Günümüzde hala Arapların hainliğinden bahsediliyor. Araplar, aynı Hint müslümanları gibi ingilizler tarafından kandırılmışlardır. Kutül Amarede Türkler ingilizlerle savaşmakta olduklarını zannetmişlerdir. ingilizler tarafından savaşa sürülen Hint müslümanlarıda gavurlarla savaştıklarını düşünmüşler daha doğrusu kandırılmışlardır. Cephede Osmanlı askerleri karşılarında siyah renkli "Allahuekber" diyen askerleri, ingiltere için savaşan Hint müslümanlarıda "Allahuekber" diye saldıran Osmanlı askerlerini karşılarında görünce savaşmayı durdurmuşlar ve eski Hint müslümanları ağlamaya başlamışlardır. Hint müslümanları dinle, Suudi müslümanların başları olan emirler ise altınla yahut bağımsızlık ve başka vaatlerle kandırılmıştır. ihanet başka bir şeydir. Hatta ittihat ve Terakkiye bağlı önde gelen subaylar -bunların içinde Mustafa Kemalde yer alır- her milletin kendi bağımsızlığını desteklemişlerdir. Yunanistanın Mora yarımadasındaki ilk Yunan devletini bir Osmanlı subayı Ali Paşa kurmuştur. Eğer ihanetten bahsedecesek önce ittihat ve Terakkinin bütün üyelerini suçlamak gerekir. Önce Arapları kötülemeden sadece İslam dininne bağlı olduıkları için yerin dibinie batırmaktan vazgeçin. Mustafa Kemalin Osmanlı tebaasına bağlı milletlerin özgür kalmalarını desteklemesini, doğal bulmasını Falih Rıfkı Atay kitaplarında anlatır. Kendini Kemalist diye tanımlayanlar ve hemen yazdıklarıma karşı çıkanlar kaynak isterler bunuda belirtmiş olayım. "Araplara hain, ihanet ettiler" diyemezsiniz bu ihaneti çok çok güzel Osmanlı paşaları yapmıştır. 2.Abdülhamiti tahttan indirenler de Mustafa Kemalin desteklediği İttihatçılar olmuştur. Önce çuvaldızı kendinize batırın sonra iğneyi başkalarına lütfen.
Falih Rıfkı Atay Mustafa Kemalin Filistin cephesinde kaçtığını savaşmak istemediğini söyler: (Unutmayalım Falih Rıfkı Atay Mustafa Kemalin en yakın arkadaşlarından biridir) "O gece bende şöyle bir uyanma oldu: Bütün cephelerde ve bütün kuvvetler üzerinde emir ve kumanda kalmamıştı. Âdeta delice bir emir verdim. Bu emrin esaslı noktası şudur: 'şam'da ve Rayak'ta bulunan bütün kuvvetler kuzeye hareket edeceklerdir...." Kaynak Çankaya. Mustafa Kemal Filistinde savaşmayı bırakıp kaçmıştır. Kemalistlerse Mustafa Kemalin geri çekildiğini yazarlar. Dikkat edilirse Halil Kut ırakta yenilmiyor, geri çekilmiyor, Kutül Amare zaferini kazanıyor. Yenilen sadece Mustafa Kemal ve Filistin cephesi. Hatta Mekkedeki Osmanlı ordusu savaşmayı sürdürüğü için Mondros Mütarekesi imzalanamıyor, Mekkedeki orduya "savaşma, silahları bırak" emri geliyor. Hain kim burda? Araplar bize arkadan saldırdığı için, Mekke Emiri şerif Huseyin her zaman 1.Dünya savaşını kaybetmemizde suçlu olarak gösterilir. Aslında Mustafa Kemal Filistinde savaştan kaçtığı için Osmanlı yenilmiştir ve Mondros mütarakesi imzalanmıştır. Kemalistler neden Kutül Amarede ve Mekkedeki başarılı savaşlardan bahsetmezler? Kemalistlerin her zaman vatan haini olarak bahsettiği, birazda İslamdan, şeriatten yana olduğu için devlet düşmanı ilan ettiği Kadir Mısıroğlu neden CHP diktatörlüğünde yazdığı kitabında Filistin cephesine değinmiş ve ömrünü hapislerde geçirmiştir? Mustafa Kemalin savaşmaktan kaçtığını yazdığı yüzünden. Mısıroğlu Mustafa Kemale "Filistindeki hain" demiştir.
Burada bilgi sahibi olmak isteyen kişiler Kanal A adlı televizyon kanalının büyük komplolar adlı programını seyredebilirler. Araştırmacı yazar Said Alpsoy şöyle naklediyor:
21 şubat 2016 tarihli büyük komplolar adındaki yayın.
Araştırmacı yazar Said Alpsoy.
Osmanlı Ortadoğudan neden çekildi, Arap ihaneti safsatası.
İzin almadan burada yayının metnini yazdığım için bana kızgın değillerdir inşallah.
---------------------21 şubat 2016 tarihli büyük komplolar adındaki yayın---------------------
Sunucu:
"Osmanlı Ortadoğudan çeikldikten sonra kan ve gözyaşı hiç dinmedi. Savaşlar ve gözyaşları. Ezilen bir islam coğrafyası. Ezilen müslümanlar. Acı çeken müslümanlar. Biz yani Osmanlı devleti nasıl çekildi niye çekildi. Neler yaşandı. Onları konuşacağız bu programda."
Said Alpsoy:
"Osmanlı Ortadoğudan haçlı siyonist ittifakının hücumu üzerine güç yetiremeyince çekilmek mecburiyetinde kaldı. Yani sizin girişte çizmiş olduğunuz çerçevenin en azından benim becerebildiğim çok özet işin özetini teşkil edecek cevabı bu. Bunu eskilerin tabiriyle bir fezleke olarak altını çizerek söze girelim. Sonra bu ana başlığın açılımını yapmaya çalışalım. ,
Bunu detaylandıralım tekrar ediyorum. Osmanlı aynen bugün olduğu gibi 2016 Suriyesi merkezde olmak üzere Ortadoğu İslam dünyası genelinde aynen bugün olduğu gibi bir haçlı ve siyonist komplosuyla karşı karşıyaydı. Bu taarruz ve komplo ikisini ayırıyorum çünkü bu hem merdane askeri bir dış cepheye sahipti hemde bunun ihanetle özleşleşen iç cephe boyutu da vardı. O bakımdan hem taarruz hem komplo diyorum. Haçlı ve siyonist ortaklığında Osmanlı Ortadoğu topraklarını korumaya yönelik olarak haçlı ve siyonist komplosu taarruzu karşısında mücadele etti. Kaybetti. Ortadoğudan çekilmek mecburiyetinde kaldı. Aslında bu bir sürece yayılır yani bence bunun doğru olarak başlatılması 1882de İngilizlerin Mısırı istilasıyla başlatılması gerekir. Ama ipin koptuğu ve tarihte meşhur olmuş ve kamuoyunun büyük ölçüde algısına yerleşmiş olan bu sürecin sadece son aşamasıdır.Yani 1917, 1918 1.Dünya Harbi yıllarına tekabül eden aşamadır. Ama onuda biz tavziye edelim. Aslında bu bilfiil 1882de İngilizlerin Mısırı işgal etmeleriyle başlamış 1918de 1.Dünya harbinin bitmesiyle bitmiş olan bir süreçtir. Sorunuzun cevabı alt başlıkta 3 madde olarak değerlendirmek isterim. 3 tane stratejik sebep var. Haçlı ve siyonist cephesinin Ortadoğuya göz dikmesinin gerekçeleri. Bunların birincisi en erken tarihli olan yani İngilizlerin Mısırı istila etmesini gerektiren 1.sebep. Süveyş kanalına el koymak suretiyle Britanya Imparatorluğundan imparatorluğun tâcı yada tâcın elması diye hitab edilen, Britanya İmparatorluğunu imparatorluk olarak ayakta tutan Hindistan sömürgesine Britanyadan kısa yoldan ulaşabilir olmak bu yolu garanti altına alabilmek için Süveyş kanalı 1861 yılında açılmıştı. 1882de böyle çok sudan bahaneyle İngilizler Mısırı işgal ettiler, Süveyş kanalını kontrolleri altına aldılar, bu 1.sebebi. 1960lara tam adını verirsek 1956ya kadar bu strateji devam etti. Konuyu dağıtmıyorum. 2.stratejik sebep ki bu haçlı siyonist ittifakın siyonistlere ait olan stratejik sebebini oluşturuyordu. Filistin topraklarına el koyup korsan devleti ismini çok zikretmek istemiyorum İsraeli diyelim vücuda getirebilmek 2.sebepti. 3. ve süreci tetikleyen ve hızlandıran sebebse 1907 senesinde İngiliz donanmasının ki şimdi burda şu parantezi açalım 1900lerin başları dediğimiz vakit dünyanın hegemon gücü İngilteredir. İngiltereye dünyanın hegemon gücü olma imkanını kazandıran fiili unsur donanmasıdır. Yani o tarihte İngiltere laletdayim bir devlet değil donanma
Sunucu:
"Orda bir deyim var denizlere hakim olan dünyaya hakim olur
Said Alpsoy:
"Magmao nun sözü bu. Dünya hakimiyetinin teorisyenlerinden, stratejilerinden birinin sözü. İngiltere dünyaya hakim kılan unsurda donanması. Dolayısıyla İngilterenin can damarı donanması. şimdi 1907 senesinde İngiliz donanması yakıt olarak kömürden mazota geçti. Dizele geçti. O ana kadar ekonomik değeri yani bugünkü algıyla mukayese bile kabul edilmeyecek kadar düşük olan fosil yakıt petrol 1907de İngiliz donanmasının bu teknik değişiklik üzerine bir anda sıçrama yaparak muazzam bir önem kazandı. O tarihtede biliniyor dünyanın en rahat işletilebilir en fazla petrol stokları Ortadoğu bölgesinde ve çevresinde. Buda 3.stratejik sebebi oluşturuyor. Süveyşin denetimini ele almak, İsraeli kurmak ve Ortadoğu petrollerine el koyabilmek için 1907den itibaren hızlanan bir süreç görüyoruz.
Hemen arkasından 1.Dünya harbinin kopmuş olması, İngiltere ve müttefiklerinin diğer Batılı devletlerin Ortadoğuya el koyma planları açısından çok ciddi bir imkan kazandırıyor. Zira bir bahane olması lazım doğal olarak saldırabilmek için, işgal edebilmek için. Veyahutta şunu rahatlıkla iddia edebiliriz. Bu bahaneyi tam manasıyla ele alabilmek için Osmanlının 1.Dünya harbi başladığında ilk teşebbüsleri İtilaf devletlerinin yanında yer almaktır. Bunun için mesela Cemal Paşa Fransızlara yakın olduğu için harp başlar başlamaz Osmanlı daha henüz tarafsızken ilk 2, 3 ay içerisinde apar topar Fransaya gidiyor orda nabız yoklaması yapıyor İngiltere üzerinden nabız yoklaması yapıyorlar falan ve İngilizlerle Fransızların kesinlikle Osmanlıları yanlarına almak niyeti olmadığını görüyorlar.
Sunucu:
"Çünkü başka niyetleri var"
Said Alpsoy:
"Evet. Maksatları Osmanlıları düşman pozisyonuna oturtarak işgal etmek ve özellikle işte bu arzettiğim sebeplerden büyük değer kazanmış olan Ortadoğu havzasını paylaşabilmektir.
Bu ülke sizin müttefikiniz olursa bunu en azından rahat rahat yapamazsınız. Bahane bulmakta sıkıntıya girersiniz. Ve biraz şunu da söyleyebiliriz. Osmanlı Almanlarla ittifak anlaşması yapmaktan başka çare bırakılmıyor Osmanlıya. Âdeta Almanlara itiliyoruz şeklinde bunu yorumlamak mümkün ama. şimdi bu direkt konumuz olmadığı için olayın bu boyutuna girmiyorum. Ve evet 1914 sonuna gelmiş olduk. Osmanlı bilfiil Ingiltere ve Fransa düşmanı olacak biçimde 1.Dünya harbine girdi, Rusya düşmanı olacak biçimde. Almanya ve Avusturya-Macaristan İttifak devletlerinin yanında. Ondan sonra başka cephelerle beraber mesela herkes bilir ilk başta çok daha yoğun bir doğu cephesi Sarıkamış cephesi muharebeleri var onlara karşı yenildik. Geri çekildik. Onun hemen arkasında, kronolojik baktığınızda Çanakkale cephesi var, yendik onları püskürttük. Ondan sonra 3.aşamada İngiliz ve Fransız kuvvetleri Ortadoğuda 2 ayrı nokta üzerinden aslında 3 ayrı nokta üzerinden Osmanlının üzerine yürümeye başlıyorlar. Bu da İtilaf devletleriyle kurduğumuz 3.cephe. Bu 3.cephenin kendi içinde 3 alt başlığı var. Birincisi Hindistandan getirilen İngiliz takviye kuvvetleri Basra körfezi üzerinden Kuveyte daha öncesinden 1890larda el atmış vaziyetteler. Takviye kuvvetleri Basra körfezi bugünkü ırak toprakları üzerinden karaya çıkartılıyor ve Bağdat üzerine bir yürüyüş başlatılıyor. Bu 1.cephe. İkince cephe Mekkeye şerif Hüseyinki daha sonra bu konuya gireceğiz. şu meşhur Arap ihaneti efsanesi. Yani bunun binde birlik ölçeğine küçültülmesi gereken bir hakikat payı vardır. Yani sıfırdır, hiç yoktur demiyoruz.
Sunucu:
"Elbette İngiltereyle işbirliği yapan var"
Said Alpsoy:
"Sadece kubbe habbe yapılmış burda. O ayrı mesele buna geleceğiz. 2.cephe olarakki buna savaş içerisindeki stratejik boyutları hatta bilfiil muhaberelere katılan savaşcı insan sayısı itibarıyla baktığımızda ikinci bir cephe denmeyi hak edermi etmezmi tartışma konusudur. Sözümona o muazzam Arap isyanı efsanesi. Çünkü 4 yada 5bin kişiyi hiçbir zaman geçmiyor şerif Hüseyin kuvvetleri. Coğrafi olarak ayrı bir konumda durduğu için ikinci bir cephe kabul edelim. Üçüncü ve askeri anlamda asıl ağırlığı ifade eden cephe Mısırdan gelen Sina yarımadası üzerinden gelen İngiliz kuvvetlerinin ve İngiltere yanındaki diğer Dominion kuvvetlerinin Filistin bugünkü ismini zikretmek istemediğim korsan devlet ve Ürdün topraklarında açmış olduğu Filistin cephesidir ki, 1915de başlayıp 1918de bitecek olan bu havaldeki Ortadoğu bölgesindeki çatışmalarda sonucu belirleyen cephe 3. olarak zikrettiğimiz bu Filistin cephesi olmuştur. Onun altını çizelim. Bu 3 cephe üzerinden İngiliz, Fransız ve onların yanında yer alan Dominion kuvvetleri ve az miktarda Arap hain Osmanlıya karşı Filistin cephesi Ortadoğu cephesini açmış oluyorlar, saldırı başlıyor. şimdi isterseniz burada 1.madde olarak bu Arap ihaneti efsanesine üzerinde duralım. Bu işin arka planı nedir. Madde bir.
Sunucu:
"Çünkü bugüne yansıyan bir tarafı var. Bizi o coğrafyayla düşman coğrafyayla koparmak için kullanılan bir argüman olarak sunuluyor."
Said Alpsoy:
"Çok doğru. Bu tarihlerdeki 3 cephe içerisinde bugün aktüalitesini canlılığını en fazla devam ettiren hatta tek devam ettiren diyebilirim bu şerif Hüseyin cephesidir. Sözümona Arap ihaneti cephesidir.şimdi nedir bu ihanet. Kuşbakışı somut verilerle, somut rakamlarla bir görelim. İzleyicilerimizin zihninde genel bir doğru, sahih algı oluşmasına hizmet edelim.
1.Ortadoğuyla beraber bütün cephelerde Osmanlının İtilaf devletleriyle harbe tutuşması Kasım 1914. şerif Hüseyinin yani gerçekten ihanet etmiş olan bu kliğin bilfiil Osmanlı karşısında silaha el uzatması Haziran 1916. İlkönce tarihler önemli. Dolu dolu 1,5 yıllık bir dönemde hani işte bu habbe kubbe yapıldı bire bin katıldı dedik o haliyle bile bir isyan Osmanlıya bir tecavüz sözkonusu değil.
Sunucu:
"Yani şunu söyleyebiliriz: Hep derler ya sevgili seyircilere açıklama bağlamında söylüyorum bunu. Osmanlıyı Araplar arkadan vurdu efsanesinden bahsediyoruz şu anda.
Said Alpsoy:
"Evet. Arap isyanı efsanesi diyoruz. Araplar gerçekten isyan ettimi. Ettiyse bu isyanın çapı neydi. Osmanlı Ortadoğu cephesindeki taktik ve stratejik etkileri hangi boyuttaydı. şimdi şunu düşünün mesela 100bin kişilik bir ordunuz var. Bu ordunun içerisinde 10 tane askeriniz isyan etti. Sonuçta tırnak içerisinde bir isyan olayı yaşanmışmıdır. Evet. Bu ordunun muharebesinin genel kaderine etki edebilecek, startejik boyutu bir tarafa bırakın, taktik ölçekte bile önemsenebilecek bir olay mıdır. Hayır. 100bin kişi içerisinde 10 kişinin yaptığı bir hareket, ters bir isyan hareketi. Haber değeri bile taşımaz. şimdi zaten burada tabiri caizse abra kadabranın yapıldığı yer burası. O yüzden ben habbeyi kubbeye çevirdiler diyorum. Çünkü muharebelere olan etkisi gözardı ediliyor. Bu isyan etmiş olanların sayısı gözardı ediliyor. Savaşın akışı üzerindeki rolü gözardı ediliyor. Sadece isyan edildimi, edildi. Ama şimdi biz olayın gerçeğini ve bütünlüğünü görebilmek adına şu noktadan açarak gitmek zorundayız. İsyan edenler kaç kişiydi, isyanın çapı neydi, kısa orta vadeli harbe etkileri savaşın akışı üzerine ne oldu. Hiçbir şey. Baştan söylüyorum net olarak altını çiziyorum. Dört, beş bin kişiyi en kalabalık oldukları devirde geçmediler. Bu cephelerin hiçbirisinin üzerinde şerif Hüseyin Mekke merkezli Arap isyanı kalıcı diyebileceğiniz ciddi diyebileceğiniz en küçük bir etkisi olmadı. Bundan önce şunu zikredelim. Daha ıı.Abdülahmit zamanlarında Yemen İmam Yahya isminde bir yerel yöneticinin idaresinde. Bu olaylardan bağımsız tamamen Osmanlıyla kendi arasındaki bir kısım sürtüşmeler nedeniyle isyan durumunda idi zaten. Ama tarihlere dikkat edelim. Ne zamanlardan bahsediyoruz. 1890 - 1900lerden. Burada İmam Yahya komutasında Yemende bir Arap isyanı zaten var. şimdi isyancı Arapların karakteristiğini anlama açısından önemli bir detay. 1911 senesinde İtalyanlar Trablusgarba bugünkü Libyaya çıkarma yapıp Osmanlılarla harbe tutuştuğunda İmam Yahya "müslümanlık gayretimize sığmaz" diye isyanı durduruyor. Kendi rızasıyla gönüllü olarak vazgeçiyor. Çünkü şu an bizim isyan ettiğimiz ama sonuçta bir müslüman devlet bir haçlı devletle harbe girmişken bizimde müslüman olarak aynı devletle harb etmemiz bizim müslümanlığımız içerisinde yer bulamaz diyor isyanı durduruyor. Bunun arkasından Balkan harbi gelince gene isyan edemiyor. Onun arkasından 1.Dünya harbi başlayınca gene isyan edemiyor.
Sunucu:
"İsyan etmeye fırsat bulamıyor yani"
Said Alpsoy:
"Fırsat bulamıyor. İşin enteresan tarafı kendi müslüman vicdanı tarafından kaynaklanan kendi iradesiyle, kendi dinamikleriyle. Yani o hain Araplar pis Araplar. Bizi arkadan vurdular falan. Bunalrın hepsinin üzerinde duracağız. Bunu da görelim bu da Arap. Yani insanlık tarihinde İmam Yahyanın sergilemiş olduğu bu tırnak içerisinde duruşu diyeyim kaç tane örneğini biz gösterebiliriz.
Sunucu:
"Çok ilginç bir nokta daha var. şunun için ben bunu önemli değil diye düşünüyorum. Vurgulamak lazım. şimdi bu propagandayı yapanlar, Araplar 1.Dünya Savaşında Osmanlıyı arkasından vurdu diyenler bugün Osmanlıyı inkar edenler zaten. Orda böyle bir ironi var."
Said Alpsoy:
"Çok doğru. O zaman seyredin siz. Onlarla zaten aynı cephedesiniz.
Onlar vurdu. Bugün de siz dirilmemesi için elinizden geleni yapıyorsunuz. Demekki sizi bir zaman tüneline koysak o tarihe göndersek kimin yanında yer alacaksın burdaki Osmanlınınmı yoksa Mekkedeki şerif Hüseyinin mi. Sen düşünce olarak zaten şerif Hüseyinin çizgisindesin çünkü Osmanlığı düşmanlığı gibi muazzam bir ortak noktanız var. Allah razı olsun yani. Olayı basitleştirdik. Olayın çarpıcı bir gerçeği var. şimdi 1916 Haziranda şerif Hüseyin oğullarıyla beraber Mekkede isyan etti. Bu isyana kesinlikle ben haklılık kazandırmayı düşünmem. Aklımın ucundan bile geçmez. İmam Yahya örneği o faziletle ortada iken, ama şimdi tarihin anlaşılması adına şunun da altını çizelim. Bu tarihte Ortadoğuda Osmanlının sorumlusu olan Cemal Paşa yani o sırada iktidarda bulunan İttihat ve Terakkinin trium virası, bugünkü Hasan Cemalin dedesi, Ortadoğuda Osmanlı adına herşeyden o sorumlu. Askeri,mülki,sivil, bütün yönetim onun elinde. Bundan önce Haziran 1916dan önce yaptıklarıyla şerif Hüseyini isyan etmeye adeta mecbur bırakıyor. şerif Hüseyinin damadına varıncaya kadar yakını olarak eline kim geçtiyse şamda astı. Sen Osmanlıya ihanet kuruyorsun, Osmanlı yönetimine karşı bir komplonun içerisindesin diyerek suçlu, suçsuz bugünkü Suriye Lübnan eşrafından o zamanki Lübnan ve Suriye eşrafından eline geçirdiği herkesi bundan önceki yıllar içerisinde yani 1914de 1915de 1916nın ilk yarısında Cemal Paşa astı. şimdi bu Cemal Paşanın sadece basiretsizliğiyle, fanatizmiyle mi izah edilebilir, yoksa bunun arkasında acaba bir komplo derin ihanet mi var, ben o işin kısmına girmek istemiyorum. Çünkü bu noktalarda kesin konuşma imkanı verecek, 2 kere 2 dört netliğinde belgelerden yoksunuz. Ama gelen kokuların iyi olmadığını söyleyeyim. Yani mesela 1917 1918in başlarında Cemal Paşanın -tırnak içinde bunu arzediyorum- hilafeti ılga etme karşılığında Osmanlı hanedanlığının yerine tahta geçirilme ve Cemaliler hanedanını kurma üzerinde İngilizlerle el altından gizli pazarlıklar halinde olduğuna dair ciddi deliller vardır. Zaten ben söze girerken ben dedimki hatırlarsanız Haçlı ve Siyonist ittifakının burda hem taarruzu hem komplosu sözkonusudur. İkisini ayırdım. Taarruz bildiğiniz askeri harekat cephe hattı bellidir, ordunuz bellidir, çarpışırsınız, altta kalanın canı çıkar. Ama bu işin komplo boyutu da kesinlikle var. Resmi tarihin Cumhuriyet döneminde ideolojik sebeplerden özellikle üstünü örtmeye çalıştığı bir boyut olduğu için ve bu blokaj daha 5- 10 seneden beri yavaş yavaş zedelenmeye başladığı için ben şu an daha ileri seviyede konuşmak istemiyorum. Çünkü belli ölçüde spekülasyon olmuş olacak. İzleyicilerimize bu parantezi kapatmadan sadece bunu paylaşayım. Bundan sonra ortaya çıkartılacak olan belgeler ve tarihi dökümanların bu anlattığımız dönem ve coğrafyayla ilgili -tahmin ediyorum- en soğuk kanlımıza bile küçük dilini yutturacak şeyler olacağını tahmin ediyorum. Ve bu sadece Cemal Paşayla sınırlı kalmayacak. şimdi anlatımda daha sonrası gelmesi gerekirdi de konu bütünlüğü açısından zikredeyim. Mesela bakın dedimki burada Osmanlıyı askeri olarak yıkan 3.cepheydi. Yani Mısır üzerinden gelen İngiliz kuvvetlerinin bugünkü korsan devleti ve Ürdün topraklarında kurmuş olduğu cephe. Bu cephe Gazze saldırısında Osmanlıyı yıkacak Osmanlı cephesini dağıtacak. Ama şöyle enteresan bir detay var. Aynı noktadan daha önce 2 sefer saldırdılar. Osmanlı ordusu düşmanı püskürttü. İngilizleri. 3.saldırıda osmanlı cephesi yarılıyor. Cephenin yarıldığı yerin sorumlusu Albay İsmet Bey.
Sunucu:
"Bildiğimiz İsmet İnönü.
Said Alpsoy:
"Bildiğimiz İsmet İnönü.
şimdi ben buradan yola çıakarak İsmet İnönü bir haindi. Vatanı sattı, ordusuna ihanet etti. Bunu dile getirmiyorum. Sadece diyorumki buraya bir mim konulması gerekiyor. Bunun üzerinde durulması gerekiyor. Neyin ne olduğunu net olarak ortaya çıkartılıp, ispat edilmesi gerekiyor ama şimdi elimizdeki bu mevcut bilgilere baktığımız vakit - yani bizi izleyen herkes elini vicdanına koysun, Allah rızası için şunu söylesin- şüphelenmekte, en azından bu meseleyi netleştirmek için bu işin üzerine gitmekte haklı olurmuyuz olmazmıyız. Bakın yargısız infaz yapmıyoruz. İsmet İnönü haindir falan demiyorum. Ama bunun açığa çıkartılması lazım, aydınlatılması lazım. 1. üst seviye noktasında Albay İsmet Beyin sorumlu olduğu yerde Osmanlı cephesi yarıldı. Aynı bölgede daha önce başkasının komutasındayken aynı bölgeden yapılan 2 İngiliz hücüumu defedilmiş olmasına rağmen. 2. Albay İsmet Bey kendi muavininin atını aldı birliğini bırakarak - yani açıkcası - sadece kendi canını kurtarma içgüdüsüyle dörtnal geriye kaçtı. 3. Işin çarpıcı boyutu. Dedim ya somut veriler rakamlar üzerinden gidilmesi gerekiyor. Yaklaşık olarak
(Said Alpsoy elindeki kalemini Ortadoğu haritasının üzerine koyuyor)
kalemime dikkat ederseniz cephe buralarda yarıldı. Ve 39 gün boyunca Osmanlı ordusu hiçbir muhabere vermeden 560 kilometre geri çekildi buraya kadar. Modern askeri tarihte örneği yok böyle bir şeyin.
Sunucu:
"Yani 39 günde"
Said Alpsoy:
"39 günde, evet. Cephe bir üsse Albay İsmet Beyin sorumlu olduğu yerden yarıldığı andan itibaren 39uncu günde nerdeyse bugünkü Türkiye Suriye sınırına kadar Osmanlı ordusu geri çekildi. Bu mesafe kuş bakışı 560 kilometredir. Böyle bir hadisenin modern askeri tarihte -iddia ediyorum- ikinci bir örneği yoktur. Bunu normal bir askeri mantıkla, normal bir geri çekilme mantığıyla, askerlikten az buçuk anlayan hiç kimse müdaafa edemez. Yani tek başına şurada zikrettiğimiz rakamlar gene doğrudan doğruya ben bunun adına ihanet demiyeyim ama burada ne oldu bitti sorusundan yola çıkarak bizim çok ciddi bir şüpheye düşmemizi ve tabii buna dayalı olarak bu olayla ilgili çok ciddi araştırma yapılması zorunlu kılıyor. Çünkü - bitireyim- askerlikte bu işin mantığı şudur: Diyelimki düşman sizin cephe hattınızı belli bir yerde yardı. Cephenin tamamı arkadan kuşatılıp ordularınızın düşmana esir olmaması için cehpenin yarıldığı yerden arkada doğal engellerin bulunduğu buraya yakın tekrardan cephe hattı tutulabilir, coğrafi engellerin bulunduğu yere geri çekilirsin. Orada tekrar cephe hattınızı kurarsınız. 560 kilometrenin hiç muharebe verilmeden, hiç harb edilmeden, cephemiz yarılmıştır denilerek, 560 kilometrenin bir seferde terkedilmesi, tek hamlede 560 kilometrelik bir ricat böyle bir şey dünya tarihinde yok. İstiklal harbinden örnek vereyim. İkinci İnönü muhaberesini kazandık. Nisan 1921. Mayıs Haziran tarihlerinde 1921in, Yunanlılar çok kuvvetli yükleniyorlar, -gene bizim resmi tarihin azizliklerinden bir tanesidir- bilinmez böyle bir olay anlatılmaz İstiklal Harbinde, muazzam bir yenilgiye uğruyoruz. Kütahya Altıntaş muhabereleri. 1921 Mayıs sonu, Haziran başından bahsediyorum. Ölçü olarak şunu düşünün: Kütahya Altıntaş muhabereleri başlarken yani Kütahya bölgesinde Türk ordusunun Ankara kuvvetlerinin mevcudu 60bin tüfektir. Bu muhabereler bittiğinde 30binin altına inmiş vaziyette. Bu kadar ağır bir zaiyata uğruyoruz. 2 - 3 bin tane esir, yaralı var. 30bine yakın Türk ordusunda tüfekli firar var. Ve bunun arkasından Sakarya gelecek. Sakarya hakikaten modern askeri tarih açısından da çok ciddi bir zaferdir. Ve o zaferin baş mimarı olanda Mustafa Kemal Atatürktür. Bunun da altını çizeriz, hakkını teslim ederiz. şurada(Filistinde) yaşanan olayların anlaşılması için bir kıyaslama unsuru olarak veriyorum. Kütahya Altıntaş muahaberelerinde 1hafta 10gün içerisinde ordunun yarısından fazlası kaybedilmiş olmasına rağmen çekilme payı 120kilometreydi. Mustafa Kemal ordan orduyu aldı, hakikaten iyi bir kumanda örneği verdi, Ankara mecliste büyük tepki alınmasını göze aldı ve dediki: "Bize lazım olan ordudur. Toprak her zaman kazanılır. Ama orduyu kaybettikten sonra kazanılacak hiçbir şey kalmaz". Çok doğru bir yaklaşımdır. Çünkü şunun için: 120kilometre geri çekiliyoruzu duyan herkes küçük dilini yuttu. Kendi kurmayından "paşam" dediler "delirdinizmi" bir hamlede 120kilometre toprağıki buna teşkil edenlerde ordunun yarısını kaybetmişsin, o kadar büyük zaiyata uğramışsın. Öyle bir durum karşısında bile 120kilometrelik toprağı terkeder geri çekilirsek, çünkü Sakarya nehrinin doğusuna geri çekileceğiz, bugünkü Haymana platosunu çevreleyen tepelerde mevzi tutacağız dedi.Askerlik açısından bu çok doğru bir karardı. Ama orda 120kilometre duyan herkes küçük dilini yutuyor. Kurmay subaylar diyorlar "bunu nasıl izah ederiz Ankaraya".Mustafa Kemal orda yine iyi bir duruş sergiledi. "Onun sorumluluğunu ben üstüme alacağım. Mareşal fevzi Çakmakla beraber." Iş iyi idare edildi falan. Bunu bir kriter olarak aklınızın bir kenarında tutun. 560a varmak için kaç tane 120 lazım. Çarpı 4,5. Bunun hiçbir izahı yok, hiçbir mantığı yok. Bu detaya ben şunun için girdim. Aslında konumuz Arap efsanesi. Arap ihaneti efsanesiydi. Fahrettin Bey, Arap ihaneti efsanesi de dahil olmak üzere o tarihlerde Ortadoğu cephesinde neler yaşandığına dair hemen hemen hiç bir şey bilmiyoruz aslında. Bugüne kadar bildiklerimiz resmi tarihin bilinmesini arzu ettiği, kırpmalardan ve balonlardan ibaret.
Sunucu:
"belki ilavelerden ve eklemelerden"
Said Alpsoy:
"Yani balon derken ekleme ve olmayan bazı şeyler olmuş gibi gösterilmiş. Olmuş, yaşanmış bir çok realitede ustalıkla üstü örtülmüş, kırpılmış. Elimize bir garabet bir heyüla teslim edilmş. Yani bir zamanlar Ismet Bozdağ'ın Celal Bayar'a dediği gibi "bize öğrettiğiniz her şey yanlış çıktı". Tarih yanlış çıktı. "Coğrafya bile" diyor "yanlış çıktı". Evet bu hakikaten doğru bir sözdür.
Sunucu:
"Biraz önceki sormak istediğim şey. Siz demin anladınız onu. Hiç çatışma olmadan 560kilometre çekiliyorlar."
Said Alpsoy:
"Evet, evet, hiç çatışma olmadan.
Sunucu:
"Ve çekiliyorlar. Bırakarak gidiyorlar."
Said Alpsoy:
"Cephemiz yarıldı çekiliyoruz diyor. Gerekçe bu. O zaman 50kilometre geriye çekilirsin. İlk müsait doğal hatta tekrar yeni bir cephe kurarsın. Hayır. 560kilometre geri çekiliyorsun."
Sunucu:
"Savaşın olduğu yeri işaretlediniz. Ordaki Lut Gölü. şu an İsrael Ürdün sınırı olan bölgede yüksek dağlar var oralarda. Cephe olabilir"
Said Alpsoy:
"Var. Onun gerisinde de bu 560 kilometre çöl değilki. 560 kilometre içerisinde coğrafi bölge arazi olarak cephe hattı oluşturabilecek - şimdi iddialı konuşmayayım ama - tahmin ediyorum en azından 4 - 5 tane doğal hat var iken Halepin 5kilometre kuzeyine çekiliniyor. Yani şam bir tek mermi atmadan teslim ediliyor, Kudüs teslim ediliyor. Halep teslim ediliyor. Halepin 5kilometre kuzeyinde mevzi tutuluyor. Zaten Anadoluya gelmişsin yani. Bütün Ortadoğuyu vermişsin. Dolayısiyle bunun arkasında acaba ne var diye bizde ne kadar şüphe etsek yerden göğe kadar haklı oluruz. Buraya şu parantezin içinden gelmiştik. Arap ihaneti efsanesi neydi. Tarihlere dikkat çektim ben. Çatışmaların başladığı tarih yani Osmanlıyla İtilaf devletlerinin harp haline geçtiği tarih Kasım 1914(Ekimdir aslında). şerif Hüseyinin bilfiil isyan ettiği tarih Haziran 1916. Savaş ne zaman bitti. 1918in Ekiminde. Yani toplamı 2,5 seneyi bulamayan bir süreçten bahsediyoruz. 1917nin tamamı, 1916nın yarısı, 1918in önemli bir kısmı."
Sunucu:
"Peki hangi bölgeleri kapsıyor"
Said Alpsoy:
"Geleceğim. şerif Hüseyinin emrindeki kuvvetlerin miktarı ne kadar. 4 ila 5bin silahlı asker. Fikir vermesi için söyleyeyim. Bu dönemde Osmanlının Ortadoğu bölgesindeki toplam seferi kuvvetleri 1milyon kişiye yakın. Yani tabii bu 2,5 sene içerisinde dalgalanmalar var. Artmıştır, azalmıştır. Yani diyelim teslim olduğu tarihte 1milyon kişi yok. Ama tamamın ortalamasına bakacak olursak, en asgariye indirdiğimiz vakit, 500binlerden falan bahsederiz. Ortadoğu cephesindeki Osmanlı kuvvetleri. Hicaz, Filistin ve Kutül Amare cepheleri. Bu cephelerin ortalamasını aldığımızda 500bin civarında silahlı unsur var. Bakın haritada bile onu çok rahat görürsünüz. Can damarı neresidir dedik bu bölgenin. Yani asıl cephenin olduğu yer Filistin. şerif Hüseyin nerde? Mekkede. Bunun için dahi olmaya yada askerlik uzmanı olmaya gerek yok haritaya baktığınız zaman görüyorsunuz. Buradaki(Mekkedeki) 4 - 5 bin kişinin şuradaki cephe(Filistin) üzerindeki stratejik etkisi ne olabilir? Kuş uçusu(Mekke ile Filistin arasında) 1000 kilometre var. Çöl. Ne işe yarayayacak? Ki bunlar(Arap ihanetciler) askeri eğitim almış, disiplinli, hakikaten eğitimi, donanımı itibariyle savaş değeri yüksek birliklerde değil. Onlar çöl bedevisi.
Sunucu:
"Başka bir algı daha yapılıyor orda ama. İşte şerif Hüseyinin evlatları ve torunları nerelerde daha sonra liderler, oradan yürütülüyor."
Said Alpsoy:
"Oraya da geleceğiz. 1.Dünya harbindeki Arap ihaneti efsanesinin bütünü sadece Hicaz bölgesiyle sınırlı. şimdi ben alıntıları okuyacağım. Okuyacağım alıntıların hepsi İngiliz tarihcilerinden yada devlet adamlarından olacak. 3 cephe var demiştik. 1. Bağdat Kutül Amare cephesinde en baştan en sonuncusuna kadar 1 tek (Arap) askerin ihanetine dair kayıtlara geçmiş bir şey yok. 2. Asıl cephe olan, mühim olan o, Filistin Ürdün cephesinde ilk günden en sonuncu güne kadar Arap ihaneti diye bir olay yok. 3. Burada(Mekkede) şerif Hüseyinin emrinde isyan etmiş olanlar 4 yada 5 bin kişi toplam. Aynı sıralarda Ortdadoğu cephelerinde Osmanlı ordusunda üniforma giymekte olan subay yada er Arap mevcudunun sayısı o 4 yada 5 bin kişinin 20katı. Yani 100bin civarında subaylarıyla erleriyle beraber o zamanlar osmanlı ordusunda ateş eden silah kullanan bizimle beraber bizim adımıza Arap var. şimdi resmi tarihin bu Cumhuriyet tarihi döneminde yaptığı işte bu noktada 2. büyük, yani kabalık addetmezseniz, artık alçaklık demek mecburiyetinde kalacağım. Hokkabazlıkda bu oldu. 4bin kişi tarafından icra edilen bir harekat pudding gibi abartıldı, kabartıldı, ama insan sayısı bazından baktığımız vakit öteki tarafta 100bine yakın Arapta seninle beraber silah arkadaşılığı ediyor. Yani o zaman bire yirmi. 1e 20 olunca karakteri kazandıranın hangisi olması lazım. O zaman hangi ismin konulması lazım. Bu Arap silah arkadaşlığı mı yoksa Arap ihanetimi? Yani bir kişi ihanet ettiyse 20 kişi seninle beraber şehit düşünceye yada esir düşünceye kadar silah sıktı. Sen 20katı olanı görmezden geliyorsun, onun 20de birinin hareketini olayın bütününü karakterize etme adına kullanıyorsun. Eğer Arapların yani şerif Hüseyinin yaptığı ihanet ise resmi tarihte yapılmış olan bizden birileri tarafından yapılmış olan bu hokkabazlığa ne isim vereceğiz öyleyse? Bu da ihanet. O 4 - 5 bin kişi cephede Mekke Medine çöllerinde ihanet etti bu insanlarda Cumhuriyet tarihi döneminde tarih kitaplarında ihanet etti. şimdi yeri geldiği için rahmetli Cemil Meriçin şu sözünü zikretmeden geçmeyelim, çünkü tam yerine oturdu. Diyorki : "Haçlı seferlerinin en büyüğü tarih kitaplarında yapılandır." Al işte bir örneği. 5bin kişinin yaptığı sürekli nazara verildi, anlatıldı. Ama 10binlerce kişinin fedakarlığı gözden uzakta tutuldu. Bunun üzerine olayı daha da büyüten hadise şu: Askerler...
Sunucu:
"Aklıma bir şey geldi. şunu hatırlatabilirmiyim siz dediniz ya Cemil Meriçin haçlı seferleriyle ilgili tarih kitaplarında. Işte bugün günümüzde o tarih kitaplarındaki haçlı seferleri etkisini yitirmeye başladığı için gerçek haçlı seferleri yeniden gündemde."
Said Alpsoy:
"Çok güzel, çok güzel. Bugün gününüzdesiniz.
(Gülüşmeler).
Said Alpsoy:
"Gerçekten. Bu deminkinden sonra ikinci tam 12den vuruş oluyor, tam bir katkı oluyor. Çok teşekkür ediyorum aynen öyle. Çok güzel. Geçtiğimiz 10yıllarda olduğu gibi Türkiyede biz Türkler müslüman Türkler bu Millet Ortadoğu coğrafyasında Arap kardeşlerimiz onların kitaplarında ve bizim kitaplarımızdaki dolmaları geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi yutuyor ve uyumuya devam ediyor olsaydık bunlara lüzum kalmazdı. Hiç böyle kana buçağa bıçağa düşmeyecekti. Ama oralar aşıldı. Uyanma başladı. şimdi Haçlı Siyonist cepheside kendi adına son mevziye çekildi. İlk başta yaptığı gibi bu işi bombayla, uçakla, kanla, ateşle,demirle halletmeye çalışıyor. Ama Allahın inayetiyle biz yakın geçmşte - yakın geçmiş derken son 10 yada 15 seneden bahsediyorum - nasılki bu işin tarih kitapları sayfaları üzerindeki cephede kazanmaya başladık şimdi bugünlerden itibaren Allahın inayetiyle Suriye çöllerindeki cephede de kazanacağız. Karşılaştığımız her yerde onları mağlub ederek ilerlemeye devam edeceğiz. Bunun başka bir tarafı."
Sunucu:
"Bir şey daha var. Bir önemli gösterge daha var. Bunu destekleyen o savaşı kazandığımızı destekleyen işte bin yıldır biraraya gelmeyen 960küsur yıldır, 12 şubatta Katolik hıristiyanların lideri papayla Rus Ortodoks kilisesinin patriği Kübada anlaşma yaptı."
Said Alpsoy:
"Bir araya geldiler. Bir araya gelişlerinde haçlı kelimesi var, ama altı kalın kalın çizgilerle naklediliyor. Bu gibi fenersiz yakalanma durumlarını ben senelerden beridir bizim içimizdeki saf, iyi niyetli Batı yanlılarına ithaf ederim. Çünkü bu zavallı saf insanlar bizim kendi şehrinde kendi evinde kendi sokağının yolunu unutmuş, kafası karışmış, evim diye kiliseden içeri girmiş bu insanlarımız bizim. Diyorum acaba bunları göre göre yavaş yavaş uyanırlar. Kendi evlerinin yolunu bulabilirlermi? İnşallah, bekliyorum, ümit ediyorum, dua ediyorum.
Çünkü bu gibi hadiseler sergilenmeye devam eder, o Melike Sultanın aşıkları Yahya Kemalin şiirindeki ifadesiyle o Batı mahmurları o Batı sarhoşları uyanamazlar ise, bir süre sonra bu durumları bir gaflet bir mahmurluk bir sarhoşluk olmaktan çıkacak, bir ihanet haline dönüşecek. şimdi bu vesileyle şunun altını çizeyim: Özellikle tırnak içerisinde Ulusalcı diye isimlendirilen insanlara yönelik konuşuyorum. Öyle muazzam tam ortadan çatlamış bir garabetin ve çelişkinin içindelerki. Siyaseten baktığınız vakit bu insanlar şu an Türkiyede mesela isim vereyim Doğu Perinçek ve emsali tipler. Batı karşıtlığında adeta sizi ve beni bir kenara itebilecek bir aktivite bir dinamizm gösteriyorlar. Ama garabet şurada. Bu insanlar batı karşısında siyaset noktasında Batı karşıtı oldukları kadar kültür sözkonusu olduğunda Batı hayranı. Ben bu garabeti işte anlayamıyorum. Yani siyaset dediğiniz zaman Batı bizim can düşmanımız. Ama kültür politikası dediğimiz vakit hepimiz gözü kapalı Batı hayranıyız.
Böyle bir iş nasıl olacak, nasıl izah ediyorlar bilmiyorum.
Sunucu:
"Tam burda Tamer Korkmazın bir deyimini hatırlatıyım. Hani Doğu Perinçek ve onun ekibi, onun gibi gçrünenler, her ne kadar Batı karşıtı gibi görünselerde, onlar Gladyonun sol bayrak gösteren kesimleridir. Yani hiçbir zaman gerçek anlamda Batı karşıtı değillerdir. Onlar sadece siyaseten Batı karşıtı rolü oynamakla mükellef olanlardır.
Said Alpsoy:
"Eyvallah. Zaten teorik olarak bu adamlar ya öyle diyeceksiniz, yada az önce işaret ettiğim çelişkinin üzerinde durarak, bunlar ne yaptığını, ne söylediğini, bilmeyen şaşkınlar, zavallı tipler diyeceksiniz."
Sunucu:
"Onlar rollerini çok bilinçli bir şekilde oynuyorlar."
Said Alpsoy:
"Bu durumda benim az önce söylediğim iyi niyetli olan neticede hain filan demiyoruz ama en azından bunlarda bir karış akıl yok denilebilecek tipler. Geçtik. Dağıttık konumuzu. Arap ihaneti. şimdi Hicaz bölgesinde 4 - 5 bin Hicaz çapulcusuyla sınırlı bir ihanet var. Coğrafi konumu itibarıylada bu olayı Ortadoğu Osmanlı cephesinde stratejik bir etkisi yok. Detayına geleceğim. Bağdat cephesinde ihanetin "Z"si yok. Filistin Ürdün cephesinde -ki asıl cephedir- ihanetin "i"si yok. Cephe gerisinde ihanetin "i"si yok yani. Cephe gerisi dediğimiz vakitte yaklaşık olarak şöyle bir hat kabul edin ( Said Alpsoy harita üzerinde Sina yarımadası ve Bağdata uzanan bir hat çizer ) şu kesim (Filistin ve Hatay arasını işaret eder) o günlerde etnik olarak tamamen Arap bu günlerde de, cephe gerisinde de ihanet yok. Peki ne oldu? Az önce anlattığım şekilde Medine garnizonu Fahrettin Paşa (konuyu dağıtmamak için özellikle bugünün içine almadım) Mekke şerifi Hüseyinin adamlarıyla becelleşti şam Medine demiryolu kesildi. Medine garnizonu aylarca hatta bir seneye yakın muhasara altında tutuldu. Ki şerif Hüseyinin kuvvetlerinin bir etkisinin olmadığını burdanda anlayabilirsiniz. Bu kuvvetlerin yaptığı en önemli icraat şu hattı şam Medine demiryolu hattını kesmekten ibaret kaldı. Lawrence de burda devreye giriyor. O Lawrence'in bütün yaptığı ettiği nedir? şerif Hüseyinin çapulcularını yönlendirerek Medine garnizonunun Osmanlı ana cephesiyle irtibatını, lojistik akışını kesmektir. Bütün olay bundan ibaret. şimdi bu olayın ana cephe üzerinde doğal olarak hiç bir etkisi olmadığı gibi peki Medinede muahsaraya alınmış olanların üzerinde bir etkisi varmı? Bakın. Gene tarihler üzerinde gidelim. O kadar etkisi yokki Osmanlının Mondros mütarekesini imzalayarak Selanikten İstanbula doğru gelmekte olan İtilaf Ordusu tehditi nedeniyle - ona karşı çıkartacak kuvvet yok- burdada (Said Alpsoy haritada Bağdat Kutül Amare cephesini gösterir) zaten (şimdiki)Türkiye sınırına dayanmış, yani Ortadoğuyla hiç alakası olmayan sebeplerden Mondros ateşkes anlaşmasını imzalayıp İtilaf Kuvvetlerine teslim olduğu tarih nedir? 30 Ekim 1918. Tarihlere dikkat edin. Medinede Fahrettin Paşa garnizonunun İngilizlere silah teslim ettiği tarih nedir? Ocak 1919. Yani şerif Hüseyinin buradaki demiryolu hattı kesmesi askeri açıdan o kadar etkisizki Osmanlı imparatorluğu teslim oldu, Medinede Fahrettin Paşa garnizonu hala muharebe etmeye devam ediyor. Kasım, Aralık, Ocağın yarısı 2,5 ay Istanbuldan 2 - 3 tane heyet geliyor, diyorlarki "sende teslim ol, yoksa seni bahane gösterecek bu adamlar Istanbulu işgal edecekler, Mondrosu da iptal edecekler."Çok daha ağır şartlara maruz bırakılacak bütün devlet. E şimdi burda besbelliki yani Medine Osmanlı başkentinden gelen baskılarla 2ö5 ay sonra teslim olmasa hala belkide yıllarca devam edebilecek güce sahip. İşte bu adamalrın yaptığı bütün harekatte demiryolunu kesmek. Yani kestide ne oldu? Osmanlı devleti teslim olduktan sonra lojistiğini kestiğin kuvvet 2,5ay sonra teslim oldu. Aritmetik ölçülerde o demiryolunun kesilmesinin Medine üzerinde zaten hiçbir etkisi olmadığının otomatikten ispatı demektir.
Yani Arap ihaneti efsanesi bundan ibaret. Nerden tutarsanız elinizde kalır.
Sunucu:
"Orasını da hatırlatalım da. O şerif Hüseyinin daha sonra çocuklarının işte Suriye ve ırakta yönetime gelmesi daha sonrası şu anda Ürdün ondan kaynaklı o algıyı işliyorlar zaten."
Said Alpsoy:
"Ona geleceğim.Geçmeden önce bunların üzerinde duralım. Bu Arap ihaneti efsanesi deyip duruyoruz ısrarla bence en önemli tema budur. Yani bugünün insanların zihninde tasnif edilmesi gereken, doğrulanması gereken, düzeltilmesi gereken en önemli tema budur.
şimdi bizi izleyen bazı izleyicilerimiz şöyle düşünebilirler: Yani şu sırada Fahrettin Beyle Said Hocanın ortaya getirdiği bu perspektif acaba ne kadar objektif, ne kadar bağımsız, tarafsız sayabileceğimiz tarihciler uzmanlar tarafından da paylaşılan bir yorumdur diye düşünülürse şimdi ben buna doğrudan cevap vermek üzere 2, 3 alıntı okumak istiyorum izninizle. Birincisi "Barışa son veren barış" Yazar David Fromkin. Uzman bir İngiliz tarihci. Kitabın İngilterede yayınlandığı tarih 1980lerin sonları. Yanılmıyorsam 1989. Bizdede 1990ların başlarında Türkçe çevirisi yayınlandı. Literatüre vakıf olanlar bilirler. Yayınlanır yayınlanmaz başyapıt haline geldi "Barışa son veren barış". Hatta ismi çok orijinaldi. İsmine gönderme yapan yakın tarihlerde başka kitaplar yayınlandı. Bu kitabın etkinliğine bir ölçüdür.
"Savaşa son veren savaş" adında mesela bunda 1 - 2 sene önce gene bir İngiliz tarihci yeni bir kitap yayınladı. şimdi David Fromkin "Barışa Son Veren Barış" Türkçe çevirisi sayfa 400de aynen şöyle söylüyor: "Osmanlı ordusunda savaşan Araplar ihanet edenlerden kat kat fazlaydı. şerif Hüseyinin adamları 4 - 5bin kişiyi aşmıyordu ve etkisizdi." şimdi bunu söyleyen Türkiyede 2016da belli bir ideolojik önyargıya teslim olmuş, onların bizim hakkımızda düşünebileceği isimler değil, Allahın İngilizi. David Fromkin diyorki "Osmanlı ordusunda savaşan Araplar ihanet edenlerden kat kat fazlaydı. şerif Hüseyinin adamları 4-5 bin kişiyi geçmiyordu." Geçtim. Bir diğeri Mesut Uyar. Türk, İngiliz ve Arap arşivlerinde yaptığı araştırmalardan sonra - çok uzun olduğu için ben sadece özetini naklediyorum- şunu söylüyor, demin yarım kalmıştı: "Yüzlerce Arap asıllı subay İstiklal harbinde Ankara ordusunda görev alarak devam etti." Bu kamuoyuna tırnak kadar mal olmamış. Arap efsanesi olduysa hangi dönemde oldu. 1918 Ekiminde bitti. Harp bitti, çünkü Osmanlı teslim oldu. Kronolojiye dikkat edelim. İstiklal harbi ne zaman başladı? Resmi tarihe göre 19 Mayıs 1919. Atatürk samsuna ayak bastı. İlk fiili çatışma ne zaman? Ocak 1921. 1. İnönü(savaşı). 2.fiili çatışma Nisan 1921 2. İnönü(savaşı). Yani İstiklal harbinin ciddi anlamda silah kullanılmaya başlandığı tarih 1921e geliyor. Atatürkün Samsuna çıkışından da 1,5 sene sonra. Mesut uyar arşivlerde araştırmalara dayanarak diyorki çok net iddiayla Osmanlının 1.Dünya harbinde yenildikten 3 sene sonra yüzlerce etnik olarak Arap kökenli subay Ankara ordusunda İstiklal harbinde bizimle beraber kan döktü. Hangi ihanet? Hangi sırtından hançerleme? Yani insanda Allah korkusu olur diyeceğim -ama şunu biliyorum- o yüzden demiyorum Cumhuriyet tarihi bıyunca Araplar arkadan vurdu, Araplar hançerledi, Araplar arkadan hançerledi dolmalarını yutturanlar zaten Allah düşmanlarıydı. Zaten o yüzden yaptılar. O yüzden Allahtan korkmuyormu bu adamlar demiyorum. Düşmanıydı zaten. İnsanlardan da utanmadılar. Tarihi, hakikatleri altüst etmektende utanmadılar. Ama düşünürseniz bu büyük bir alçaklık. Büyük bir vefasızlık. İhanet etti dediğin milletin mensupları rasyonel hiçbir mecburiyeti olmadığı halde artık sınırlar ayrılmış, devletler ayrılmış, evli evine gitmiş, köylü köyüne gitmiş gelmiş benimle beraber Anadoluda, Eskişehirin izmirin Bursanın kurtuluşu için yüzlercesi bunun kanını dökmüş canını vermiş. şimdi bu insanlara dönülüyor hiç utanılmadan sıkınılmadan deniliyorki : "Bunlar bize 1.Dünya harbinde ihanet etti, sırtımızdan vurdu." Allah layık ettiğiniz versin! Diyorum bende size.
Sunucu:
"Burda bir hatırlatma yapabilirmiyim müsaadenizle. Peki zaten şimdi diyelimki Araplar bize ihanet ettiler. Onu bile vurgularsak. En azından ülkemizi işgal eden bir millet değil değilmi. Araplar bizi arkamızdan vurdu propagandası yapanların sayesinde biz ülkemizi işgal eden çoluğumuzu çocuğumuzu katleden devletlerle, milletlerle bugün aynı paktın içerisinde yada birliğin içerisinde bulunuyoruz. Yada bulunmak için hala çaba gösteriyoruz. Ve onlarda bunun propagandasını yapıyorlar."
Said Alpsoy:
"Bugüne atladınız. Ben ordan devam edeyim, daha sonra döneyim kaldığım yere. İhanet eden kim? Bugünden çok net bir gösterge. şu içinde bulunduğumuz günlerde canımızı yakan en ciddi hadise geçtiğimiz günlerdeki Ankara bombası(Ankarada tren garının önünde, teröristlerin üzerlerinde bulunduğu bombaları patlattığı intihar saldırısı, tarih 10 Ekim 2015). Daha 24 saati dolmadan T.C. devleti ne dediğini bilerek, çok keskin delillerle bunu failini ortaya koydumu. Adını ilan ettimi. Evet. YPG/PYD. T.C. devletinin resmen bunu ilan etmesinin üzerinden 24 saat geçmeden, sözümona en büyük stratejik müttefikimizden aynı konuda hangi cevap geldi.
Sunucu:
"Biz tespit edemedik hala dediler"
Said Alpsoy:
"şimdi kim hain?"
Sunucu:
"Bunu hep yaptılar zaten. Geçtiğimiz hafta anlattınız Korede yaptıklarını. Yani ABD bunu her zaman yaptı zaten."
Said Alpsoy:
"Evet benim sözüm gene o yürekten teslim olmuş Batıcılarımıza. şimdi kim hain sorusuna onlar cevap versinler. Halep orda, arşın burda. 80 sene önce Suriye cephesinde ne oldu bak. Onun da peşini bıraktık. Bırakılmayacak da. şimdilik onun da peşini bıraktık. 3 gün öncesinden bahsediyorum. Bu ihanetin daniskası değilmi? Ama hala bu insanlara gidip sorarsanız, diyeceklerki çağdaş batı uygarlığı, evrensel uygarlıktır. Kendi milliyetimizi terkedeceğiz, kendi dinimizi terkedeceğiz, kendi kültürümüzü terkedeceğiz, Mehlika Sultanın kapısında gözü kapalı aşıklar gibi diyeceğizki nolursunuz bizi alın, bizde Batılı olalım. Yani aslında ilk hesabın kendi ayağımızda görülmesi gerçeği çıkıyorda, neyse konuyu dağıtmayalım. Batılı tarihcilerden 1.Dünya savaşında Ortadoğuda Osmanlıya Arap ihaneti efsanesi babında 2.alıntıyı okuyorum: Kitabın yazarı Philip Mansel gene ünlü bir İngiliz tarihci, oriyentalist. Sultanların ihtişamı (Ingilizcesi: Sultans in Splendour: The Last Years of the Ottoman World (New York, Vendome, 1989)
diye Türkçeye çevrilmiş kitabından sayfa 116dan aynen okuyorum Philip Mansel'in.
"Suriye ve ırakta Osmanlı Imparatorluğuna karşı hiç bir Arap ayaklanması olmadığı gibi Osmanlı ordusunda da kitlesel olarak kaçan Araplar yoktu. Azzam paşa gibi sonradan Arap Birliği genel sekreteri olan veya Şekip Arslan gibi daha sonraları en çok ünlenen milliyetci Arap yazar gibi pek çok Arap millyetçisi Osmanlı Imparatorluğuna sadık kaldılar." Philip Mansel, "Sultanların Ihtişamı" Sayfa 116. Geçiyorum. Daha da çarpıcı bir isim: Geçtiğimiz yıllarda İsraelin, korsan devletin Ankara Büyükelçiliğini yapmış olan bir isim Zıvi Erperek.
Zıvi Erperek akademik çalışmalarıda olan birisi. Emin El-Hüseyni Kudüs müftüsü hakkında bir biyografi çalışması yapmıştır. şimdi şuna dikkat edin bari bu kadarına da insaf desinler. İsraelin Ankara büyükelçisi bile kitabında diyorki Hacı Emin El-Hüseyni sayfa 10, 12den aktarıyorum. Türkçe çevirisi iletişim yayınları tarafından yayınlandı. Allahın yahudisi bile diyorki bakın bu konuda. "1.Dünya savaşı ve savaş süresince (Arap)milliyetci harekete katılan Arapların sayısı çok azdı. Dinsel gerekçeler, Arapça konuşan müslümanları müslüman bir devlete karşı yıkıcı eylemlere geçmekten alıkoydu. Ve bu topluluklar müslüman bir padişaha düşman olan hıristiyanlarla işbirliği yapmayı büyük bir günah olarak gördüler. Filistin halkının ve önderlerinin çoğunluğu (Arap)milliyetçi propagandaya kapılmadı ve İmparatorluğun bütünlüğü fikrine bağlı kaldı. Savaş sırasında Türk yönetimine karşı yöneltilen muhalefet çok kısıtlı oldu." Allahın yahudisi söylüyor bunu. Yani artık daha bunların üzerine söylenecek laf yoktur. Ama şu detayı paylaşayım. Mânâsının açılımını izleyicilerin ferasetine havale edeyim. İstediklerinin aksine bu çok sınırlı kısıtlı kalmış Osmanlı düşmanı Arap milliyetçiliğinin, Arap ayrılıkçılığının bu dönem içerisinde ve geçmişiyle beraber gerçek yönetim merkezi neresiydi? Beyrut ve şam mason localarıydı. Hemen kaynağı paylaşalım. Kritik bilgi. Zeyne Nezeyne adında Arap akademisyenin yazdığı Türkçeyede çevrilen "Türk Arap İlişkileri" sayfa 59, merak edenler için. Kitabın yazarıda bir Arap akademisyen. Evet zannediyorum süremizin sonuna geldiğimiz için ben başlı başına yeni bir konuya girmiyorum. Arap ihaneti konusu net bir çerçeveye oturdu.
---------------------21 şubat 2016 tarihli büyük komplolar adındaki yayının sonu------------------
-------------------------------------------------------- ingiliz subayının ve ingiliz tarafının gözünden Halep bozgunu.
Eğer "zâten ingilizler taraflı insanlardır, düşmanlarımızdı ve Ataputu kötülemek için böyle yazdılar, yalan söylüyorlar" derseniz yanılıyorsunuz. Bakınız mesela general Allenby, 26 Ekim 1918 tarihinde, Halep şehrine gelmeden önce, beyaz bayrağı çekiyor ve Ataputtan Halep şehrini savaşmadan teslim etmesini istiyor. Ataput onu kovacağına ki, diğer paşalar Ataputun yerinde olsaydı, kovarlar ve şöyle derlerdi : "konuşacağmız bir şey yok, bizi ancak öldürebilirsiniz" derlerdi, ki Mekkeyi savunan Fahrettin Paşa böyle yapmıştır, Ataput Allenbyle beraber yemek yemiştir. Ataputa karşı olan insanlar düşmanla yapılan bu ziyafeti eleştirebilirler. Ataput bu teslim talebi karşısında sadece Türkiyenin onurunu korumak için Halepi savunmak zorunda olduğunu hissettiğini söylemiş. şimdi Kemalistler "daha ne istiyorsun, işte gerektiği gibi davranmış" diyebilirler. Fakat bu şehri teslim etme talebine karşı verilmiş bir cevaptır. Ataput başka ne diyebilirdi?. şehri savaşmadan verseydi, hain ilan edilecekti, belkide bu teslimatı gören bir Osmanlı askeri Ataputu orada hemen öldürecekti, çünkü savaşmadan teslim olmak hainlik olacaktı. Ataputun gözünde ingilizler yenilmez insanlar, en büyük medeniyet olduğu için en küçük bir çarpışmada hemen kaçma emrini vermiştir. Ki zaten şamdan da kaçarak Halepe gelmişti.
Burada gözardı edilen Hint müslüman askerlerinin neden Kurtuluş Savaşında veya Kutül Amaredeki gibi taraf değiştirip Osmanlı birliklerine katılmamasıdır. Sebebi çok açık: Osmanlı askerleri kaçmışlar, Hintliler diğer cephelerdeki gibi karşılarında müslüman askerlerin bulunduğunu anlayamamışlardır.
Gazetenin adı : The Border Cities Star, Windsor, Ontario, Kanada
Basım tarihi: 30 Ağustos 1929, Cuma
Sayfa 3,
Muhabirin adı: J.R.H. Cruikshank
Metnin başlığı: 1918de 38 gün.
Haberin sağındaki sütun
Türkler kaçıyorlardı (ve kaçarken en gerideki Türk askerler bu Hint) birliklerinin zayıf olduklarını farkettiler ve (kaçmayı bırakıp) dönüp ateş etmeye başladılar. Süvari birliğimizin subaylarından albay Holden, albay Raymond ve albay Meredith ve diğer subaylar öldürüldüler. Gereği olmayan (olmaması gereken) bir şeydi. Maksadımıza ulaşmıştık. Halep bizimdi. Halepe girmekteki ve ilerlemekteki cesaretimiz(sayıca çok az olmamıza rağmen), Türk komutanının(Ataputun) bizim kuvvetlerimizi gözünde büyütmesine sebeb oldu ve Halepi bize bıraktı. Böylelikle bir kuşatma savaşı mecburiyeti olmadı. Ateşkeş anlaşması yapıldı ve Türklerin bize saldıracağı ihtimali de hiç yok gibiydi.
-------------------------------------------------------- Kemal ile Halepte görüştüm. Türklerin yenilmesine üzülmediğini amacının Enver Paşayı itibarsızlaştırmak olduğunu söyledi. American israelite gazetesi, 1 Mart 1923 -------------------------------------------------------- Prof.Dr. Ekrem Buğra Ekinci Filistin bozgununu ve Ataputun buradaki rolünü şöyle açıklar: SONUN BAşLANGıCı: FILISTIN-SURIYE BOZGUNUNUN HIKÂYESI Filistin-Suriye cephesinin çözülüşü ve Mondros mütarekesinin imzalanmasının üzerinden tam yüz sene geçti. Burada cereyan eden hâdiselerin içyüzü bugün bile iyi bilinmemektedir. 3 Aralık 2018 Pazartesi Çanakkale'deki rolü ile tanınsa bile, Mustafa Kemal Paşa'nın Cihan Harbi'ndeki en enteresan günleri Suriye Cephesi'nde cereyan etmiştir. Birliklerini stratejik olarak daha ehemmiyetli Filistin cephesine sevkederek Ingilizlerle savaşmaya yanaşmayan Fahreddin Paşa'nın yerine Mustafa Kemal Paşa Hicaz Kumandanı tayin edilmişse de, ertesi günü bu vazifeye gitmekten bir sebeple vazgeçmişti. 5 Temmuz 1917'de Kemal Paşa, Suriye-Filistin cephesinde Falkenhein kumandasındaki Yıldırım Orduları'na bağlı 7. ordunun kumandanlığına tayin edilmişti. Bu birlikler, Ingilizlerin batıdan ırak cephesine ulaşmasını engellemek üzere hassas bir vazife yapıyordu. Cemal Paşa'nın beceriksizliği sebebiyle Filistin elden çıktı. 27 Ekim 1917'de Ingiliz General Allenby, Gazze'ye hücum etti. Bi'rüssebi'de miralay Ismet [Inönü] Bey'in kumanda ettiği birlikler 10 gün içinde yenildi ve Gazze düştü. Artık Osmanlı birlikleri için çekilme safahatı başlamıştı. 9 Aralık'ta Kudüs düştü. Enver Paşa, bu mağlubiyetten Mersinli Cemal ve Mustafa Kemal Paşaları suçladı. Bi'rüssebi üzerinden Sina'ya taarruz etmesi emredilen Kemal Paşa bunu dinlememiş; üstelik bunun lüzumsuzluğuna dair Istanbul'a 20 Eylül tarihli bir de rapor göndermişti. Bunun üzerine azledilmiş; ama sert bir disiplin muamelesi ile karşılaşmamıştır. (ş. S. Aydemir, Tek Adam) Kâzım Karabekir, Filistin-Suriye mağlubiyetinin sebeplerini, 1-Başkumandanlığın cepheleri idaredeki yanlışlığı; 2-Mevzi yanlışlığı; 3-Mevzide vaziyet yanlışlığı; 4-Geri tertiplerdeki noksanlık ve yanlışlık olarak hülasa eder. (Türkiye'de Almanlar) 15 Aralık 1917'de Veliahd Vahideddin Efendi'nin maiyetinde Alman cephesini ziyarete gitti. Burada Ittihatçı düşmanı ve münferid sulh taraftarı veliahdde itimat hâsıl etti. Sonra 25 Mayıs 1918'de tedavi maksadıyla birkaç aylığına Avrupa'ya gitti. Bu seyahat kilit hâdise sayılabilir. Burada Cavit, Rauf, Fethi ve Talat Beylerle Veliahd'in bilgisi dâhilinde münferid sulh için, Ingilizlerle üst seviyede görüşmeler yapmış olması pek muhtemeldir. Dönüşünde hemen fevkalâde salâhiyetlerle Filistin cephesine tayini; burada Alman karargâhını tesirsizleştirerek geri çekilmeye nezâret edişi, Istanbul dönüşü Allenby tavsiyesiyle Anadolu umum müfettişliğine tayini de nazara alınırsa, ciddi ve şümullü bir planın parçaları gibi gözükür. Harbe girmeye baştan beri karşı olan ve düşmanın kazanacağına inanan Kemal Paşa, harbin her safhasında bir şekilde sıyrılıp münferid sulh yaparak elde kalanı tutma fikrini müdafaa ediyordu. Hatta bir ara Ali Fuad Paşa ile beraber yakın dostu Cemal Paşa'nın desteklediği bir darbe yapıp Enver Paşa'yı devirmeye bile teşebbüs etmişti. 3 Temmuz 1918'de tahta çıkan padişah, bir ay sonra Avrupa'dan dönen Kemal Paşa'yı tekrar 7. Ordu'nun başına getirdi. Ağustos sonunda Nablus'taki karargâha varışından birkaç gün sonra Ingiliz taarruzu başladı. O zamana kadar cephede üstünlük, Ingiliz kuvvetlerinde bulunsa bile, General Allenby bir türlü ilerleyemiyordu. Nihayet Ingilizlerin talihi döndü. Kemal Paşa, "Ordumla sahralar ve nehirler geçerek şam'a ricata mecbur oldum. Burada çekilen meşakkatin izahı uzun olur" diyerek, en basit bir hâdiseyi bile tafsilatlı anlattığı halde, burada nedense sözü kısa kesmeyi tercih etmiştir. O zaman Filistin cephesinde üç ordu vardı: Merkezi Salt'ta 4. Ordu; Nablus'ta 7.ordu ve Tulkerem'deki 8. ordular, Yıldırım Orduları diye anılırdı. Cephenin umumi karargâhı Nâsıra'da idi ve Liman von Sanders de cephe kumandanıydı. 4. ordu kumandanı Mersinli Cemal Paşa, 8.ordununki Arapgirli Cevad Paşa ve 7.ordununki Mustafa Kemal Paşa idi. Ismet Bey ve Ali Fuad Paşa, 7.ordunun kolordu kumandanlarıydı. Kudüs'ün sukutu üzerine kuzeyde bir müdafaa hattı tesis edilmişti. 1918 yazında Filistin'deki Osmanlı-Ingiliz cephesi, Ürdün'den Yafa'ya kadar uzanıyordu. Üç ordudan ikisi cephenin batısında, biri doğusunda idi. Liman von Sanders doğudan bir saldırı beklediği için, bu kesime ağırlık veriyordu. 18 Ağustos'ta düşman taarruzu batıdan geldi. Bütün bu şehirler bugün Israil, Filistin ve Ürdün'dedir. 18 Ağustos'ta taarruz tayyare desteğiyle başladı. 31 Ağustos 1918'de cephe aniden çöktü ve süratli bir hezimet bunu takip etti. Evvela merkezdeki 8. ordu; ardından da 4 ve 7. ordular dağıldı. Kilometrelerce gerideki ordu kumandanları bile canlarını zor kurtardı. Liman von Sanders, gecelik entarisiyle Taberiye'ye; kolordu kumandanı Refet (Bele) Bey, pijamasıyla atına atladığı gibi Beyrut'a kaçtı. 8.ordu kumandanı Cevad Paşa, kalpağını alamadan kaçıp geldiği şam'da Ismet Bey'i (Inönü) tellal bağırtarak aratmıştır. Allenby, Avrupalıların Meggido (Armagedon) dediği Nablus Muharebesi ile 19 Eylül'de cephenin batısındaki Osmanlı müdafaa mevzilerini söktü. Açılan yolda hızla ilerleyen süvari birlikleri kıyı şeridini geçtikten sonra, iç kısımlara yöneldi. Kuzeydeki çekilme hatlarını kesti. Doğuda da geriye çekilmeye başlayan Osmanlı birlikleri, Hicaz demiryoluna bağlı hatları tutan Arap birliklerinin baskınlarıyla karşılaştı. Suriye Cephesi, bu mağlubiyet üzerine bitmiş sayılır. Mukavemet tamamen kırıldığı için, bütün Suriye'nin yolu düşmana açılmıştır. Düşman hiç mukavemet görmeksizin 1 Ekim'de şam'a ve nihayet 25'inde Haleb'e girdi. Kemal Paşa düşman yaklaştıkça bu şehirleri tahliye ederek geriye çekiliyordu. Böylece Suriye'de 400 senelik Türk hâkimiyeti son buldu. Bunda Suriye Valisi Cemal Paşa'nın halkı düşman eden gaddarâne idaresi yanında, cephe kumandanlarının basiretsizlikleri de rol oynamıştır. 38 günde 560 km. ilerleyerek 5 bin kayıp veren Ingilizler, 75 bin esir ve 375 top ele geçirdiler. Hiç de hoş olmayan şartlar altında Mondros Mütarekesi'ni imzalamaya mecbur eden, işte bu hezimettir. (şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, ı/302) Bu üç ordu, Kudüs'ün kuzeyinde tahkim edilmiş bir mevzide bir müdafaa hattı teşkil ediyordu. Ingilizler sayıca üstündü ama, Osmanlı birlikleri de yeni ve ağır Alman silahları ile donatılmıştı. Diğer cephelerden farklı olarak Filistin-Suriye'deki birliklerin mühimmatı ve morali yerindeydi. Istanbul'un elverişli bir mütareke için mukavemetini bahane ettiği bu birliklerin bu kadar çabuk çözülmesi hayret uyandırmıştır. Ders kitaplarında, tarihin en başarılı geri çekilme hareketi olarak lanse edilen ve kısa geçilen bu hezimetin sebebi, 7.ordunun diğerlerine haber vermeden ricat etmesi, bundan açılan boşluktan saldıran Ingilizlerin sağ ve soldaki 4. ve 8.orduları arkadan kuşatmasıdır. Kemal Paşa, 8 kişilik maiyetiyle, resmî elbiselerini bile giyemeden şam'a çekildi. Aclun'da kolordu kumandanı Ismet Bey kendisine yetişti. Yolda Ingilizlere esir düşmesine ramak kalmışken, Ürdün Nehri'nin öte yanında kamp kurmuş olan Harbiye'den eski dostu yeni düşmanı Trablusşamlı Fevzi el-Kavukcî tarafından kurtarıldı. şam'da Victoria Oteli'ne inen Kemal Paşa, Avustralyalı General Chauvel'in kumandasındaki düşman kuvvetleri şam önlerine gelince, buradaki kuvvetlerinin kumandasını Cevad Paşa'ya devrederek 30 Eylül'de Beyrut, şam ve Haleb'in ortasındaki Riyak'a çekildi. Burada gazetecilere verdiği beyanatta: "O gece şunu anladım ki, bütün kıta ve cephelerde kumandanlık kalmamıştı. Binâenaleyh delice denecek bir emir verdim: şam ve Riyak'daki kuvvetler şimâle doğru hareket etsinler." Yani istikamet kuzey, herkes başının çaresine baksın! Liman von Sanders, Suriye'nin tahliyesi manasına gelen bu kararın mesuliyetini alamayacağını söyledi. Aldığı kararı sebatla tatbik eden Kemal Paşa, şam ve Beyrut'un düşmesi üzerine kendisini Baalbek'e, oradan da Haleb'e atarak canını kurtarabildi. Bir müddet Ermeni hastanesinde, sonra da bugün bile ayakta olan Baron Oteli'nde kaldı. Ancak kargaşa içindeki Haleb'de ahalinin hücumuna uğradı. Bu arada Almanya'ya giden Liman von Sanders'in, Umum Cenub Orduları Kumandanı sıfatını devrettiği Kemal Paşa, 8000 askeri bulunmasına rağmen bir müdafaa hattı teşkil edemeyip Adana'ya çekildi. 4.Ordu Kumandanı Mersinli Cemal Paşa'nın yaveri Cevat Rıfat (Atilhan) hatıralarında hâdiseye temas eder. "Hadiselerin bu feci inkişafından son derece müteessir ve asabi olan Mersinli Cemal Paşa [şam yolu üzerinde Deraa'da] 7'nci Ordu Kumandanını görünce zapt edilemeyen bir infial ve şiddetle şöyle haykırdı: 'Bu hali görüyorsunuz Paşa Hazretleri! Allah bunu zât-ı devletlerinizden soracaktır. Üç ordu müşterek bir müdafaa yapmış müşterek bir mukavemet göstermiş olsa idi bu perişanlık husule gelmeyecekti!' Mustafa Kemal Paşa cevaben: 'Paşam, Beysan-Taberiye istikametinde geri çekilmemiş olsa idik ordunun ric'at hatları kesilmiş olacaktı. Zât-ı devletleriniz emrinizdeki üçüncü süvari fırkası ve öteki süvari alaylarıyla bu işe müdahale buyursa idiniz olmaz mıydı? Iki gün geç kaldınız' dedi. Bu muhavere hiddet ve asabiyetle 20 dakika kadar sürdü. Ben Erkânıharp Reisi'ni çağırmak için bir müddet yanlarından ayrıldım. Konuşmanın sonunda Mustafa Kemal Paşa sert bir eda ile: 'Münakaşayı bırakalım paşam! Siz ordunun en kıdemli kumandanı sıfatıyla Zât-ı şâhâneye sulh teklifinde bulununuz. (Ingilizlere barış teklif etsin) Vaziyeti müşahede buyuruyorsunuz!' dedi. Cemal Paşa cevaben: 'Siz de Zât-ı şâhânenin yaveri ve mutemedisiniz. Kendileriyle dostluğunuz vardır. Lüzum görüyorsanız bu teklifi siz yapınız! Umarım ki, Kisve hattında da (şam'ın 20 kilometre güneyi) bizi yalnız bırakmazsınız!' Ve selamsız sabahsız birbirinden ayrıldılar…" (Cevat Rıfat Atilhan, Filistin-Suriye Cephesi'nde Kahramanlar ve Hainler, s.44) Kemal Paşa, 27 Eylül gecesi görüştüğü meşhur Ingiliz casusu Lawrence'dan; Ingiltere'ye göre, Suriye ve ırak'ın geleceğinin Emir Faysal ve Genç Araplara ait olduğu; Türklerin, başkalarına ait topraklardan çekilmesi ve Anadolu'ya odaklanması icab ettiği tavsiyesini almıştı. (Alan Palmer, Victory 1918). Lord Kinross da Mustafa Kemal'in Arap topraklarının kaybına o kadar üzülmediğini söyler. Buralarda öteden beri sömürgecilerin gözü olduğunu iyi bilmektedir. Ancak Suriye'nin kaybı, Anadolu'nun da işgaline zemin hazırlamıştır. Nitekim Allenby'nin istihbarat subayı Alexander Aaronsohn, 25 Ekim'de Haleb'e geldiğinde 7. ordu kumandanı ile görüşüp öğle yemeği yediğini; kendisine mağlubiyet için fazla üzülmediğini; Enver Paşa'nın itibarının kırılmasının daha mühim olduğunu söylediğini anlatır (American ısraelite, 1 March 1923; Border Cities Star, 30 August 1929). Suriye cephesinin çökmesi üzerine 30 Ekim'de Mondros Mütarekesi imzalandı. Bu arada Haleb'in 40 km kuzeyinde kamp kuran Kemal Paşa, General MacAndrew'ya teslim oldu ise de, iyi muamele gördü ve bazı şartlarla serbest bırakıldı. Hatta General kendisine bir otomobil tahsis edip istasyona kadar uğurladı. Bunu o zamanki Filistin cephesinde Ingiliz ordusuna dair yazılarıyla tanınan gazeteci, tarihçi ve politikacı Sir Henry Somer Gullett anlatıyor. Adana'dan padişaha çektiği meşhur telgrafta, içinde kendisinin de bulunduğu isimlerden bir hükümet kurmasını teklif etti. Padişah, hâlâ itimat ettiği yaverinin dediklerini -bir tanesi hariç- yaptı; ancak nedense kendisini harbiye nâzırı tayin etmedi. Kemal Paşa, Istanbul'da Suriye bozgununun müsebbibi olmakla itham edildi ise de, padişah eldeki tek tük Ittihatçı olmayan subaylardan biri olarak gördüğü yaverini himaye etti. Fevzi Çakmak hatıralarında, Kemal Paşa'nın bu sebeple kurşuna dizilmesine engel olduğunu anlatır. Bundan sonrası yakın tarihimizde yepyeni bir sayfa teşkil eder. Suriye Cephesi'nin Ismet Inönü, Kâzım Inanç, Refet Bele, Asım Gündüz, Ali Fuad Cebesoy gibi mağlup kumandanları, yeni bir zaferin kahramanları olarak tarihe geçtiler. -------------------------------------------------------- GERONıMO NUÑO isminde bir askeri yazar doktora çalışmasında çeşitli Avustralya ve ingiliz harp kaynaklarını ve subay hatıratlarını, mektup, telgraflarını delil alır, ve Allenbynin Filistin savaşını inceler. çalışmanın neredeyse her yerinde, 1915den 1917nin sonuna kadar Türkler geceleri hep kaçtılar diyerek bahseder. Allenby gündüzleri savaşacak Türk askeri bulsada ya kaçmak üzereyken, yada tesadüfen rastlamakta ve askerler kaçtığı için Türkleri yok edememekten bahseder. 2 senelik Filistin savaşı sonunda verilen ingiliz kaybı ve Osmanlı tarafında verilen kayıp neredeyse aynıdır. Kayıp sayılarını Allenby nin verdiği rakamlarla sayfa 104de şöyle verir.