Doğum 1945
kapatılan tekkeler, din adamlarına devlet takibi
...Tabii bunlar bahtsız insanlar. 623 senelik bir imparatorluğun günbegün çöküşünü yaşamışlar ve cumhuriyetin kuruluşuna şahit olmuşlar. Devrimlere şahit olmuşlar. 1924deki kanunla medreseler kapatılmış, 1925de tekke ve zaviyeler kapatılmış. Bunlar üçte bir maaşla emekli edilmişler.Aldığı maaşın üçte biriyle. Dolayısıyla maddi sıkıntı içindeydiler. Evlerinde oturuyorlar ve (bunların) hepsi göz altındaydı. Yani önde gelen kalburüstü ulema gözaltındaydı. Hatta birgün iki arkadaş geldi bana. Çankırılı bu arkadaşlar. Dedilerki: biz bir ibare gördük. Kalen süvey nasara, hıristiyanların kıyafetini giyen dinden çıkar. Fötere, şapkaya yürüyorlar falan. ömer Nasih hoca - eski hocalar hep öyle. Korkudan, kılık kıyafet kanunununda hep şey giyiyorlar, imamlar falan, hep fötr giyiyorlar, hele müezzinler. (Ömer Nasih hoca) fötrlüydü biz geldiğimizde (ziyaret ettiğimizde). Ömer Nasih Hoca, (kendisi) istanbul müftüsü, 18 sene müftülük yapmıştır. Föterli. Gidelim, söyleyelim ( soralım Ömer Nasih Hocaya) böyle bir ibare var, gösterelim, Hocam nasıl olur bu(diye soralım). Ben gelmem(gitmem) dedim(çankırılılara). Bu terki edep olur, olmaz dedim. Onlar(Çankırılılar) gittiler(hocaya). Hocaya varmışlar, sormuşlar, demişlerki: Hocam böyle bir ibare var. Hoca demişki Gelin bakalım. Pencerenin perdesini açmış. Bakın karşıda iki kişi duruyor değilmi? Evet. Onlar gece gündüz orda. Ben sürekli gözetim altındayım demiş. Oğlum, biz bunu(şapkayı) giymeye mecburuz demiş. Anlaşıldımı? Ömer nasuri Hoca tabii. Sadece o değil o dönemdekilerin hepsi öyleydi. Biz giderdik, bize ders oku falan. Oğlum, yasak, Arapça yasak. Yasak değil ama devri sabıktan gelen, önceki dönemden gelen bir baskı var. Sonra bazıları derdiki: Ben tarih oldum. Unuttum oğlum, zaten kapattık, öylece yasak diye. Okutamam derdi.
Anadolunun (Cumhuriyette olmayan) refahı
Ben Tokatın Artova ilçesi Kunduzağlı köyünde 1945de dünyay geldim. .... Ben kalktığımda(çocukluğumda) kendimi bildiğim günden itibaren düşünüyorum, hakikaten, o çevremiz, o bölge Iç Anadolu genellikle hayat olarak Ortaçağın bir devamı. Yani köy hayatı. Rençberlik(çiftilik), hayvancılık, ev düzeni, iş hayatı, kullanılan araç gereçler, ev düzenindeki yapılanma, her şeyiyle Ortaçağı andırıyordu. 1950lerden (sonra) artık traktörler yavaş yavaş gözükmeye başladı ve bu böylece devam etti. Demokrat partinin iktidara gelmesiyle, özellikle 1951, 1952, 1952 hatta 1954 senelerinde büyük bir bolluk oldu. Hakikaten rahmet(yağmur) bol oldu. Buğday çok oldu. Silolar o zaman yok. meydanlara dağlar gibi buğday yığıldı.Büyük bir refah getirdi. Hatta halk arasında Gitti ismet, geldi kısmet eski devirle mukayese yapılırdı.
Menderes
Sabah namazına kalktım. Böyle bir yaz gecesi. Istanbul, Aksarayda Valide Hatun Camiisine bakan bir odam vardı.Alacakaranlık, bir baktım camii avlusunda iki kişi. Birde uykulu gözle kalkmışım ya. şöyle dikkat ettim (ki) Menderes. Yanında biri. orada muslukları değiştirmişler, tamir etmişler falan. Musluk yeni saray usülü musluklar. Hırsızlar sökmüşler, götürmüşler falan. Onları gösteriyor falan. Efendim, biz takıyoruz, onlar götürüyor. E, ne yapalım, biz takacağız onlar götürecek. Bir gün bırakacaklar bu işi diyor. Düşünebiliyormusunuz, bir başbakan gelecek bununla ilgilenecek.
Tek Parti Baskısı, DP(Demokrat Partisi) özgürlüğü
Ben 1955 senesinde geldim..... Demokrat Partisi başa gelmişti. Bir özgürlük vardı, hürriyet vardı. Ancak bürokrasinin yüzde 80i eski (milli) şeflik döneminden 1950 öncesi , o despotik dönemden geldiği için, çok baskıcıydılar. Mesela biz Hacı Hasan Kuran Kursundaydık. O caminin (odalarında) kalıyorduk, ordan çıkardılar. Hoca caminin bahçesine bir çadır kurdu. Orada 3 ay kaldık çadırda. Yer yok .
1955 - sosyal hayat
Ben 1955de Istanbula geldim. Istanbula geldiğimde Gönen Mehmet Efendinin Fatihte Kuran kursu vardı. Oraya geldik. Orada Türkiyenin orat Anadolu, Doğu Anadolu olmak üzere birçok talebe gelmiş oraya okumaya. Bunların birçoğu ilkokulu dahi okumamış. Niçin? işte biraz okuyum da köyde gidiyim imam oluyum, vesaire. Dinimi öğreneyim. Askerliğini yapıp gelenler, evli barklı olanlar var. Bizim yaşta (ben 10 yaşımdayım) çocuk olanlar var. Böyle kaynıyor. Dolayısyla buraya geldim Istanbula. Daha şehri görmeden Türkiyenin en büyük şehrine geldik. Istanbul o zaman 1 milyon nüfusu var. Henüz daha taşranın işgaline uğramamış. Bir Istanbul hayatı var, Osmanlıdan devam eden o nesil var. Bir Istanbul kültürü var. Bir Istanbul Türkçesi, beyeefendisi, hanımefendisi var. ben tabii öyle kırsal bir bölgeden bu şehre gelince tabii herşey benim için çok farklı, çok ilginç, hep dikkatimi çekiyor. O insanların bir vakar içerisinde yürümeleri, karşılaştıkları zaman birbirlerine selam veriş tarzları musafaha el sıkışmaları ve hal hatır sormalarındaki böyle şiirsel uslup fevkalade güzel. Istanbul kadınları konuşurken Gönen Mehmet Efendinin cemaati vardı. (Mehmet Efendinin) vaazlarından(sonra) çıkarken o kadınlar 80%i çarşaflıydı. Modern kadınlarda yazın (en açıkları) sadece japone kol giyerlerdi. Öyle askılı elbiseler falan yoktu. Muhafazakar bir toplum. Geçmişin devamı mahiyetinde, Osmanlının devamı mahiyetinde.