Atatürk 20.Eylül 1924den itibaren 4 günlüğüne Samsuna ziyarete gitmiştir. Atatürk ziyaretinin 3.günü 22 Eylül 1924de İstiklal Ticaret Mektebinde(okulunda) öğretmenler tarafından verilen bir çay ziyafetine yanında bulunan Makbule hanımla davet edilmiş. Atatürkün bu davette yaptığı konuşmayı hiç kimse eleştirmemiş. Konuşmasında kendisini öven kişilere cevap verdiği gibi aslında kendisini övmeyip Kuranda geçen bir ayeti misal gösterip Allahın yüceliğini anlatan bir sarıklı öğretmene de cevap vermiş. Atatürkün meşhur söylediği sözleri "hayatta en hakiki mürşit(dini alim, kılavuz insan) ilimdir, fendir. Bunun dışında mürşit aramak cehalettir, gaflettir" o günde, 22 Eylül 1924de Samsunda söylemiştir. Bu konuşmasında dünyadaki bütün müslüman ülkelerin köle olmalarının sebebinin İslamda ve İslami ahlak ve tahsilde bulunduğunu söylemiştir. Dolaylı yoldan Türklerin Selçukludan itibaren (aslında demek istediği şamanizmi bırakıp) İslamı hayatlarına alıp köle durumuna düştüğünü söylemiştir. Atatürk ta o günde 22 Eylül 1924de bile ırkçılığa dayanan hedeflerini ortaya koymuştur. Bütün Arap kültüründen, harflerinden ve İslamdan arındırılmış bir Türkiye yaratmak istediğini aslında bu konuşmasında belirtmiştir. Hatta Türk ırkçılığına varan uygulamalar (Mimar Sinanın kafatasının mezarından çıkarılıp ölçülmesinin emretmesi gibi) önceden yapmak istediğini ve çoğu kimselerin söylediği gibi etrafında bulunan kişilerin değil bizzat kendi emelinin olduğunu söylemiştir. Hitlerin sarı saçlı, mavi gözlü bir ırk yetiştirmek için Alman ırkı insan yetiştirme çiftlikleri kurmuş olduğunu çoğu Türkler bilmezler. Fakat mesela Atatürkün neredeyse aynı ırkçılığa varan Türk insanı tipi sapkınlığını çoğu insanlarımız bilmezler. Genç insanlarımız Hititleri, Asurları, Anadoluda yaşamış bütün insanların Türk dilinden türemiş olduklarını anlatan, Atatürkün emriyle hazırlatılmış tarih kitaplarını bilmezler. Atatürk 22 Eylül 1924de Samsunda söylediği sözlerin hepsini sonradan yerine getirmiştir. Hedeflerini 22 Eylül 1924de Samsunda açıklamış ve bunları devrimlerle, idamlarla yerine getirmiştir. Bu konuşma bazı insanların Atatürkü temize çıkarma gayretlerini aslında boşa çıkarır. Atatürkün yaptıklarını, Atatürkün çevresindeki kişilere yükleyen Kemalistler Atatürkü aklama sahtekarlıklarını devamlı yapmışlardır. Dikkat edilirse bütün devrimler, toplumu değiştiren kanunlar, idamlar, saçma sapan Batı kültürü dayatmaları hepsi bu konuşmadan sonradır. Ve bu konuşma Atatürkün kafasında zaten bu Batı kültürü devrimlerinin olduğunu göstermektedir.
Bu davette davette hazır bulunan sarıklı bir hoca Kurandan bir ayeti açıklamaya ve kendi yorumuyla anlatmaya çalışmıştır. Atatürk davetin sonunda yaptığı konuşmasında, davette konuşan bir kişinin kendisine nereden kuvvet ve ilham aldığını soran bir kişiden bahseder. Bu kişinin sarıklı, Kurandan bahseden hoca olup olmadığı Atatürkün konuşmasından anlaşılmıyor. Fakat büyük bir ihtimalle eleştiri yapan başka bir konuşmacı olduğu belli oluyor. Bu kişinin yaptığı konuşma ve metni tabiiki ortalıkta yok. Dikkat edilirse 1924te Atatürkümüz henüz tam olarak diktatörlüğünü kuramamış. Onu eleştiren bir kişi çıkıp nereden kuvvet aldığını sorabiliyor ve sarıklı bir hoca Atatürkün huzurunda Kurandan bir ayeti okuyup anlamı üzerinde konuşabiliyor, yorum yapabiliyor. Bilindiği üzere Takriri Sükundan sonra devlet, bizzat memurlarını, polislerini, jandarmasını halkın üzerine sürüp halkı kontrol altına almış, halk gıkını çıkaramamıştır. Bütün camiler kapatılmış, dine ve Osmanlıya ait her şey yok edilmiş, dine ve Osmanlıya ait bir şeyler söyleyen kişiler tutuklanmış, takip edilmiş, sindirilmiştir. Atatürkün bu davetteki konuşmasından başka bugüne kalanlar tabiiki tahmin edileceği üzere Atatürkü ve Batı kültürünü öven kişilerin konuşmaları olmuştur. Mesela bir konuşma Atatürkü öven kadın öğretmenle, piyano çalmasını bilen kadın öğretmendir. Bu iki kadının övgü dolu konuşmaları kadınların ismine ve metnin her kelimesine kadar tabiiki arşivlerde muvcuttur. Ben biraz piyanoya değineceğim: Halen bugüne kadar piyano Türkiyede çok ender ailelerin evinde bulunur. Piyano dikkat edilirse 1924de savaştan yeni çıkmış, bit ve pire içinde açlıktan ölen bir millet için ne olduğu bilinmeyen bir müzik aletidir. Şimdi mesela bir müzik aleti olan
Karibik demir davulu nedir desem şimdiki Türkiyede halkın ancak onbinde biri cevap verebilir. Aynen piyano da 1924de Türkiyede çok tanınan bir müzik aleti değildi. Halkın onbinde biri bir cevap verebilirdi. Dikkat edilirse 1924de radyo ve televizyon olmadığı gibi gramofon bile sayılı sayıda Türkiyede bulunuyordu ve halk piyano müziği hayatında duymuş değildi. Peki Atatürk geldiği zaman neden her yerde bulunan yerli bir saz çalınmamış. Neden piyano müziği çalınmış. Nedeni, İttihat ve Terakkinin önde gelenlerinin Batı kültürü hayranlığı ve deliliğidir.
Dikkat edilirse zaten milli olan halay, saz müziği yerine milli olmayan piyano çalınması akşamda Batı kültürü olan balo verilmesi zaten daveti düzenleyen kişilerin Atatürkün Batı kültürünü sevdiğini bildiklerindendir ve bu yüzden Batı kültürüne ağırlık verilmiştir. Halkın içinde daha henüz İstiklal Savaşından çıkmış paşalara olan sevgi vardır ve bu sevgi yalakalıkla içiçedir. Fakat halk daha henüz Atatürkün sakladığı esas yüzüyle ve niyetleriyle karşılaşmamıştır. Bütün muhalefeti susturması ve diktatörlüğünü kurması sonradır. CHPnin özellikle seçilmiş ateist elemanlarının devletin bütün baş mekanizmalarına, makamlarına getirilmeleri daha henüz yeni başlamıştır.
Çay ziyafetinde sarıklı hocanın konuştuğu Kuranı Kerimden bahsettiği ayet "ve'ttini ve'z zeytûn" dir. Atatürkün sözüne göre sarıklı hoca bir fikir ortaya koymuş ve bu fikrini teyit etmek için doğruluğunu ispat etmek için bu ayeti kullanmış.
Sarıklı hocanın konuşmasına cevaben Atatürkün bizzat sözleri şunlar:
"Hoca Efendi bir fikrini izah için ve'ttini ve'z zeytûn ayetini kendince tefsir ettiler. İncir ve zeytin çekirdeğinden düstur(kanun, nizam) çıkardılar. Birindeki kesreti(bolluğu) diğerindeki vahdeti(Allahın birliğini) işaret ettiler. Ayetin medlûlu(meali, anlamı) bu mudur? Bir şey demiyeceğim yalnız bu seyahatim esnasında bir tesadüf bu ayetin mazmununu(anlamını) ben diğer bir hoca efendiden sormuştum, bunun için yarım saat kadar mütalaaya(incelemeye) ihtiyaç olduğunu söyledi. Ömrünü medreselerde ulûmu diniye(dini ilimler) tedris(ders) ve tedarüsüyle(okumasıyla) geçen bu zat bir kitabın bir satırını Türkçe ifade edebilmek için böyle bir ihtiyaç dermiyan ederse(ileri sürerse), efradı millet(halk,insanlar) ne desin. Onun için efendiler: Genç neslin dimağı(beyni) yorulmadan her şeyi almaya müstait(kabiliyetli) hakikat izleriyle tezyin edileli(süslenmeli)."
Atatürkün genç neslin beynini süslemek istediği hakikatlerse başta belirttiği fen ve ilimdir. Yani Kuran Atatürk için anlaşılamayan bir kitaptır, Türkçe ifade edilebilmesi çok zordur. Genç neslin beyni anlaşılamayan bir kitap yerine asıl hakikat olan fen bilimleriyle(yani fizik,kimya,vesaire) doldurulmalıdır. Atatürk burada ima ettiği sözleri konuşmasının başında söylemiştir. Bu sözlerde sarıklı hocanın "ve'ttini ve'z zeytûn" ayetiyle ilgili konuşmasına cevaptır. Atatürkün sözlerini tekrar kısaltmadan aktarıyorum:
"Dünyada her şey için, maddiyat için, hayat için, muvafakiyet için en hakiki (mürşit, doğru yolu gösteren alim) doğru yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde(ondan başka) mürşit aramak gaflettir, cehalettir, delalettir.
Aynı konuşmasında bir bayan öğretmeninin kendisini aşırı derecede övmesinin lazım olmadığını beyan eden bir mütevazilik sergilemiştirki, Atatürk diktatörlüğü ele geçirdikten sonra mütevaziliği bir kenara bırakalım özellikle kendi gazetelerinde (Hakimiyeti Milliye,Cumhuriyet,Vatan) kendisini öven yazarların ödüllendirilmesine yardımcı olmuştur. Bu konuşmasında gösterdiği mütevazilikte sonradan kaybolmuştur. Kendisini öven makaleler mahalli ve ulusal(yani Ankara ve İstanbul) gazetelerde alışılagelmiş normal hayatın bir parçası olmuştur.
Atatürk diktatörlüğü iyice ele geçirdikten sonra 21 Ocak 1932de Samsuna ziyaretinde
önceden Almanyadan sipariş edilip Alman heykeltraşa yaptırılan kendini bir atın üzerinde gösteren kendi heykelinin açılışını yapmıştır. Alman M.Krippel isimli heykeltraşınyaptığı atlı heykel Samsunun bilinen sembolüdür. Zaten 1932 de Atatürk Samsuna geldiğinde bırakın bir sarıklı hocanın konuşmasını bir sarıklı göremezdiniz ne Atatürkün yanında nede bir jandarmanın polisin yanında. Zaten 1932de bütün Batı devrimleri Türkiyede gerçekleştirilmiş bütün muhafelet sürgüne gönderilmiş yada sürgüne zorlanmıştır. Fazla asi olanlar darağacında sallanmıştır.
Daha halen Atatürke diktatör demeyen Kemalist yada Atatürk yanlısı insanlara sesleniyorum: En düz mantıkla gidin lütfen, size soruyorum, cevap verin: kendi heykelini kendisi daha hayattayken ülkesinin her köşesine hangi insan diker? Tabiiki kendine tapınılmasını isteyen insan yani bunun adı diktatördür. Düz mantık. Açın interneti öğrenin Atatürk hangi şehirlere daha hayattayken kendi heykelini diktirmiş öğrenin. Kendi parasıyla değil bunuda belirteyim.
Gelelim İslamın insanları köleleştirdiği konusuna. Atatürkün sözlerini aktaralım:
"Milletimizin hayatı asarını(asırlık hayatını) düşünelim. Bu düşünce bizi elbette altı yedi asırlık Selçuk Türklüğüne ve ondan evvel bu devirlerin her birine muadil(denk) olan ne büyük Türk devirlerine kavuşturur. Bütün bu edvarda(devirlerde) dikkat buyurunuz, Türk devirlerine kavuşturur. Bütün bu edvarda dikkat buyurunuz, Türk kendi ruhunu, benliğini, hayatını unutmuş nereden geldiği belirsiz bir takım rüesanın(başkanların) şuursuz(bilinçsiz) vasıtası olarak mevkiine düşmüştür.
Türk milleti kendi benliğini kendi dimağını(beynini) kendi ruhunu unutur gibi olmuş ve bütün mevcudiyet ile herhangi bir maksada netice-i rezilet(sonu rezillik) olan, esaret(esirlik) olan fisebilillâh(Allah yolunda ve Allah rızası için) köle olmıya müncer olan(sonuçlanan) hakir(değersiz) bir hedefe sürüklenmiştir. Millet maatessüf(ne yazıkki) bu gaflet halini çok idame etti(devam ettirdi). Bu yüzden her türlü sefaletlerden ve mahkûmiyetlerden kendini kurtaramadı. Bütün bu tebaiyetleri(itaatları) aldığı gayri milli terbiyenin icabatı(sonucu) olduğunu fark etmeksizin muhkem(sağlam) bir terbiyenin eseri olduğu kanaatiyle(düşüncesiyle) tatbik ediyordu(uyguluyordu).
Esası tertip(tuzak) hedefi tertip(tuzak), mahiyeti tertip, ne büyüktür. Bu hususta(konuda) istikamet(yön) yanlış ise koskoca bir millet emniyet ve itimat ettiği(güvendiği) kitaplardan mukaddes kitaplardan istishap(karar vererek) rehber olduklarını iddia edenlerin sözlerine inanarak yürürse bu yürüyüş istikameti(yönü) kendilerini mahv ve izmihlâle düşürürse(yokolursa) kabahat bu istikameti takip eden nezih(temiz), fedakâr ve rehberlerine itimat eden(güvenen) zavallı halktan ziyade(daha çok) rehberlere ait değil midir?"
Atatürk son cümlesinde din istismarı yapıp milleti mahveden Osmanlı devirlerinden ve İslam adamlarından söz etmektedir ve dinin bu yüzden tehlikeli bir iktidar malzemesi olarak kullanıldığını belirtmiştir. Fakat Atatürk belki bilmiyordur yada biliyorsada işine gelmediği için söylemiyordur. Osmanlı dönemlerinde, ne Osmanlının yükseliş döneminde, ne duraklama döneminde, nede Osmanlının çökme döneminde şeyhülislam ve kadılar İslamı kullanmamışlardır ve Millet hiç bir zaman din adamları yüzünden yok olmamış, zulüm çekmemişlerdir. Halk arasında kendini din adamı olarak gösteren ve hurafelerden beslenen tarikat başkanları olmuştur, fakat Osmanlı devleti hiç bir devirde, çökme devrinde bile, İslamı kullanarak Milleti mahvetmemişlerdir. Milleti mahveden Atatürkün bizzat üyesi olduğu İttihat ve Terakki gibi Batı delileri topluluklarıdır. Burada Atatürk olmayan bir şeyi olmuş gibi gösterip İslamı kötülemekte ve kendi düşüncelerini aslında ortaya çıkarmaktadır. Jöntürkler 1800lü yıllarda, İttihat ve Terakki 1900lü yıllarda Osmanlı devletini yok etmiştir. Atatürkün kurduğu Kemalizmse 1925den sonra Milletin değerlerini yok etmiş, sunni ateist Batı kültürü güdümlü Türkiye inşa etmiştir. Burada İslamı, Kuranı kullanarak milleti mahveden din istismarcılarının hedef olarak gösterilmesi nedense Cumhuriyet döneminde dini mahvetmek için kullanılan bir alet olarak çok kullanıldı. Halide Edip Adıvarın "Vurun Kahpeye" romanı, Türkiyede sinemalarda, fimlerde, 1960tan sonra din adamlarının her zaman "uçkur düşkünü", dolandırıcı insan olarak gösterilmeleri tesadüf değildir. Hedef, din adamlarını itibarsızlaştırarak Milleti dinden soğutmaktır. Atatürkün de burada din adamlarını potansiyel bir tehlike olarak göstermeside tesadüf değildir. Zaten Atatürk Samsunu ziyaretinden bir kaç yıl sonra Kuran için "bir Arabın safsataları(yalanları)" diyecektir. Atatürk bir ateisttir. Bunu halktan duyacağı tepkiden dolayı direkt halka "ben ateistim, Kuran yalandır" diyememiştir. Yavaş yavaş ve basamak basamak dini ve Osmanlı kültürünü ortadan kaldırma siyaseti gütmüştür. Sarıklı hocanın "ve'ttini ve'z zeytûn" ayeti anlaşıldığına göre hoca tarafından Allahın varolduğuna dair bir yorum içeren konuşma olmuş. Atatürk Kurana inanmadığı ve yalan saydığı bir kitap için ve 1924de mutlak diktatörlüğü henüz elde edemediği için sarıklı hocayı hafif şekilde eleştirmiştir. Sarıklı hocaya tabiri caizse tek bir kelimeyle "uydurukcusun" demiştir. Atatürk inanmadığı için Kuranın her yerinde geçen Hak delillerini bu yolla inkar etmiştir. Söylediğim gibi Atatürk için Kuran anlaşılamayan bir kitaptır. Kuranı Türkçeye çevirme sebeplerinden biri Kuranın kendince yalanlardan meydana geldiğidir. "Kuranı Türkçeye çevirip Arap yalanlarını milletime bildireceğim" anlamında bir cümle sarfetmiştir. Kuranı Türkçeye çevirmesinin bir başka sebebide tabiiki bütün Arap kelimelerini Milletin hafızasından ve kullanımından silmekti.
şimdi bazı insanlar Atatürkü tanımadıkları için, daha doğrusu Kemalist devlet halen Atatürkü ateist olarak göstermediği için, bana yüklenecekler, kızacaklar hatta söveceklerdir. Kemalistler tarafından ilahlaştırılan ve her makalede deha, ulu önder, büyük insan olarak gösterilen bir insanın Allahsız ve imansız gösterilmesi 5816 sayılı kanun yüzünden yasaklanmıştır. Gerçekler Türkiyede yasaklanmıştır.
5816 sayılı kanunun meydana çıkış tarihi ise bambaşka bir olaydır ne yazıkki.
Ben her zaman Atatürke milli görüşlü bir insan olarak bakan kişilere kızıyorum. Milli demek Milletin değerlerini benimsemiş insan demektir. Atatürk Milletin değerlerini yok etmiştir. Buyrun Samsunda Eylül 1924te balo düzenlenmiş. Batı kültürü ne zamandan beri milli oluyor. Allaha şükür Atatürk erken öldüde balo milletin içinde bir gelenek haline gelmedi. Balo düzenleyen ve bu baloyu millete dayatan bir kişi milli olabilirmi? Batı kültürünü millete dayatan bir kişi milli olabilirmi? Lütfen, siz, evet siz, bu yazımı okuyup bana söven siz, kendiniz karar verin size bir asker emir verse ailenizle balo düzenleyeceksiniz emrini alsanız emri aldığınız kişiye milli dermisiniz? Türk geleneğinde balo varmıdır? Atatürk her kutlamalarda balo düzenlemiştir. Bana söven siz balo milli değilse onu dayatmayla getirmeye çalışan Atatürk nasıl milli olabilir? Eğer İslama inanıyorsanız İslamı yoketmeye çalışan bir kişiye nasıl milli diyebiliyorsunuz? Atatürk yaşasaydı İslam Türkiyede yoktu. Atatürk yaşasaydı İslam ahlakı olan namus silinmişti. Atatürk yaşasaydı Türkçe sözlüğündeki bütün Arapça, Farsca kelimeler uyduruk kelimlerle değiştirilmişti. Atatürk yaşasaydı dini bayramlar kaldırılmıştı, camiler yerle bir olmuştu. Atatürk yaşasaydı yerli türkü ve folklor, halay silinmiş yerine samba, vals, Beethoven gelmişti. Atatürk yaşasaydı Osmanlıya ait bütün kültürel miras yakılmıştı, yıkılmıştı. Atatürk yaşasaydı Millet 1923den öncesini bilmiyordu. Atatürk yaşasaydı Türkiye Batının güdümünde kültürel olarak Batıdan farkı olmayan bir kukla devlet durumundaydı. Bunları yapan bir insan bence milli olamaz. Bazı tarihciler ve araştırmacılar Atatürke bir İngiliz planı diyorlar. Sonuç olarak baktığımızda Batının aslında Osmanlıya yaptıramadıklarını Atatürk kendi kendine yapmıştır ve sanki bir İngiliz planıdır demekten insan kendini alamıyor. Ben Atatürkün bir İngiliz planı olduğuna inanmıyorum. Atatürk (daha öncede belirtmiştim) Almanyada ve Fransada bulunduğu zamanlarda Batı kültüründen çok etkilenmiştir ve medeniyetin Batı kültürünü benimsemekten geçtiğine inanmıştır. Zaten okuduğu kitapların arasında da ateist yazarların eserleri de bulunmaktadır ve bunlar Batılı yazarlardır.Zaten Atatürkün de aralarında bulunduğu bütün İttihat ve Terakki üyelerinin ortak özelliği Batı kültürü delileri olmalarıdır ve çoğu tahsillerini Avrupada görmüşlerdir. Aralarında çok ender kişiler medeniyetin Batı kültüründen ibaret olmadığı gerçeğini anlamışlardır. Bazı insanlar ve bana söven kişilerden bazıları "medeniyet ne o zaman" diyecekler, "Batı kültürü ve sistemi değilse": Bilmeyen kişilere açıklayayım, bu açıklamayı ve tarifi iyi okuyup ezberlesinler:
Medeniyet teknolojinin ilerlemesi ve insan hayatının her alanında daha fazla yer almasıdır. Kültürse teknolojinin zamanla değiştirebildiği yaşam şeklidir. Medeniyetler teknolojinin bir millette ne kadar geliştiğiyle ölçülür. Yani bir matematik formülü olarak medeniyet eşittir teknoloji denilebilir.
Atatürk ne yazıkki medeniyeti yüzeysel kültürel bir şey olarak algılamıştır bütün İttihat ve Terakkinin üyeleri gibi. Başka yerlerde söylediğim gibi medeniyeti Atatürk doğru kavrasaydı 1923den itibaren örnek olarak Japonyayı alırdı ve ağır sanayiyi ne pahasına olursa olsun Türkiyeye getirirdi. Yada Deli Petroyu kendine örnek alır ağır sanayiyi ülkeye getirirdi. Atatürk devrimlerle inkilaplarla Batı kültürünü Batı sistemini Türkiyeye getirdi. Ben her zaman söyledim: Her asker bir deha olamaz. Resmi Türk tarihi Atatürkü deha olarak gösterir. Atatürk deha değildir sadece bir askerdir. Deli Petro bir dehadır, çünkü o zamanın teknolojisini Rusyaya getirip Rusyayı medeniyete taşımıştır. Deli Petro geleceği görmüştür ve ona göre davranmıştır o yönden Deli Petro bir dehadır. şimdi Batı kültürünü Türkiyeye getirip kendi milli değerlerini yokeden Atatürke nasıl deha diyebiliyorsunuz? Batı kültürünü alınca Türkiye medeniyette çağmı atladı? Hangi teknolojiyi Atatürk Türkiyeye getirdi? Milli değerlerimizi baltaladığı için Atatürk suçlu bir kişi olarak görülmesi lazım değilmi? Atatürkün hangi dehalığı vardır? Nasıl bir ulu önderdir? Bazıları kurulan yeni üniversitelere Yahudi profesörleri getirdi, yeni üniversiteler kurdu gibi zırvaları söyleyebilirler. Bu bir dehalık değildir. Kemalistlerin beğenmediği "yobaz" padişah 2.Abdülhamit bunu hatta talebeleri Avrupaya göndererek Atatürkten 40 yıl önce yapmıştır. Hatta Atatürk yabancı dil bilmesini Abdülhamite borçludur. Fakat kimse 2.Abdülhamite deha demiyor. Yada hiçbir Kemalist 2.Abdülhamite ulu önder demiyor. 2.Abdülhamit, Atatürke nazaran gerçekten milli bir kişidir. şunu burda yeniden belirteyim 1923den 1933 yılına kadar nerdeyse 10 yıl içinde Atatürk ağır sanayi adına bir atılım yapmamıştır. Aslında medeniyet için vazgeçilmez olan ilk demir çelik fabrikası Karabük neredeyse Atatürk neredeyse ölürken 1936da açılmıştır. Oysa Ohannes ve Boghos Dadian Osmanlı imparatorluğu zamanında Bakırköyde demir dökme fabrikasını 1843 yılında Zeytinburnu Demir Fabrikası'nı (Grande Fabrique) kurmuşlardır. Ağır sanayisiz demir çeliksiz bir sanayi ve teknoloji düşünebilirmi, tabiiki hayır. Osmanlı demir çeliğin ağır sanayinin önemini Atatürkten 90 yıl önce anlamıştır. Fakat Atatürk Nuri Demirağın dediği gibi "süslü laflar"da kalmış, ötesine gidememiş ve gitmek de istememiştir. Atatürk için önemli olan ithal ve milli olmayan teyyarecilik, demiryolu ve hepsinden daha çok Batı kültürünün Türkiyeye getirilmesidir. Atatürk diktatörlüğünde bolca süslü laflar kullanmış fakat milletin geleceği için önemli olan ağır sanayi ve teknolojiyi anlamamıştır. Atatürk için medeniyet kendi sözlerine göre "milletin peçesini atmaktır". Atatürk için medeniyet, Milleti Batı kültürlü yapmaktır. Daha halen Atatürkün Batı kültürü devrimleri yüzünden Türk Tarih Kurumu Atatürkümüzü dehalaştırmaktadır. Dünyada kendi kültürünü yok eden bir liderini deha olarak tanıyan dünyadaki tek devletiz. Dehalığı ise kendi kültürünü yok etmesidir. Atatürkün dehalaştırılması daha Atatürk ölmeden önce kendisinin çıkarttığı ve Milletin vergilerinden ödendiği Hakimiyeti Milliye, Cumhuriyet ve başka gazetelerde başlamıştır. Türk Tarih Kurumu ve başka kurumlar, enstitüler için çalışan bütün tarihçiler yazılarında önce, şu anda bile, Atatürke önce Yüce Önder, Ulu Önder, Yüce Deha diye başlarlar ki, Kemalist vesayet ve beyaz Türkler tarafından onay alsın ve kime ait olduğunu, yani Kemalistlerden yana olduğunu belirtsin. Kemalist vesayet ve beyaz Türkler tarafından onay alınca bir tarihci tarihci olarak tanınır ve mesleğini yürütebilir. Başka bir tarihçi mesela Diktatör Önder Atatürk diye gerçeklerle başlarsa bu tarihçi akademik ünvanından olduğu gibi bir de hapishaneden gün giyer.
5816 kanunu yüzünden ünlü insanların hatıralarının hâlâ yayınlanamaması bambaşka bir ayıbımızdır.
Ben iddia ediyorum Atatürkün bu 2. Samsun ziyareti ile ilgili konuşmasını bugüne kadar eleştiren kimse yoktur. Varsa ne âlâ. Fakat internette adı geçen ayetin ismini aradığım zaman sadece iki internet sayfası çıkıyor, birisi bilindiği gibi Atatürkü dehalamaktan başka işi olmayan Türk Tarih Kurumu, ikincisi metnini altta verdiğim bir başka kurum. Eğer kitap olarak yazılmış ise ve internette henüz adı geçmiyorsa o da ne âlâ.
Atatürk Araplardan nefret etmiştir. Bütün İttihat ve Terakkide görülen Şarkı ve Şark kültürünü aşağılamaları Atatürkte de görülmektedir. Atatürk Türklerin Arap kültürünü bırakıp kendi milli kültürlerine dönmelerini bu konuşmada bile belirtirken bir balo düzenlemesi ve piyano çalınmasını nasıl izah eder? Türk milleti Arap kültürünün hegemonyasında ise ve bütün meseleler Arap kültüründen kaynaklanıyorsa Batı kültürü ne zamandan beri Türk kültürü ve milli olabiliyor. Evet işte benim dediğim Atatürkün Avrupada uzun süre kalması ve Avrupa kültürü hayranlığı Atatürkün ve İttihat ve Terakki üyelerinin çoğunda aşağılık duygusu yaratmıştır. Kendi kültürlerini Arap kültürü sanmışlardır, milli dedikleri fakat aslında Batı kültürüyle değiştirmek istemişlerdir. Bugün halka bir seçilmiş siyasetci balo kültürünün, piyano müziğinin Türkiyede yaygınlaşması gerektiğini ve medeniyetin ve uygarlığın bu olduğunu söyleyip kanun çıkarmaya çalışsa bu siyasetciye Kemalist solcuların sıklıkla söyledikleri okuma yazma bilmeyen bir koyun çobanı ve koyunu bile güler, meler. Fakat ne yazıkki 19.Yüzyılın başında Osmanlının ve genç Türkiyenin böyle bir aydın meselesi vardı. Yani aydın sayılan insanların görüşü buydu. Bunların arasında Atatürkte vardı. Atatürkte işte bu güya aydınlardan biri idi. Atatürk Arap kültürünü bırakıp gerçek Orta Asya kültürüne yani şamanizme yönelseydi bari bugün hiç değilse aslımıza döndük derdik. Fakat Atatürk Turancıları da mahvetti, susturdu, siyaset yapmalarına izin vermedi. Ne var ne yoksa körü körüne Batı kültürünü Batı sistemini Türkiyeye dayattı. Milli kültür olarakda ortaya attığı Güneş Dil Teorisi diye uyduruk bir masal dayattı millete. Yılardır genç insanlar bu uyduruk masallarla okullarda büyütüldü.
şimdi bu yazımı okuyan kişiler beni şeriatcı diye damgalarlar. Dikkat edilirse ben sadece ortaya gerçekleri koyuyorum. Osmanlı tarihini bilmeyenler şu yanlış düşünceyede kapılabilirler. Eskiden okullarda sadece Kuran ve şeriat okutuluyordu ve fen bilimlerine hiç yer verilmiyordu. Hayır . Atatürkün kendiside biliyorduki fen bilimleri her okulda okutuluyordu. Atatürkün istediği şey fen bilimleri ve güzel sanatlar yanında başka dinle ilgili hiç bir şey okutmayalım. Atatürkün istediği Kuran kurslarını ve İslama ait olan medreseleri kapatmaktı ve bunu yaptıda.
Benim kabul etmediğim şey şudur: İttihat ve Terakki, Atatürk ve Kemalistler Osmanlıyı teknolojiden ve bilimden uzak saymalarıdır. İslamı sadece hurafelerden ibaret ücube bir din olarak göstermeleri ve medeniyetin sadece Batıya uymak ve Batı gibi olmaktan ibaret görmeleridir. Cumhuriyet döneminde bile yapılamayan sanayii atılımlarını 2.Abdülhamit kendi devrinde yaparak teknolojiden ve bilimden uzak olmadığını, bilimi ve teknolojiyi bizzat kendisi desteklediğini açıkca ortaya koymuştur. Medeniyetin Avrupada olmadığını aslında Osmanlının medeniyeti Avrupaya götürdüğünü bu insanlar anlayamamışlardır. Osmanlı tekonolojiyi, bilimde ilerlemeyi kendi malı saymamış, bulduğu bir icadın üstüne patent koymamış ve Avrupalılara "buyrun gelin sizde öğrenin" demiştir. Atatürkün derin bir Osmanlı tarihi bilgisi olduğunu zannetmiyorum. Zaten asker olduğu için ve ömrünün çoğunu Osmanlı eyaletlerinde geçirdiği için ve orta yaşına kadar zamanında tek bilgi kaynağı olan kitaplara yani kütüphaneye olan bilgi erişiminin sınırlı olduğu kesindir. Osmanlı ve Araplardan nefret ettiği içinde zaten elinde imkan olsada Osmanlı tarihini okumazdı. Zaten eğer Atatürk Arap bilginlerinin isimlerini - bir ayıbımızdırki şimdiki insanlarımız bile bilmiyor- ve geçmişte ne yaptıklarını bilseydi, böyle düşünmezdi. Kimdir Cezire, İbni Sina?
şu günlerde önde gelen ve dünyaca tanınan Amerikan materyalist yani aslında Allaha inanmayan bilim adamlarının Kuranı incelemeleri(gökbilimci olsun, fizikci olsun) ve Kuranda bilim aramalarını Atatürk mezarından kalksa ve görse acaba ne derdi? Özellikle bilim dallarının teoriyle ilgili kısmında çalışan bilim adamlarının Kuranı incelemelerine dikkat çekerim. Atatürk mezarından kalksa herhalde şunu söylerdi: "şu Arabın safsatalarını(yalanlarını) ben anlamamışım, çok hafife almışım, meğerse hayatta en hakiki mürşit Kuranmış" derdi. Ve sonra şöyle derdi: "Ah şu Samsunda bana Vet tîni vez zeytûn suresini anlatmaya çalışan sarıklı hocayı dinleseydimde, Almanyada gördüğüm Fräulein(okunuşu Froylayn)ların dansına, giysisine gönül vermeseydim." derdi. Fräulein Almanca bir kelimedir ve genç kadın, kız manasına gelir.
Baki Sarısakal bu adı geçen sarıklı hoca hakkındaki bilgiye büyük bir ihtimalle Hakimiye Milliyeden ulaşmıştır. Hakimiyeti Milliyenin nasıl bir gazete olduğunu başka yazılarımı okuyanlar zaten bilirler. Sarıklı hoca hakkındaki kelimeler şunlar: Hanımın ve bir muallimin(öğretmenin) hitabesinden(konuşmasından) sonra salonda muallim(öğretmen) sıfatıyla hazır bulunan sarıklı bir hoca, bugünkü genç ve dinç mefkurecilerle(ülkücülerle) malum olan(bilinen) o mevhum(asılsız) membadan(kaynaktan) aldığı ilham ile manasız sözlerle hazıruni(program haricinde) işgal etmiş ve Vet tîni vez zeytûn ayeti kerimesini kendi zavallı kafasıyla teşrihe çalışmak(ilan etmek) istemişse de bunda muvaffak olamaması(başaramaması) haslet-i tevazuyla(alçakgönüllük huyuyla) hoş gören Yüce Dahiyi ayrıca bir mevzuya(konuya) sevketmiştir.
Son olarak bu adı geçen ayetin metnini açıklıyorum, Kuranda Tin suresi olarak geçer. Kuranda 95inci suredir.
Bismillâhirrahmânirrahîm Vet tîni vez zeytûn(zeytûni). İncire ve zeytine andolsun. Ve tûri sînîn(sînîne). Sina Dağı'na andolsun. Ve hâzel beledil emîn(emîni). Ve bu emin beldeye (Mekke şehri'ne) (andolsun). Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm(takvîmin). Andolsun ki Biz, insanı (nefsini), ahseni takvim içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak en güzele ulaşabilecek özellikte) yarattık. Summe redednâhu esfele sâfilîn(sâfilîne). Sonra onu, esfeli safiline (en sefil hale, nefsinin karanlıklarına) iade ettik (çevirdik). İllellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe lehum ecrun gayru memnûn(memnûnin). Âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve amilüssalihat (nefsi tezkiye edici amel) işleyenler hariç.İşte onlar için kesintisiz ecir (mükâfat) vardır. Fe mâ yukezzibuke ba'du bid dîn(dîni). (Ey insan!) Öyleyse bundan sonra sana dîni tekzip ettiren (yalanlatan) nedir? E leysallâhu bi ahkemil hâkimîn(hâkimîne). Allah, hakimlerin en güzel hüküm vereni değil mi?
Atatürkün Samsun ikinci ziyaretinin 22 Eylül 1924 nutkunun orijinali