Mustafa Kemal'in kendine ait özel katili İsmail Hakkı Tekçe'nin nasıl bir insan olduğunu ve Mustafa Kemal'in onu nasıl himayesi altına aldığını gösteren 1936 yılında, daha Mustafa Kemal hayattayken meydana gelen bir olayı size bir gazete makalesinden birebir aktarıyorum. İsmail Hakkı Tekçe bu kadar cinayeti işledikten sonra Mustafa Kemal'den tabiiki özel bir ilgi görür ve o kadar kendine buyruk işler yaparki ne kanun tanır ne başbakan. Çünkü sahtekar diktatör Kemal'in tahta çıkmasını ne kadar muhalif varsa temizleyerek kendisi sağlamıştır.
----------------------------Alıntının başlangıcı------------------------
Yazar : Cemil Koçak
Muhafız Alayı Komutanı Yarbay İsmail Hakkı Tekçe Polisi neden dövdü
17 Kasım 2012 Cumartesi ckocak@stargazete.com
Arşivde tâbiri caizse eşelenmek işte bunun için çok zevkli. Geçmişte gündelik hayattaki çatışmaların neler olduğunu başka türlü öğrenmek imkânı yok çünkü. Acaba polis subaylara saygısız davranırsa, buna karşılık da subaylar polisi döverse ne olurdu?
Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanı Yarbay İsmail Hakkı Tekçe'nin 1936 yılında dövdüğü bir polis memurunun şikâyeti epey yazışmalara neden olacaktır. 9 Nisan'da Atatürk'ün bir ziyareti sırasında nöbet tutmakta olan polis memuru Basri Bey'in tam bu sırada önünden geçip giden muhafız alayından subaylara resmî selâm vermemesi üzerine Tekçe tarafından dövüldüğü haberi, elbette basında yer bulamazdı; fakat iş, İçişleri Bakanı şükrü Kaya'ya kadar aksetmişti. Üstelik şikâyet karşılıklıydı. Sonunda şikâyet Başbakan İsmet İnönü'ye de iletilecektir.
Selâm vermemenin bedeli
Görgü tanıklarının ifadelerine göre; polislerin önünden atlı olarak geçen yirmi kadar subaydan bir yüzbaşı,
kendilerine selâm verilmemesi üzerine, polis Basri Bey'e hakaret ve küfür etmişti. Bir başka polis memuru, polislerin görev sırasında
selâm vermemeleri gerektiğine ilişkin bakanlık genelgesini hatırlatmışsa da, subay yine küfür etmiş ve dayağı
hak ettiklerini, fakat kalabalıkta dayak atılamayacağını söylemişti. Diğer bir polis görgü tanığı ise,
söz konusu yüzbaşının "koca bir tabur komutanı" geçerken niçin selâm verilmediğini sorduğunu ve ardından bir başka
subayın da polis memurunun numarasını aldığını söylemişti. Bir başka tanık, küfreden subayın binbaşı
olduğunu hatırlıyordu. Tanıkların hemfikir oldukları nokta,
binbaşının olsun, yüzbaşının olsun Basri Bey'e selâm meselesinden dolayı küfür ve hakaret ettikleriydi.
Neden selâm vermemiş?
Elbette ilk sorulması gereken soru, Basri Bey'in subaylara neden selâm vermediğidir. Yanıtını bizzat İçişleri Bakanı
şükrü Kaya'nın Tekçe'ye hitâben kaleme aldığı yazıdan öğrenmek mümkündür. Kaya, "polis memurlarının
vazife esnasında selâm vermemeleri Atatürk'ün ve Başbakanın tensipleriyle vekâletten emir ve tamim edilmiş ve buna dayanılarak
hiç kimseye selâm vermemelerini ben de bütün teşkilâta tamim etmiştim; bu memur da bu emre imtisalen [dayanarak] hareket etmiştir" diyordu.
Kaya, Basri Bey'in olay sırasında "hususî surette sivil olarak" görevlendirilmiş olduğunu hatırlatıyor ve ardından Tekçe'nin
Basri Bey'in kendisinden özür dilemesi gerektiği yönündeki talebine geliyordu: Eğer Basri Bey'in "tarziye vermesi arzunuz, selâm vermemesinden
mütevellit ise, bu hareketin doğru olamayacağını" belirtiyor ve nihayet,
böyle bir talebin emniyet teşkilâtını "rencide" edeceğini açıklıyordu. Kaya, hassasiyetle hareket edilmesini diliyordu.
Tekçe'nin özür konusundaki ısrarı
Fakat aynı gün Tekçe, Kaya'dan Basri Bey'i özür dilemesi için makamına göndermesini talep etmişti. Bu aşamada Kaya,
Tekçe'ye yazdığı özel bir mektupta, Basri Bey'i özür dilemesi için kendisine göndermesinin yerinde bir davranış
olmayacağını vurguladıktan sonra; komutana olan derin saygısından dolayı polis memurunu sivil olarak
kendisine yolladığını açıklıyordu. Kaya, yine de Basri Bey'in tutumunu savunuyordu; eğer Basri Bey selâm
vermemenin dışında "başkaca bir terbiyesizlik yapmışsa, bunun da şahsî olması lâzım gelir"di. Kaya,
durumun özel olarak "bütün bir kadroyu kıracak şekil ve renge sokulmaması"nı rica ediyordu. Bu arada saygıda da
kusur etmemeye çalışıyordu.
Tekçe ile Kaya karşı karşıya
Olayın hemen ertesi günü Kaya, Ankara valiliğine bir yazı yazarak gelişmeleri anlatıyor ve Tekçe'nin olayın
hemen sonrasında telefonda kendisinden subaylara hakaret edildiği iddiasıyla tabur komutanından özür dilemesi ve elini
öpmesi için Basri Bey'i karargâha göndermesini istediğini belirtiyordu. Kaya, her durumda Basri Bey'i savunmakla birlikte, subaylara
hakaret iddiasının ilgili yasalar çerçevesinde soruşturulmasının daha yerinde bir hareket olacağını da
bildirmişti. Komutandan bu konuda rapor talebinde bulunmuşsa da, Tekçe'nin buna gerek görmeyip, amacının sadece Basri Bey'e
tabur komutanının elini öptürmek olduğunu tekrarlaması üzerine, Kaya, telefonda Tekçe'den, "şayet asabiyetinize mağlup
olur da, memura şiddetli ihtiratta bulunulursa, bu hareketin çok çirkin ve bütün bir kadroyu rencide edeceği ve bilhassa Atatürk'ün
maiyetinde bulunan memurların vazife gayretlerine bile halel getireceğini; bu itibarla keyfiyeti yarın görüşmek üzere
şimdilik memurun çağrılmasından sarfı nazar edilmesini" rica etmişti. Anlaşılan Kaya, Tekçe'yi
yakından tanıyor ve amacının ne olduğunu öngörebiliyordu.
Lâkin Tekçe, telefonda, "Böyle ehemmiyetsiz ve basit bir iş için ben [ne] elimi ve ne de kendimi kirletir miyim? Maksat tabur komutanının elini öptürerek gönlünü almaktır." diyerek, talebini kabul ettirmişti. Kaya, emniyet birinci şube başkanı Hamdi Bey ile Basri Bey'i Tekçe'nin karargâhına gönderdiğini ve kendisinin de bizzat Tekçe'ye özel bir yazıyla durumu yeniden anlattığını belirtiyordu. Ama sonuç Kaya'nın beklentisine uygun olmayacaktır; deyim yerindeyse krizin bundan sonraki gelişmesini de Kaya yazısında aktarıyordu.
Ve Basri Bey dayağı yiyor
şükrü Kaya'nın bu özel yazısı elden Hamdi Bey ile Basri Bey tarafından Tekçe'nin bulunduğu muhafız alayı
komutanlığına götürülmüştü. Hamdi Bey'in ifadesine göre, Tekçe mektubu okuduktan sonra, onları alıp
askeri barakaların içine götürmüş ve orada Basri Bey'e hakaret ve küfür ederek, sandalyeyle kafasına defalarca vurmuştu.
Dördüncü vuruşta sandalye kırılmıştı. Odada bulunan diğer subaylar olaya müdahale etmemişlerdi.
Çok kan aktığından olacak dayağa son verilmişti. Tekçe'nin emri üzerine Basri Bey, binbaşının elini öpmüştü.
Sonra Tekçe, binbaşı ve Hamdi Bey, bir başka odada Tekçe'nin ısmarladığı kahveleri içmişlerdi. Bu sırada Hamdi Bey, Basri Bey'in kusurunun olmadığını belirterek, genelgeyi hatırlatmak ihtiyacını hissetmişti. Fakat Tekçe, bu genelgeyi bildiğini, hatta kendisinin de yayınlanmadan önce onay verdiğini söylemiş ve arkasından Basri Bey'in kusurunun selâm vermemek olmayıp, o sırada elinin cebinde olmaması gerektiğini belirtmişti. Hiç olmazsa elini cebinden çıkararak, ihtiram vaziyeti almamış olmasının Basri Bey'in kabahati olduğunu bildirmişti. Dahası, bu sırada önünden bir komiser geçse herhalde elini cebinden çıkaracaktı. Oysa binbaşı geçerken esas vaziyet almamıştı. Demek ki, Basri Bey, binbaşıya komiser kadar değer vermiyordu. Ayrıca, kendisine hitap edildiğinde eğer Basri Bey hiç ses çıkarmamış olsaydı, Tekçe onu dövmek zorunda kalmayacağını, sadece binbaşının elini öptürmekle yetineceğini de açıklamıştı. Üstelik Tekçe, Hamdi Bey'i kendi otomobiliyle emniyete kadar bizzat geçirmişti. Basri Bey ise dayağı yedikten sonra çoktan kendisine verilen izinle yanlarından ayrılmıştı zaten.
Nihayet Basri Bey konuşuyor
Basri Bey'in ifadesiyse ancak 11 Nisan'da alınmıştı. Kendisi görev yerinin, Atatürk Başbakan İnönü'nün
köşküne ziyarete giderken, istasyon civarında olduğunu açıklamıştı. Her ihtimale karşılık
eli cebinde, yani tabancasında imiş. Tam bu sırada yanına gelen atlı bir subay tarafından, diğer atlı
subay grubunun arasında, elinin cebinde olmasından dolayı ve selâm vermemesi yüzünden kendisine küfür edildiğini ve
hakarette bulunulduğunu ileri sürüyordu. Ayrıca subaya yanıt vermesi de yine küfürle karşılanmıştı.
Tekçe'nin karşısına çıktığında da bu durumu aktarmaya fırsat bulamadan dayak yediğini söylüyordu;
kaçmaya çalışmış, fakat diğer subayların kapıyı tutmaları yüzünden bunu başaramamıştı.
Dayaktan sonra kısa bir süre nezarethanede de kalmıştı. Basri Bey şikâyetçiydi ve yasal muamelenin yapılmasını
istiyordu. Unutulmasın ki, Basri Bey de, Atatürk'ün korunmasından sorumluydu ve onun maiyetinde görevliydi. Elbette öykünün
sonunu merak ettiniz; maalesef ben de bilmiyorum; elimdeki evrak, işin adliyeye intikâl edip etmediğini söylemiyor. Ama en azından
o dönemde işlerin nasıl yürüdüğüne dair bir fikir de veriyor. Tekçe'nin de yaman bir kabadayı olduğu anlaşılıyor.
şükrü Kaya bile onunla baş edememiş!
şükrü Kaya selam genelgesi yayınlattı
"Reisicumhur Atatürk, Başbakan İsmet İnönü, vazife başında polis âmir ve memurlarının vazifelerini daha iyi görebilmeleri
için selâm resmi ile meşgul olmamalarını tensip etmişlerdir. Sırf selâm resmi yapmak üzere müfreze halinde
çıkarılan polis kıt'ası müstesna olmak üzere, nöbette, noktada, seyri seferde, devriyede ve vazifeye giderken,
üniformalı polis âmir ve memurlarının vazifelerini iyi görebilmeleri için selâm ifasıyla mükellef olmadıkları
tamimen tebliğ olunur."
Topal Osman'ı Tekçe öldürmüştü
En azından hatırlatmış olayım; Tekçe, Millî Mücadele döneminde Ankara'da meclisle Çankaya Köşkü'nü ve Atatürk'ü
korumakla görevli müfreze komutanı Topal Osman'ı Atatürk'e isyan ettiğinde vurararak öldürmüştü. Ondan önce de
Trabzon açıklarında Mustafa Suphi ve arkadaşlarını öldüren Yahya Kaptan'ı öldürmüştü. Sonra yarbay
ve albay rütbelerinde 1939 yılına kadar muhafız alayı komutanlığı yaptı. General olarak emekli
oldu. Anıları da yayınlanmıştır.
--------------------Alıntının Sonu----------------------------
Peki gelelim Mustafa Kemal'in bu olay karşısında söylediği tek kelime varmı?
Başbakanın bile bizzat ilgilendiği bir olaydan Mustafa Kemalin haberi yokmuydu? Tabiiki vardı.
Yanlız ne diyebilirdiki kendi emrindeki katili hakkında.
Kendini müdaafa etmek için yazdığı Nutuk'unda kendisini yakından ilgilendiren İsmail Hakkı Tekce cinayetleri
hakkında tek kelime etmemiştirki bu olay hakkında tek kelime etsin.Kendisi 1936da diktatör koltuğunda karaciğer
hastalığından oturmaktadır. Basri Bey basit bir kişidir.
Kocaman muhalefet insanları çil yavrusu gibi dağıtılmış hepsi sürgünde, sürgünde olmayan kişilerin
peşinde devletin ajanları onları adım adım takip etmekte, herşey istediği gibidir. Milletten gık
çıkmıyordur. Basit bir polis için geçmişini, diktatörlüğünü tehlikeye atacak bir söz söylemenin anlamı yoktur.
Makalede anlaşılacağı üzere İsmail Hakkı
Tekçenin 1936da kendine ait otobomili varmış. Sakın bu işlediği cinayetler için bir ödül olmasın.
Yoksa kıtlık çekilen 1930lu yıllarda İsmail Hakkı Tekçe maaşıyla o otomobili alamayacağı kesin.
Neyse biliyoruzki Mustafa Kemal etrafındaki dalkavuk olan çoğu kişilere otomobil hediye etmiştir. Bunlarıda
belgelere dayanarak tabiiki ileriki yazılarımda belirteceğim.
Dersim katliamının kasabı sizce kim olabilir?
Dersim isyanı yada katliamını çoğu kişiler bilir, en azından Tunceliler.
Radikal gazetesinde Abdullah Kılıç ve Ayça Örer 20 Kasım 2011'de Dersim Gerçeği yazı dizisi
başlatır. Dersim harekâtlarının altında Atatürk'ün ve Inönü'nün imzası olduğu
ortaya çıkar. Tunceli halkının zoraki göçe maruz kaldığını ve zoraki islah
edildiğinide çoğu kişi bilir. Hatta Mustafa Kemalin manevi çocuğu, kızı Sabiha Gökçenin
ilk kadın pilot olduğunu da bilirler. Ama Sabiha Gökçenin Tunceliyi bombaladığını az
kişi biliyordur.Peki Dersim katliamının esas kumandanının Ismail Hakkı Tekçe olduğunu
biliyormuydunuz. Bende bilmiyordum ama öğrenince kendime şöyle dedim: "Tam Ismail Hakkı Tekçe'ye göre bir
işmiş. Katliam ve cinayet için biçilmiş kasap kaftanı. Kelle kesmekten ve bundan duyduğu
zevkten dört köşe olmuştur". Bu TBMM arşivlerinde fotoğraflarla ispatlanmış bir konudur.
Dersim olaylarına girmek ihtiyacı duymuyorum, sadece Mustafa Kemal diktatör değildi diyenlere alın
size bir misal diyorum. Ileride belki Dersim olaylarını bir konu yapabilirim.