• Konular – 
  • Hasan Aksay Eski devlet Bakanı

    doğum 1931, Osmaniye

    konuşma yasağı

    Milli Nizam Partisi Neden Kapatıldı?

    Milli Nizam partisinin açış konuşması. Bu konuşmadan dolayı partiyi kapattılar. O da var suçlar arasında. Ben, "Bütün milletimizin, bütün islam dünyasının ve bütün insanlığın hayrına olmasına Allahtan niyaz ediyorum" diye (partiyi) açmışım. "Islam dünyasına niye hayır diledin" diye bizi mahkemeye verdiler. Mahkemede bilirkişiye gönderdiler, bir doçente. Doçent bir rapor vermiş. Bu adamı 3 defa ağırlaştırmak lazım suçunu diyor (3 defa ağır cezaya çarpmak lâzim). Çünkü islam dünyasına diyor diye öbür devletlerden ayrı bir şey koyuyor araya. O bakımdan dini alet ediyor. Cezalandırılması lazım. ikincisi : Sıradan bir adam olarak söylemiyor bunu. Partinin genel başkan yardımcısı ve teşkilatlanma başkanı olarak söylüyor bu bakımdan da ağırlaştırılması lazım. Üçüncüsü : bunu lalettayin bir yerde söylemiyor, bir kongrenin açılış toplantısında, o kongreyi yönlendirmek için söylüyor. Bu bakımdan da cezalandırılması lazım. Böyle eften püften şeyler yani. Islam dünyasına iyilik dilemenin (cezâsı yâni), sonra bütün insanlığa iyilik diledik biz. Milletimize dedik baştan. Islam dünyasına ve bütün insanlığa. Evimize, mahallemize ve köyümüze hayır diliyoruz gibi bir şey bu. Ama bunu suç sayıyor adam.

    Ilk dönemler: faşist muhtar anlayışı

    Bir köydeki muhtar millete "gitmeyeceksin" dediği zaman, gidemezdin, çünkü muhtar gider şikayet ederse yiyeceği dayağı biliyor herkes. karakolda yiyeceği dayağı. Mesela şimdi âbim parti başkanı oldu. ilk (yaptıkları şey) bir köye gitmişler. Köye varıyorlar. Herkes câmide toplanmış. Meğer muhtar bir şey tebliğ edecekmiş. Onun için erkekler muayyen bir yaştan sonra herkes câmide toplanıyor. Neyse toplantı bitince âbim diyorki: "Biz Demokrat Partiyi kurduk. Arkadaşlar, biz sizinle konuşmak isteriz. Işte bizi dinlemek isteyenler dağılmasın. (sonra) bizde konuşalım" diyor. "Yahutta câminin dışında orada konuşalım. " diyor. Âbim bir, iki kişiyle gitmiş tabii. Muhtar diyor: " Hiç" diyor. " Buradan bir kişi ayrılamaz" diyor. " Sen geçersin o tarafa " diyor, " senin adamın varsa onlara konuşursun, yoksa burada bir kişi konuşamaz. " (Âbim) : "Kimse gelemiyor" diyor, yâni. " Sen" demiş, " git dışarda bir yerde otur, sana gelecek olsan gelsin. Zâten duvar falan yok diyor. Gittik dışarda oturduk.. Gelen yok, giden yok. Neticede bir 90 küsur yaşında bir ihtiyar bastonuna çökerek: " yeni destinin suyu tatlı olur demiş.Yâni yeni bardağın suyu tatlı olur" demiş, oturmuş, çamdan(odundan) su bardağı yaparlarmış (eskiden) o zaman (camdan) bardak falan yok öyle demirden yapılacak, ben bilirim onu, çamı(odunu) oyarlar içini, altına tıpa falan korlar, böyle balmumuyla sıvarlar kenarlarını, su koyarlardı. (ihtiyar adam) " Yeni bardağın suyu tatlı olur" demiş yanlarına gelmiş. (Ihtiyar adamın atasözüyle demek istediği : yeni kurulan demokrat partisini yeni bardağa benzetmiş ve yeni olan şeyler güzel olur demek istemiş). 1, 2 derken muhtarın yanında bir kişi kalmadı diyor, hepsi geldi biz konuştuk. şimdi hepsi gelmek istiyor, fakat 1 kişi gelemiyor yani. Onlar orada dakikalarca bekliyor. ihtiyar gelinceye kadar.

    Âşık Veysel Ankara'ya alınmıyor. 1940 ve 1950'lerde milletin fakirliği

    Atatürk Aşık Veysel'i Ankara'ya gelebilirsen, bir gel diyor, köşke(Çankaya köşküne) gel. Seni orda kabul edeceğim diyor. Aşık Veysel ordan (Sivas'tan) kalkıyor(yola çıkıyor), koskoca Cumhurreis gel demiş ben gidiyim diye geliyor oraya(Ankara'ya). Geliyor: ben Âşık Veysel'im. (Onu karşılayan jandarma veya hükümet görevlileri) Yok, bu kıyafetle giremezsin diyorlar. Atıyorlar onu (şehirden) dışarı. Bu (köylü) kıyafetiyle şehre adam almıyorlar. Bu milletin kıyafetiyle şehre adam almıyorlar.çünkü her taraf yırtık pırtık. Yâni ben ortaokula giderken biz o kadarda imkanlı bir aileyiz güyâ. (Ailemin) o kadar tarlası falan var.Ama bir tek üzerimde makine dikişi olan bir tek pantaolon, bir ceket yoktu. Hepsi elde dikilmiş şeylerle(elbiselerle) gittim ben şeye(ortaokula). Düşün(ün) ortaokula gidişimde 1947 falandı. Yunanistan'a Türkiye buğday veriyor. Türkiye aç. Yunanistan'daki (savaştan yeni çıkmış Yunan halkı) açları doyurmak için ismet paşa oraya buğday gönderiyor Yunanistan'a. Vapurlarla buğday gidiyor Türkiye'den. Türkiye'de ekmek karneyle. şeker yalnız memura (ve) karneyle (veriliyor). Memurada şeker vermiyorlar yani. Memurda ancak karneyle şeker alıyor. işte (Cumhuriyet) Halk Partisi 1950 öncesi. Bizim zamanımız, çocukluğumuz, gençliğimizin zamânı. Herkes üzümünen içerdi çayını falan. Bir kuru üzüm falan bulabilirse onu içerdi. Öyle üzüm bağı falan yetiştirmek o da bir mesele yâni. Çünkü yetiştirsen ne olacaki, satamaz(sın)ki.

    Câamilerin kapatılması

    O câmilerin kapatılması Avrupadan (gelen emirler veya anlaşmalar veya taklitten) değil, o Rusya'dan, Rusya'yı taklitten gibi geldi bana. Çünkü ben Rusya'nın eski başkenti Leningrad varya Leningrad'a gittim. Leningrad'da bir câmi var, çok güzel bir câmi. Müftülükde orda câmide. Leningrad çarlık Rusyasının başkenti. Leningrad çok lüks yapılmış, metrosu kristal, camlar falan. 4bin adanın üzerinde kurulu bir şehir. Ordaki câminin müftüsü Tatar(asıllı). Ben gittiğim zaman. Müftüyüde ziyaret etmiştim. (Câmiyi) ahır yapmışlar orda da. Dediki "başta askerler girdi. Ondan sonra depo yaptılar. Ondan sonra ahır yaptılar" dedi. "Ama diyor bu iş Türkiye'yle tam beraber oldu diyor. Türkiyede ne yapıldıysa ben takip ettim" diyor. "Burada ne yapıldıysa aynısı hemen Türkiye'de yapıldı" diyor. "Burada", diyor, "câmileri satmaya başladılar, orda da (Rusya- SSCB) satmaya başladılar". Meselâ bizim zamanınızda şu Sirkeci garının yanındaki câmi varya, orası eskiden câmii, orayı satmışlar bir Ermeniye. Câmiyi müslüman almıyor, satın alıpta orayı meyhane falan yapmıyor. Onlar(gayrimüslimler-Ermeni, Yahudi) alıyor. Oradaki (câmide), tam mihrap bölgesinde dans oynatmışlar, kadın oynatmışlar. Çıplak kadın oynatmışlar. Bar yapmışlar orayı. Barda kadın oynatmışlar mihrapta. Senelerce. Yâni öyle hakaret ediyorlar. Mesele Islamdan vazgeçirmek.

    Islami eğitime baskılar

    Yâni bu Kuranı Kerim yasaklaması öyle bir yasaklama ki. Babam rahmetli gizli gizli adam yetiştirirdi. Yâni okutur, zâten onun bir kütüphane odası vardı. Bizim o duvarlar bütün kitaptı. Orda hep kendisi çalışırdı. Koltuğu, sandalyesi, masası herşeyi ordaydı. Yatağı bile vardı o odada. (Kendisi) Hep o kitap odasındaydı. Orada adamları okuturdu. Okuttuğu adamlar bir yere geldiği zaman, (onlarda) bir kabiliyet gördüğü zaman derdiki: "Bak sen artık bu Islâmı öğrendin. Öğrendiğin ilmi müslümanlara öğretmek senin için farzdır. Başka da adam yoktur. Farzı kifayedir. Sana farz oluyor bu". Mahmut efendi diye birisi vardı. Yayla kısımları öğretmeye müsait yerlerdi. Kimsenin fazla gittiği yerler değildi. Yazın gidiliyor. Yerleşik köylü de varda, az. O (Mahmut Efendi) okutuyor, (Cumhuriyet) Halk Partililer gidiyor, şikayet ediyorlar. Jandarmalar geliyor bunu götürüyor. O karakolun kömürlüğüne atıyorlar bunu. Orda bir gün kalıyor. Ondan sonra "oğlum" diyor, "bundan sonra okutup falan etme. Kimseyi okutma". diyor bırakıyor onu (jandarma komutanı). Bu (Mahmut Efendi) gidiyor, yine okutuyor. Babam demişki ona, çünkü başkaları zaten yok, müslümanlarda bilmiyor. "Senin (insanlara) öğretmen (olman) farz". Babamın kendisi de dolaşıyor zaten(okutmak için). O gene(yine) öğretince gene(yine) atıyorlar (karakol kömürlüğüne). Bu sefer 2 - 3 gün kalıyor. Çıkınca diyorki: Nahiye müdürüde namazlı bir adammış. Ona diyorki: "müdür bey sende namazlısın, ben de namazı öğretiyorum. Beni içeri atıyorsunuz." (nahiye müdürü) diyorki: "Oğlum ne yapıyım.Ben senin için (uğraşıyorum). şimdi bir gavur gelir, sana iyice eziyet eder. Seni mahveder. Kolunu kanadını kırar. Ben hiç olmazsa seni kömürlüğe atıyorum aklın başına gelsin diye. Birinde 1 gün yattın, bu sefer 2 - 3 gün yattın. Geleckte daha çok yatıracağım seni" diyor. Mahmut Hocada diyorki : "Yav o zaman müdür bey şöyle yapsak olurmu? Sen bana bu Halk Partililer şikayet edince haber göndersen, ben elifbaların hepsini kaldırsam. Madem bunlar namazı öğretmeye bir şey demiyorlar. Ben sadece namazı öğretiyordum, bir kağıt falan yok, öyle bir kitap yok desem. Sen gelsen doğrudan jandarmaların başında. Bulamayınca bunlara(şikayet edenlere) çıkışsan, siz hükümetimi oynatıyorsunuz(alay ediyorsunuz) diye". (Müdür:) "yav iyi düşünmüşsün Mahmut Hoca" diyor. "Tamam", diyor, "ben sana böyle bir haber göndereyim. Sen hiç(ortada) elifba, yazılı birşey bırakma(topla) okuttuğun yerde". "Biz", diyor, "jandarmayla etrafı kuşatalım. Hiç kimseyi kaçırmadan. Sen çocuklarıda gönderme. Hepsi orda olsun. Biz baskın yapalım", diyor. Hakikaten, nahiye müdürü başlarında bütün jandarmalarla geliyor, bir basıyorlar Kuran kursunu. Ondan sonra, şikayet edenler orada tabii. (Müdür:) "Lan", diyor, "hani bana Arapça öğretiyor, Kuran öğretiyor falan diyordunuz. Namussuzlar siz hükümetimi oynatıyorsunuz (alay ediyorsunuz), devletimi oynatıyorsunuz? Hepinizi içeriye atarım, yakalarım da bilmem ne yaparımda". Bunlara bir bağırıyor, çağırıyor. Ondan sonra hiç şikayet kalmıyor. Mahmut Hoca da bunlara öğretiyor. Yâni müslümanlık geri olmasın(geriye düşmesin). Meselâ babamın emeklilik edilişi, sonra bakan olduktan sonra, sicilini gördükki vâli yazmış: "bu tam şeriatcı bir adam. O bakımdan mutlaka hemen şey yapılması(tedbir alınması) lazım". Vâli: "derhal (görevden) alınması lâzım" diyor. Yoksa o yüksek medrese mezunları eğer dini bir hizmet yapıyorlarsa bir yerde, orda ömürlerinin sonuna kadar devam edebilirler(dîne hizmet edebilirler). Bunun devâmını kesiyorlar.

    Arapça yasağına tepkiler

    Peygamber efendimizin hicretinin 1400üncü yılını anmak için bir dernek kurmuştum. Takat tarihi anma derneği. 15 kişiyle(beraber). 3 tâne vâli. 4 tâne milletvekili. Eski milletvekillerinden, bende o zaman bakandım. Ilk defa Türkiye'de Arap harfleriyle yazı yazmayı o mecmuada çıkardım. O mecmuanın yarısını, Takat(derneği) mecmuasının, Hicret adında bir mecmua. ilk (olarak) o yasağı Allahaşükür biz bozduk. Hatta ben Ankara üniversitesi Talebe Birliğindeyken beraber çalıştığımız bir mühendis arkadaş vardı. O da mühendislik okuyordu. O fakültenin temsilcisiydi. O sonra, ben bakanken, o basın yayın genel müdürü olmuştu. O beni dâvet etti. Dediki (bana): "Yav abi ben size varmaya(gelmeye) korkuyorum. (çünkü) bastırırlar (şikayet ederler) öbür taraftan(CHP zihniyetinden olanlardan) " derdi. "Yâ Hasan arkadaş, sen gelde biz burda çay içelim" dedi. "Teşekkür edeceğim sana" dedi. Ben dedim: "Sen bu mecmuayı çıkarıncaya kadar biz Arabistan'a gönderdiğimiz tanıtım bültenlerinde(broşürlerinde) bile, turizm bültenlerinde(broşürlerinde) bile ingilizce yazıyorduk. Arapça yazamıyorduk". çünkü o Arap harflerini kullanamıyorduk. "Sen şu mecmuayı çıkardında (rahatladık) ". O mecmuayı çıkarmak için Abdurahman'ı gönderdiydik herhalde. Özkan varya Milli Gazete'de halen yazıyor, Zeki Ceyhanla. Ondan sonra Zekiyi gösterdik o da olmadı. Sonra Abdurahman'ı gösterdik. Bak(Bakınız) bu imam hatip mezunudur. (bu insan) orda(imam hatipte) Arapça okumuştur, Kuran okumuştur falan.Onu da kabul etmediler. Neticede ben ilahiyat fakültesi diplomasını koydum. Onu da kabul edemeyiz diyor(devlet yetkilileri) (Arapça broşür çıkarmamak için). Niye devlet imtihanına girmesi lazım. Yani bir adamın farzedelim ingilizce mecmua, gazete çıkarmak için burada mecmua çıkarmak için ingilizce bildiğine dair devlet imtihanları açılıyor. Onlara girmesi lazım. Eee ingilizce (imtihan) açıyorsunuz, (fakat) Arapça açmıyorsunuzki!. Böyle Arapça imtihanına girelimde kazanalım. onun için ben ilahiyat diplomasını koyuyorum. ilahiyatda Arapça okuduk. onun için (bu Arapça imtihanını) çıkardık. Bizde milletvekili olduğumuz için bize seslenmediler(karşı çıkmadılar). Öyle gitti yani.

    Adâlet partisine oy verdikleri için tutuklananlar

    Mersin'in bir kazâsı. Bunlar(seçmenler) silme(topluca) Demokrat Parti'ye oy verdiler diye, bunlar tamamen memlekete isyan ettiler diye ağır cezaya(mahkemesine) verdiler. Ama Mersinlileri, Mersin ağır cezaya(mahkemesine) getirmediler. Mersinlileri, Konya ağır cezaya verdiler. Milleti jandarmanın önünde yürüterek götürdüler Konyaya kadar. Böyle zulm ettiler millete yani.

    Celal Bayar'ın mehter takımına tepkisi

    Bize Sebîlürreşâd mecmuası, Büyük Doğu falan, çocukluğumdan beri babam aboneydi.Onlar ilk gününden beri (evimize) gelir. Bize gelen Sebîlürreşâd ın bir sayısında Peygamber efendimizin hayatını tefrika etmeye başlamışlar. Hemen o zamanki basın yayın genel müdürü Vedat Nedim Tör, hiç unutmuyorum onu, onun yazısını bir çerçeve içerisinde(saklıyorum). Diyorki: "Biz gençliğimizin kafasında bir dini (zihniyet) konmasını(gelişmesini) kesinlikle istemiyoruz. Bu bakımdan derhal bu tefrikanın kesilmesini(durdurulmasını) (sağladık)".Yâni Peygamberin hayatını yazmayı kesiyorlar. Demin(az önce) Celal Bayar'ın namaz aralığı için ne yaptığını söyledim. şimdi Celal Bayarın bir şeyini daha söyleyeyim. Ben ilahiyat fakültesinin talebe cemiyeti başkanıyım. Ankara üniversitesi talebe birliğinde kültür kolu başkanıyım. Türkiye Milli Talebe Federasyonu'nda da yönetim kurulundayım. Zâten hep cemiyet başkanlığına devam ettim. Her ay biz harcırahla Istanbul'a gidiyoruz. Toplantılara gidiyoruz. Giderken telefon ediyoruz. Meselâ diyoruzki: o zaman istanbul valisi Fahrettin Kerim Gökay, hem vali, hem belediye reisi.(Ve tabiiki her vali gibi CHP üyesi). Her vali o zamanlar tayin ediliyor, her vali o zamanlar aynı zamanda belediye reisi. şimdi telefon ediyorsun. orada vilayette(valilik binasındaki) adamlar Gümüşsuyu'nda 3 gün kalacağız. 3 günlüğüne orada bize yer ayırtıyorlar. Buraya geliyoruz orada 3 gün yatıyorsun. Idare heyetiyle toplantılar yapıyorsun. Celal Bayar gençlik teşkilatıyla, federasyonla çok ilgilenirdi. Biz Istanbul'da olduğumuz zaman Florya köşkünde ziyarete giderdik. Ankara'da da doğrudan Çankaya'ya davet edilirdi, federasyon. Arada bir Celal Bayar bize telkinde bulunur falan. Öğlen (saat)birde yemek verirler, yemek yeriz. (Biz planladık) birde hediye götürelim. Ne götürelim?(diye düşündük). Talebeler olarak, işte Demokrat Parti gelmiş, müslümanlık (geri) gelmiş falan zannediyoruz. Diyoruzki: mehter takımı kuralım. iyi nasıl edelim? tabii onun bir takım imkanlarıda olacak. Önce (bu tavsiyeyi) söyleyelim. (Celal Bayar) imkanları versinki, nereden temin edecekler bunu, hangi bankaya söyleyecekler. Bunların elbisesi falan. Gittik, Çankaya'ya davet edildik. Vardık. Çankaya'da çay, kahve içiyoruz. Orada bizim arkadaş kalktı, başkan (olan), daha yemeğe geçmedik tabii. Sonra Celal Bayar geliyor. Pastalar falan veriliyor, sabah (misafirler) gelince. Yemeğe geçmeden önce. Nihayet yaver geldi. "Cumhurbaşkanı geliyor" dedi. Biz toparlandık. Cumhurbaşkanı geldi. (Başkan) arkadaş kalktı. Dediki: "Efendim bir hediye de biz getirdik size". (Cumhurbaşkanı sordu) "Ne getirdiniz?" (Başkan:) "Mehter takımı." Vay, öyle bir kızdı, öyle bir kızdı ki. Bir o tarafa gidiyor, bir o tarafa gidiyor(volta vuruyor odanın içerisinde). (Cumhurbaşkanı:) "Biz sizi Atatürk gençliği zannediyorduk. 500 sene öncede ne arıyorsunuz. Bilmem ne yapıyorsunuz". Bağırdı, çağırdı, falan. Savuştu gitti. Arkadan yaver geldi. Dediki: "Toplantı bitmiştir".yemeğe falan gitmeden, biz aldık artık (alacağımızı). Ilk defa yemeğe davet edilip yemek yemeden çıktık gittik yâni. Bütün bu hâdiselerden sonra görüyorumki, şu anda olan hâdiselerden de görüyorumki, bu iş yukarıda Lozan'da falan bir yerde şartlaştırılmış ve çemberin dışına çıkılamıyor. Bir gün çıkmak zorunda millet yani. Bir gün ümmet bunun dışına çıkmak zorunda.

    Merhum Adnan Menderes'ten hâtıralar

    Rahmetli Menderes'te bu memleket için çok çalıştı hakikaten. Ben onu şeydende tanırım. Biz fakültedeyken bu Tevfik Ileri ve Menderes bize çok yardım ettiler. Menderes bizzat çok alâkâlandı ama Menderes bizimle alâkâlandığını göstermekten ciddi şekilde korkuyordu. Yâni ilahiyat talebe cemiyeti olarak bizi kabul ediyordu ama farkındaydıkki bizi ancak gece kabul ediyordu. O zamanlar (Ankara)Ulus'ta bir mâliye bakanlığı vardı. O mâliye bakanlığı daha önce başbakanlık binâsıydı. Yâni Sümerbank'ın hemen arkasındaki binâydı başbakanlık binâsı. Meclis binâsının önünde o Ulus'taki. Başbakan bizi oradan başka bir yerde kabul ederdi. Başbakanlıkta kabul etmezdi. Gece kabul ederdi. 1951-1955 arası. Ben 1951de ilahiyat fakültesine girdim. O sene cemiyet başkanı Hulusi Özkul'du. Yâni 3.dönem talebesiyiz, Ankara ilahiyatın. Ben genel sekreter oldum o sene. Talebe cemiyetinin merkezi fakültede değildi. Vermemişler yer, çünkü fakültede yer yoktu. ben milletvekili olduktan sonra yaptırdı bu ilahiyat fakültesini.

    Merhum Adnan Menderesten hatıralar

    Rahmetli Menderes'in gece çalışmasından bir tâne misal vereyim. Biz sabah namazına giderken yollar kalabalık olsun, millet namaza gidildiğini falan görsün, Ramazanda yurtta özellikle sahura kalkınca , câmiye gidelim diye Kurtuluş câmiisine gelirdik. Kurtuluş Câmiisine gelirken, (bizim) yakında câmii var ama, biz birazda uzağa gidelimki namaza gidildiği belli olsun, (sahura) kalkanlarda heveslensin diye. Öyle fakültede bir kaç arkadaş olsun giderdik. Böyle (ağzımızda) ilahi de mırıldanarak. Sabahleyin geldiğimiz zaman Kızılay yolu daha yeni açılıyordu. Cebeci'den Sıhhiye'ye bir yol vardı. Ama Kızılay'a yoktu. Oralar tarlaydı. Kurtuluş Câmiside boşlukta (tarlaların içinde) yapılmıştı. Menderes rahmetli, namazdan çıktığımız zaman, o yolu teftiş ederken görürdük çoğu zaman. O heyecanlanıyordu, memlekete bir yol yapıyorum diye. Bir şey yapıyorum diye, onun heyecanını duyuyor, ve o zaman için o yol büyük bir işti. Oraya böyle bir yol yapmak. Bir yere asfalt dökmek falan. Görülmüş şey değildi o zaman. Nihâyet yol yapmak deyince yola taş döşerlerdi. Millet çamura batmasın diye. Millet o taşların üzerinde yürüsün. Menderes o yolu yaparken sabah namazında o (şantiyeye) gelirdi. Orada muhabbet edilirdi. "Efendim sizi görüyoruz, çok memnun oluyoruz" falan diye biz sokulurduk(Menderes'e). O da çok memnun olurdu tabii. (Menderes sorardı:) "Ne yapıyorsunuz çocuklar?" (Biz) "işte burdaki câmiye gidiyoruz.şimdi câmiden çıktık." o çok memnun oluyordu. (Menderes:) "Nerede okuyorsunuz"? Talebe olduğumuz belli. "ilahiyatta" deyince çok memnun oluyordu. Sonra randevu istediğimiz zaman veriyordu (randevu veriyordu) ilahiyata. Başka fakülteler (randevu) istiyormuydu, onlara veriyormuydu, vermiyormuydu, bilmiyoruz, ama öbürleri cumhurbaşkanlığına gidiyordu. O zamanki nesil Islâmı nasıl bilecek, ancak bilebildiği kadardı. (Menderes) 1950lerin adamıydı. Milletvekiliydi. O(Menderes) tam ittihat ve terakki sonrası, Halk partisinin yetiştirdiği insandı. ittihat ve terakki zamanında yetişmiş bir adam değildi. O dönemi tam kıyaslamak biraz zor. Ama Özal, Erbakan ve Tayyib Beyde meseleyi bugünkü insana anlatmak daha çok kolay. Bunlar arasında ciddi bir fark yok. Temelde hiç bir fark yok.

    Osmanlının itibarı
    Osmanlı'nın olduğu yerde Osmanlı konuşur

    Ben bakanken uluslararası bir konferans var Pakistan'da. Gittik, Lahor'da başladı konferans. Lahor'dan sonra bir kaç gün konferanslar yaptık. Hepsinde başkan olarak beni başkan yapıyorlar. Halbuki bu uluslarası bir konferans. Bende utanıyorum. Orada birçok ülkeden gelmiş bakan var. Vezir var, krallıklardan gelmiş vezirler var. Ama hepsinde beni (başkan) yapıyorlar. Ben hepsinde utanıyorum. Ne yapayım, bir defa söylüyorlar, mecburi ben çıkıyorum o kongrenin başkanı olarak, konuşmacı olarak hep ben öndeyim. Azad Keşmir'e gittik. Keşmir ikiye bölünmüş. Bir kısmı Hindistan'ın işgalinde, bir kısmı azad Keşmir, hür Keşmir yani. Keşmirin cumhurbaşbakanı bizi bir barajın üzerinde karşıladı. şahane bir yer. Dağların üzerinde, Himalayalar. çok yüksek dağlar, her taraf çiçek, güzellikler. Cumhurbaşkanı konuşuyor, hariciye bakanı benim yanıma geldi gene(yine). Biz orada Keşmir'de 7 bakanız. Ben hariciye bakanına dedimki: Cumhurbaşkanına hitabı sen yapacaksın. işte buraya gelmekten memnunuz diyeceğiz. Ben dedimki: "Sayın bakan, burada bak 7 bakanız, islam üleklerinden (gelen), Kâbe'nin veziri bakan da burada, Kâbe hepimizin kâbesi. Buradada Kâbe'nin veziri konuşsun" dedim. Adam, Cumhurbaşkanının karşısında tam konuşamıyor tabii. Benim omuzuma bir vurdu. "Osmanlının olduğu yerde Osmanlı konuşur" dedi. Türkiye'nin sorumluluğuda böyle bir şey. Allah şükür şimdiki arkadaşları söz dinliyor diye görüyorum.

    Psikolojik baskı

    .....(Kendince)Yapılması gereken işi yapıyordu (Cumhuriyet) Halk Partisi. Sadece karşı taraf(dindar,muhafazakar) ümidini kessin, sinsin diye böyle şeyler yapıyordu. Mesela Merve Kavakcı için meclise gelmedende Merveyi diskalifiye edebilirlerdi. Asgariden o zaman bu işler mümkündü. Usandıklarını değiştirirlerdi. Nitekim istedikleri yerde değiştirdiler. 1960larda, 1970lerde. Mecliste bütün Halk Partisi milletvekilleri ayağa kalkıp "dışarı, dışarı, dışarı" diye bağırdılar. (CHP) azınlıktaki bir milletvekili grubu, meclisin büyük çoğunluğu (da) orada. Meclise rağmen bunlar(CHPliler) dışarı dışarı deyip bir milletvekilini atıyorlar. Bir milletvekili nasıl (meclisten dışarı) atılır. şimdi bir milletvekilinin sözünü kessen o milletvekili "vay, sen benim sözümü kestin" diye bar bar bağırıyor. Adam kıyameti koparıyor. Bana söz vermedi diye kıyamet koparıyor. Bunun(Merve Kavakcının) milletvekilliğini kaldırıyorsun sen. Ne için? Başında örtü var diye. Hiçbir suçu yok. Mesela Abdullah Gül cumhurbakanı adayı olduğu zaman : "Yola yatacağız, Çankaya'ya çıkarmayacağız. Başörtülü oraya çıkamayacak" diye. Bağırdılar, çağırdılar. Eller kaosa kalktı. Meclis 410 rey ile başörtüsüne izin vermiş. Adam(CHP) bunu saymıyor.Hani siz meclis itibarlı olsun diyorsunuz. Size geldimi, kendilerinin yaptığı bir işte. Adam bizzat kanunsuz zulüm yapmak istiyor, hiçkimse cesaret edemesin diye. Milletin cesaretini kırmak için yapılan işler var. Yani haksızlık yapmadığım sürece kimse bana haksızlık yapmaz meselesini ortadan kaldırmak istediler.

    Sakallı bakan

    Hacı Abdurrahman Özbek Bey var. Bizim Milli Nizam'da(Partide) il başkanımızdı. Diyarbakır'dan. Zengin bir adam, yaşlı, sinirli, tatlı, hoş bir adam. Böyle cömert. Sağlam müslüman. (Ben bakan olunca) Beni tebrike(tebrik etmeye) geldi. Beni görünce gözlerinden böyle yaşlar aktı, bakanlıkta. (Ben sordum:)"Yav ne oldu Kadir Bey", falan? (Hacı Abdurrahman) Özbek'ti galiba. Abdurrahman bey dediki: "Ya Hasan Bey bir şey hatırladım şimdi. Bir vâli vardı bizim orda. Bunlara çok işimiz düşüyordu. (Yardıma muhtaç)Fakir oluyor, ne oluyor, onu gidip kurtarıyoruz. Kendi işimiz olmasa bile, işte memleketin ileri gelen adamı olarak (vatandaş) geliyor bizden rica ediyor. Çocuğum düştü (hâli kötü, bir çare bulun) diye". "Onun için mesela bana vâli diyorki: Diyarbakırspor'a 50bin lira ver diyor". "Veriyorum" diyor. "Onun için de vâli beni çok tutuyor, çok seviyor. Bir gün dediki:" diyor."özel kaleme (Hacı Abdurrahman) Özbek Bey gelince şöyle yap. Sen nasıl içeride yoksa kapıyı çalınca giriyorsan özel kalem olarak, Abdurrahman beyde kapıyı çalsın girsin. Telefonla özel olarak izin almana gerek yok. Kapıyı çalsın girsin. şimdi birinde de babamı da (vâlilik binasına) götürdüm" diyor. "Tabii babamdan önce girecek değilim ya, kapıyı çaldım gir deyince" diyor, "babamı sürdüm ileri" diyor. "Babamı görünce, (babam) sakallı" diyor. "Bura ahır değil çık dışarı!!, falan diye bir bağırdı ( kalem müdürü). Allah, Allah" diyor. "şimdi ben orada (kalakaldım)" diyor. "Babamı bıraksam, babamı bırakamıyorum. içeri girmesem "eşeğoğlu eşek sen nereye gittin" diyecek bana" diyor. Bu sefer bu namussuz namussuzlanır diye korkumdan ne yapacağımı şaşırdım" diyor. "Orada o şaşıran adam gözümün önüne geldi" diyor. "Yav biz ne yapmışız" diyor, "biz sadece bir parti kuruyorduk zannediyorduk" diyor, "sakallı adamı getirip Bakanlığa oturtturmuşuz" diyor. "Onun için" diyor, "sevincimden gözyaşım geldi" diyor. Ben ağlıyor zannettim, niye ağlıyorsun dedim, o sevinçten ağlıyormuş(benim sakalımı görünce). Onun bir hikayesi daha var. Yâni bu millet neler çekti. Milletin çektiği öyle dille anlatılacak bir şey değil çünkü.

    Merhum Adnan Menderes'in mücadelesine saldırılar

    ....Seçim sırasına(zamânına) gelince meselâ köylere gidip o zaman ihtilali(27 Mayıs 1960 darbesini) yayma komiteleri kuruldu. Seçimden epey önce. kaykamakın başkanlığında. O zamânâ kadar kaymakam bize derse giriyordu. Fransızca derslerine giriyordu. Ve bütün teneffüslerde "müdür bey ben senin sohbetini seviyorum" diyor, benim odaya geliyordu. Bir çay, kahve içiyoruz. Lise müdürüyüm orada. Osmaniye'deki lise. Bu özel lise. muadeletim, falan kabul edildi. Kahve içiyoruz gidiyoruz. ihtilali yayma komitesinde bizde o komitenin üyesiyiz, lise müdürü varsa eğer, (doğrudan ) lise müdürü de oranın(komitenin) üyesi. Ben de gittim. Kaymakam yekten dediki: önce düşükler(tâbirini) kullanalım aleylerinde(Demokrat partinin). şimdi köylere gönderiyorlar. Adalet Partisi ilçe başkanını bile gönderiyorlar. Nasıl gönderiyorlar? Komitede, bende onun üyesiyim, diyorsun kaymakamlığın kaç tane arabası var? 5 tâne. 3 tânesi cumartesi pazar idare eder. Yâni acil vakalarda, 2 tânesini (propaganda için) koyalım. Jandarmanın 10 tane(arabası) var, 7 tanesi onlara yeter 3 tânesini(propaganda için) koyalım(ayıralım). polisin 5 tâne var, 2 tânesini koyalım. Kaç (toplamda) araba oldu? 10 oldu. 10 kişi seçiyorlar. Köylere gönderiyorlar. (şöylesi bir propaganda:) Bu Demokrat Parti haindi, yıkıldı gitti, iyi oldu. iyiki ihtilal oldu. ihtilali anlatıyorlar. ihtilali anlatıyorlar. Adalet partisi başkanı eski belediye reisi, avukat, onu bile gönderiyorlar. Beni de böyle köylere göndermek için kâtibe bir kağıda maarif müdürü yazdırıyordu. Maarif müdürü yaz dedi, kâtibe. Önce düşükleri kendi aleyhlerinde konuşturalım, kullanalım. Yaz, (düşüklerden)Hasan Aksay'ı yaz dedi. Yazdılar bizi. Bizde ne diyelim artık orda milletin içinde bize düşük kuyruk diyor, bizde çıktık gittik(propaganda komitesini terkettik). Bir daha da (ihtilali yayma komitesine) gitmedim. Kaymakam da bir daha bir şey demedi bize.

    Soyadı kanunu ile bölünen aileler.

    ......Yüksek Seçim Kurulu başkanlığı da yaptı. Yargıtay üyesiydi. Tufan Alhan diye birisi. Sonra soyadı(kanunu) çıkınca Fettahoğlu ismini hiç birimize almamışlardır. Fettahoğlu ismi sonradan mahkeme kararıyla alınan isimler bir kısım arkadaşların. Yoksa 2 kardeşlerin soyadlarını bile ayrı koymuşlar. Aileyi dağıtmak için yâni. Bir kısmına Türker demişler, bir kısmına Alhan demişler. Amcamın soyadı Algan, bizim (soy)adımız Aksay, dağıtmışlar yâni. Aileden korkmuşlar.

    Kıyafet yasağı

    Mesele (halkı) korkutmak, sindirmek. Böyle sindirmişler yâni. (iskilipli)Âtıf Hocayı asmışlar. ( îdam sebebi)daha önce yazdığı bir kitaptan dolayı asıyorlar. Senin (yeni) çıkardığın kanun yokken yazılmış, bu suç olmazki. Hani Erzurum'lu bohçacı kadını şapka kanunundan dolayı idam etmişler. "şapkayı niye giymedin?" diye (soruyorlar) "Ben kadınım, şapka giymek mecburiyetinde değilim" diyor. Feryat ediyor. Ama kimsenin dinlediği yok. "Asalım da sonra bakarız" diyorlar. Asıyorlar sonra bakıyorlar. (Kahraman)Maraş'ta bu terör estirme mi nedir. Konya, maraş vesaire bâzı özel iller var. Mesela Kastamonu müslümanlığa daha fazla(alâkâlı) iller. şapkayı onun için Kastamonu'da giydi(Ataput). Biz ta Demokrat Partisi zamanında (bile) 1951de şapka giymeye mecburduk. Okulda. Maraş lisesi Ahırdağlarında Almanlar orda varmış. Alman sağlık ekipleri falan gibi. Yardım ekibi gibi. Alman binası. Orası sonra lise olmuş. Devletin hâlâ bir ortaokul yapacak imkânı yok. Cumhuriyet Halk Partisi zamanında 30 senede. 15 milyon genç yaratmış, ama bir ortaokul binası yapamamış. Almanlardan kalma bir bina ortaokul olmuş. Biz ortaokula Almanların binasına gidiyorduk. şapka uçar(rüzgardan) oraya giderken. Öyle bir rüzgar varki, Ahırdağlarından esen rüzgar diye türküleri var. Ahırdağlarından fırtına eser. Böyle Maraşın üstüne. Ve şapka uçar gider.şapka gider okula almazlar. Alman binası, etrafı surla çevrili. Bir (giriş)kapı var. Kapıdaki memur: "şapkan yok" diye içeriye girdirmez. Kravatın yoksa içeri girilmez. Herkesin kravatı vardı. (Boynu) naylon, onlar acaip bir şeyler tabi. (Arkadan) lastik bağlı. Yakasının altından lastik geçer buraya kravatı lastikle geçirirsin, naylondan bir kravat. Öyle naylon kravatlarla ortaokula gidilir(di). Ortaokulda yokki, çoğu ilde, ilçelerde ortaokul bile yok. Koca Ankara'da, başşehirde, 2 tane lise olursa (başka yerleri siz düşünün). Bugün adımını atsan üniversitelerin üstüne basıyorsunuz. Her yer üniversite oldu.

    Ben liseye geldiğim zaman 1948'de Ankara'da iki tane lise vardı. 1. Atatürk lisesi 2. Gazi Lisesi. Koca Ankara'da başkentte - birde TED- vardı ama bizim Türk Eğitim Derneğinin TED - Hatta âbimin evi Atatürk Lisesine yakındı. Oraya gittik, orayı fazla disiplin yok diye abim beğenmedi. Biz Gazi Lisesine gittik oraya kaydettirti (beni). 1947 -1948 o yıllar.

    Dış güçlerin baskısı değil, CHP ve masonik devletin baskısı

    Menderes değildi maksat. Maksat Menderesle(yapılanlarla) müslümanları korkutmaktı. Siz müslümanları biraraya getirirde (ortak) iş yaparız zannediyorsanız, bunu yapamazsınız. Bak Cumhurbaşkanına bir şey demiyoruz. O iş oradaki adamların kararı değil. O karar başka yerden geliyor. Hani (Yassıada) mahkeme başkanı dediya. "Sizi buraya getiren kuvvet böyle istiyor. Ben ne yapıyım. Ben adalete dayanarak bu kararı vermiyorum, sizi buraya getirenler böyle istiyor."

    Dini Eğitimin Yok Edilmesi

    O devrin yetiştirdiği adamlar, herkesi kendisini yetiştirdiği devir içinde ele alacaksın. Bizim akrabadan bir tanesi vefât etmiş. Ben de oradaydım, cenazesine ben de gittim. (Bundan) 3 -5 sene önce (yaklaşık 2014 civarı).Orada Kuranı Kerim okunuyor. Belediye reisi var, kaymakam var. Ne kadar erkan varsa hepsi orda. Jandarma komutanından tut hepsi. Kuranı Kerim okudu bir tanesi. Ben çocuğu taltif etmek(övmek) için, (kendisi) genç bir çocuk, dedimki: "Allah razı olsun, ne kadar güzel Kuranı Kerim okudun", gerçektenden güzel okudu yâni. Biz ilahiyat fakültesi mezunuyuz ama, babamızda müftü ama, böyle güzel Kuranı Kerim okuyamıyoruz. Çünkü baba evladına öğretemiyor bu işi. Bir hocadan öğrenmek gerekiyor. Mekteb istiyor. Biz o yasaklar dolayısıyla, liseyi bitirinceye kadar elifba dememiz mümkün değildi. Ilahiyata(fakültesine) gittikten sonrada 4 senede 36 saat din dersi gördük. Başka din dersi görmedik işte. Felfese falan okuduk yâni.(Okuduğumuz) dinler tarihi, tefsir, vesaire onların(dinlerin) sistemini okuduk yâani. Sonra, Elhamdülillah, giderek ilahiyatlar düzeldi(gerçek) ilahiyat oldu, yahut imam hatiplerden gelenler girince (ilahiyatın) tabanı oldu. Bizde liseden gelen talebeler olarak zaten biz fakülteye geldiğimiz zaman şükrü Bey diye değerli bir genel sekterimiz vardı. Bize dediki. "Kaydetmiyorum sizi" dedi. Abdülkadir Kocamanoğlu'yla beraber. Gittik ikimizde ortaokul birinci sınıfta beraber iftihara geçtik, ta üniversitenin sonuna kadar hep aynı sırada oturduk. Hep çalışkandık, o benden biraz daha çalışkandı. Fakülte birinci sınıfta not ortalamamızı 25% tutturduk, 10 puanımız 8 ve 9 puana göre daha az. Ondan sonra ben cemiyetle uğraşınca benim notlarım daha çok düştü. Abdülkadir öyle gitti. Sonra o yüksek lisan enstitüsünde başmuavin olmuştu. Rahmetlinin vefâtında da (ölüm halindeyken) başında ilk bulunan ben oldum. Ölüm hâlini yakınlardan tanıyan tek ben oldum. Böyle bir arkdaşlığımız vardı (Abdülkadir Kocamanoğluyla). (Fakülte genel sekreteri şükrü Bey bize): "ikinizi de kabul etmiyorum(kaydetmiyorum). Siz gidin. Buranın ne olacağı belli değil", dedi. Ne olacak, nerede iş bulacak. Hiçbirisi belli değil. Daha ilahiyat fakültesi, imam hatipler de yok. Ama siz bu diplomalarla, o zaman bir mezuniyet lise diploması var, birde olgunluk imtihanı var, üniversiteye girebilmek için. Biz liseyi, olgunluk(imtihanını)da gayet iyi vermişiz. Ikimizinkide çok iyi derecede. (sekreter bize:) "Siz gidin mühendis olun, tıbba girin, siyasete girin. Bu diplomayla hepsine girersiniz" dedi. "Sizi kaydetmiyorum". (Biz dedikki:) "Yok efendim biz buraya kaydolacağız". (Sekreter:) "Etmiyorum" ( (Biz:) "Edersin". (Sekreter:) "O zaman beni fazla meşgul etmeyin. Bugün gidin yarına kadar iyi düşünün. Ananızla, babanızla konuşun. Oğlum, burdan çıkınca ne olacağınız belli değil. Siz çalışkan talebelersiniz.Gidin memlekete, millete hizmet edecek bir yere girin. Doğru dürüst bir şey olun, falan". dedi. Biz gittik sabaha kadar otelde yattık. Sabahleyin gene geldik. Dedikki: "Biz buraya kaydolmak istiyoruz". Öyle kaydolmuştuk yâni.

    Demokrat Partiye verilen oyların suç sayılması.#

    ısparta'nın Senirkent'iyle Mersinin Arslanköyü. Bunlar(bu yerleşim yerleri) 1946da (yapılan) seçimde) Demokrat Partiye tam rey(oy) vermişler. Hepside Demokrat Partiye vermiş. Böyle olunca Mersin'i isyan (çıkardı kararı verdiler). Ağır ceza (mahkemesine) verdiler bunları(seçmenleri). Mersin mahkemesini Konya'ya verdiler. (Mersinli seçmenleri ) Jandarmanın önünde yürüterek (Mersin'den Konya'ya) yürüterek götürdüler. (Seçmenlerin) otobüse falan binerek gitmelerine izin vermediler. Tutuklu olarak, isyan etmiş insanlar olarak. Senirkent'e de böyle zulmettiler. Mersin'e de zulmettiler. Bunu millete göstere göstere yaptılar ki, ben suç işlemedim, bana ceza verilemez kafası kalksın diye.

    Tahammülsüzlük

    Türkiye bir zamanlar çok sıkıntılar geçirdi. Bu sıkıntıları bilmeyenler şimdi atıp tutuyor. şimdi adam başbakana falan laf söylüyor. Yav siz dün ne yapıyordunuz? Orada ayağa kalkmış azınlıkta bir grupsunuz(CHP). Hiç milletin reyi ile iktidar olamamış Halk Partisi Grubu. Ayağa kalkıyor, Merve(Kavakcı) dışarı, Merve dışarı diyor.Mervenin milletvekilliği düşüyor. Siz milletvekiliği bir alkışla düşüren adamsınız. Bunu istiyorsunuz demokrasi olarak. Gene o devam etsin diyorsunuz. şimdi bu değişim ona imkan vermiyor. şimdi senin elinde iş bankası falan olmaz. Olamaz..... Hâlen ipin ucu (CHPlilerin ve CHP zihniyetinin) elinde

    Avrupadan korku

    .....Kütahyadaki(Milli Nizam Partisinin) durumu böyle. (Seçimden önce) Bana karşı tutumları (tam benden yanaydı) . Sözleride şu: "Kongrede sen ne söylersen bütün reyleri tam silme (senin partine) çıkaracağız. Yani bütün ilçelerimizle beraber sen kime diyorsan(aday gösteriyorsan) ona çıkaracağız(o adaya oy vereceğiz.)" şimdi kongreye geldik, Demirelle karşılıklı kongreye geldik. Bunlar 3 kişi seçmişler bize. Bizde Saaadettin Bey aday, karşı taraftada Demirel aday. Saadettin Beyin listesindede baş sırada ben varım. Bunlar (Kütahyalılar) geldiler, bana diyorlarki: "size oy vermiyeceğiz." (Ben cevaben:) "Hani siz bize benim dediğim adama rey verecektiniz, şimdi ben adayım, bana (neden)rey vermiyorsunuz." (Kütahyalılar:) "Yok" dediler. "çünkü" dediler, "Avrupa, Amerika hepsi karşı çıkar bu işe, Türkiye çok perişan olur, mutlaka Demireli seçmemiz lazım" diyorlardı. Yâni millet bu durumdaydı. Milletin durumunu size anlatabiliyormuyum? (Cumhuriyet) Halk partisi bu memleketi esir, köle durumundan daha fazla yıpratmış ve şey yapmış(Batıya bağımlı hâle getirmiş)

    Demokrat Parti hâtıraları

    Bizim siyasete (atılmamızın sebebi) daha çok babamın tabii bu konuya verdiği ehemmiyetten de geliyor. şöyle şimdi. Babamı bir vaazından dolayı hapsettiler. (Babam) vaazında sağa sola dikkat etmiyor, doğrudan doğruya tepeden girerdi. Tabii şey(beraaat) çıkmadığı için 40gün (hapis yattı), (sonra) orda rahatsızlandı, o zaman ömür boyuydu(hapis cezası). O rahatsızlığıda çok sürdü. O zaman, en büyük âbim Abdurahman zâten askerde vefât etti. Askerden ölüm tezkeresi geldi. onun küçüğü(kardeşim) tam mühendis çıkmıştı o zaman. Amerika(ihtisas) imtihanını kazanmıştı. Annem(se Amerikaya gitmene) "dayanamam" dedi. (Kardeşim) Amerika'dan vazgeçti. Tâyini olacaktı, işte babam hastalanınca, arazi de var epeyce. Dedemden falan kalma bir kısmı. "Araziye, hemde babama bakıyım" diye âbim geldi. Tam Hitlerin gümbürdediği zamana rastlıyor 1939-1945. Babama bakayım diye geldi. Fakat askere aldılar. Yedek subay oldu gitti. Ali abim onun küçüğü o hukuktaydı. 2. sınıftaydı. O bıraktı okulu, ara verdi. babama bakıyım, sonra devam ederim dedi. O geldi, onu da askere aldılar. o da yedek subay oldu, liseyi bitirmiş olduğu için o zaman. Bâki abimi Merzifona verdiler, yedek subay olarak, (öbür)âbimi Çanakkale'ye verdiler. Gitti asker olarak.Osman abim vardı, o da lisede, Istanbul'da okuyordu. O lisede son sınıfa geçecekti o sene. O bıraktı liseyi babama bakmam için. Ben ilkokula gidiyorum. O geldi. Tam o sıralarda tarlalarla, babamla falan meşgul olurken Demokrat Parti kuruldu. Köylerden her köyden bir atlı geldi bize. Dedilerki: "Osman Bey bizim başkanımız olsun". Osman abim dediki : "ben babam için okulumu bıraktım. Tarlaya bakacağım falan edeceğim. işte 20 - 25 tane ortak var. Onların işleri var". Tabii ben bunların çoğunu çocuk olarak görüyorum. Bir kısmınıda çok anlatıldığı için sanki böyle değerlendiriyormuş gibi çok geniş şeyler var. (Demokrat Partililer) gittiler. Âbim: "yok" dedi "olmaz o" dedi . "imkan yok". Ondan sonra bir kaç atlı daha fazla, bir, iki hafta sonra geldiler. Tabii babam Arapçayı, Farscçayı çok iyi bilir. O lisanları iyi bilirdi. medresede bunları uzun uzun okutmuşlar. Adamlar babama söyledi, babam hiç kalkamıyor zaten. Ağır(hasta) yatıyordu. Ben zâten ortaokulu bitirdiğim zamanda babam vefât etti . Bunlar anlattılar babama. Ben onların hepsini yanlız dinleyen birisiyim. Çünkü ilkokuldayım. Işte abdest alan (kişinin) suyunu (ibriğin içinde) getirmek lazım, (kurulanması için) havlu tutmak, lazım vesaire o işleri genelde ben yapıyorum. (Bu sayede ) onları dinliyorum. "Çağırın Osmanı" dedi. Osman nerede. tarlaya gitmiş. "Bir atlı gitsin getirsin" dediler. Rahmetli, onu hatırlıyorum yâni, böyle yatakta yatıyor. "Oğlum" dedi "babaya hizmet etmek çok evladır. Hasta babaya hizmet etmek daha evladır. Sen fedakarlığını yaptın mektebini bıraktın geldin. Allah razı olsun tamam. Ama bu mazlum millete hizmet etmek bunu bilki Allah indinde babaya hizmet etmekten daha evladır. Sen bu millete bak oğlum. Sen bu arkadaşların dediğine bak" dedi. Öylece âbim parti başkanı oldu. Böylece biz bu partinin içerisinde büyüdük.

    Abim hep Demokrat Partinin bütün kongrelerine Ankaraya gitti geldi. Ta iktidara gelme gününe kadar, Ankaraya gitti, geldi. Fakat iktidara geldiği zaman (Demokrat) Partiden istifa etti. Çünkü iktidardayken son songrede âbim tutuyor bir önerge veriyor. Cuma günü yapılıyor(bu kongre). Cuma saati 2 saat (cuma namazı için) ara verilmesi lazım(diye düşünüyor.. Cuma namazı için 2 saat ara verilmesi lazım diye önerge veriyor ama bekliyor, bekliyor, önerge okunmuyor. Yâni başkan okumuyor önergeyi. Tutuyor bu sefer aynı önergeyi bir daha yazıyor. Dolaşıyor arkadaşların arasında, delegelerin arasında. "Yav şunu sizde imzalarmısınız?" falan diye. Dolaşıyor, dolaşıyor, 18 kişi imzalıyor. 18 kişi imzalayıp verince bu sefer, kongre başkanı başkası ama parti başkanı Celal Bayar. Celal Bayar diyorki: "Al(geri) o önergeni", diyor, "2 saat (zâten) ara vereceğiz" diyor. "Fakat önergeni geri al" diyor. "Önergen okunmayacak" diyor. Âbim diyorki: "Yok ben o önergeyi 2 saat için vermedimki, biz namaz kılanlar gene kılarız. Her zaman, her cuma namaz vakti için 2 saat ara verilsin diye veriyorum. Biz önergeyi onun için verdik, yoksa şimdi için vermedik" diyor. "Hadi ulan ordan!" diyor. "Defol, çık!" diyor, yâni. Öyle deyince de abim çıkıyor, 18 kişi istifa ettiler o zaman. O zaman Kudret gazetesinde - Millet Partisinin gazetesiydi- böyle tam sütun. "Işte Demokrat partide çatlak" diye bir manşetle öyle bildirildi. Ondan sonra pek partiye girmediler ama hep partide çalıştılar yâni. Kim iyiyse, kimi daha iyi gördülerse onda çalıştılar. Fakat mesela ben milletvekili olduğum zaman 1961'de bile "Yok tam sağlam olmayınca girmeyiz artık" dediler. partiye çalıştılar, Adalet Partisine. Adalet Partisine ben 1961 de milletvekili oldum. Daha çok hangi partide iyi kişiler varsa ona çalıştılardı....

    ....Ilk seçildiğimiz zaman Mecliste 5 -10 kişiyi geçmiyordu cumaya (cuma namazına)gelen . Meclis lokantasında bile içki vardı. Artık Elhamdülillah Türkiye çok iyi noktaya doğru Allahın yardımıyla gidiyor.

    vatanseverlik yerine partizan bir gençlik hedefi

    ....Çünkü bizim nâhiyede tahsilli insan yok, ilk lise mezunu âbim. O zaman kaymakam ta Bahçe kasabasından kalkmış 4 saat atla yolculuk edip tebrik etmiş (abimi, ilk lise mezunu olduğu için). Ben Maraşta liseyi okurken Maraşta lise yoktu. yani 1950den önce bu, Halk Partisi(CHP) zamanında, hiç bir şey yoktu memlekette. Adam falan (okul mezunu) yetiştirmiyorki, sadece kendini alkışlayacak adam yetiştirmişler zamanında.

    Başkaldırı(isyan)

    Babam, Bahçe'de (Osmaniye'nin doğusunda bir ilçede) müftü (idi).Kazada(ilçede) müftü. O zaman işte en yüksek tahsili de yapmış diye yukarıdan emir geliyor(Cumhuriyet) Halk Partisinden (babama). Babam Halk Partisi başkanı. Bahçe kazasında, babam, hem müftülük hem (Cumhuriyet) Halk partisi başkanlığı yapıyor. O zamanki kaymakam giderken (görevi bitip, ilçeyi terkederken) babamı bulduruyor, (yanına) getiriyor, onun(babamın) koluna giriyor, diyorki: "Sakın bana yaptığın şeriatçılığı bundan sonra gelen kaymakama yapma", diyor. "Biz sizin gibi şeriatcı adamları götürüp atmak için, temizlemek için aslında geldik". "Ama, sen benim hoşuma gittin, mert bir adam olarak gördüm seni. Onun için seni yazmadım(rapor etmedim). Fakat başkası gelir, hem sen gidersin, hem ben giderim, niye bu adamın farkına varamadın" diye. Ama babam gene öyle devam ediyor tabii. (Eski, giden kaymakam) mesela bir yerde bir şey söylüyor, babam kalkıp düzeltiyor. "şeriata aykırı laf söylüyorsun. Burda bu işi düzeltmek de bana düşüyor. Başkada bilen olamdığı için. Bu dediğin külliyen yanlıştır". (Babam)Bir kaç yerde bozmuş adamı(kaymakamı). Seslenmemiş(karşılık vermemiş) kaymakam.6 ay kadar kalmış, gitmiş. Giderken babama demiş öyle. Sonra Halk Partisi kurulunca babama Halk Partisi başkanısın diye, yukarıdan emir geliyor. Babam başkan oluyor, öyle seçim falan değil. Sonra Atatürkten 9 tane emir geliyor, arkası arkasına. 1 emir geliyor, 3 - 5 gün tekrar geliyor, hepsi aynı mâhiyette. "Sakın reylerini suistimal etmeyin kimi istiyorsanız onu seçin". Ondan sonra bir emir geliyor 2 tane aday (ismi gösteriliyor emirde). Osmaniye o zaman mutasarrıflık. Bahçe, Osmaniyeye bağlı. Osmaniyenin 2 milletvekilliği var(2 milletvekili çıkarma hakkı var). Bu 2 milletvekilliğinin de her biri 40 tane münteyibi sâni, yani 2inci dereceden seçmen. Yâni bunlar meclis seçsin diyorya Halk Partisi. Meclis 2inci dereceden seçmen oluyor. O zamanlar seçmenler 2inci deredecen seçmenle seçiliyor. şimdi 2 tâne aday (emirle) gelince, "yav bu ikisinide tanımıyoruz. Eee, 9 tanede emir var, istediğinizi seçin diye. Ben bu adayların bir tanesini Bahçe'nin köylerinden birisinde bir ağa varmış. Temiz, dürüst, abdestli bir adam. Onu yazıyım", diyor. "(Bu ağada) laf etmesini(konuşmasını) bilir", diyor, "onu yazayım. Bir tanesini de kendileri seçsin". Ben gidiyimde Osmaniyede bu ikinci derecede seçmenler kimler, münteyibi sâni, intihab eden ikinci adam diye.Bu münteyibi sanilerden 40 kişi bulunuyor. "Hâni seçdik diyordun, nerede reylerin?" diye sorarlarsa, ortada kalırım diyor. Babam ata biniyor, Osmaniye'ye gidiyor. Osmaniye'de görüşmelere başlamak için gidiyor. O zaman (teftiş, kontrol için) Ankara'dan Adana'ya karayolundan falan vasıtayla(arabayla) gelse, 6 günden, 7 günden önce kimse gelemez. Kimse gelmeden önce o 40 kişiyi temin etmek için gidiyor. Hiç olmazsa 20 - 30unu temin edersem, üstüde gelir. "Evde yoğdu, bilmem ne dersin(bahane uydurursun)" diyor (kendi kendine). Osmaniyede gece jandarmalar gelir kaldırıyorlar bunu(babamı yataktan). Öyle(bu halinle) götüreceğiz diyorlar.Yok diyor, giyinmeden gitmem. Neyse o giyinip geliyor. Ama beri taraftan adamı (babanım milletvekili adaylığını düşündüğü ağayı) - o zamanlar uzun donlar giyiyorlar herkes tabii(gece elbisesi olarak)- donuyla getiriyorlar, milletvekili (adayı) adamı. Babamı da Osmaniye'den getiriyorlar. Babam onu çok anlatırdı. Osmaniye'den getirince. Yâni Halk Partili başkanlığı gidiyor(elinden alınıyor) o sırada. Fransız bir yetkili (gibi birisi) arkasında, çok destekçisi olan kişi var ( zannediyorlar babamin arkasında).Babamı Bahçe kazasına getiriyorlar. Herkes orada, kaymakam, hakimler, savcı, bütün millet kaymakamlıkta. Bir tâne adam, çizme ayağında, meğer uçakla gelmiş(Ankara'dan), pırpır uçakla. Öyle (elindeki) kamçıyı vurarak dolaşıyor ortada. Heç babama bakmıyor bile. Odanın içinde bir oraya gidiyor, bir oraya(volta vuruyor), vuruyor kamçıyı, bir oraya gidiyor, vuruyor kamçıyı. Kamçıyı ayağında şaklatıyor, çizmede. Falan ediyor. Babam geçiyor, oturuyor(sandalyeye). Babam oturunca (çizmeli adamın) otur dediği yok bir şey yok. Adam gidip geliyor boyuna. O demeyince kimse kaymakam falan da seslenemiyor babama. Babam oturunca (çizmeli adam) babamın arkasında(onu destekleyen) çok adam var zannetti herhalde diyor. "Beyefendi", dedi, diyor, sen Atatürkün neden düşmanısın?" falan laf etti diyor. Babam da demişki: "Yav Atatürkün reyinizi suistimal etmeyin diye 9 tane emiri var. 1 tanesini biz seçtik. Öbür 2 tanesinden hangisini beğeniyorsanız, onuda siz aday gösterin biz seçelim", demiş. Sizin tensib ettiğiniz kimselerden hangisini tensib ediyorsanız şimdi biz yanlış seçmiyelim yani. Sizin adayınızı. Onlardan hangisini diyorsanız bizde seçelim. Biz (halihazırda kendimizden) bir tanesini seçtik, diyor. O seçtiğimizde falandır diyor. "Gerçi o adamı getirdin ama o istifa etti" diyorlar. Adamı(ağayı apar topar köyünden) getirmişler, "istifa et, istifa et" demişler. "Neyi istifa ediyim?" diyormuş adam. Daha bilmiyorki(aday olduğunu). Adama (aday olduğunu) söylemeye vakit kalmamış. Ağaya söyleyinceye kadar ilkönce ikinci seçmenleri bulayım demiş babam. (Ağanın köyünden önce) Osmaniyeye gitmiş. Ama ben oturunca ( çizmeli adam) korktu diyor. Arkasında adamlar(destekcileri mesela Fransızlar falan) var, neredeyse isyan edecek falan diye düşünmüş. Adamın tavrı birden değişti diyor, ben oturunca. Yoksa ben yarım saattir ayakta duruyorum bekliyorum hiçbir şey dediği yok, oturunca değişti diyor. Babam da: "Atatürkün 9 tane emri var, demiş. Reyinizi suistimal etmeyin, istediğinizi seçin. Eğer ben Atatürke düşmansam, 9 emrine düşmansam, sen birinci düşmansın, ben ikinci düşmanım. Anlaşılıyorki sen daha yakınındasın. Sen daha çok emrini tutmuşsun. Ben 9 emrini tuttum, bana düşman diyorsun, sen daha çok düşmansın". Öyle deyince adam daha çok şey oldu(sinirlendi, kızdı) diyor. "Neyse, neyse adam zaten istifa etti, bundan sonra, böyle bir şeyler yapmayın" demiş, "sende çekil partinin başkanlığından. Başkasını tayin ederiz", demişler. Öyle gitmişler. Oradaki kayıtlara bakarsan Atatürkün 9 tane emri var. Ama bir tanesini bile seçtirmiyorlar. Gene o ikisini seçmişler. (Ankaradan) gelen o ikisini seçmişler. O birinci meclis bile, onlar bu milletin içerisinde çürük adam bulamadılar, birinci mecliste bile. Birde (meclisi) milletin seçeceğini düşün, hepten sağlam olurdu. Asıl mesele milletinde bir dereceye kadar olgunlaşması. Allah resulünün hadisi. O hadis diyorki siz neye layıksanız, o şekilde idare olursunuz. Asıl mesele milletin layık olduğu seviyeyi yükseltmek.

    Islama Susamış Halk

    Milli Nizam(Partisi) kapatılınca (Hacı Abdurrahman)Özbek Bey: "(ben) bekleyim" demiş "beni götürecekler" demiş, elbisesini giymiş,kravatını bağlamış beklemiş bu. Zâten kravat falan bağlıyordu. Kravatlı falan bir Diyarbakırlıydı. "(Saat)12ye (gece) kadar bekledim" diyor. "Kimse gelmeyince" diyor, "tam çıkardım elbiseyi, pijamaları giydim yatacağım" diyor. "Kapı dan dan vurmaya başladı" diyor. "Ulan ben geri giyiyim beni donla götürürler" dedim diyor. "Don uzun ama" diyor "geri giyiyim". "Ihtiyarlık da var. aceleyle de giyemiyorum bir türlü diyor. Don (uzadıkca) uzuyor, kapı çalıyor" diyor "boyuna". Nihayet giymiş. Bu kapıya çıkmışki, köylünün birisi(kapıda). "Ulan", demiş, zâtende sinirli. "Ulan bu saatte bu kapı çalma ne böyle?.Böyle kapımı çalınır?. (Gelen kapıyı çalan) Adam yakamdan tuttu diyor. "Beni partiye kaydeteceksin!" demiş. "Hoppala" demiş. "Git oğlum başımdan git" demiş. "Sabah gel ne diyorsan o zaman konuşalım". "Yok şimdi kaydeteceksin!". "Ulan git" adam anlamamış, "şimdi kaydeteceksin. Eğer kaydetmezsen seni iyice haşlarım". Abdurrahman bey: "Kimsin oğlum nesin sen?" "Ben falan köyün ağasıyım" demiş. Dağda bir köy var. Oraya geldin sen anlattın bizim parti başka bir parti diye demiş. Bende bu(Hacı Abdurrahman Özbek) öbürleri gibi birisidir, boşverin dedim demiş, arkadaşlarına. Ama atım yok arabam yok.(deyip Abdurrahimin yanına gidip onu dinlememiş). (Sonradan)Radyoyu dinledim hakikaten dediği gibi bir müslüman partisi (çıktı)demiş. Hakikatende bu parti müslümanlığı için kapatılmış diyorlar radyoda demiş. Bunu anlayınca demiş, şimdi defterler giderde demiş, Abdurrahman Bey, kütüğe bakarlar ulan sen müslümanım diyorsun ama kütüktede senin ismin görünmüyor demesinler demiş. Kütükde de(partinin listesindede) ben oluyum, demiş. Sizi asacaklarsa benide götürsünler demiş. Benide götürsünler, bende sağlam müslümanım demiş. Kütükte olmam lazım. Abdurrahman: şimdi değil, sabah yazıyım. Yok şimdi yazacaksın. Sabaha kadar defter gidebilir demiş. Ben (köyden) beri yürüyüp geliyorum beni yazacaksın diye. Deftere, kütüğe gireyim ben demiş. Size bir şey yaparlarsa bana da yapsınlar. Bu millet böyle bir millet. Ama o kütüğe girince gene teslim oluyor yapacak bir şey yok.

    1950li yıllar

    Bu yıllar 1950li yıllar. Demokrat Partinin yeni geldiği yıllar. Irtica hortladı diye tabii (Cumhuriyet) Halk Partisi çok şiddetle bastırıyor. Ve hâlâ Halk Partisi nasıl bugün azınlıkta olmasına rağmen bir takım işler yapabiliyor, çünkü imtiyazlı hâlâ, imtiyazı hâlen bitmedi.Bu kanunla (16 Nisan 2017 cumhurbaşkanlığı rejimi referandumu) bitecek, çünkü şimdiye kadarki cumhurbaşkanlarının 11ini tanıyorum. Yâni şahsen tanıyorum. meselâ Celal Bayar'ı biz fakültede talebe cemiyeti başkanıyken, federasyon idare heyetindeyken Celal Bayar bizi (Çankaya) köşke davet ederdi. O bakımdan oraya gider konuşurduk. Ismet paşayla 1961de ben milletvekili oldum. Adalet partisi genel kuruluna seçildim. O o sıralarda Ismet paşa koalisyon olduğumuz için, aynı koalisyonda (kabinede) çalışmış, mecliste beraber olmuş insan olarak, sonra Ismet paşa eski cumhurbaşkanı olarakta (doğrudan) senatör üyesi oldukları için, arada bir meclise gelirdi, bizim zamanınızda. Orada da Ismet paşayla beraber olduğumuz zamanlar oldu. Yâni bazı devlet adamları vardır. ikinci cumhurbaşkanlığında daha meşhur olurlar. Bazıları vardır. Ikici görevlerinde o birinci görevlerindeki havaları yoktur. ....Ismet paşa önceki başkanlığında daha etkilidir tabii tek parti başkanlığında. Emredince her şey oluyor. Ismet paşanın kopyasıdır Halk Partisi. Halk Partisinin devlet adamlığıda bir şey yapmamaktır. Yapmama esasına istinad ediyor. Işte 10 yılda 15 milyon genç yarattık falan lafta şeyler. yâni şimdi düşün. Bizim köyde (şimdi 2016 yılında) fakülte var. O zaman(1948de) Maraşta(bütün Maraş şehrinde) lise yok. Onun için ben Ankara Gazi Lisesinde okudum bir sene. (1948de Ankara'da sadece 2 tane lise var). şimdi Demokrat Partisi zamanında ancak başladı(gelişme). Tabii Demokrat Parti geliyor diye Halk Partisinde başladı çoğuda. Babam ilahiyat fakültesi falan, tamam Demokrat Partisi geliyor nasıl olsa bu yapılacak, yani bunu yapmakta o kadar zor bir şey değil. Ama ben lieseye geldiğim zaman Ankarada 2 tane lise vardı. Koca Ankarada 2 lise.

    Necmettin Erbakan , Nasıl Bir Insandı?, Neler Yaptı

    ....Hocayla öyle tanıştık. Ondan sonra Necmettin Erbakan Hoca Odalar Birliğindeki genel sekreterlik görevinden dolayı her zaman hocayla görüşüyorduk. Odalar Birliğinde geldikten sonra biz milletvekili olarak, âbimle ben. Zaten Cuma günleri özellikle müslüman olan genel müdürlerinin, yâni Cuma Namazına giden genel müdürlerin, biz Cumaya gidenleri böyle tespit edip Cumaya gideceğimiz zaman Arif Hikmet Günerden onlara telefon ediyorduk, hangi camiye gidiyorsun, bizde gelebiliriz.falan. Genelde onlarla buluşmayı tercih ediyorduk. O arkadaşlarla. Neticede milletvekiliyiz ve bu hizmetimizi büyütmemiz lâzım bunun içinde tanışmamız, bölüşmemiz bu işler nasıl yapılacak, milletin arzusunu öğrenmemiz gerekiyor. O zaman zâten çok azdı açıktan Cumaya giden milletvekili, genel müdürler. Elektrik etüd genel müdürü değildide Turgut Özal genel müdürlüğe vekalet ediyordu. Genel müdür yardımcısydı, genel müdür yoktu, o (Turgut özal) vardır diye genel müdür tayin etmiyorlardı. (aslında o) genel müdürdüde genel müdür de yapmıyorlardı yani. Azot Saanayi genel müdürü Abdülkerim Doğru vardı. Birde hazine genel müdürü Hurşit Kemal Cantürk vardı. Sonra bunların hepsi bakan oldular, cumhurbaşkanlığına kadar gittiler. Abdülkerim Doğru bizde(bizim hükümetimizde) sanayi bakanı oldu. Kemal Cantürk hazine genel müdürü olan arkadaşımız Adalet Partisinde ticaret bakanı. Oraya kadarki durum Odalar birliğindeki gidiş geliş zamanlarımız. (Erbakan) Hocanın düğünü oldu. Istanbulda. Bakırköydeki bir otelde oldu. Çınar Otelimiydi acaba? Orada Ankaradan davet etiikleri Arif Hikmet Güner ve Turgut Özal, üçümüz gelmiştik Ankaradan. Tanıdık bildik olarak. Aynı uçakta geldik. Düğüne geldik gittik. Necmettin bey Gümüş Motorunu kurduğu zaman, o zaman dışarıdan(başka ülkelerden) derin su pompaları çok pahalıya 20bin lira falan civarında alınıyordu, diye biliyorum ben. Fakat Necmettin Bey bunları 10 -15bin lıraya satarsam işte hem ithal etmekten kurtulacağız hemde ekonomiye büyük bir yarar, bizede büyük bir kâr olacak diye düşünürerek (fabrikayı)kurdu. Fakat o böyle (fabrikayı)kurunca, (fiyatı) aşağı indirmeyi düşününce ondan daha aşağıya indirdi Avrupa ithal malı. Böylece o sıkıntıya düştüğünü falan söylediler. şimdi Ramazanoğlu Beyin sevenlerinden Adanada SKF diye bir mağazanın sahibi vardı. Bu aynı zamanda bizim imam hatip okulunun da dernek, derneğinde beraberdi. Başkanlık da yapıyordu galiba. O dediki: "Ya burda, şimdi bu sıkıntıda Adanada bir şube açarsak, 20bin lira toplayabilirse arkadaşlar, sermaye olarak, kârını da paylaşsınlar yâni. Burdan 4 tane motor getirebiliriz, burayı şube yaparız sonra. şimdi 20bin lirayı(yardım olarak) gönderelim buraya. 4 tane motor getirelim. Ben mağazamda satayım bunu. para falan istemiyorum hiç. Kâr falan istemiyorum. Kârını, arkadaşlara dağıtalım". Falan dediler. "Iyi" dedik, "bizde Türkiyede sanayiye yardım edelim". O zamanlar bizim maaşımız 167 lira. Ama biner lira topladık 20 arkadaştan. Arkadaşlar dedilerki: "O zaman ben imam hatip okulu dernekleri federasyonu var bir tane Ankarada. Bu Konyada kuruldu. Bir süre önce. Oraya, Ankaraya gidiyorum. Konyada seçildik. Ankaradan gitmişken birde Istanbula bu fabrikaya bak bakalım, hakikaten islama hizmet için kurulmuş bir fabrikaysa biz de ortak olalım, zarar etse bile. Ortak olalım zarar ederse eder. Gümüş Motora ortak olduk biz 20 arkadaş biner lira parayla. Ortak olmak için beni Istanbula gönderdiler. O zaman (Erbakan)Hocayla tanıştık, Istanbulda Gümüş Motorun genel müdürü olarak. Ama asıl ben Merve Kavakcının dayısı var. Turan Güngen. O genel müdür yardımcısıydı. Turan Güngen gezdirdi fabrikayı falan. Biz iyi dedik. Burdan biz ortak olalım dedik ve böylece 20 arkadaş ortak olduk. 4 tane motor getirdik ordan. Böylecede (Erbakan)Hocayla tanışmış olduk.