Cafer Tayyar, Refet Bele gibi genç kumandanlar ıstanbul'da toplanmıştır. Memleketteki birliklerin başı boş; ve bütün yüksek kumanda hey'eti, Başkumandan huzurunda toplantıya çağırılmışcasına merkezdedir. Bu vaziyet ve ondaki panik havası ilk olarak Kâzım Karabekir'in dikkatine çarpıyor. Bir yazısında diyor ki, merhum Kazım Karabekir: "1918 de Harbiye Nezareti Müsteşarı Miralay ısmet (ınönü) Beye, milletin istiklâlini kurtarmak için düşüncelerimi şöyle izah ettim: Genç kumandanların ıstanbul'da toplanması ve hususiyle beni bu şereften ayırmak büyük bir gaflet olmuştur. Beni derhal bu şerefe iadeye çalışınız!" Yine Kâzım Karabekir'den: "1 Kânunuevvel 1918'de Erkânı Harbiye-i Umumiye Reisi Cevat Paşa Hazretlerini ziyaretle ıstanbul'da toplanmaklığımızın gafletini izah ve benim şarka iademi ve ordunun zayıflatılmamasını rica ettim. Bununla beraber Sadaretten istifa etmiş olan ızzet Paşaya da aynı fikirleri söylemiştim!" Ve Kâzım Karabekir'in kalemiyle bu vaziyeti ilk görenin Vahidüddin olduğu hakikati: "6 Kânunuevvel 1918 selâmlık merasiminde usulen huzura kabul olundum. Padişah dahi, sulhun temini görüşülmeden evvel ordusunun zayıflatılmaması ve bilhassa genç kumandanların iş başından ayrılmaması, aksi hâlde bir Endülüs vaziyetinin pek uzak olmadığını anlatarak benim şarka ve ıstanbul'da toplanan genç kumandanların da Anadoluya, oranları başına iadeleri hâlinde Türklüğün öldürülemeyeceğini söyledi. Bu mülakat benîm ve diğer genç kumandanların iş başına geçmemizi temin eden âmilerden (etkenlerden) biri olmuştur." Bu satırları küçücük bir insaf ile okuyan, bütün zaafların Vahidüddin tarafından görülmüş ve çarelerinin düşünülmüş olduğunu hemen kavrar. NOT: Necip Fazıl'ın kitabından alıntıya devam edeceğimizden ötürü kaynağını son bölümde vereceğiz.
Milli Mücadele'yi M. Kemal Atatürk başlattı yalanı - 10
Necip Fazıl Kısakürek devam ediyor: Tam ve emin bir kaynak olması gereken Kâzım Karabekir Paşa, şu garazsız satırlarla da, M. Kemal Paşanın hem Harbiye Nazırlığına (Milli Savunma Bakanlığına) talip oluşunu, hem millî hareket diye bir şey düşünmediğini göstermiş oluyor: "- 11 Nisan 1919'da Mirliva (Tuğgeneral) M. Kemal Paşa Hazretlerini ziyaret ettim. Ziyaret sebeplerinden birisi de müşarünileyhin ıstanbul'da kalıp Kabineye dahil olmak hususundaki arzularından vazgeçirmek gayesine matuftu. Ben Paşa Hazretlerini ziyarete bir yaverimle gittim. Kendileri hasta yatıyordu. Üçüncü ziyaretçi olarak gelmiş bulunan bir zâta, Paşa tarafından Ruşen Eşref Bey diye takdim olundum" Bu yazıları nakleden muharrir neticeyi şöyle bağlamaktadır: "- Bütün bunlardan anlaşılan bir hakikat var ki, dağılan Türk ordularının genç ve ihtiyar kumandanlarının Mütareke esnasında ıstanbul'da toplanmasıdır. Başta bulunanlar, bunun doğru olmadığını ve kumandanlara yeni vazifeler verilerek Anadolu'ya hizmete gönderilmesi lüzumunu öne sürmüşlerdir. ıkinci bir hakikat de, ıstiklâl Harbinde büyük hizmetleri olan kumandanların teker teker M. Kemal'e gelerek görüşmeleridir. ızmir'in işgali ve ıttihat ve Terakkiye mensup olanların tevkifi, Anadolu'yu galeyana getirdi. Galeyan halinde bu genç ve tecrübeli kumandanların kolorduların başına geçmeleri, yeni ve millî bir teşkilâtın kurulmasına ilk sebebi teşkil etmiştir. Çünkü Türk milletinin ıstanbul' da mitingler yaparak galeyanı başlamış, Anadoluyu Yunan kuvvetlerinin istilâsı üzerine halk da silâha sarılarak, dağlara çıkarak Kuvva-i Milliye teşkilâtı kurmuştu. Garpta (Redd-i ılhak) Kongresinin, şarkta ise (Erzurum Kongresinin toplanmasına yerli halk mümessilleri karar vermişlerdi." Artık, çöküş karşısında birliklerini bırakıp ıstanbul'a dönen ve orada toplanan kumandanlar arasında M. Kemal Paşanın ilklerden biri tek emelinin Harbiye Nazırlığından ibaret bulunduğu ve genç kumandanların millî bir mukavemet için kıt'aları başına dönmeleri fikrinin padişahtan geldiği açık mıdır? Bu o kadar açık bir keyfiyettir ki, M. Kemal Paşanın Padişahla karşılaşmalarındaki şekilden hemen belli olacaktır.
Milli Mücadele'yi M. Kemal Atatürk başlattı yalanı - 11
Tarihle ilgilenenler Atatürkçü Sabahattin Selek ismine yabancı değildir
Necip Fazıl delilleriyle (kaynaklar yazının içinde) konuyu açıklığa kavuşturuyor. Kemalist kaynaklara başvuruyor, orada yazanları tahlil ediyor, cevap veriyor vs. Sabahattin Selek'in, "Milli Mücadele'yi Vahidüddin (radıyallahu anh) başlatmadı" tezini, Necip Fazıl ustaca ve o yalın üslubuyla çürütüyor.
Mareşal, benim Fransa'da tahsil arkadaşım merhum Burhan Toprak'ın kayın babasıdır. O yoldan tanıdığım ve en derin mahremiyetine kadar sokulduğum, kabul edildiğim insan... Onunla Vahidüddin mes'elesi etrafında konuştuklarımı ileride anlatmak üzere, bizzat kendisinden dinlediğim hayatî bir noktayı açıklayayım:
"- Vahidüddin benden, genç kumandanların listesini istedi. Vatanına aşkla bağlı, vatan acısiyle yanan, vatan kurtarmak yolundaki bir hamleyi omuzlayabilecek kabiliyette azimli, fedakâr ve atılgan kumandanlar kaydiyle istedi bu listeyi... Yazıp verdim... Her kumandanın karakterini de isminin yanına not ettim. listenin başında Mustafa Kemal vardı."
Mareşal Fevzi Çakmak, Padişaha verdiği listede, Mustafa Kemal Paşayı fevkalâde becerikli, kabiliyetli, hamleci, teşebbüs ruhuna malik, fakat son derece ihtiraslı ve yüksek emelli bir insan olarak göstermiştir
Bu noktayı, daha evvel bahsettiğimiz, Sabahaddin Selek adlı Halk Partilinin (CHP), "Anadolu ıhtilâli" eserinde de tespit edebiliriz. Bu eserin 42nci sahifesinde Vahîdüddin'in gözlüğünden Mustafa Kemal Paşa hakkında şu teşhiş göze çarpar:
"- Mustafa Kemal'i veliahtlığında, Almanya seyahatinde tanımıştı. Bu genç Paşa, daha o zaman çok tehlikeli lâflar etmiş, onu ürkütmüştü. Nihayet bir ordu kumandanı olduğu hâlde, harbin son günlerinde Adana'dan kendisine baş vurup, falanı Sadrâzam, beni de Harbîye Nâzırı yap, diyen Mustafa Kemal Paşada
büyük bir ihtiras seziyordu."
Böylece muharrir, Mustafa Kemal Paşanın (belki makbul mânada) ihtirasını tespit ettikten sonra, Padişah ve Millî şahlanış Hareketi ve Mustafa Kemal Paşa arasında şöyle bir münasebet arıyor, yahut bulduğunu sanıyor:
"- Kuva-yı Millîye hiçbir zaman Padişaha karşı görünmediği halde, Padişahın gösterdiği husumet, hakikatte Kuva-yı Millîye akımına değil, bizzat Mustafa Kemal Paşa'yadır. Sultan Abdülâziz'e Hüseyin Avni Paşa, Sultan Abdülhamid'e Mithat paşa nasıl amansız birer düşman görünmüşler ise, Sultan Vahidüddin'in karşısına da Mustafa Kemal Paşa çıkmıştı. Hem Mustafa Kemal Paşa öbürlerinden daha tehlikeliydi. Padişahın evvelâ ordusunu, sonra vilâyetlerini elinden almış, tebaasını kendisinden ayırmıştı. Elbette sıra, tahtına da gelecekti. Millî Mücadelenin devamı müddetince, hiçbir ân söz konusu edilmemekle beraber, en şiddetli mücadele Vahidüddin ile Mustafa Kemal arasında cereyan etmiştir. Çünkü, mutlaka biri diğerini tasfiye edecekti ve her ikisi de bunu gayet iyi biliyordu. Vahidüddin; ıstanbul'da kalmak ve Kuva-yı Milliyeye karşı davranmakla, partiyi daha başangıçta kaybetmiştir. Halbuki, ıstanbul'un işgaline ve hattâ bir süre sonraya kadar, Vahidüddin'in elinde tahtını kurtaracak büyük bir fırsat vardı: Anadoluya geçmek. Eğer bunu yapabilseydi, Mustafa Kemal Paşa, Zât-ı şahanenin nihayet bir Sadrâzamı olurdu."
Bu satırları almaktan maksadımız, tarihçi geçinenlerimizin indî görüşler peşinde hakikati tahrif işini nereye kadar götürdüklerini belirtmektir. Mustafa Kemal Paşanın Vahidüddin'e karşı bakış ve niyetini gayet doğru tespit eden muharrir, düşünemiyor ki, Padişah bizzat Anadolu'ya geçemezdi. Geçmiş olsaydı Millî şahlanış Hareketi daha başındayken boğulurdu. Biraz sonra anlayacağız. Anadoluya geçmek isteyen Veliaht Abdülmecid Efendinin karşısına çıkardıkları engel; ve fiilen Anadoluya geçip de geri çevirdikleri şehzade Ömer Faruk Efendiye karşı alınan tavır, millî hareket gelişmeye başlar başlamaz saraya ne gözle bakıldığının şaşmaz delilidir. Demek ki, Mustafa Kemal Paşanın karşısına çıkan Vahidüddin değil, Vahidüddin'in karşısına çıkan Mustafa Kemal Paşa... Bu noktayı ileride göstermek ve Millî şahlanış Hareketinin fikirde ilk müellifini doğrudan doğruya Vahidüddin olarak belirtmek üzere hikâyemize geçelim:
ışte Anadolu'ya üstün vasıflarda bir kumandan göndermek ve ona, millî bir mukavemet mikrakı kurdurmak gayesiyle Vahidüddin, Mustafa Kemal Paşayı saraya çağırıyor. Hikâyeyi, evvelâ Enver Behnan şapolyo'nun kitabından Mustafa Kemal Paşa diliyle tespit edelim:
"Yaverim Cevat Abbas yine eve geldi. Telâşlıydı.
- Zât-ı şahane sizi akşam yemeğine davet ediyor! Dedi. Mayısın 4 üncü akşamı yedibuçukta Yıldız Sarayına gittim. Beni çok küçük bir odaya aldılar. Biraz sonra Mehmed Vahidüddin geldi. Ayağa kalktım. Beni yanına oturttu. O kadar yakın ki, âdeta diz dize idik. Padişahın sağında hemen dirseğini uzatarak dayadığı küçük bir masanın üstünde bir kitap vardı. Odada sessizlik hüküm sürüyordu. Anlaşılıyor ki, sarayda hiç neş'e yok... Padişah akıbetini düşünüyor. Odanın Boğaziçine açılan büyük bir penceresinden görülen manzara şuydu:
ıtilâf devletlerinin donanmaları sırayla dizilmişler, topları saraya müteveccih ... Tehdit edici korkunç bir manzara... Bu odada oturmakla bu manzarayı görmemek kabil değil... Mehmed Vahidüddin dedi ki:
- Paşa, Paşa, sen şimdiye kadar devletimize çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba gitti!
Bu bir tarih kitabıydı.
- Bunları unutunuz! Bundan sonra yapacağınız hizmet, şimdiye kadar yaptığınızdan çok mühim olacaktır. Dikkat ve sadakatle çalışırsanız, devleti, düştüğü bu felâketten kurtarabilirsiniz. Bir çok kumandanları Anadolu'nun kolordularına dağıttım. Sizin vazifeniz, bunları teftiş etmek olacaktır.
- Bu hususta elimden geleni yapacağım, bana emniyet buyurunuz efendim. Padişahın en büyük endîşesi:
Kuvvetlerimiz dağılmıştır. Umumî Harpten yorgun çıkarak takatimiz kalmamıştır. Bütün ümit; galip devletlerin arzuları hilâfına bir harekette bulunmamaktadır. Onların şikâyet ettiği hâdiseleri de önlemek lâzımdır. Vahidüddin ayağa kalktı, elimi sıkı sıkı sıktı:
- Muvaffak olunuz!
Sarayı terkettim. O zaman bir kadife kutu içinde bir takım da hediyeler verdi. Yaverim Cevat Abbas'la gecenin karanlığında derin düşünceler içinde Yıldız tepelerini aşarak şişliye geldik."
Mustafa Kemal Paşanın ağzından rivayet edilen bu sözlerde, âni olarak huzura çağırılmanın gayesine ait açık bir delâlet yoktur. Kolordu kumandanlarının teftişine memur edilmek ve "galip devletlerin arzuları hilâfına bir harekette bulunmamak" emri, böyle bir tâyinin ruhunu izah edemez, müphem kalır ve asıl sebebin gizlendiği hissini verir. Aynen Mustafa Kemal Paşa dilinden bu anlatışı başa alarak, işin hakikatini biz anlatalım. Bu işe, şu anda hayatta bulunan eski bir yaverin, bize vesika kıymetindeki beyanlariyle girişeceğiz.
***
ESKı YAVERıN ANLATTıKLARı
Sultan Vahidüddin'in bugün hayatta bulunan yaverlerinden, eski Sadrâzam Tevfik Paşanın oğlu Ali Nuri (Oktay) Beyefendi Ayaspaşa'daki meşhur Fark Oteli'nin sahibidir. Vaktiyle Hariciye Konağı olan, derken Tevfik Paşa mülkiyetine geçen, Paşanın Londra Sefirliğinde yanıp kül olan eski binadan bir yangın arsası kalmış, sonra Tevfik Paşa zamanında oraya 7 odalık bir kârgir inşa çıkılmış, daha sonra da 210 odasiyle bugünkü Park Oteli yerleştirilmiştir. Seksen küsur yaşındaki Ali Nuri Beyefendiyi, Sultan Vahidüddin hakkında en nadide bilgilerin sahibi olması gereken eski ve müstesna bir insan olarak telefonla aradım. Bu türlü insanların dünyamızdan ayrılmasiyle son kaynakların da kuruyacağı kaygısı içinde, âdeta son vapuru kaçırmak istemeyen bir yolcu telâşı içindeydim. Telefonda, şivesi ecnebiye çalan ihtiyar bir ses, kim olduğumu ve ne istediğimi anladıktan sonra, şu cevabı verdi:
- Birkaç gündür gripli halde ve istirahat etmekteyim. Eğer gripe yakalanmaktan korkmazsanız, oteldeki daireme buyurunuz, görüşelim!
Hemen gittim. Beni Park Otelinin iki kat aşağısındaki bir daireye indirdiler. Sağlı ve sollu, önlü ve arkalı üç oda veya hücrenin çerçevelediği küçük, fakat gayet hususî çizgileri ve renkleri olan bir dairecik... Eski ve (stil) eşya ve duvarlarda eski zaman resimleri... Ali Nuri Beyefendinin pederleri Tevfik Paşayla, kayın babaları Sadullah Paşa, ayrı çerçeveler içinde yanyana... Daha neler ve neler!...
Ön kısmında, şahniş tarzında çıkıntılı bir hücreciğin duvarlarında, sivil ve asker, mazi tipleri ve bu arada Ali Nuri Beyefendiye bir ithaf yazısiyle ( hediye edilmiş (Von Der Goltz) Paşanın fotoğrafı. Ali Nuri Beyefendi, bu çıkıntılı hücreciğin pencere köşesinde duvara yaşlı ve Amerikan üsluplu masasına geçip bana karşısında yer gösterdi.
Kahverengi, uzun (rob do şambr)i içinde, uzun boylu, beyaz saçlı ve bıyıklı, fevkalâde güzel, hele gençliğinde misilsiz derecede yakışıklı bir insan hissini veren bu asil tavırlı adam, bir anda ruhumu doldurdu. Onda, biraz fazla alafrangalığı bir tarafa, aradığım bütün köklü mânaları buldum. Birkaç hoş-beş lâfından sonra hemen mevzua girdim:
- Tevfik Paşa gibi, Osmanlı tarihinin en nazik zamanlarından birinde Hükümet Reisliği etmiş bir zâtın oğlusunuz! Merhum ve muhterem pederiniz, tıpkı Vahidüddin'in son padişah olması gibi, Osmanlı Sadrâzamlarının sonuncusu... Siz de Mütareke ve işgal devrinde Sultan yaverisiniz! Bu bakımdan, gurbet illerdeki mezarı üzerinde koskoca bir yalan dağı oturtulan Vahidüddin'i yakından tanımış olmak gibi bir imtiyaza sahipsiniz. Allahtan, daha çok uzun olmasını dilediğim ömrünüzün bundan böyleki süresini, hepimizinki gibi yalnız Allah bilir. Ebedî hayata ve Hesap Gününe inanmış bir insan olarak, aynı hisle dolu olduğunuz ümidi, hattâ emniyeti içinde, Vahidüddin mevzuuna ait bildiklerinizi öğrenmeye, böylece Allahın rızasını kazanmanızı ve hiç bir hakikatin gizli kalmasına razı olmamanızı istemeye geldim. Vereceğiniz bilgileri, kabul buyurursanız kaynak göstermek, istemezseniz menbaı gizli tutmak şartiyle Türk millî vicdanına takdim edeceğimî Lütuf buyurunuz! Esmer yüzünde ince bir zevk ve tehassüs meltemi, tek tek cevap verdi:
- ıstediğiniz gibi hareket edebilir, kaynak olarak ismimi ortaya atabilirsiniz! Artık hem memleketimiz, hem de şahsen ben, o şartlar içindeyiz ki, ortada çekinilecek hiçbir şey görmüyorum!
ılk intibaım, fevkalâde bir takdir duygusu oldu.
Eski yaver devam etti:
- Sultan Vahidüddin devrinde kurmay binbaşıydım. Asıl sınıfım süvari... Hem Erkân-ı Harbiye Mektebinde hocalık ediyor, hem de "Yaverân-ı Hazret-i şehriyârî" kadrosunda bulunuyordum. Hayatım, sarayla Erkân-ı Harbiye Mektebi arasında geçiyordu. Balkan Muharebesine istirak etmiş, Birinci Dünya Savaşına katılmıştım. Muhatabım derin bir iç geçirdi. Bir ân sükût ve devam:
- Sultan Vahidüddin'i şehzadelik, veliahtlık zamanından beri yakından tanırım. Kardeşim Hakkı Beyin kayın
babası (Ali Nuri Beyin biraderi Hakkı Bey Vahidüddin'in kızı Ulviye Sultanın zevciydi) olarak da bilhassa veliahtlığında kendisiyle yakından temasım olmuştu. O zamanlara ait söyle bir hatıram var: Vahidüddin'in veliahtlığında bir gün, Kuruçeşmede huzurunda bulunurken bir hey'et geldi. Bu hey'etin azasını şu anda hatırlayamayacağım. Padişahçı bir fırka kurmak isteyen bir hey'et... Veliaht hey'eti kabul etti. Gelenler gayelerini izah ettiler. Padişahçı bir fırka kurmak istediklerini, bu yolda teşkilâtlanmaya gittiklerini ve kendisinden yardım ve destek beklediklerini söylediler. Vahidüddin hayretler içinde kaldı ve şu cevabı verdi;
"Padişahçı bir fırka kurmak da ne demek?... Böyle bir fırka, sanki aksine ihtimal açarcasına zaaf ve şüphe telkin etmiş olmaz mı? Padişah bütün bir milletin babasıdır; nasıl bir partiye maledilebilir? Bayrak, bir partinin olabilir mi?"
Anlıyorsunuz ki, Sultan Vahidüddin, sahtelik ve uygunsuzluğu hemen gören, anlayan ve ona karşı duran bir seciye sahibiydi.
Sordum:
- Zekâ ve şahsiyeti üzerinde hükmünüz?
- Dehâ çapında bir zekaya malik değildi. Fakat ortanın üzerinde bir anlayış, hususiyle çok hızlı bir intikal sahibiydi. Hâdiseleri tam da oluş anlarında kestirmek, mânalandırmak, değerlendirmek ve yerli yerine oturtmakta hünerliydi.
- Umumî Harp sona erip de imparatorluğun çöküşü demek olan Mütareke ve işgal günlerinde tavrı nasıl oldu? Eski yaver Ali Nuri Beyefendi ayağa kalktı, ilerileyerek yandaki odadan maroken kaplı küçük bir hâtıra defteri alıp getirdi, koltuğuna yerleşti ve defteri uzun uzadıya inceledikten sonra cevap verdi:
- Tarihleri şaşırmamak için hususî defterimi kurcalamalıyım. ızmir'in işgalinden bir gün sonra. (ızmir 15 Mayıs 1919'da işgal edildi) 16 Mayıs Cuma günü... Vahidüddin düşmandan mütareke istemiş bir hükümetin başında... Mütareke hükümlerine göre ordusunun hemen dağıtılması icab ediyor. fakat böyle işlere girişebilmek için tarafların karşılıklı olarak mütareke hükümlerine riayet edileceğinden emin olmaları lâzım... Bu nokta ise hiçbir tarafın emin olamayacağı bir şey... Padişah mütereddit ve ıstırapların en yakıcısı içinde... O günkü Cuma namazında ve selâmlık resminde Sultan Vahidüddin'i görenler, ıstırabın bir insanı ne hale getirebileceğine ait en canhıraş tabloyla karşılaşmış olurlardı.(...)
Sultan Vahidüddin, Millî Mücadeleye, Millî Kurtuluş Hareketine bütün gönlüyle bağlıydı. Hareket başladıktan sonra beni sık sık huzura çağırır, dahilî ve askeri vaziyetler üzerinde benden fikir alırdı. Taş basması büyük bir harita yaptırmıştım. Bu harita üzerinde kırmızı ve mavi, iğne bayraklarla vaziyeti Sultana izah eder ve askeri durumu gösterirdim. Kuva-yi Millîye hareketleri üzerinde her muvaffakiyet haberini alısında derinden bir "oh!" çeker, ferahlar ve dünyaya yeni gelmiş gibi olurdu. Bu manzara, benim gözlerimle tespit ettiğim ve Allah ile resul huzurunda her ân tekrarından çekinmeyeceğim bir hakikilik ve samimîlik ifadesidir. Eski yaver, derin bir tahassüs tavriyle sustu. Bu kitabın muharriri olarak vazifem, böyle, büyük bir tarih vesikası belirtici şahsiyeti dilediğim istikamete çekmek değil, gerçek yönleri ondan öğrenmek ve kendisini asla telkin altına almamak olduğuna göre, her şeyi kendisine ve tabiî seyrine bırakmayı tercih ettim ve asıl incelik noktasının ben davet etmeden gelmesini bekledim.
O nokta geldi. Eski yaver birdenbire şu sözleri söyledi:
- Bahsettiğim Cuma Selâmlığından sonra Mustafa Kemal Paşa huzura davet ve kabul edildi. Sultan Vahidüddin, onu Anadolu'ya geçmeye ikna etti.
Telâşla doğruldum:
- ıkna mı etti? Mustafa Kemal Paşanın bu hususta ikna edilmeye ihtiyacı var mıydı?
Söz, bu naziklerin naziği can noktasına gelince, muhatabım toparlanarak tane tane devam etti:
- ızah edeyim: Mustafa Kemal Paşanın huzura kabul edilişinden bir iki saat sonra Basyaver Naci Bey (Millî Mücadeleye katılan, birçok kumandanlıklarda bulunan, uzun zaman meb'usluk eden, Nâzik Naci Pasa lâkabiyle mâruf General Naci Eldeniz) yaverler odasına geldi ve haykırdı: "Hünkâr Mustafa Kemal Paşayı ikna edebildi!" Bu haykırış kelimesi kelimesine kulaklarımdadir. "îkna" tabiri yerindedir.
- Mustafa Kemal Paşanın gayesi Anadolu'ya geçmek değil miydi?
Muhatabım, delmek istediğim zarın nezaketini anladı. Küçük bir fikir hazırlığından sonra cevap verdi;
- Ben Mustafa Kemal Paşayı büyük asker ve kumandan tanırım. Öbür meziyetleri üzerinde söyleyecek bir sözüm yoktur. Mustafa Kemal Paşanın gayesi, o zamanki hükümete girmekten başka bir şey değildi. Hem de bir çoklarının sandığı gibi Harbiye Nâzırı olmak değil, Sadrâzam olmak gayesini güdüyordu. 1919 ılkbaharında vaziyet şöyleydi: şark ordumuz silâhlarını bırakmıyor ve ortada ıtilâf devletleriyle aramızın yeniden açılacağı korkusu hüküm sürüyordu. Mustafa Kemal Paşa da kudretli ve iradeli bir kumandan biliniyordu. Bu kanaat bilhassa Hünkâra aitti. Mustafa Kemal Paşanın o günlerdeki kanaat ve görüşü ise ıstanbul hükümetinin ıtilâf kuvvetlerine karşı direnmesi, isteklerini kabul ettirmesiydi. ışte bu tavrı göstermek için hükümeti eline almak istiyordu. Halbuki bu kanaat ve görüş siyasî ve amelî bir kıymet ifade edemezdi. Zira Mondros Mütarekesini imzalamış olan mağlûp bir hükümetten galip düşmanlarına karşı bir direnme, karşı koyma iktidarı beklenemezdi.
Ali Nuri Beyefendinin sözünü kestim:
- Böyle olunca, o ân için Kabineye girmek imkânını bulamayan Mustafa Kemal Paşadan, millî hareketi evvelden plânlamış ve gaye edinmiş olması beklenemez! Muhatabım bu dikkate cevap vermeden devam etti:
- Mustafa Kemal Paşa Anadolu'ya gönderilmiştir. Onu göndermekte ancak iki gaye olabilirdi: Ya ıngilizlerin isteğine uygun şekilde şark Ordusunu silâhsızlandırması Ve Doğudaki mukavemeti kırması için, yahut da tam aksi olarak millî bir mukavemet ve hareket zemini açması için...
- Hangisi olduğunu sanıyorsunuz?
- Ben sadece ihtimalleri kaydediyor ve hâdiselere ait unsurları veriyorum. Dileyen, dilediği gibi hükmetsin!... Ben, kendi hesabıma ayrıca bir tefsir yapmayı emin bir yol görmüyorum. Emin olduğum tek nokta, Mustafa Kemal Paşanın, Anadolu'ya geçmek üzere Padişah tarafından ikna edildiğidir. Hâdiseler hangi ihtimale daha fazla yer veriyorsa öyle!...
Dâvanın şahdamarına ait suali sordum:
- Bu mevzuda, Vahidüddin'in Mustafa Kemal Paşaya, "Ben Halife ve Padişah olarak Anadolu'ya geçecek olursam düşman kuvvetleri birden telâşa düşüp topyekûn anavatan üzerine çullanır ve memleketi tam bir esarete mahkûm eder. Sen bir kumandan olarak git, gerekirse bana ve hükümete âsi ol ve milleti şahlandır" dediği ve büyükçe bir para verdiği yolundaki sızıntılar doğru mudur, değil midir?
- Bilmiyorum! Onu hükümet gönderdiğine göre elbette gerekli tahsisatı vermiştir. Bu siyasî karşılığa şöyle mukabele ettim:
- Tahsisat ayrı ve tabiî... Ayrıca Sultanın öz cebinden verdiği büyük bir para var mı, yok mu? Bir rivayete göre 30, bir rivayete göre 42, başka bir rivayete göre de 60 bin altın lira...
- Bilmiyorum! Mustafa Kemal Paşanın bu vazifeye, Padişahın emriyle Ferit Paşa tarafından gönderildiğini biliyorum!
- Emir veren Padişah olduğuna göre asıl maksadını hükümetten gizli tutmuş olması ihtimali yok mudur? Hususiyle Sultan Vahidüddin'in son derece ketum ve tedbir zekâsına malik bir insan olduğu düşünülecek olursa?
- Olabilir!... Vahidüddin Ferit Paşayı sevmez ve ona itimad etmezdi. Nitekim Paris'de Versay Sarayındaki sulh müzakereleri zamanında babamı çağırttı ve ona şu emri verdi: "Sen de Ferid'in arkasından git ve onu kontrol et!..."
Muhatabım bu noktada dâvanın aslî çizgisini bırakarak tarihî kıymet bakımından ehemmiyetli olsa da Sulh Konferansına ait hususiyetlere daldı ve oradan yine Vahidüddin'in vatan bağlısı seciyesine döndü. Onları yerinde tekrar ele almak üzere, biz, dâvamız ve tezimizin asıl düğüm noktası olan Vahidüddin - Mustafa Kemal Paşa görüşmesine gelelim ve onu Mustafa Kemal Paşadan dinledikten sonra, bir de, kendi gözlüğümüzden ve vesika çerçevesinden seyredelim...
***
DÜğÜM NOKTASı SAHNE
Millî şahlanış hareketinin fikirde müellifi ve bu maksatla Mustafa Kemal Paşayı Anadolu'ya gönderen, doğrudan doğruya Vahidüddin... Bu işin sahnesi de, Yıldız Sarayında, denize karşı küçücük bir oda... Zât-ı şahane, daha Önceki bir iki temasın peşinden Mustafa Kemal Paşayı son olarak bu salonda kabul ediyor ve ömrü boyunca son defa görmüş oluyor. şimdi bu sahneyi, biraz sonra ortaya dökeceğimiz vesikaların delâletlerindeki yekûn ve muhasebe neticesi olarak biz çizelim:
Mustafa Kemal Paşa, Padişahla daha evvelki karşılaşmasında gayesi temellendirilmiş olarak Dokuzuncu Ordu birliklerine müfettiş tâyin edilmiş ve bu birliklerin yayılı olduğu mıntıkaya gitmek için hemen Samsun'a hareket etmek üzere hazırlığını tamamlamıştır. Ve işte bu sebeple Padişahın karşısında bulunuyor. Onun bu yeni vazifeye tâyinini izah eden dış sebep Samsun ve civarındaki Türkler ve Rumlar arası çatışma ve bundan doğan huzursuzluk... Askeri selâhiyetler yanında mülkî yetkileri de bulunan Mustafa Kemal Paşa, bu huzursuzluğun hemen giderilmesini isteyen ıngilizlere karşı şöyle izah edilmektedir :
- Huzursuzluğu giderecek, nizam ve âsâyişi getirecek ve şark Ordusundaki mukavemeti kaldıracak olan general işte bu zâttır: İngilizlere karşı bir aldatmaca zanniyle oynanan bu oyun, Vahidüddin tarafından kendi öz hükümetine de aynı şekilde telkin edilmiştir.
"Anadolu ıhtilâli" isimli eserin 190 inci sahifesinde, bu tâyinin doğrudan doğruya Hünkâr tarafından yaptırıldığı şu satırlarla kaydediliyor:
"Vahidüddinin kaçmasını takiben, 150'lik listeye dahil olmadığı halde memleketi terkeden Nâci Azmi Yeğen Beyin ifadesine göre, sabık Sultan, bir gün kendisine şöyle demiştir:
- Samsun'a bir müfettiş gönderileceğini öğrenince yâverânımdan Erkân-ı Harp Mirlivası Mustafa Kemal Paşayı da nazar-ı itibara alınız" diye emir eyledim!"
Vahidüddin aleyhtarı bir kalemin tetkiki neticesi olarak ortaya atılan bu şahadetten açıkça anlaşılıyor ki, Mustafa Kemal Paşayı yeni vazifesine tâyin ettiren, ne Harbiye Nâzırı, ne de Sadrâzamdır. Sadece ve sadece, gayesini hükümetinden bile saklamış olan Padişahtır; ve bu işde Vahidüddin'in isteyerek veya istemiyerek tâyini tasdik ettiği yolundaki nakiller uydurmadan ibarettir.
Aynı kitabın, 189 uncu sahifesinin sonlarında ve 190 inci sahifesinin başında Hünkâr ve Paşa arasındaki münasebeti belirtirken diyor ki;
"- Sultan Vahidüddin'in Mustafa Kemal Paşa hakkında kanaati, hiç şüphe yok ki, ona en az bu önemli görevin verilmesine müsaade edecek kadar müspetti. Veliahtlığından beri tanıdığı fahri yaverinin kabiliyetinden, kendisine olan bağlılığından şüphe edecek hiç bir sebep yoktu. ıkisi de Enver'i sevmiyorlardı. Aynı kimseye duyulan bu ortak his, onları az çok birbirine yaklastırmış olmalıydı. Kaldı ki, Vahidüddin, Mustafa Kemal Paşanın ancak büyük işlerle tatmin olunabilecek mizacını biliyor ve muhtemelen onun şahsında, ilk taraf için de kârlı neticeler sağlayacak bir müttefik görüyordu."
Ancak "itiraf" kelimesiyle vasıflandırabileceğimiz bu görüşten sonra öyle bir hakikat unsuruna dokunuluyor ki, tâyin emrinin tepeden inme Sultandan geldiği, laboratuar hükmiyle ortaya; çıkıyor:
"Böyle bir yorumda bulunmamızın en önemli sebebi, Mustafa Kemal Paşanın tâyinine ait iradeyi ufak bir tereddüt göstermeden derhal almasıdır. Harbiye Nezareti, Paşanın tayinini, Padişaha arzedilmek üzere 30 Nisan'da Sadarete yazmış ve aynı gün Padişahın irâdesi alınmıştır."
Artık şüphe kalıyor mu, Vahidüddin'in, Mustafa Kemal Paşayı, maksadı her neyse ruhunda gizlemiş olarak, bizzat tâyin ettirmiş olduğunda?.. Ve bu tâyinin resmen hükümet ve ıtilâf kuvvetlerine, Samsun ve havalisini huzura kavuşturmak ve şark Ordusunu Mütareke şartlarına yanaştırmak için diye gösterildiğine...
şimdi sıra, naziklerin naziği noktaya geldi. Acaba Mustafa Kemal Paşa, eski Yaver Ali Nuri Bey tarafından "ikna edildi!" tabiriyle ifade olunduğu gibi, bu tâyin sırasında, ister Padişah, ister hükümet cephesinden kendisine gösterilen sebebi kabul etmiş bulunuyor muydu? Kabul etmişse "ikna" edilmeye ne ihtiyacı olabilir? Kabul etmemişse, tâyin muamelesini daha başında durdurması icap etmez mi? Hele millî şahlanışı kamçılamak gibi bir hareket kendi öz dâvası ve plâniyse, Padişah tarafından ikna edilmek diye bir şeyin onun semtine bile uğramaması gerekmez mi?
Eski yaverin derin bir saffet ve samimiyetle bildirdiğine ve Naci Paşa gibi Mustafa Kemal'in güvenini kazanmış bir zatı şahit tutmasına göre şüphe yoktur ki, son dakikada Padişah ile Fahrî Yaveri arasında bir "ikna" tablosu cereyan etmiş ve bu iş de başarı Padişahta kalmıştır. şu hâlde Mustafa Kemal Paşayı, son defa çıktığı Padişahın huzurunda yeni vazifesini tereddütle benimseyici bir ruh haleti içinde kabul etmeye mecburuz.
ışte bu ruh haletiyle karşısına geçen Paşayı, Vahidüddin, küçük salonda evvelâ ayakta kabul ve sonra ona yer göstererek kendisiyle dizleri üzerine dokunacak şekilde yakın oturuyor. Ve tezimiz bakımından, her ne oluyorsa bu son karşılaşma neticesinde oluyor. Vahidüddin Mustafa Kemal Paşaya pencereden, düşman donanmasını göstererek birçok kaynak tarafından belirtildiği gibi şöyle diyor:
- Paşa, namlularını saraya çevirmiş olan düşman toplarını görüyor musun?. Bu vaziyet karşısında saray ve devlet olanca emniyetini kaybetmiş bulunuyor! Derken Vahidüddin gelen kahveyi Mustafa Kemal Paşaya eliyle verdikten ve yine eliyle sigara ikram ettikten sonra devam ediyor:
- Böyle yakın oturuşumuz ve fısıldarcasına konuşmamız en münasip şekildir. şu sarayın duvar tuğlaları arasında bizi kimbilir kaç kulak dinlemektedir? Bu üslûptan fevkalâde hislenen ve tesir altına giren Mustafa Kemal Paşa, nihayet Millî şahlanış Hareketinin düğüm noktası olan ve tarihe intikal edeceği gün vatan çapında bir hâdise teşkil edeceği muhakkak bulunan şu hitap karşısında kalıyor:
- Paşa! Türkiye'yi kurtarmak için ıstanbul'dan herhangi bir hareket beklemeye imkân yoktur. ıstanbul, vatanın kalbi olarak düşman pençesinin içindedir. Onu ve onunla beraber topyekûn vatanı vücuddan, vücudun kalbi çevreleyici temel âzasından başka hiçbir şey kurtaramaz! O da, imparatorluğun kalble rabıtaları büsbütün çözülmüş eczasından sonra elde kalan mazlum ve çilekeş ana vatandır. Yâni Anadolu!.. Anadolu'ya geçmek ve orada millî bir kıyama zemin açmak lâzımdır! Mustafa Kemal Paşa bu sözleri büyük bir dikkat ve iddia ettiğimiz gibi biraz da (sürpriz) tavrîyle dinleyedursun...
Bize denilebilir ki:
- Bu, tiyatro konuşmaları gibi hayalden uydurma hissini veren lâfları nereden çıkarıyorsun? ılmî ve tarihî hakikat belirtmeleri için mutlaka vesikaya istinat ettirilmeleri gereken bu diyalogları kimlerin şahadetiyle ispat edebilirsin?
Cevabımız şudur:
- Evvelâ beni dinleyin! Sonra da ispatını isteyin! Ve ben Vahidüddin - Mustafa Kemal Paşa tablosunu çizerken peşin hüküm tavırlarından uzak kalın! Ruhunuzu ne o taraftan, ne bu taraftan, tesir dışı tutun ve neticeye göre hükmedin! Riyaziyede bir kaide vardır: Ya hüküm ve netice başa alınır ve ispat onu takip eder, yahut ispat peşin olur ve netice sonda gelir. Biz hükmü başa alarak ispatını ondan sonra vermek metodunu tercih ediyoruz.
şöyle ki:
Padişah diyor ki, Mustafa Kemal Paşaya:
- Sizi Anadolu'ya, işte bu millî kıyam zeminini açmanız için gönderiyorum! Düşman kuvvetlerine, hususiyle ıngilizlere ve hükümete karşı gidiş sebebimiz ayrıdır. ışgal kuvvetleri, sizin Samsun'da âsayişi iade edeceğiniz ve şarktaki ordu mukavemetini kaldıracağınız kanaatini besleyeceklerdir. Gerçek sebebi ise yalınız siz ve ben bileceğiz. Millî ruhu Anadolu'nun her yerinde, hissedilir şekilde parça parça kendisini göstermeye baslamıştır. Size düşen iş, bu ruhu büsbütün alevlendirerek orduyu da içine alan bir daire merkezinde bütünleştirmek Ve teskilâtlandırmaktır. Henüz haber almış bulunduğumuza göre Yunanlılar ızmir'i işgale başladılar. öbür işgal mıntıkaları da malûmunuz... Artık Yunanlıya kadar yol veren bu son işgal, eminim ki, büyük bir millî infial ve karşı koymaya vesile olacaktır. ıçinde bulunduğumuz belâlı şartlar karşısında, tek merkezli ve yekpare bir millî hareket üzerimize farzdır. Böyle bir hareketin sevk ve idaresini hangi kumandana emanet edebileceğimi uzun uzun düşündüm. Nihayet, taşıdığınız vasıflar bakımından sizi buldum! Bahanelerin her tarafa emniyet verici en münasibiyle de alâkalı makamlara derhal tâyininizi irade ettim.
Vahidüddin, ayrı bir telkin tavrı ve toniyle devam ediyor:
- Hatıra şöyle bir sual gelebilir: "Ya siz, Padişah ve Halife olarak niçin bizzat Anadolu'ya geçip millî şahlanışı en yüksek merkezine kavuşturmayı düşünmüyorsunuz? Niçin bizzat Anadolu kıyamının başına geçmiyorsunuz?"
Çünkü böyle bir teşebbüs, hareketi başlamadan boğmak, boğulmasına sebep olmak neticesini doğurur. Eğer ben gizlice hazırlanıp Anadoluya ve millî mukavemetin başına geçecek olursam, bu teşebbüs millî kıyamı en üstün derecesine çıkarır amma, milletimiz için bir felâket, intihar gibi bir şey olur. O zaman ıtilâf kuvvetleri şu andaki tereddütlü vaziyetlerini bir anda değiştirirler, toparlanırlar, işin aldığı ehemmiyet karşısında topyekûn üzerimize saldırırlar ve topyekûn tasfiyemize giderler. Hareketi de, artık ikinci bir davranışa imkân bırakmamacasına bastırırlar. Bu da artık sulha ve yeniden şart koşma imkânına kökünden sed çeker. Sulh Konferansının hazırlanmakta olduğu şu ân, devlet merkezinden gelmeyip de, milletten gelen ayarlı bir direnme ise, haklarımızı konferans masasında daha iyi koruyabilmemiz için, ancak göz korkutma plânında, o plân taşınmadıkça destek teşkil edebilir. Böylece Avrupa, uyumayan, gerekirse istiklâli için canını fedaya âmâde bir millet karşısında olduğunu anlar ve şartlarını hafif tutabilir. Yâni millî şahlanışın muvaffak olabilmesi için mutlaka, ıstanbul, devlet ve Padişah dışında vücut bulması ve düşmanlarımıza azamî telâş ve dehşet hissini vermiyecek çapı muhafaza etmesi lâzımdır. Hattâ bu hareket, bana ve hükümetime aykırı diye de gösterilebilir. Evet Paşa; Anadolu'ya, en ince bir san'at, askerî ve mülkî idare dehâsıyle, işte bu gayeyi gerçekleştirmek üzere geçecek ve Allah'ın inayetiyle muvaffak olacaksınız!
Padişah, topyekûn Mîllî Kurtuluş Hareketine temel teşkil eden, fakat tarihi, ıstırabından çatlatacak şekilde toprağa gömülen, gözlere gösterilmeyen ve ancak birkaç fâninin ruh mahzeninde gizli kalan bu telkinlerden sonra Mustafa Kemal Paşaya, bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından itiraf edildiği gibi şu son sözü söylüyor:
"- Muvaffak ol!"
Padişahın Mustafa Kemal Paşaya son sözü:
- Size bu azîm dâvada muvaffak olmanız için kesemden (...) altın veriyorum. (Tamamiyle tespit edilemeyen bu rakam, evvelce de kaydettiğimiz gibi, bir rivayete göre 30, bir rivayete göre 42, bir rivayete göre de 60 bin liradır)... Ayrıca, elinize, teşebbüslerinizde muvaffak olmanız ve gereken itimat ve selâhiyeti telkin edebilmeniz için bir de "Hatt-ı Hümayun" tutuşturulacaktır. Tarafımdan ayrıca hâtıra kabilinden size bir hediye verecekler... (Üzerine Padişahın adına ait ilk harfler işlenmiş olan altın saat)... Gidiniz ve vatanı kurtarınız! Artık bu dâvaya ve onun tatbiki prensipine kanaat getirmiş bulunuyor musunuz?
Mustafa Kemal Paşa, eski yaverin "ikna edildi!" demesinde, başyaver Naci Beyin de (Naci Pasa) yaverler odasına gelip "Hünkâr Mustafa Kemal Paşayı ikna etti!" diye haykırmasında belirtildiği gibi, henüz tereddütlü olduğu besbelli bulunan bu mevzuda tam bir teslimiyetle huzurdan ayrılıyor ve bir gün sonra "Bandırma" Vapuriyle Samsun'a hareket ediyor. Defalarca çizilen tablo... Kendisine tam hareket edeceği sırada Dahiliye Nâzırı Mehmed Ali Bey tarafından bir zarf içinde, ayrıca ve resmî mahiyette bir tahsisat verileceği de bildirilmiştir. Mustafa Kemal Paşa huzurdan çıkarken, artık bir daha görmeyeceği Sultan Vahidüddin'den, bizzat hâtıralarını anlatırken söylediği gibi, su iki kelimelik cümleye muhatap oluyor:
"- Muvaffak ol!"
şimdi iş, bir roman üslûbiyle canlandırmaya çalıştığımız, fakat gerçeğin tâ kendisinden ibaret olan bu sahneyi ve Millî Mücadele Hareketini açma fikrinin topyekûn Padişaha ait olduğunu ispat noktasına gelmiş bulunmakta: Beraberce, evvelâ delilleri tek tek muayene, sonra onları bütün bir terkip hâlinde muhakeme ve değerlendirme işinin laboratuarına girelim:
Milli Mücadele'yi M. Kemal Atatürk başlattı yalanı - 12
Delillerimiz, muhtelif kıymet ve kuvvette olarak tam 11 tanedir. Kıymet ve kuvvet sırasına göre numaraladığımız bu delillerin 4 tanesi riyazi vesika derecesinde; 5 tanesi, yine vesikaya yakın açık karine hükmünde; son 2 tanesi de nakli doğrudan doğruya tarafımdan olduğuna ve dayanakları vefat etmis bulunduğuna göre bir itimat mes'elesi olarak, inanılacak olursa en büyük, inanılmazsa sıfır denecek kadar küçük, fakat Öbürleriyle bir arada, inanılması zarurî mahiyettedir:
Kat'î vesikalar:
1 - Eski Dahiliye Nâzırı Mehmed Ali Beyin Avrupa'da nesrettiği vesikalar...
2 - Vahidüddin'in Seyhülislâmları arasında dinî ve ahlâkî vasıflariyle en üstünü olan Mustafa Sabri Efendinin, Mısırda nesredilip memlekete sokulması yasaklanan meshur ve müthis eseri...
3 - Eski yaver Ali Nuri Beyin tespiti...
4 - Kâzım Karabekir'in hâtıraları...
5 - Mustafa Kemal Pasaya, usûl ve teamül dısı olarak verilen Hatt-ı Hümâyûn... Vesika değerinde karineler:
6 - Vahidüddin'in, ne yapacaklarını bilemez sekilde kıt'alarını bırakıp ıstanbul'da toplanan genç kumandanları vazifeleri ve birlikleri basına göndermesi ve bu arada ortaya koyduğu kıymet hükmü...
7 - Vahidüddinin Millî Hareket basladıktan sonra onu, ask, heyecan, ümit ve ıstırap içinde ve görülmemis bir alâka ve benimseyisle takip edisi.
8 - Sehzade Mahmut Sevket Efendinin anlattıkları...
9 - Bâzı tarihçilerin sahadetleri... Vesika üstü vesika değerinde, fakat bir itimat mes'elesi olarak, inanılıp inanılmaması serbest, Öbür vesikalarla karsılastırılınca da sıhhati asikâr, sahsi nakiller :
10 - Maresal Fevzi Çakmak'tan dinlediklerim.,,
11 - Refet Pasanın bana anlattıkları... Simdi ispat laboratuarında bu vesikaların teker teker tahlilleri yapılınca görülecektir ki, eğer son Osmanlı Padisahı 6. Mehmed Vahidüddîn olmasaydı, istiklâl Harbi olmayacaktı.
***
ıSPAT LABORATUARıNDA
Birinci delil, kaydettik ki, Eski Dahiliye Nâzırı Mehmed Ali Beyin Avrupa'da nesrettiği vesikalardır. "150'lik"lerden olan Mehmed Ali Bey, baslangıçta Mustafa Kemal Pasanın yakın dostlarından biriydi ve onu değerlendirmek için elinden geleni yapmıstı. Bu nokta hâtıra ve (etüd) mahiyetindeki birçok yazıda gösterilmistir. Millî Mücadele zaferle neticelenip ona uzak veya aykırı kaldıkları kabul edilenlerden 150 kisi kara listeye alınınca Mehmed Ali Bey de ona dahil -edildi ve Paris'e giderek orada yasamaya ve "La Republique Enchaînee - Zincire Vurulmus Cumhuriyet" isimli bir gazete çıkarmaya basladı. Bu gazetede Mustafa Kemal Pasa aleyhinde kendince birçok iddia Öne sürdüğü ve ağır ithamlarda bulunduğu gibi, riyazi değerde vesikalar da nesretti. Bunlardan biri, Vahidüddin'in emriyle Dahiliye Nezareti "tahsisat-ı mesturesiörtülü ödeneği"nden pasanın tam vapura bineceği sırada verilen 25 bin liradır. Simdi bu vesikayı, bir Vahidüddin aleyhtarı ve Halk Partisi mensubu insanın, yani dâvamıza zıt bir kaynağın daha evvel de bahsettiğimiz eserinden gösterelim:
"Anadolu ıhtilâli - Sabahaddin Selek - Sahife 117":
"Mustafa Kemal Pasa, ıstanbul'dan ayrılısından yedi buçuk ay geçtikten sonra Ankara'ya geldiği zaman bin iki yüz lira parası vardı. Müftü Rifat Efendi, Ankara tüccarından altı bin lira toplayarak Pasaya verdi."
Muharrir bu bilgiyi, Millî Mücadelenin Maliye Vekillerinden Hasan Fehmi Beyden aldığını kaydediyor ve söyle devam ediyor:
"Mustafa Kemal Pasa parasız idi. Büyük projelerle ıstanbul'dan ayrılırken, Anadolu'da kendisine verilecek bin liranın değerini düsündü mü bilmiyoruz. ınceleyebildiğimiz belgeler ancak sunu gösteriyor ki, Mustafa Kemal Pasa ıstanbul'dan hareket edeceği günlerde karargâhına mensup subayların üçer aylık maaslariyle, bir miktar olağanüstü Ödenek almak için çok uğrasmıstır. Zaferden sonra tasfiye ettiği siyasî hasımları onun, Padisah tarafından verilmis önemlice bir para ile Anadolu'ya geçtiğini söylerler. Halbuki bu söylentinin doğruluğunu gösterecek en ufak bir delile henüz rastlanmıs değildir. Mustafa Kemal Pasanın ıstanbul'dan ayrıldığı sıralarda Dahiliye Nezaretini isgal eden Mehmed Ali Bey Paris'te çıkardığı "La Republîque Enchene" (imlâsı yanlıs) adlı gazetesinde 9. Ordu Kit'ası Müfettisine verdiği yirmî bes bin liraya ait makbuzun klisesini yayınlamıstır. ıste Mustafa Kemal Pasanın Anadolu'ya götürdüğü para bundan ibarettir."
Tezadın derecesine bakın ki, parasız gösterilen Mustafa Kemal Pasanın neticede 25 bin lira aldığı kabul ediliyor da, kâğıt para hesabiyle de olsa bugünkü paraya nispetle 4 milyon lira değerinde bir meblâğ, "bu da bir sey mi?" gibilerden hafife alınıyor; sonra da, olup olacak yalınız bin iki yüz lirası bulunduğundan bahsediliyor!
Hesap açıktır:
O zaman altın 4 kâğıt lira değerindeydi. Bugünküne kıyasla 175 misli fark... O hâlde kâğıt parayla o zamanki 25 bin lira, bugünün en asağı 4 milyon lirasına denk... Öyleyse nasıl olur da bu para, Mustafa Kemal Pasaya hususî ve siyasî ihtiyaç mevzuunda verildiğine göre yedi buçuk ayda tükenmis olabilir? Su anda mevzuımuz sadece Dahiliye örtülü ödeneğinden çıkan parada olduğu için Vahidüddin'den ve Sultan'ın hususî kasasından çıkan en az 30 bin lirayı nazara almıyoruz. Alacak olursak, o zamanki kâğıt parayla 120 bin bugünkü değer Ölçüsiyle de 22 milyonluk bir 'kıymet vahidi karsısında kalırız. Hepsi 28 milyon... O da, bilinenin en küçük haddi kabul edilmek sartiyle... Bundan sonra Halk Partili muharrir, parasız gösterdiği Mustafa Kemal Pasaya 25 bin liranın nasıl verildiğini bülbül gibi bizzat naklediyor:
"Dahiliye Nezareti, Örtülü Ödeneğinden Ödenen bu parayı Mehmet Ali Bey, yanında Emniyet Sube Müdürlerinden Kâdi Bey olduğu hâlde, Mustafa Kemal Pasayı Samsun'a götürecek vapura hareketinden biraz önce gelerek bizzat vermis ve klisesi yayınlanan makbuzu da orada Badi Bey yazmıstır."
Dikkat edilecek nokta sudur ki, biz bu paranın Mustafa Kemal Pasa tarafından sahsî tasarrufuna geçirildiği ve gaye yolunda tarfedilmediği ıddiasında değil, sadece kendisine verildiği ve dolayısiyle onun bu gayeye Padisah tarafından memur edildiğini gösteren bir vesika karsısında bulunduğumuz dâvasındayız. Samsun ve havalisinde asayisi iade etmeye ve Sarktaki birliklerin mukavemetini ortadan kaldırmaya memur edilerek gönderilen bir kumandana, karargâh kadrosunun üç aylık maas ve masrafları ödendikten sonra ayrıca bu kadar büyük bir meblâğ vermeye lüzum ve sebep yoktur. Böyle bir para, ancak ve ancak memleket çapında bir harekete baslamanın ilk imkânlarını sağlamak için verilebilir ve mutlaka büyük bir tesebbüse delâlet eder. Bu tahlil noktası kat'î ve riyazidir; ve bu para, her nereye sarfedilmis olursa olsun, mutlaka alındığı sabit bir meblâğ olduğuna göre, Mustafa Kemal Pasayı Anadolu'ya gönderen Padisahın hususî maksadını, bu maksadın da Millî Mücadele cephesini kurdurmaktan baska bir sey olamayacağını ispat eder. Vesikalardan en ehemmiyetlisi Seyhülislâm Mustafa Sabri Efendinin, Mısırda basılan, adını vermekten bile çekineceğim eseridir. Ben bu eseri gözümle görmedim ve içinden hiçbir parçaya aslı veya tercümesiyle sahit olmadım. Sadece uzaktan eseri, onun memlekete girmesinin siddetle yasaklandığını ve tasıdığı tezi biliyorum. Bu eserde sahsî ve indî fikirleri muharririne bırakarak ve bu fikirler karsısında ne düsündüğümüzü bildirmekle mükellef olmayarak kaydedelim ki, aynen eski Dahiliye Nâzırı Mehmed Ali Beyin Paris'teki nesriyatında olduğu gibi, fikir dısı vesika göziyle bu eserde, okuyanlar tarafından bana söylendiğine göre birçok mühim nokta hattâ tezimiz bakımından hayatî kıymette ifsalar vardır.
Biz Mustafa Kemal Pasa hakkında sahsî ve indî fikirleri merak ve onlara istinat ve istirâk etmekten uzak ve müstağni olduğumuz için, ancak, Millî Kurtulus Hareketinin ilk müellifinin Vahidüddin olduğu üzerindeki vesikaları değerlendirmek mevkiindeyiz. Bize kesin olarak bildirildiğine göre bu eserde, Pasayı Anadolu'ya ve Anadolu hareketini açmak üzere gönderenin Vahidüddin olduğu yazılmakta, vesikalariyle gösterilmekte ve kendisine Padisah tarafından verilen altın liraların miktarı, verilis tarzı ve gayesi nakledilmektedir. ıstikbalin hakikatsever tarihçisine, ehemmiyetli bir kaynak olarak isaret ettiğimiz bu eseri, fikirleri dısında bir vesika deposu diye vasıflandırır ve geçeriz.
Üçüncü vesika, Sadrâzam Tevfik Pasa mahdumu, eski Sultan yaveri, yasını basını almıs ve herhangi bir hakikat tahrifçiliği sedyesinden uzak Ali Nuri Beyefendinin, kendi görüsü olarak ve Basyaver Naci Beye (General Eldeniz) istinat ettirerek söylediği "Padisah Mustafa Kemal Pasayı Anadolu'ya geçmeye ikna etti!" sözüdür ki, hamlenin Padisahtan geldiği ve bu dâvada Mustafa Kemal Pasanın baslangıçta mütereddit bulunduğu üzerinde hiçbir süphe bırakmaz.
Dördüncü vesika ise Millî Mücadelenin en mübarek çehrelerinden Kâzım Karabekir Pasanın, su, türlü maceralara vesile olan, ınönü devrinin basında tabettirilip toplatılan, sonra bâzı değisikliklerle tekrar yayınlanan eseridir ki, tetkike açık bu eserde baslıca delâlet, bir Örneğini daha evvel gösterdiğimiz sekilde, Mustafa ¦ Kemal Pasanın Mütareke ve isgal hengâmesinde Kabineye girmekten baska bir sey düsünmediği ve bu niyetinden kendisini Karabekir Pasanın caydırmağa çalıstığıdır. Kat'î vesika hükmündeki bu ifadeyi, Mustafa Kemal Pasanın baslangıçta millî bir sahlanmaya yol aramadığı, o hâlde bu fikri Padisahtan aldığı seklinde yorumlamak, mücerret hak ve hakikat bakımından zarurî olur. Besinci vesika, derin bir tahlile tâbi tutulacak olursa, belki bütün vesikaların en kuvvetlisi olarak Mustafa Kemal Pasaya verilen Hatt-ı Hümâyûndur. Evvelâ Hattı kelimesi kelimesine göz önüne serelim:
"Yâveran-ı sehriyarîmden Erkân-ı Harbiye Merlivası Mustafa Kemal Pasaya:
Harb-i Umuminin müttefikin hesabına zıyaı üzerine tahassül eden vaziyet-î siyasiye, ecdâd-ı izamım mülkünü ve makamı Hilâfet ve Saltanatımı müskül ve tehlikeli bir sahaya sürüklediğinden Hükûmet-i Seniyemin kararı veçhile tâyin olunduğunuz mıntıkada asayisi temin ve merzi-i sahaneme mugayir ahvalin hudüsunu menile cümleten def-i sâ'le bezl-i cehd ü gayret ederek milletimin masumiyetini te'yîd ve mülkümün eyâdi-i mütearrizinden tahlisi için yek vücut olarak hareket edilmesini, selâm-ı sahanem asker ve memurine ve ehaliye tebliiğini irade ettim, Mehmed Vahiduddin"
Simdi bu Hattı, en açık dille sadelestirelim:
"Yaverlerimden Kurmay Tuğgeneral Mustafa Kemal Pasaya: Umumî Harbin müttefikler hesabına kaybedilmesi üzerine doğan siyasî durum, büyük atalarımın mülkünü ve Hilâfet ve Saltanat makamını çetin ve korkulu bir yere sürüklediğinden hükümetimin karariyle atandığımız mıntıkada asayisi sağlamak ve sahane rıza ve dileğime aykırı hâllerin meydana gelmesini engelleyerek ve topyekûn korkulu seylerin def'ine cehd ve gayret göstererek milletimin dokunulmazlığını gerçeklestirmek ve memleketimin saldırgan ellerden kurtarılmasını sağlamak için tek vücut hâlinde davranılmasını sahane selâmımla beraber asker ve memurlara ve halka bildirilmek üzere irade ettim!"
Bu ferman, en küçük süpheye yer bırakmayacak sekilde, Millî Kurtulus hareketini Vahidüddin'in açtığına kat'î burhandır.
Söyle ki, bütün Osmanlı tarihinde buna benzer [ bir fermanın herhangi bir kimseye verildiği görülmüs değildir. Görülmemis olan, açıkça vatan kurtarıcılığı rolünün verilmesi ve bu gaye uğrunda asker, memur ve halka tek vücut hâlinde harekete geçmesi emrinin bildirilmesine Mustafa Kemal Pasa'nın memur kılınmasıdır.
Gerçekten bu ferman, simdiye kadar meçhul kalmıs bir vesika olmadığı hâlde hakikî mânası ve açık delaletiyle kimsenin tam dikkatini çekmemis, yâni malûm içinde meçhul kalmıstır. Bu da, fermanın, belki açığa vurulur da Padisahın gayreti düsman devletlerin gözüne batar kaygısiyle biraz müphem ve karanlık yazılmasından ve sahte bahaneyi basta göstererek kaleme alınmasından doğmaktadır. Fermanın bütün ruhu sonundaki su cümlelerdedir:
"Milletimin dokunulmazlığını gerçeklestirmek ve memleketimin saldırgan ellerden kurtarılmasını sağlamak için tek vücut hâlinde davranılmasını, sahane selâmımla beraber asker ve memurlara ve halka bildirilmek üzere irade ettim!"
Böyle bir ferman, basit bir âsâyis isi için Anadoluya gönderilen bir pasaya verilemez.
Bu ferman, ehemmiyetli kısmı sona getirip birdenbire dikkati çekmemek taktiği içinde sunu söylüyor:
- ıstiklâl ve masuniyeti elden gitme vaziyetine gelen millet ve vatanı kurtarmak için, asker, memur ve halk elele veriniz ve tek vücut hâlinde ileriye atılınız! Bu da Millî Mücadeleyi tasarlama ve açma emrinden baska hiçbir sey olamaz ve bu dâvanın Mustafa Kemal Pasaya ilk defa Padisah tarafından telkin edildiğine dair riyazî kat'iyetteki senedi teskil eder.
Garip bir hayal cömertliğiyle:
- Fermanı Vahidüddin'e Mustafa Kemal Pasa dikte etmis olabilir!
Denilecek olursa cevabı gayet basittir:
O hâlde Vahidüddin Mustafa Kemal Pasanın tâbi ve müttefiki demek olur ki, bu vaziyet onun sonradan gördüğü muamele ve bir vatan haini sayılmasiyle kolayca bağdastırılamaz. Hususiyle Padisahtan böyle bir ferman almak lüzumunu hisseden bir insanın onu, faaliyeti esnasında kullanması gerekir ki Mustafa Kemal Pasa bu fermanı hiç kimseye göstermediğinden fermanın kendi isteğiyle alınmadığı ve Padisahın müstakil ve mücerret iradesini temsil ettiği ortaya çıkar.
Bakın bu ferman hakkında karsı tarafın muharriri (Anadolu ıhtilâli - Sabahattin Selek - Sahife 190 ve 191) ne diyor:
"- Bir metin hâlinde ortaya atılan Hatt-ı Hümâyûnun uydurma olması ihtimali kanatimizce zayıftır. Fakat, Mustafa Kemal Pasanın bunu isine yarar bir belge saymadığı ve hiçbir yerde kullanmadığı da muhakkaktır.
Pasanın karargâhı ile birlikte, Sivas'taki ııı. Kolordu Kumandanlığına giden Albay Refet (Bele) Bey bile böyle bir belgeden haberdar olmadığını bize söylemistir. Bu Hattı Hümâyûn doğru da olsa, Padisaha bundan bir seref payı çıkarmak mümkün değildir. Hükümdarın söylediği yuvarlak lâflar, herhalde Mustafa Kemal Pasanın yapacaklarını kasdetmiyordu "
Mustafa Kemal Pasanın, bizce de kabul edildiği gibi, bu fermanı kimseye göstermemis ve hiçbir yerde kullanmamıs olması, tezimizi zayıflatmak yerine kuvvetlendirir mahiyettedir ve iradenin Padisahtan geldiğini göstermek yerine göstermemeyi tercih ettiğine ve uygun bulduğuna isarettir. ılk hamle ve irade Padisahtan da gelmis olsa, onu gerçeklestirmenin seref payı yeterken, bütün hakları inhisar altına alıcı taraf tutmalar, Mustafa Kemal'i tutmak ve değerlendirmek olamaz. Âdet ve usûl dısı olarak Mustafa Kemal Pasa'nın eline verilen ferman, onun, millî sahlanma hareketini uyandırmak, gelistirmek ve gayesine erdirmek yolunda Vahidüddin tarafından Anadolu'ya gönderildiğine sasmaz hüccettir; ve ondan sonra kendisince ısmarlanan bu azametli isi yerine getirebilmenin serefi bir insana yeter.
Simdi is, bes muhtesem vesikadan sonra bu vesikaların teyidcisi ve karine mahiyetinde, altıncı, yedinci, sekizinci ve dokuzuncu vesikalara geliyor:
Altıncı vesika:
Daha evvelki bahislerde geçtiği gibi, Vahidüddin'in, perisan kıt'alarını bırakıp ıstanbul'da toplanan genç kumandanları yeni tâyinlerle, birlikleri basına göndermesi ve ardından hemen kıymet hükmünü belirtip "yoksa hâlimiz Endülüs'e döner; bir sey yapabilmek için bu kumandanların kıt'aları basında olmaları lâzımdır!" demesi, Millî Hareketi o zamandan tasarlamaya basladığının muhkem karînesidir.
Yedinci vesika:
Eski yaver Ali Nuri Beyefendinin, Anadolu hareketi sırasında Vahidüddin'in tavır ve edasına dair verdiği kat'î ve emin bilgidir. Onu dinleyelim:
"- Vahidüddin, Anadolu hareketine ait zafer ve muvaffakiyet haberleri geldikçe, saadetinden ne yapacağını bilemezdi. Nitekim Dumlupınar zaferinde, selâmlık resmi, Padisahın emriyle, Yıldız camii yerine Sultan Selim camiinde ve ihtisam içinde yapıldı ve sehitlerin ruhuna Fatihalar okundu. Bâzı rîc'at ve arazi kaybetme ânlarında o kadar üzülürdü ki, duyduğu acıyı belirtmek kabil değil... Kendisinde askerî bir kültür ve anlayıs mevcut değildi, fakat böyle ânlarda hiçbir iyi tefsir ve izahı kabul etmezdi. Sakarya müdafaa ve çekilmesi sırasında üzüntüsü son haddine varmıs ve Ankara'nın düsmesi ihtimaline karsı korkusu, onu, çılgına çevirmisti. Beni çağırıp izahat istedi. Her zamanki tas basması haritayı açıp vaziyeti izaha çalıstım. Düsmanın asıl menzilinden çok uzaklasmıs bulunduğunu, bu hâlin askerlikçe makbul bir vaziyet olmadığını, er veya geç, yunanlıların bu ihtiyatsızlığı çok ağır ödeyeceklerini ve ümitsizliğe düsmemek gerektiğini anlattım. Kabul etmedi ve söyle dedi: (Anadolu'nun yarısı gitmis vaziyettedir. Yunanlılar aileleriyle gelip buralara yerlesebilirler. Ümidim zayıflıyor ve ıstırabım tahammül hududunu tasırıyor. Dayanamıyorum!) Bu sözlere mukabele ederek, Yunan ordusunun bir asiret ordusu olmadığını, bütün ordu unsurlarının, çoluk - çocuklarını Yunanistan'da bırakmıs olduklarını ve asla beraberlerine alamıyacaklarını, ana üs çevresinden bu kadar uzaklasmakla her gün biraz daha zayıflamaya doğru gittiklerini ve elbette millî kuvvetlerimizin bir gün bu durumdan faydalanacaklarını ileriye sürdümse de Sultanı tatmin ve teselli edemedim. Askerî vaziyette en küçük fenalık onu nasıl kahredip yaralıyorsa, en küçük iyilik de saadetinden uçacak hâle getiriyordu. Sultan Vahidüddîn, Kuva-yı Milliyecilere karsı olmak veya ihânet olmak söyle dursun, en büyük korku ve ıstırabını onların mücadeleyi kaybetme ihtimalinde yasıyordu. Bu duygusunda da son derece samîmiydi. Onun çektiği acıyı tarihte hiçbir hükümdar çekmemistir. Milli mücadeleye karsı belli baslı bir zümrenin takındığı menfi tavırla Vahidüddin'deki namütenahi müspet tavrı birbirinden ayırmak ve tek tek görebilmek lâzımdır."
Sekizinci vesika:
"Sarıklı Mücahitler" ismiyle, Kadir Mısıroğlu tarafından yazılan ve basılan eserde, Sehzade Mahmut Sevket Efendiye ait beyan, sarayın, Millî Mücadele uğruna Mustafa Kemal Pasaya ettiği yardımın ıstanbul'dan hareketinde verdiği ve verdirdiği meblâğlardan ibaret kalmayıp sonradan ve hareketin baslangıç zamanında yüzbinlere ulastığını ve yarım milyona yaklastığını belirtmektedir ki, bugünün değer ölçüsüyle 100 milyonluk bir kıymet ifade eder ve Millî Mücadeleyi, ilk merhalede, doğrudan doğruya Padisah iradesine bağlar.
Dokuzuncu vesika:
Sadece bir karîne olarak, bazı tarihçilerin sahsî görüs ve kanaatlerinden ibaret ve bütün olup bitenlerin fikir adamları üzerindeki intihalarını gösterici umumî hükümler...
Mustafa Kemal Pasanın, kendisine bizzat hâtıralarını anlattığı tarihçi Enver Behnan Sapolyo'ya, Hava Yolları Ankara terminal binasında ve birkaç Büyük Doğucu genç huzurunda sordum:
-- Sen, Mustafa Kemal Pasanın, ıstiklâl Savasını açmak üzere Anadolu'ya Vahidüddin tarafından gönderildiğini kabul ediyor musun? Cevabını nesredeceğim!
Cevabı iki kelimelik oldu:
- Kabul ediyorum!
Muharrir Tekin Erer su karsılığı verdi:
- Bu herkesçe malûm bir hakikat!... Bunun yazısını da yazdım! Daha ismini vermek isteyen ve istemeyen nice ilim ve fikir adamı aynı kanaattedir ve aralarında mesleği tarihçilik olan profesörler de vardır. Bu umumî karineden de hususî mânâlar devsirmek hakkımızdır.
Sıra, inanılıp inanılmamakta herkesi serbest tutan ve sıhhatini ancak yukarıdaki vesika ve karinelerle birlikte mütalâa edilmek metodunda bulan sahsî kurcalama ve arastırmalarıma ve bunların sağladığı iki muazzam tespite gelmistir.
Onuncu vesika:
Maresal Fevzi Çakmak'tan dinlediklerim... Kaydetmistim ki, ben, Maresali, damadı, Paris'te tahsil arkadasım Burhan Toprak vasıtasiyle tanımıs, tez zamanda büyük teveccüh ve itimadına mazhar olmus ve kendisiyle, ileri geri, her seyi konusabilecek bir ruh sarmas - dolasına ermistim. Bu sarmas - dolas o kadar derindi ki, ıkinci Dünya Savasının baslarında bir gun, sırtımda süvari teğmeni üniforması, Genel Kurmay dairesinde, Maresali, sonradan bir fıkramda yazdığım gibi, su korkunç davete muhatap tutacak kadar ileriye gitmistim:
- Memleket harbe girmediği hâlde ruhî, ahlâkî, idarî, iktisadî bir felâket uçurumuna düsmüs bulunuyor! Avrupa gazeteleri hâlimizi bir "cinnet" ifadesi olarak kaydediyor ve bizi kopacak bir ihtilâlin bütün sırlarını tamamlamıs sayıyor. Bu vaziyette niçin orduyu harekete geçirmiyor ve bu gidise "dur!" demiyorsunuz?
Derin bir iç çekisinden sonra Maresal su mukabelede bulunmustu:
- Ben Yeniçeri değilim!
- Pasam! Yeniçeriliği kaldırmak için bile bir kerecik Yeniçeri olmaya mecburuz. Münasebet derecemi anlatmak için kaydettiğim hu konusmadan birkaç yıl evvel Maresal'in Çankaya'daki köskündeyiz... Maresal, ben ve damadı Burhan Toprak...
Maresale diyorum ki:
- Ben Vahidüddin'e vatan haini diyemiyorum. Aksine, onun cihanda esi görülmemis bir talihsiz ve mazlum olduğu kanaatindeyim. Siz o devrin baslarında Erkân-ı Harbiye-i Umumîye Reisi olduğunuza göre birçok sey bilmek mevkiindesiniz. Vahidüddin, Millî harekete, basından sonuna ;kadar aleyhtar bir insan mıydı, yoksa, aksine, Mustafa Kemal Pasayı bu gayeye sevk ve tesvik eden kimse mi? Maresal hemen bana gözlerini dikti ve dâvudî sesiyle gürledi:
- Kim söyledi sana, bu dâvada Vahiddüddin'in böyle bir rolü olduğunu?
Maresalin bu cevabı, mes'eleyi bîr nevi kabul eder mahiyetteydi amma, açık bir sarahatten mahrumdu.
- O zamanki hâdiselere yakın insanlar arasında böyle bir söylenti var! Hattâ sizden, bu ise lâyık genç kumandanların listesi istenmis...
- Doğrudur; benden böyle bir liste istendi; fakat ne için olduğu bildirilmedi. Sadece, genç, muktedir ve büyük tesebbüslere müstait kumandanlar kaydiyle istendi.
- Bu, Millî Kurtulus Savasını açtırmak için bir kumandan arandığına karîne teskil etmez mi?
- Orasını bilemem!
- Verdiğiniz listede Mustafa Kemal Pasa var mıydı?
- Hem de en basta...
- Ne mütalâa yürüttünüz adının yanında?...
- Gereken neyse onu...
- Eğer bu bahis sizi sıkıyorsa sormakta devam etmeyeyim!
- Yooo! Sorabilirsin!
- Millî Mücadeleyi açmak fikri ilk defa kimin tarafından ileri sürülmüstür?
- Mustafa Kemal ve Cevat Pasalarla ben, bir gün Beykozdaki evimde bulustuk. Sual suydu: Vatan nasıl kurtarılabilir? Benim tezim (gerillâ) harbiyle mukavemete devam etmek ve çete savasları vererek düsmanı yıpratmak ve nihayet usandırmaktı. Fakat muntazam askerî teskilât ve düsman karsısında cephe kurmakla bu dâvanın halledilebileceğini sanmıyorduk. Çete harpleri bütün vatanın istilâsını davet etse de bize son çare görünüyordu. Mustafa Kemal Pasa ise hükümet içinden Riyası direnmeler ve göz korkutucu tavırlarla bir netice alınabileceği, hiç olmazsa sulh sartlarının hafifletilebileceği kanaatindeydi.
- O hâlde topyekûn bir millî sahlanma hareketini Önceden tasarlamıs değildi.
- Önceden veya sonradan; hareketi meydana getirdi ya.
- Benim için, tespite muhtaç nokta, ilk fikir ve hamlenin, Vahidüddin ile Mustafa Kemal Pasa'dan hangisine ait bulunduğu ve Padisahın, millî hareketi tesvik ve telkin eden bir insan mı, yoksa ona zıt ve düsman emellerine bağlı bir vatan haini mi olduğudur? Maresal, sık - boğaz edilircesine hakikati söylemeye mecbur edildiği, kusatma hareketine benzer sualler karsısında son sözünü söyleyip bahsi kapattı:
- Ben Vahidüddin'i vatan haini kabul edemem! Son sözüm bundan ibaret... Baska bir sey de söyleyemem !
Damadı Burhan Toprak da ilâve etti:
- Maresal her seyi söylemis oldu. Bahsi burada keselim!
Maresalden sonra sıra su vesikada:
11'inci:
- Refet Pasa'dan dinlediklerim...
Ben Refet Pasayı; ıstanbula Millî Sahlanma Hareketinin ilk temsilcisi olarak gelip, halkın, ayak tozuna kapandığını gören su zarif ve ;asîl ruhlu Generali, 1924 yılında, 20 yasında bir Üniversite talebesiyken ve "Vakit" gazetesinin kısa bir müddet Ankara muhabirliğini üzerime almıs bulunuyorken tanıdım. O zamanların, kömürle mi, odunla mı, neyle islediği belli olmayan ve ıstanbula 30 saatte varan trenlerinden birinde, yırtık, kırmızı kadifeli birinci mevki kompartımanında tek basıma oturur ve hareket saatini beklerken birdenbire kapı açıldı ve içeriye ince astragan kalpaklı, ince yüzlü ve narin yapılı bir insan girdi. Hemen ayağa kalkarak, ıstanbul'a geldiği zaman (Darülfünun - Üniversite) salonunda bir hitabe vermis olan ve bu bakımdan sahsiyle tanıdığım Refet Pasayı hürmetle selâmladım ve kendimi takdim ettim:
- Vakit gazetesi Ankara muhabiri...
Gayet memnun ve gülümser bir yüzle mukabele etti:
- Size rastlamaktan bahtiyarım! Aklı basında bir gazeteciyle seyahat etmek ve dertlesmek fırsatını bulduğum için çok sevindim!
O tarihlerde Refet Pasa birkaç fikirdasiyle kurdukları (Rauf Bey, Ali Fuat ve Kâzım Karabekir Pasalar) "Terakkiperver Cumhuriyet Partisi"nin erkânından bulunuyor ve muhalefeti sakadan kakaya götürür gibi bir tavır tasıyordu. Kendisiyle trende en asağı 12 saat dertlestik. Maresale belli baslı bir tez etrafında sorduğum suallere karsılık Refet Pasa kendi kendisine konustu ve en derin saffet içinde baslayan Millî Sahlanma Hareketinin, zaferden sonra, onu (dejenere) eden, (tereddiye götüren) bir parti kadrosu ve istismarcı hizip eline geçmek üzere bulunduğundan yakındı, Söyle diyordu:
- Mustafa Kemal, bu dâvayı zafere kadar gerçek bir (idealizm) plânında yürütmüstür. Tasıdığı kumandanlık ve liderlik vasıflarından ise kimsenin süphe etmesine imkân yoktur. Fakat zafer kazanıldıktan sonra etrafında öyle bir dalkavuk halkası peydahlanmıstır ki ister istemez onu tesiri altına almıs ve bütün suç bu halkada olmak üzere rejimin havasını bulandırmıstır. Benim bütün hıncım iste bu dalkavuklar halkasınadir. Ve saatlerce hâtıra ve tenkit... Tren Eskisehir garına girerken, kimsecikler görünmeyen istasyon meydanını göstererek dedi ki:
- Millî Müdafaa sırasında bu istasyonda bana yapılan merasimi hatırlıyorum da su ânın tenhalığı karsısında zamanın inkılâplarına ibret ve dehsetle bakıyorum. Bu dünya ve onun sahte kıymetleri kimseye baki değil!..
Sonra birdenbire doğrularak ilâve etti:
- Su, îtalyada sürünen Vahidüddin'in encamına bak! Bu talihsiz hükümdar, vatanını kurtarmak için elinden geleni yapmıs amma sonunda kimseye yaranamamıs olmak söyle dursun, ismi vatan hainine çıkarılmıs bir bedbahttır. Ben onun, Mustafa Kemal'i bu ise sevk ve tesvik eden tek adam olduğunu yakından biliyorum. Elbette bu hakikat bir gün tarihe intikal edecektir.
Refet Pasa, o gece daha öyle seyler anlattı ki, hiçbirini kaydetmeye imkân yok...
Kendisine 30 küsur yıl sonra Ankara Palas'ta rastladım. Daima aynı zarafet ve ruh tamamlıği içinde bu cin gibi ihtiyar, masamda ve bir kaç sahidin huzurunda (hepsi hayatta) hâtıralarını Büyük Doğu'ya yazması ve bilhassa Vahidüddin mevzuunu ele alması yolunda ettiğim teklife su cevabı verdi:
- Necip Fazıl!.. Benim bir ayağım çukurda... Değer mi Ömrümün son günlerinde gençlere mahsus bir dâvaya kıyam edip örselenmeye... Sen açtığın ve bayrağını tasıdığın yolda devam et! Ama benden bir sey bekleme! Tezini ve 1951 Büyük Doğu'larında nesre basladığın Meclis zabıtlarını biliyorum. Benim bu bahiste sözüm tek cümleden ibarettir ve sudur:
Sultan Vahidüddin Birinci Dünya Savasından sonraki felâketi, millette hiçbir ferdin hissedemeyeceği mikyasta derinden duymus, vatanın kurtarılması yolunda genç kumandanları Anadolu'ya dağıtmıs ve bu isin basına geçmesi için de maddî ve manevî her fedakarlığı göstererek Mustafa Kemal'i seçmis ve onu Anadolu'ya göndermis olan insandır! Tarih, ılâhî adaleti hâdiseler üzerinde o türlü tecelli ettiren bir ilimdir ki, günü geldiği zaman, benim gibi insanların hâtıra defterlerinden kefenlerine kadar her seylerini sorguya çekerek hakikati tespit etmeyi bilir. Simdilik bizi bırakın da mezarımıza kavgasız ve dâvâsiz gidelim!
Baslı basına ve en selâhiyetli ağızdan sahadet teskil edici tarzda, sahibinin meydana çıkmak istemeksizin ortaya attığı bu sözler, 1965'de yayınlanan mahut "Anadolu ıhtilâli" isimli eserde Refet Pasanın portresi çizilirken âdeta teyit edilmektedir: Sahife 330:
"Görev kabul edip Mustafa Kemal Pasa ile birlikte Anadolu'ya gelmesi, isteksiz bir sekilde de olsa "Amasya Kararları"na imza koyması, Albay Refet Beyi Kuvay-ı Milliye liderleri arasına sokmustur. Hükümete karsı olmaya pek hevesli görünmediği, daha kolordusunun basına geçmeden belli oldu. Fakat bir defa ok yaydan çıkmıstı. Bir hayli düsünmüs olmasına rağmen, geri dönemezdi. Bu sebeple kendisini Anadolu alayları içinde, birkaç ay müddetle bocalar hâlde görürüz. Mustafa Kemal Pasanın basladığı isin çıkar yol olduğuna inanamiyordu. Pasaya karsı da fazla güveni yoktu."
Sahife 131, 132:
"Büyük zaferden sonra Mustafa Kemal Pasa basına gaile açabilecek bir kumandan seçmek istemediği için, ıstanbul'a ilk giren kumandan olmak serefini de Refet Pasaya bırakmıstır. Refet Pasa, tam anlamiyle oportünist bir tiptir Fakat Sef, onun nerede kullanılacağını biliyordu. Bunun içindir ki, Millî Mücadele devrine mahsus muhasebede, Kefet Pasanın faaliyeti, herseye rağmen olumlu bir sonuç vermektedir. Refet Pasanın Mustafa Kemal Pasa ile olan iliskisi, Kâzım Karabekir Pasanın Mustafa Kemal Pasa ile olan iliskisini andırır. Sefin sefliğini reddedememek, fakat Sefe fazla güvenmemek, Sef üzerinde Kendi ağırlığını daima hissettirmeye çalısmak ve kendisini ikinci adam yerine lâyık görmek seklinde özetleyebileceğimiz bu iliski zafere kadar sürdü. Refet Pasaya Mustafa Kemal Pasa ile ilk anlasmazlığa düstüğü mes'elenin hangisi olduğunu sorduk. "Hiçbir zaman anlasamadık" cevabını verdi Refet Pasa, Kâzım Karabekir Pasanın Doğu seferini tesadüfi ve ucuz bir zafer olarak kabul ediyor. Karabekir Pasayı, Ali Fuat Pasayı, Rauf Beyi beğenmiyor ve küçümsüyor. Hâtıralarını yazmayısının sebebini de söyle açıklıyor: (Yalancı kahramanları nasıl ortaya dökeyim? Herkesle döğüsecek değilim ya...) Sözü geçtikçe, Mustafa Kemal Pasadan (Yaman adamdı) diye söz etmesine rağmen, Milli Mücadelenin kazanılmasında en büyük seref payını Refet Pasa kendisine ayırmaktadır."
Hiçbir kıymet hükmü koymaksizın bize ve dünya görüsümüze aykırı muharrirden aldığımız bu satırlar, Refet Pasadan dinlediklerimizin, söylenmis söz olarak aynen vâki olduğunu zıt kıyas yoluyle ispat eder. Bu sözlerdeki hakikat derecesine gelince, onun da takdiri, bunca vesika ve karineden sonra okuyucuya ve tarihe aittir. Sahsımıza vâki beyan ve ifsalar arasında, bir de, eski kumandanlardan Çolak Selâhaddin namiyle ve üstün ahlâk ve faziletiyle tanınmıs, ılk Mecliste Mersin Meb'usu ve "ıkinci Grup" üyesi bir zât vardır ki, ıstiklâl Savasının saffet ve asliyetini kaybetmemis ve asla nefs hırsına düsmemis büyük kahramanlarından biri olduğu hâlde namsız ve nisansız bırakılmıs ve su anda yine namsiz ve nisansız mezarında, Allah dostlarına mahsus bir unutulmusluk siarı içinde istikbalin gerçek tarihçisine kalmıstır. 1949 Büyük Doğu'larında hâtıralarını yayınlamak için Harbiyedeki evinde ziyaret ettiğim ve tasıdığı yüksek sahsiyete hayran olduğum bu eski kumandan, bana, kelimesi kelimesine söyle demisti:
"- Ben sizin cesaretinize sasıyor ve dâvanızda muvaffak olmanız için dua ediyorum. Fakat ben aynı cesarete malik değilim. Her seyi bilen ve Millî Mücadeleyi basından sonuna 'kadar her safhasiyle tanıyan bir insan olarak, hâtıralarımın ancak ölümümden sonra nesrini istemek ve hayattayken rahatsız edilmekten kaçınmak zorundayım!"
O gün muhterem bir hanımefendi intibaını veren kerimelerini de selâmlamak serefene nail olduğum bu ulvî zâtın bilgilerini tarihe arzetmek vazifesi, geride bıraktığı aile efradına düsmektedir. Simdi is, hakikati sımsıkı tesbit eden bu 11 vesika ve karineden sonra, bizzat Mustafa Kemal Pasanın dilinden ve kaleminden çıkma son bir vesikaya dayanmıs bulunmaktadır ki, delâletindeki ehemmiyet ve kıymet bakımından bin kere üstündür. Ona, vesikaların vesikası ismini lâyık görüyor ve artık onunla beraber bütün ispat unsurlarını bir arada mütalâa edip kat'î hükme bağlama mevkiinde bulunuyoruz.
***
VESıKALARıN VESıKASı VE HÜKÜM
Vesikaların en büyüğü, 11 adet belge içine almadığımız ve birdenbire (sürpriz) tesiri yapmasını beklediğimiz bir tanesidir ki, Mustafa Kemal Pasanın Anadoluya Millî Hareketi körüklemek için Padisah tarafından gönderildiğini teyit ve itiraf edici, mahiyette bizzat kendisince saraya çekilen bir telgraf ve bu telgrafın Birinci Millet Meclisinde okunan ve zapta geçen metninden ibarettir.
"T.B.M.M. Zabıt Ceridesinin (cilt 1 - ıkinci basılıs - sene 1940) 4 ve 5 inci satırları aynen söyledir:
"- Dilhâh-ı mikdârilerinden mülhem azm ve iman ile vazife-i âcizanemde müdavim bulunuyorum."
Aynen sadelestirilmis sekli:
"- Mülk ve memleket sahibi zât-ı sahanelerinin arzu ve dileklerinden aldığım azm ve iman ile âciz vazifeme devam etmekteyim."
Bu satırlar, Mustafa Kemal Pasanın, Samsuna çıkısından kısa bir müddet sonra ve ıngilizlerin kuskulanmasiyle Harbiye Nâzırı Sevket Turgut Pasa tarafından ıstanbul'a davet edilmesi üzerine saraya çektiği uzun telgraftan basit bir cümledir ve birden dikkat çekici mahiyette değildir. Halbuki her sey bu cümlenin içinde... Mustafa Kemal Pasa, 24 Nisan 1336 (1920) Cumartesi günü sabah saat 10'da Meclis kürsüsüne çıkıyor ve zabıt ceridesinin:
"Ankara Meb'usu Mustafa Kemal Pasanın Mütarekeden Meclisin açılmasına kadar geçen zaman zarfında cereyan eden siyasî ahval hakkındaki nutukları"
Diye kaydettiği ilk mufassal konusmasını yapıyor. Bu konusmada, Anadolu'ya gönderilisini:
"- Mülki ve askerî hususatla muvazzaf olmak üzere Ordu Müfettisliğine tayin edildim. Bu teveccühü din ve mîllete hizmet etmek için en büyük bir mazhariyet-i îlâhiyye addeyledim." (Zabıt ceridesi - sahife 9 - satır 4, 5, 6, 1, 8)
Seklinde gösterdikten sonra, 19 Mayıs 1919'dan 24 Nisan 1920'ye kadar 11 aylık hâdiselerin bilançosunu çiziyor. Ankarada, eski Millet Meclisine giden ıstasyon caddesinin basındaki, eski zaman yapısı, genis çatılı ve ıttihatçılarca uydurulmus sözde Türk mimarîsi tipli tas bina... Üyeleri arasında birçok sarıklının bulunduğu ilk Meclis bu binada yuvalanmıstır. ıste, Hacıbayramda kurbanlar kesilerek ve aynı binanın önünde eller semaya kaldırılarak edilen dualardan sonra, 24 Nisan günü ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi, siyah astragan kalpaklarla beyaz sarıkların ve birkaç kırmızı fesin kokteyli hâlinde bu binada ikinci içtimaını yapmakta ve
henüz Padisahlık idaresine karsı bir isyan tavrı almamıs, aksine, her seyi Saltanat ve Hilâfeti kurtarmak gayesine bağlamıs olarak, millî kıyamın önderi, genç Pasayı dinlemektedir Pasa, biraz evvel görüldüğü gibi, Anadolu'ya geçisini din ve millet uğrunda yüklenilmis bir vazife Kabul edip bu vazifeyi Padisahın dilhâhı (iç dileği) atarak kendisine verilmis bir memuriyet seklinde göstermekte... Bu vaziyette, Padisah tarafından değil de, onun hükümetince ıstanbul'a dönmeye zorlanacak olursa istifa edip milletin sinesinde kalacağını ve millî kıyam yolunda daha belli adımlarla tek basına yürüyeceğini telgrafında Sultana bildiren Pasa aynı telgrafta sözü söyle bağlıyor:
"- Tâ ki, millet mazhar-ı istiklâl ve saltanat ve hilâfet-ı muazzama-i hümâyûnları masûn-u indi'a olsun!.. Lâyezal sadakati âbidânemi daima ınnteza-yid olduğuna itimad-ı sahanelerini arz ve istirhama mücaseret eylerim."
Aynen sadelestirilmis sekli:
"- Tâ ki, millet istiklâline kavussun ve muazzam saltanat ve hilâfetleri çökmekten korunsun!.. Düsmez ve küçülmez, kulca sadakatimin her ân arttığına sahane itimadınızı dilemeğe cesaret gösteririm."
Denilebilir ki:
- Mustafa Kemal Pasanın telgrafta kullandığı "dilhâh" kelimesi Padisahın doğrudan doğruya Anadolu hareketini açmak üzere verdiği bir emir mânasına gelmez ve sadece azm ve iman yolunda mücerret bir dilekten baska bir sey belirtmez. O günlerin politikası olarak da Padisaha böyle hitap etmek icap eder. Eğer bu delâlet, ferman ve irade seklinde Mustafa Kemal Pasaca kabul edilseydi mes'ele kalmazdı. Öyle mi? O hâlde Mustafa Kemal Pasanın, Anadolu'ya gönderilisini ferman ve irade üstü bir telkinle vâki kabul ettiğinin mutlak ispatına geçelim:
Bahis mevzuu telgrafın suretini, Birinci Mecliste okunmasından tam 7 ay evvel 24 Eylül 1335 (2919) tarihinde "ırade-i Milliye" gazetesi nesretmistir. Orada "dilhâh" kelimesi yerine "ilka" lâfzı vardır. îlka; yâni bir seyi koymak, bir fikri asılamak, bir mânayı ruha sokmak. Böyle bir mürettip hatâsı olamayacağına göre, anlıyoruz ki, Vahidüddin, Mustafa Kemal Pasanın bizzat kullandığı kelimeyle ona Anadolu'ya geçmek fikrini ilka etmistir. Bu da millî kıyamı hazırlamak vazifesinden baska bir sey olamaz.
**********
KAYNAK: Necip Fazıl Kısakürek, "Vatan Haini değil, Büyük Vatan Dostu Sultan Vahidüddin".
Milli Mücadele'yi M. Kemal Atatürk başlattı yalanı - 13
M. Kemal'in 14 Haziran 1919 tarihinde Samsun/ Havza'dan Sultan Vahdettin'e (rh.a) yolladığı bir telgrafta Milli Mücadele'ye kendi arzusuyla katılmadığı görülüyor:
Bunu bizzat M. Kemal kendisi söylüyor:
"Beni İstanbul'dan nefy ve ted'ib (yola getirme) maksadıyla Anadolu'ya gönderdiler."[1]
Yani "gönderildiğini" itiraf ediyor.
Diğer taraftan ıstiklal Harbinin önde gelen isimlerinden Rauf Orbay'ın hatıralarında da M. Kemal'in henüz Anadolu'ya geçme kararını vermediği yazılıdır.[2]
Kazım Karabekir'in hatıralarında yazdıkları da bunu teyid ediyor... Kazım Karabekir, M. Kemal ile aralarında geçen bir görüşmeyi şöyle anlatıyor:
Karabekir: "Paşam, İstanbul'da çok kalmayınız. Ve buradaki diğer komutanlar üzerinde de müessir (etkili) olarak bir an evvel Anadolu'yu kuvvetlendirelim. Birçok batmış milletler istiklâllerine kavuşurken asırlar doldurucu muazzam tarihi olan Türk milletini kurtaralım."
M. Kemal: "Vaziyet size hak verdiriyor. Iyi olayım gelmeye çalışırım." dedi.[3]
"Gelmeye çalışırmış" Yani gönülsüz...
M. Kemal'in 14 Haziran 1919 tarihinde Samsun/ Havza'dan Sultan Vahdettin'e (rh.a) yolladığı bir Telgraf 'ta da Milli Mücadele'ye kendi arzusuyla katılmadığı görülüyor:
"Huzurdayken Izmir'in işgali karşısında "pek mahzun olan" kalbinizin "bu nokta-i necâta ait ilhamatı"nı, (yani ülkenin sizin öncülüğünüzde millî mukaddes bir kudretle kurtulacağına dair verdiğiniz ilhamları) şu an gibi hatırlıyorum. Sizin "ilkâ"nızdan, (yani şemseddin Sami'nin "Kamus-i Türkî "sine bakılırsa, "benim fikrimi çelmenizden") aldığım imanın azmiyle görevime devam ediyorum."[4]
"Benim fikrimi çelmenizden" diyor, daha ne desin? Kendisi Milli Mücadele'ye "ikna" edilmiş.
Peki M. Kemal Samsun'a gitmeye neden ikna edilmeye çalışılmıştı? M. Kemal'in ıstanbul da kalmak istemesinin nedeni, sonradan ihanet ile suçladığı insanların kabinesine (hükümetine) girmek isteyişindendir.
Bunu Kazım Karabekir hatıralarında yazmıştır:
"..Yıldırım ordularının grubunun lağvı üzerine açıkta kalmış olan Mirliva (Tuğgeneral) M. Kemal Paşa Hazretleri'ni ziyaret ettim. Bu ziyaret sebeplerinden biri de müşarünileyh (anılan kişiyi, yani M. Kemal'i) İstanbul'da kalıp `Kabineye´ girmek hususundaki arzularından sarfınazar ettirmek (vazgeçirmek) gayesine matuftu.."[5]
M. Kemal'in 11-13 Ekim 1918'de Halep'ten Vahdettin'e çektiği "çok gizli" telgrafta "Derhal İngilizlerle ayrı barış yapmak üzere kendisinin de katılacağı yeni bir Bakanlar Kurulu oluşturulmasını önermesi" de olayı yeterince aydınlatıyor.[6]
Son olarak "Gazi'nin Hayatı" isimli eserin 79. sayfasına bakalım:
"M. Kemal Paşa, Anadolu'ya kendisini uzaklaştırmak isteyen hasımları tarafından gönderilmiştir."[7] Gördüğünüz gibi bu eserde de M. Kemal'in "gönderildiği" yazmaktadır.
M. Kemal ve müdafileri "hasımları tarafından uzaklaştırıldığını" iddia ederler... Onların "yorumu" budur. Oysa Milli Mücadele'ye gönderildiğini M. Kemal'in telgrafında görüyoruz.
**********
KAYNAKLAR:
[1] M. Kemal Atatürk, Nutuk, sayfa 7.
[2] Orbay Rauf, Cehennem Değirmeni, c. 1, İstanbul 1993, sayfa 231.
[3] Kazım Karabekir Anlatıyor, Yayına Hazırlayan: Uğur Mumcu, Tekin Yayınevi, Ankara 1993 sayfa 33.
[4] (Telgraf için fotoğrafa bakınız.) Atatürk'ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri, C.ı, Der. Nimet Arsan, Ankara 1963, sayfa 15-17.
Ayrıca: Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi,:Cilt: 1, Devre:1, Içtima :1,, Inikat:2, sayfa 10-11. (Meclis tutanakları)
[5] Kazım Karabekir Anlatıyor, Yayına Hazırlayan: Uğur Mumcu, Tekin Yayınevi, Ankara 1993 sayfa 25, 26.
[6] Atatürk'ün Bütün Eserleri, cilt 2, İstanbul 2003, Kaynak Yayınları, sayfa 232.
[7] Gazi'nin Hayatı, sayfa 79 (Kitap, M. Kemal Atatürk yaşarken hazırlanmıştır.)
Milli Mücadele'yi M. Kemal Atatürk başlattı yalanı - 14
(M. Kemal Atatürk'ün Sultan Vahidüddin ile son görüşmesini anlatmak için, General Charles H. Sherrill'e çizdiği kroki. Krokide görülen "moi" kelimesi, fransızca; "ben" demektir.)
Bu gerçeği M. Kemal Atatürk (her ne kadar kamuoyuna açıklamaya cesaret edemese de) yakın dostlarından Falih Rıfkı Atay ve Amerika Büyük Elçisi General Sherrill'e bizzat itiraf etmiştir.
Charles H. Sherrill, M. Kemal Atatürk'ün Samsun'a hareket etmeden önce Sultan ile son görüşmesini kendisine şöyle anlattığını yazar:
- "Odaya girdiğim zaman, sultan şurada bir masanın yanında oturuyordu, (odanın çabucak çizdiği krokisinde sultanın bulunduğu yeri kırmızı kalemle işaretlemişti). Ben burada idim (burasıda mavi kalemle noktalanmıştı). Bir pencere vardı (pencerenin bulunduğu yere bir P harfi koymuştu). Sultan benimle konuşurken durmadan pencereden dışarı bakıyordu."
Heyecanla sormuştum:
- "Acaba pencerenin dışında ne vardı?"
Mustafa Kemal bu sorunun cevabını vermeden önce, önündeki kağıda mavi kalemle gemilerin krokisini çizmiş ve sonra bana dönerek:
-"Yıldız Sarayı'nın hemen karşısında, Boğaz'da demirli duran müttefik donanmasına bakıyordu" demişti.
***
şimdi aynı görüşmeyi bir de Falih Rıfkı Atay'dan dinleyelim:
- "Yıldız Sarayı'nın ufak bir salonunda Vahdettin'le adeta diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağında, dirseğini dayamış olduğu bir masa ve üstünde bir kitap var. Salonun Boğaziçi'ne doğru açılan penceresinden gördüğümüz manzara şu. Birbirine paralel hatlar üzerine düşman zırhlıları! Bordalarındaki toplar sanki Yıldız Sarayına doğrulmuş! Manzarayı görmek için oturduğumuz yerlerden başlarımızı sağa sola çevirmek kafi idi. Vahdettin hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı:
"Paşa paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir (elini demin bahsettiğim kitabın üstüne bastı ve ilave etti:) tarihe geçmiştir." O zaman bunun bir tarih kitabı olduğunu anladım. Dikkatle ve sükunla dinliyordum:
"Bunları unutun, dedi, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa paşa, devleti kurtarabilirsin!"
***
Yani açıkça görülüyor ki, Milli mücadeleyi Sultan Vahidüddin başlatmıştır, ancak M. Kemal Atatürk kendisine verilen geniş yetkileri fırsat bilerek Osmanlı ordusunu kendisine bağlamış ve Osmanlı devletine darbe yapmıştır.
Sultan Vahidüddin'e (radıyallahu anh) hain diyenler utansın.
**********
KAYNAKLAR:
[1] General Charles H. Sherrill, Mustafa Kemal'in Bana Anlattıkları, Örgün Yayınevi 2007, sayfa 107.
[2] Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Pozitif Yayınları, sayfa 187,188.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------
Mustafa Armağan son Padişah Vahdettinin Başyaveri Hüseyin Avni Paşan'ın hatıralarıyla
ilgili bir yazı yazmış.
Rusya'dayken sevgili Timofey iç burkan bir olay anlatmıştı. Çarlık döneminde insanlar okullarda
günlük tutmaya özendirilir, hemen her ailede birileri mutlaka günlük tutarmış. Ancak Stalin iktidarında
bu günlükler milletin başına bela olmuş, zira evleri basan polis, önce günlüklerden ailenin siyasi
tutumunu itiraz edemeyeceği kanıtlarla deşifre ediyormuş. Sonra gelsin mahkemeler, sürgünler,
idamlar. Paniğe kapılan halk, günlükleri sobalarında yakarak kurtulmaya çalışırken,
Petersburg'un üstünü koyu bir duman tabakası kaplamış.
Ben bunu Türkiye'de 1950'den önce çok az ciddi hatıratın yayınlanışına benzetiyorum.
Yayınlananların çoğu da 1945 sonrasına rastlar. Demek ki, Tek Parti döneminin aynı zamanda
hatıratlar üzerinde kurduğu bir diktatörlükten de söz edebiliriz. Kâzım Karabekir'inki gibi yakılan
hatıratlar Rusya ile Türkiye arasındaki bağlantıyı kuvvetlendirmeye yarıyor sadece.
Yakın tarihin yeniden yazılacağı günler yaklaşırken (inşaallah), 90 yıldır
korku duvarının arkasına saklanan hatıratlar birer ikişer arz-ı endam ediyor.
Hafızamızın yırtıkları onarılıyor. Velhasıl, kendimizle yeniden
konuşmaya başlıyoruz; kendimizle, yani tarihimizle.
Timaş Yayınları'ndan yeni çıkan "Vahdeddin'in Sırdaşı Avni Paşa Anlatıyor"
adlı kitap bize ı. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele'nin bilinmeyenlerini yetkin bir tanığın
ağzından aktararak tarih mahkemesine yeni kanıtlar sunmakla kalmıyor, karanlığın
alanını biraz daha daraltıyor. Kitabın değerini artıran özelliklerden biri, hem
Paşa'nın hem de Vahdettin'in anlattıklarını ve sonunda da Padişah'ın yazdırmaya
ve yazmaya başladığı tamamlanmamış bir hatıratını içermesi.
Mustafa Kemal'in Vahdettin'in huzurundaki yemini
Avni Paşa'nın hatıratında çok ilginç bilgilere rastlıyoruz. Mustafa Kemal Paşa'nın
Samsun'a gitmeden önce Vahdettin'in huzurunda ettiği yemin bunlardan biri. Bir Mayıs günü Padişah askeri
üniformasını giymiş olup ayakta durmaktadır. Sadrazam Damat Ferid ile Yaver Avni Paşa iki
yanında, birer adım gerisindedirler. M. Kemal Paşa bu üçlünün karşısında askerî duruşuna
dinî bir eda katarak ilerlemiş ve sağ elini Kur'an-ı Kerim'in üzerine basarak şu yemini etmişti:
"Bakanlar Kurulu'nca düzenlenip Padişah'ın iradesine sunulan 21 maddelik özel talimatta bana verilen yetkiler
doğrultusunda Padişahımızın Anadolu illerindeki bütün mülki ve askeri memurlar üzerinde
icrasına görevlendirildiğim denetleme ve soruşturmaları, Halife hazretlerinin yüksek rızası
çerçevesinde iftihar kaynağım ve kölece övüncüm olan tam bir sadakatla elimden geldiği kadar
yapacağıma vallahi billahi."
Kısaltıp sadeleştirdiğimiz yemin metni kitapta rastladığımız orijinal bilgilerden
sadece biri. Dahası var elbette. Inkılap tarihlerinden beyni kireçlenmiş nesillere sarsıcı,
şaşırtıcı gelecek bilgiler bunlar.
Mustafa Kemal, Vahdettin'i nasıl övmüş?
Genellikle Mustafa Kemal Paşa'nın komuta ettiği 7. Ordu'nun Filistin'de yenilmediği, başarıyla
geri çekildiği anlatılır. Avni Paşa ise bu olayı farklı anlatıyor:
Filistin bozgununu gayet veciz ve yalın sözlerle ifade eden ve değerlendiren M. Kemal Paşa'nın
işbu telgrafına ilave edecek bir şey yoktur. Yalnız şam'ın savunmasıyla görevlendirilen
Ismet Inönü'nün bu defa da sorumluluklarını, görevini ve şam'ı yüz üstü bırakıp kendi
kararıyla Halep'e firar ve oradan İstanbul'a kaçtığını ve kendisinin (M. Kemal'in)
Halep'te sahra muharebesi yapacak halde değilken, Halep'in meşhur 'sahra âlemi'nin birçoklarından geri
kalmadığını ilave etseydi, bir askerî ve insanî fazilet göstermiş olurdu. Ordu ve
kolordularını düşmana teslim edip yalnız aziz canlarını kurtaran kahraman komutanlar
elleri boş olarak Halep'e gelebilmişlerdi.
Avni Paşa daha sonra Mustafa Kemal Paşa'nın Filistin'e Padişah Yaveri üniformasıyla
gelişine dair bir hatırasına yer veriyor. 7. Ordu Komutanı olarak Filistin'e gönderilen M. Kemal'in
şerefine şam civarında, Başmenzil karargâhında bir yemek verilmiştir. Mustafa Kemal,
yemekteki konuşmasında Vahdettin'i övmüş ve yüksek hoşgörüsünden onur duyduğunu
anlatmıştır. M. Kemal'e göre Vahdettin "feraset ve zekâ" sahibidir, olayları çok yerinde
değerlendirmektedir ve tek taraflı barış yaparak ülkeyi savaştan çıkarmaya
çalışmaktadır. Zaten kendisi de Padişah'ın bu hedefini gerçekleştirmek üzere buradadır.
İzmir'in işgalinden sonra protesto amacıyla istifa etmeye hazırlanan kabine üyelerini ziyarete
giden M. Kemal Paşa'nın, "O halde benim Samsun'a gönderilmem ne olacak?" diye telaşlandığını
ve onlara "Aman efendim, bence istifanız hiç uygun değildir. Aksine, ısrar ederek göreve devam etmek gerekir."
dediği de Avni Paşa'nın iddiaları arasında.
Küçümsenip alay edilen Misak-ı Halife
Avni Paşa'nın hatıratından öğrendiğimiz bir başka gerçek ise Misak-ı Milli
yanında bir de Misak-ı Halife'nin varlığıdır. Misak-ı Milli Itilaf devletlerine
karşı yayınladığımız hakkımız olan meşru topraklara dair asgari
şarttır. Misak-ı Halife ise Osmanlı'nın bıraktığı geniş topraklar
üzerindeki Hilafet'ten gelen manevî haklarıdır. Nitekim Damat Ferid Paşa'nın Paris Konferansı'nda
dile getirmek istediği ama Itilaf devletlerince küçümsenip alay edilen talepler gerçekte Misak-ı Hilafet'le
ilgiliydi.
İngilizler Misak-ı Halife'den hiç mi hiç hoşlanmamışlardı. Çünkü Hilafet'in gücünün
tehlikeli bir şekilde kullanılması ihtimalini tehlikeli buluyorlardı. İngilizlerin Halife'yi
Anadolu ile uzlaşmaya zorlarken Hilafet'in kaldırılmasını isteyişleri arasındaki
çelişkiye dikkat çeken Avni Paşa'nın aşağıdaki ifadesi bence kitabın en çok
tartışılacak paragrafı:
Hilâfet'in Türkiye'de kalması lüzum ve gereğine daha ziyade inandım. Yaptığım
değerlendirmeden müteessir olanlar; "Paşa, Ankara'da ve Kuvâ-yı Milliye'de hiçbir fert yoktur ki, sizin şimdi söylediklerinizi düşünmüş olsun. Kuvâ-yı Milliye İstanbul'a gelecek İzmir, Edirne'yi almakla ve yalnız Misak-ı Milli'nin tahakkukunu görmekle yetinecektir. Millet de bunun için Mustafa Kemal'in heykelini dikecektir." dediler. Ben de cevaben; "Sizler Mustafa Kemal'in bir heykelinin dikileceğini söylüyorsunuz. Ben ise iki heykelinin yapılacağını zannediyorum. şu fark ile ki; birini tunçtan; Milliciler Ankara'da yaparlar, diğerini de İngilizler altından Londra'da yapacak ve sırf bunun için Kuvâ-yı Milliye'nin harekâtına katlanacaktır zannediyorum." dedim.
Vahdettin Sevr'i imzalamıyor
Avni Paşa, Vahdettin'in belli bir İngiliz yanlısı siyasetinin bulunmadığını,
vakit kazanmak için uğraştığını yazıyor. Sevr'i imzalamadığı gibi
imzalamaya da asla niyetli olmadığını Padişah'ın şu sözleriyle dile getiriyor:
"Bu antlaşmayı imza etmeyeceğim. Son söz benim ise yapacağımı bilirim. Bugünkü muameleler
günü kurtarmak, vakit kazanmak içindir."
Ayrıca Vahdettin'in Sevr'i nasıl gördüğünü şu iki cümlesinden net olarak anlıyoruz:
"Sevr Antlaşması musibetlerle dolu bir belgedir ("mecelle-i mesâib"). Fakat su üzerine yazılmış
bir yazıdır ("nakş ber âb")."
Yani biraz sabredelim, bu yazı silinecektir. Nitekim Sevr'i bir süre sonra İngilizler bile ciddiye almadılar.
Hem de kendileri zorla imzalattıkları halde. Özellikle Vahdettin'in Avni Paşa'ya özeleştiri mahiyetinde
yazdırdığı şu paragrafı çok anlamlı buldum:
Üç hatamı itiraf ederim:
1) Saltanat makamını kabul etmemeliydim.
2) Ihanetleri ortaya çıkan (Damat Ferid'inkiler başta olmak üzere) Mütareke hükümetlerine güvenmemeli ve
geleceğimi onlara bağlamamalıydım.
3) Milletin (Mustafa) Kemal'e biat edemeyeceğine hükmetmemeliydim.
Haksız yere 150'likler listesine alındığını savunan Avni Paşa bize
yazdıklarının ne hatırat, ne de tarih olup; sadece yaşayıp tanık olduğu
olayları bir araya getiren gevşek bir metin, bir "mecmua" olduğu uyarısında bulunuyor ve
asıl hedefinin sonraki nesillere hizmet olduğunun altını çiziyor.
Ne yazık ki, mevcut kanunlar dolayısıyla … işaretiyle yayınlanamayan kısımlar
bu hizmeti yeterince yerine getirmesine mani olmuş görünüyor. Artık bu utancı daha fazla yaşamak
istemiyoruz. Hatıratlar özgürce konuşabilsin. Ağızlarına takılan susturucular
çıkartılsın. Jean Genet'nin dediği gibi tarihin bizi nasıl çarpık çurpuk insanlar haline
getirmeye çalıştığı bu meşum üç noktalardan yeterince belli değil mi?
Avni Paşa Kimdir?
1878 Batum doğumlu olan Ahmed Avni Paşa, Harb Okulu'ndan mezun oldu, 1897 Yunan Savaşı'na,
ardından Balkan ve ı. Dünya Savaşları'na katıldı. Vahdettin'in Başyaverliğine
atandı, bir ara Bahriye Nazırlığı yaptı. Cumhuriyet'ten sonra 150'likler listesine alındı.
Vefatına kadar Vahdettin'in yanında bulundu. Mezarı Lübnan'ın Cünye kasabasındadır (1934).
Ailesi tarafından muhafaza edilen hatıratını, Osman Öndeş yayına hazırladı.
(Mustafa Armağan, Ocak 2012)