Doğum 1930, Maraş merkez, Kızılseki Köyü
--------------------------------------Hâtıranın başı----------------------------------
...Anam yetimmiş. Dedemin biri Zeytin isyanında ölmüş. Değirmenci isyanında. Pehlivan varmış meşhur biri, Domur hoca varmış. Anamın babası askerlik birliğinde kurşun yiyerek öldüğü için ona maaş bağlanmış. Babamın babası harpte değilde Ermeniler isyan eder düşüncesiyle Osmanlılar bir alay kurmuş, orda. şimdi Maraşta Süleymanın orada bir yer var. Alay olarak geçer. Kışla diyorlar şimdi. Emmimin(amcamın) oğullarına çömezoğulları derlerdi. O orada kurşun yemiş, yaralanmış. O zaman dedemde (babamın babası) ona bakmakla meşgul olmuş. Anam yetim, babamda yetim. Ebeme maaş bağlanınca (2 kız çocuğu varmış). ...Babamın (evlilik için) izinname(si) çıkmayınca beni ve kardeşlerimi nüfusa geç yazdırmış. Ben o zaman 10 yaşındaymışım. Benim doğum tarihimi 1944 olarak yazdırmışlar. benim adım Mehmet, nüfusta Ejder'miş.Nüfusta yanlış yazılmış, biz erkenden nüfus cüzdanı almadığımız için adımızın(resmen) ne olduğunu bilmiyoruz. Sonradan gittiğimiz nüfus memuru meseleyi anladı, durdu. Kayıtları inceledi, Ejder isminde (kayıtlarda) Domur Ahmet'in hiç bir oğlu yok dedi. Senin Mehmet dediğin kişinin adıda Hasan dedi. Hasan (aslinda) kardeşimin adıydı. Ben pasaport çıkartıp Suriye'deki bir okula gideceğim için nüfus memuru bana yardım etti. Imanlı bir insanmış. (Suriyedeki bir) ilâhiyat okulu sözünü duyunca gözleri parladı. "Bu iş aslında mahkemelik, ama ben sana Mehmet adlı diye nüfus cüzdanı veriyim" dedi.
....Babam 5 kardeşlermiş, hepsi erkek çocuk. 3 tanesi açlıktan ölmüş. Babam bana hep bunu anlatırdı. ...
....Babamın hayatta kalan 1 erkek kardeşi varmış. O da emmim. Teyzelerim, halalarım yoktu bize ulaşmamış, hepsi ölmüş. Babam, amcam sağda solda çobanlıkla büyümüşler. Emmim evlenince emmimin yanına gelmiş. O zamanda ebem, rahmetli annemin annesi, babam büyüyüp delikanlı olunca babama kızını verip everecekmiş. "Benim kızımı al" demiş. Ebem rahmetli maaşlı olunca(maaş bağlanınca), işte kızlara sağdan soldan demekki kem gözle bakan olmuş. Rahmetli (ebem) aklı başında(akıllı) karı. Babamı çağırınca babamın himâyesine giriyor herşey. Rahatlıyor evde. Kızını bir yere gönderemiyor. şuraya gönderse kaçıracaklar. şu olacak, bu olacak. 2 tane kız çocuğu yetişmiş. Bir de oğlu varmış oğlu 5 yaşında ölmüş. Babam en son Maraş Aksu'da kalıyordu. Ramazan ayında bizim evde kalmasını isterdim. Çok sâkindi(sâkin bir insandı).
....Gündüzün dağa giderim, dağdan sırtımda odun getiririm.Maraşa gideceksem özellikle kil toprak toplarım. Postal giyderdik o zaman. Postal alır babam (bana). Postalın altı bir, üstü de bir(altıda üstüde aynı), iplıkle dikili. Bunu çamura vurdunmu(çamurlu yerde gezdinmi) 3 gün sonra paramparça olur. Ne yapacaksın? şimdi postalla yalınayak(yürümek) arasında bir tercih yapmak zorundasın. Postal eskimesin(tercihini yaparsın). Postalı torbaya koyarım. Taa Ünbütün oralara kadar yalınayak giderim. Oraya gelince artık çamur kalmaz. Suda, göletlerde ayağımızı yıkar, kurutur, postalımı giyerim. Bunu biz yaşadık.
ilk gayriresmi hocalık görevim
....(1960 darbesinden sonra bütün islami hareketler durduruldu).1960 Hazîranın ortalarında bir toplantıdan sonra Temmuz yada Ağustos ortalarında hepsinin kapandığı söylendi.(Bütün Kuran kurslarının). Ondan sonrada zaten ben (kursa) gitmedim. Her taraf tatil oldu. Biz eve geldik. Babamın işi var(çiftçilik), onun işine geldik. (1960'ın) 9'uncu yada 10'uncu ayıydı.O zamanlar ben 25 - 26 yaşlarındaydım. Kültürlü'nün(yerleşim yerinin, mahallenin) hocası geldi. (Bana:) "Mehmet Hoca" dedi. "Köyümüze geleceksin. Hem imamlık yapacaksın hemde bizi okutacaksın. Çocuklarımızı okutacaksın" dedi. Ilk defa hoca olarak resmen oraya gittim. Merkez dedeler derlerdi. Haymana'da çok zenginmiş. Onun kardeşi Ahmet Ağa vardı. Ben vardığımda o hayattaydı. Yine onların oğlu Ahmet Ağa, hâlâ hayatta. Belediye başkanı olduydu Kültür'de. Onun babası. "Tamam" dedim, "gidek" dedim. Varınca beni ne yapacak nereye götürecek. Bizim o anda 3 tane çocuk var. (Adları:) Melek, Hacer, Erziya var. Öğlen (vakti) vardım, ezan okudum. (Köylüler:) "Namazı kıldır" dediler, namazı kıldırdım. Hocaefendinin evine vardık. Işte mahallede ileri gelenler toplandı. Buraya gelecek hoca buymuş diye. ikindi namazını kıldıktan sonra çıktım (köydeki) eve geldim. "Falanca gün (geri size) gelirim bana katır gönderirmisiniz?" dedim, "tamam (göndeririz)" dediler. Benim bir katır şeyim(taşınacak fazlaca yüküm) yok. Bir yatak, çocukların yatacağı, bizim yatacağımız yatak( o kadar). Geldiler, bizi aldılar, götürdüler. Biz vardık göreve başladık. Ben, ilk cumada daha çok yaşantıya bakıyorum. Kültürde 4,5 ay hocalık yaptım.Benim tavsiyelerim üzerine orada birçok değişiklikler yapıldı..Benim bir huyum vardı. Allah benden emânetini almadanda inşallah bu huyum değişmem. Hocaefendiyle imamlık yapmak için konuşurken para hakkında ve imamlık süresi hakkında hiç bir laf etmedim.
1960 darbesinde yasaklanan din ve Suriye'ye Kuran ve Arapça öğrenmek için kaçak olarak kaçmak.
....Biz ustayken şam'a gitmeye karar vermiştik. Hamdi Ayacı'yla ben, başka kimseler yok, biz ikimiz Suriye'ye gitmeyi düşündük. (Suriye'nin başkenti) şam'a gidekmi gidek. şam'a bizden önceden gidenler zaten vardı. Ismail Parlak da gitti. Bizden evvel gitti. Onlar ordayken bir mektup geliyor bana.(Kültürde imamlık yapıyorum bu sırada) Mehmet abi gelin buraya(şama diye mektup geldi). (Gidilecek) Adresde biliniyor, Medresetül Eminiyye. Dedilerki Suriye'ye gelirken bize bildirin, biz sizi arabadan teslim alırız. Bunu konuştuk Hamdi'ynen. Rahmetli Mırık Ali'ye 200lıra para verdik. şam'a gitmek için kaçak (araba) kiraladık. "Sen organize et" dedik. "Organize ettikken sonra bana haber gönderin"."Olur çocuklar" dedi. Bizim Mahmut'la gider gelirlerdi. Biz "tamam" dedik. O arada bize haber geldi. 4,5 ay kaldım Kültürde (hocalık yaptığım sıralar) Sabahtan geleceğiz köye, eve geleceğiz artık. Pılı pırtıyı (eşyaları) yükledik. Ahmet abi bizi davet etti. Hayatımızda bazı ilginç şeyler var. ....(Kültür'deki) Hocaefendi bana para toplamış. Bana dediki "sen Maraş'a giderken buradan geç" dedi bana.(Topladığı parayı teslim etmek için ve Suriye'de yardım olsun diye) Her şey bitti, gideceğiz ama (bizi götürecek olan) Hamdi'ye ulaşamadık. Kış. Her tarafa kar yağıyor. Öyle bir yağıyorki. Bir sıra bizim Hasan aldı, bir çizme giydi. Anam bir tarafta ağlıyor, Abim bir tarafta, bizim Emmioğulları bir tarafta. şöyle bir baktım, benim de ağlayasım geliyor. Hanım da ağlıyor da, bana göstermiyor. Hanımımdan Allah binlerce râzı olsun. Benim okumamda işin yarısından fazlası ona ait. "Çoluğun çocuğun var burda, ne yapacağan orda(şam'da)" diyebilirdi. Kültür'ün hocaefendisi bana o zamanın parasıyla 1300lira verdi. O gün için iyi paraydı. Sokağın başında (köylüler bana) "benim çocuğu da götür", öbürü diyor "benim çocuğuda götür". Bir sürü insan birikmiş oraya, nerden duymuşlarsa. Yav kardeşim benim neyim varki senin çocuğunu götürüyüm. Seyahata gitmiyorum. Sınırdan geçeceğiz. Bir serseri kurşuna hedef olabiliriz. Diyorlarki "benim çocuğum sana emanet". Bende onlara "Allah'a emanet edin" diyorum. Ben kendimi koruyamayacağımki senin çocuğunu koruyabileyim. Ben ne olursam, onlarda o olur. Ben ölürsem onlarda ölür. "Bak" dedim(köylülere) "ben herşeyle karşılaşabilirim" dedim. "Onun için bana bir şey söylemeyin. çocuklarınız gitsin, gitmesin demiyorum. Ama benim üzerime mükellefiyet yükleyecek şeyler söylemeyin" dedim.Çünkü ben de kaçak gidiyorum. benim pasaportum yok. Benim nüfus cüzdanım da yok. Kimliği belirsiz bir adam. Bir kurşun sıksalar tamam işte bitti. Bir insan ölmüş. Öylece yola çıktık. Bize kılavuz olarak Mahmut gidiyor. Onun yanında Izizade'nin oğlu Memmet vardı. O da babamın dayısının oğlu. O da akrabamız. Ahmet, herhalde Ökkelerden Bombit Bulu derlerdi. O da gidiyor. (Cemal Nar'ın) Emmioğlu Abdurrahman var. Velhasıl 7 tane kaçakçı var. 7 tane de biz varık. Bizim Fahri 1. Ilyas 2. bizim köyden ben 3. Ali Hocanın oğlu Ahmet Hoca 4. bizim Hüseyin Çınar Hoca 5. bir adam daha vardı. Döngele'den Ahmet Çal 6. şerif diye Cumrulardan bir çocuk var 7. 7 tane. Hepsi de benden küççük. Hele Ilyas. Ya 14 yaşında, ya 15 yaşında o zaman. Onlar daha çocuk yâni. Ordan gittik. Ökkelerin Ahmet bana dediki: "Mehmet Hocam" dedi. "Islahiye'de şöyle bir câmi var" dedi. "O câmide namaz kılalım ikindiden sonra, ben sizi o câmiden alırım" dedi. Maraş'tan otobüse bindik, o câmiyi bulduk. O câmi şehrin dışına yakın bir câmi. Câmiyi geçince Reçelik diye bir yer var. Orası iz kaybettirmeye yakın bir yermiş orası. Ahmet geldi bizi aldı. Reçeliğe varırken Mahmut falan da ordalarmış. 7 tane de öküz var (yanlarında). O (öküzleri Suriye'de) satmaya götürüyorlar. Türkiye'de en iyi öküzler 200lira, 300liraya satılıyor, orada(Suriye'de) 2bin lira. Oradanda mal getiriyorlar Türkiyeye. Yâni kaçakçılık yapıyorlar. Reçelikten geliyoruz gece. Akşam namazı oldu. Onlar(kaçakçılar) önden gittikleri için kâh elimizden tutuyorlar bak işte şurdan gidin falan. Öyle çukurlar varki 5 - 6 metre derinlikte, her yer taşlık, kesme çalıları var böyle. O şartlarda gidiyoruz öyle. şubatın 17isi, bayramdan bir, iki iç gün sonraydı. Belli bir yere vardık. Bunlar önceden jandarmayla anlaşıyorlar. Jandarmalar oraya geliyor. Onlarında kendilerine göre kânunları var. Parayı, karakoldan geçeceğin sınırı geçtikten 100 metre sonra orada teslim ediyorlar.(Rüşvet parası teslimi). Jandarma oraya kadar gidiyor bizimle. Orası(Suriye) çok sâkin öteki tarafta. Bizim bu tarafta karakolda çok jandarma var. Askerler geldi. Mahmut dediki askerlere: "bakın arkadaşlar. Su kabağı su yolunda kırılır. Biz kaçakçıyık. Ölmemek için öldürürüm" dedi. "Bizi vurabilirsiniz. Biz kaçakçıyık" dedi. "Ama şu 7 çocuk masum. Bak şu da evli(beni kasdediyor), 3 tane çocuğu var" dedi. "Bunlar okumaya gidiyor şam'a" dedi. "Eğer bir tuzak kurduysanız, işin içinde kalleşlik varsa, dininize imanınıza doğru söyleyin, bu çocukları geri gönderin" dedi. "Yok böyle bir şey yoksa bu çocuklar süngüyle geçecek, bu çocuklar kaçakcı değil, okumaya gidiyorlar" dedi. Jandarmanın bir tânesi dediki:. "Bunda kalleşlik olurmu mübarek bayram günü, anlaştıydıkya" diyor. Anlaşmaya göre jandarmalar silahlarını omuzlarına alıyorlar, önde gidiyorlar. Mehmet dedi: "Gel" dedi(bana), Mahmut rahmetli. "Bak Mehmet" dedi, "burda ölmemek için öldüreceksin" dedi. "Bunlar öyle kalleşki dedi. Giderken koşarlar yatın derler. Orada bir yerde pusu var demekdir" dedi. "Arayı açtılarmı pusudakiler meydana çıkar, (bizleri silahla) tararlar, paralar gider, ondan sonra sizi bizi tel örgünün arkasına atarlar, orası mayınlı arazi, kimsede alamaz, kurda kuşa yem olursunuz" dedi. "Ben", dedi , "koşarsam sen de koşacaksın. Ben yatarsam sen de yatacaksın. Ben jandarmaya çökersem sen de ona çökeceksin" dedi. Allah, Allah ey kurban olduğum Allah. Ben okumaya giderken katil mi olacağım şimdi. Aklımdan öyle şeyler geçmeye başladı. Çünkü mâhiyetinde bir şey bilmiyoruz biz orda. Gecenin zifiri karanlığı. Ama o ne derse onu yapmak zorundayız. Ona uymadıkmı hepimiz gideceğiz(öleceğiz). "Tamam" dedim ben. Neyse gittik. Beklediğimiz şey olmadı. Tel örgüye(Türkiye-Suriye sınırına) yaklaştık. Tel örgünün dışından bir araba yolu gidiyor. Oraya vardık. Yukarıda bir ışık gözüktü. Jandarmalar dedilerki:. "Mahmut Ağa" dediler. "O bizim binbaşı, şimdi devriye geziyor. Biz orada görüneceğiz. Siz öküzleri geriye çekin, orada bizi bekleyin. O aşağı geçtimmi biz geleceğiz sizi alıp götürürük" dedi. Öyle dedi ama onlar gider gitmez Mahmut öküzleri kamçıladı. çocuklarla beraber koşarak belki 200metre gittik. Öyle bir çukur bir yer orası , Mahmut'un bildiği bir yer, taşlık, çalı var, ekin tarlası yok, ot dizden yukarıya çıkmış. Malları(hayvanları) orda toparladık, orda kaldık. "Mahmut abi" dedim, "neden uzaklara gittik" dedim. "Onlar bize şöyle bir yer göstermişti" dedim."Onların gösterdiği yere gitmem" dedi. "Onların kalleşliği hiç bitmez" dedi. "Güven olmaz hiç bunlara" dedi. "Biz tazağa gitmiş olabiliriz, onların söylediğinin ters istikametine gideceksin" dedi. şimdi bekliyok. Araba geçti. şimdi şöyle çık çak diye çekirge sesi gibi bir ses geliyor. Askerlerin aralarında işaretmiş meğerse o ses. Asker diyorki Mahmut'a "yav sen burdan niye gittin" diyor. "Ben sana demedimmi şuraya git demedimmi?" Mahmut'ta "yav işte bizde burayı bulduk buraya geldik" diyor. Onsan sonra kalktık jandarmaların yanına gittik. Karakolun tam dibinden geçiyor. Karakolun kenarı yar(uçurum). Karakola kadar düzlük, karakoldan sonra uçurum. 11 metre derin, suyun aktığı nokta, buradan aşağıya su akıyor.Askerler burdan, suyun kenarından aşağıya öküzleri iple bir bir(teker teker) indirdiler. Hepsi külotlu, çırılçıplak.(suyun içinde). Her asker birimizin elinden tuttu. "Benim bastığım yere basın" diyor.Bir gittiğin zaten (insanın göğsüne kadar suya gömülerek ilerliyorsun).Su akıp gidiyor, (ayağınla bastığın) taş nerde bilmiyorsun. Gece. Asker ayağını basıyor, biz arkasından basıyoruz. Böylece bizi suya düşürmeden geçirdiler. Onlar(askerler) orada olduğu için taşların yolunu(taşların suya dizilişini) biliyor. Rahmetli Ahmet abi verdi parayı(askerlere) 100 metre gittkten sonra. 1500lira bizden para aldılar. Paranın hepsini bizdenmi aldılar, kaçakçılar üstüne paramı verdiler, onu biz bilmiyoruz. Askerler aldı parayı, döndü geldiler. Ahmet Abinin hanımı, Kürt kızı, Hanife abla, bir yemek yapmış, bulgur pilavı pişirmiş, birde manca yapmış ama, zaten açlığımızdan zilimiz çıktı. Öyle bir tatlı yemek yedik, öyle bir tatlı yemek yedik. Unutulmaz. Bizim dedeoğlu dediki: "Biboroz" dedi(babama Bibo banada Biboroz derdi) "Oğul" dedi, "sizi bugün bir numarada yatıracağım. Onlardan hoşgeldin diyenleri gelecek" dedi. "Ama onların hoşgeldini biraz acı olur" dedi. "Caaaz eder" dedi. Ekin tarlasının içinde ağzı(girişi) şöyle 1,5 metre çapında bir mağara(ya vardık). Ordan içeri girdik. 14 kişi orda kaldık. Koca mağara, bir büyük odadan daha geniş. Biz oraya gitmeden önce öküzler satıldı, herkes parasını aldı. Herkes öküzleri aldı götürdü. Satılan paralarla şam'dan sipariş geliyor, kaçak malları Ahmet (abinin) evinden alıyorlar. Ahmet abiyle Kürdoğlu adresleşmişler. Suriye'de Zekeriya Aleyhisselam camisinin yakınlarında buluştuk. Işte bizim 3 günlük bir çilemiz var. Gündüz yatıyoruz, gece gidiyoruz. Son gece Halep'e varmazdan evvel. Yol, mol yok, adam bizi götürüyor bir yere. Yayan. Hele şu bizim Mahmut Hoca varya (yakınıyor). "Vaaay, hamladım, öldüm. Hele oturak. Bir dur bakak." Adam (kılavuz) diyorki: "Biz burda kalırsak, gece oraya ulaşamassak gündüz bizi yakalarlar. Onun için mecburum sizi gece götürmeye" diyor adam. şimdi biz dil bilmediğimiz için adam ne derse biz inanmak zorundayız. Çocuklar için şöyle bir dinlendiriyoruz 5 - 6 dakika , (kılavuz adam hemen) "hadi bakalım, hadi." (kalkın gidelim diyor). Ayaklarımızın altı kabardı. Ayaklar şişti. Çocukların ayakkabılarının ökçelerinin hepsi çıktı. (Ayakkabıları) iple mendille dolayarak bağlayarak(yürüdük), öyle Halep görüktü, güneş değerken(doğarken) vardık. Otobüs gelip ordan(vardığımız yerden) dönüyormuş. Orda hemen üstümüzü başımızı yıkadık, çamurdan kurtulduk.Her tarafımız kıpkırmızı olmuş. Ama (bizde) bir uykusuzluk var. şöyle (bizden birisine bir) adam değse hemen gidiyor(devriliyor) yâni. Ölü gibiyik, sallanıyoruk böyle. Açlık da var. Adam bize şöyle yarım avuç helva getiriyor, su yok, içecek yok. Onu yedinmi çatlayacağan. Yolda. Böyle bir hayat çile yâni. Otobüse bindik şehrin içine. Câminin avlusuna vardık. şadırvanlar akıyor. Neyse, ayağımızı neyi orda da yıkadık, temizledik. şöyle kafamızı yasladıkmı aklımız başımızdan gidiyor. O vaziyetteyiz yâni. Oturduk. Bir adam geldi. Bir börk var başında. "Sen kimi ararsın bre" dedi Ilyasa. Ilyas'ı tanımış. Adam Ilyas'ın babasına dayımı ne diyor. Bir şey dedi. Ondan sonra Ahmet dediki "Ali Hocanın oğluyum" dedi. Tamam, (meğerse) onlar onun akrabası. Adamın (tek) bir tanımadığı var. Dussuz'a benzetti Fahri'ye bakınca. Adamda nasıl bir keskin göz(hafıza) var(sa). "Sen Dereboğazlı Dussuz'a benziyon" dedi. Ondan sonra (bana) "Sen" dedi, "Dumur Efendinin oğlusun" dedi. "Evet" dedim. "Çocuklar, yürüyün bakalım" dedi kaldırdı bizi otele vardık. "şimdi siz çok yorulmuşsunuz, bu halinizle çok zor olur, uyuyun, yatın" dedi.Otelde yattık. Artık Ahmet Abimi ödedi otel parası(nı) falan.Istemediler bizden (para). Yattık 1 saat 1,5 saat yattık. Nasıl yattık. Bizi sonra ikişer ikişer gönderdi. (orada o zaman ) Bayram olduğu için otobüslerin içi bütün asker dolu. Ramazan bayramı. şimdi 7 kişiyik. 4 tanemiz ikişer ikişer gönderildi. Geriye 3 kişi kaldık. Bizde 3 kişi olarak otobüse bindik. Gidiyoruk şimdi. Allaha yalvarıyorum. Bir kazaya belaya uğramadan sağ salim varsaydık. şam'a varsak. Ama otobüsün her durmasında şimdi bizi burda indirirler diye dehşet(endişe) var bizde. Çünkü (yolcuların) hepsi asker, 3te 2si rütbeli. Resmi elbiseliler. Meğerse onlarda bayram izinine gidiyorlarmış. Humus'ta bir hamama vardık. Gittikçe askerler iniyor, askerler azaldı. Muavin bağırıyormuş bir şey diyormuş bana ben akraz oldum(duymamazlık yapıyorum). Sufi buna bir şey dedi. Muavin gitti. Sufı zaten Iskenderun'luymuş, biliyormuş zaten(Arapça). Sufı bana: " gel hemşerim" dedi Türkçe. "Nereye gidiyorsunuz", "şama". Bize dediki: "Eğer size soran olursa, mesele olursa, siz sınır boyundaki Türk köylerindeniz. Arapça bilmiyoruz. Bayram vesilesiyle şamdaki akrabalarımızı ziyarete gidiyoruz" deyin dedi. Biz "tamam" dedik. Gittik. Otobüste bir yoklama var. Koltuk yoklamasıymış. Bakıyorlar, koltuklarda fazla kişi yok. O zaman geç dediler. Artık sevindik, son yoklama. Garajda indik. Bir adam var böyle. Babayiğit gibi. Başının üstünde fes, onun üstünde sarık, cübbeli, sakal şurda(göğüs hizasında),orta yaşlı birisi. (Adını) unuttum. Kendisi uzun zaman ordaymış. O orda tercümanlık yapıyor Araplarla. Bizi aldılar Medresei Eminiyye'ye götürdüler. Medreseye vardık. ikinci günmüydü, üçüncü günmüydü bizim Türk talebeleri (medresenin) müdürünü dövdüler. Müdür asker birisi. şeyh Bedrettin Efendi Türk talebelerine sahip çıkıyor orda. şeyh Bedrettin 400 tane öğrencinin emniyette kefili. Cesaret(li adam). 30 tane öğrenci sadece Eminiyye Medresesinde okuyor. Hepsi Türk sadece 5 -10 tane Arap var aralarında. Arap talebelerini Arapça öğrensin maksadıyla yerleştirmişler. Üçüncü gün müdürü dövmüşler. Müdür Türkçe konuşmaz. Çok aksi bir insan.Temizlik yapılacakmış meğer, asker gibi mıntıka temizliği gibi. Medrese (bu olay üstüne) kapandı. 300 çocuk her bir yere dağıldı. Birisi dediki bize. "şeyh Nazım Kıbrısi var dedi. O Türk dedi. Onu bulun falan yerde. şam'ın Erk mahallesinde mescidleri var, mescide gelir namaz vaktinde. Ona hâlinizi anlatın size sahip çıkar" dediler. şimdi biz 7 kişi oraya gittik. O câminin arkasında bir hücrede 7 kişi 6 ay kaldık. Yarı aç, yarı tok. Orada Muharrem diye bir rehber var. Maraş'lı, iki (hanımla) evli, mahalleyi inletirler(her zaman), hanımıyla dövüşür. Hanımlarının ikiside Türk, Maraş'ta evlenmiş, götürmüş şam'a. Orada rehberlik yapar. Hoca arıyoruz kendimize, randevu alıyoruz hocalardan, ders almak için.Özel hoca. Artık biraz çat pat, biraz Arapça öğrendik. Medreseden dağılan talebeler geri toplandılar, bize de geldiler. "Ben (medreseye geri) gitmem" dedim, bizim çocukların hiçbirisi de benim gibi gitmediler. Ankara'dan 1 yıl önce şam'a gelen birisi, Ilhak adında bir arkadaş, o da gitmedi. "Mehmet abi" dedi, "ben bazı hocaları tanıyorum, onlardan özel ders alacağım" dedi. "Medrese sıkıntı sana, lüzumsuz, hitabet falan dersi veriyor, hafız kendiside. Hocamı yok" dedi "Hocamı bitti ?(hoca yokluğumu var?)". O da medreseliymiş. Oradan çıkınca bir daha gitmedi oraya. O gün bulduk (hocayı), başladık, Iknar abinin camisinin altında bir medrese var. Mescid var.Öğrenci odacıkları var. Osmanlı döneminde yapılmış öğrenci odacıkları. Kürt talebeler vardı. Aralarında ölen Maraşlı Abdullah Çitçi oradaydı. Tanışmadık kendisiyle. Sonra ben ordan ayrıldım. Rahmetli Hüseyin Çınar Hoca, Bekir Akben abi vardı, bizim Hamdi Hoca vardı, o da oraya, şam'a gitti. 6 - 7 ay benden sonra.geldiler. Medri Islam medreseye geldiler. üçüncü sınıfa girdiler. Muhammed Kirvani Türkçeyi çok iyi biliyor, Türkiye'de okumuş, Darülfünunu bitirmiş. Sultan Hamid'den berâtını almış, Sultan Hamid deyince böyle ağlardı. "Kahrolası Arap milliyetçiliği, kahrolası Jöntürkler, Devleti Aliyyeyi yıktılar" diye ağlardı. Hep biliyorlardı onlar fitneyi. Içinde yaşamışlar çünkü. Onda (Kirvanide) okuduk, sart hiç okumadık. Mahiy kitapları daha çok orada. Bazı dini kitapları okuduk. ....2 yıl orda okuduk....Ibni Arabi camisinin arasında kümbetler var içiçe.Türbe var. Orada yatar kalkardık....Bir gördüğüm rüya ve akrabamın sitem mektubu üzerine geri Türkiyeye döndüm. Döndüğümde pasaport falan çıkarttım. Bir daha Suriye'ye gitmedim...Suudi Arabistan'a hanımla ve çocuklarımla birlikte gitmek istedim. Bir pasaport için 3500lira istediler. O zaman için bir servetti o kadar para.Herşeyi hazırladım. Orada okumama devam edecektim. Babam bana izin vermedi. Türkiye'de okumamı istedi.Antep'i Urfa'yı Diyarbakır'ı gezdim, tek başıma. Urfa'da bir hocanın tavsiyesi üzerine Ağustos 1963de Erzuruma gittim....
....Ben 32 yaşındaydım. Sene 1962. Kızılseki de halıcılık faaliyeti, köye içme suyu getirme falan yaptım. Halı kursu (kooperatifi) açtık. Para topladık. Halı kursu hocası olan Yahya Uçar'la beraber ıspartadan iplik getirdik. Kursta 20 tane kız çocuğuna halı dokuma imkânı vardı. Yolda giderken Konyanın içinde bir faytonla kaza geçirdik. Fayton üstümüze doğru geldi. (Ikimiz yaya yürüyorduk.). Ben yana kaçtım kurtuldum. Halı hocasına fayton çarptı Müftülükten izin istemiştik(ısparta'ya gitmek için). Vahdi bize "sizi 2 günlüğüne idare ederim, bir müfettiş gelirse" demişti. Biz ama kaçağız, çünkü izin çıkmamıştı. Adam yere fena düşmüştü. "Bir taksi tutalım Maraşa düşek(gidek). Benim için önemli değil ben gayriresmi birisiyim. Ben (müftülüğe) müraacat ettim ama gayriresmi. Senin için önemli" dedim. "Yok hocam" dedi. Biraz sonra adam sancılanmaya başladı. Derken atlattı. Ordan Konya Sarayönüne gittik. Halıcılık kursunu sadece ben yönetiyordum, işlemleri ben yapıyordum. Evraklar, faturalar, yazışmalar, falan. Kooperatif başkanını ben seçiyordum, köylüler itiraz etmiyordu. Halıcılığı sadece para yüzünden değil, sadece köylülerin kazancı için değil, aynı zamanda köylülerle yakınlaşmak için kullanıyordum.
...(Sene 1964ün ortalarıydı.) Erzurum'dayken Bahri Savcı diye bir profesör geldi. Ateist bir adamdı. Halkevinde konferans veriyor. Mustafa Nezihi Bolat, Ahmet Nezihi Bolat'tı babası. Erzurumda bir gazete yazarı, trafik kazasında gitti(öldü), Allahı Alem(Allah bilir) öldürdüler onu. Müthiş bir kalemi vardı. Kendiside babayiğit bir çocuktu. Yazı yazarken elini nasıl yazdığını (takip edemezdin) o kadar çabuk yazı yazardı. Bahri Savcı'yı (konferans verdi) dinledik, Osmanlıyı kötüledi, Cemalettin Ataman diye bir Nur talebesi vardı. O da var, Mustafa Nezihi Bolat var. Bir kaç tane daha var. Bizimle beraber okuyan arkadaşlar 30 - 40 kişi var (konferansta). Cemalettin Ataman sordu (Bahri Savcı'ya) "Sayın hocam soru sorabilirmiyim" dedi. Adam (suali) kabul etmedi. Bir daha sorunca bir binbaşı (oturduğu yerden) kalktı küfretti(Cemalettin Atamana). "Dinliyorsan dinle, dinlemiyorsan defol cehennem ol, git. Nedir ortalığı karıştırmak?" O zaman bizim arkadaşların çoğu gitti. 4 - 5 kişi kaldık. Biride benim. En sonunda (profesörden) randevuyu aldılar. Ikinci günde bir otelde öğlenden sonra saat ikide dedi. Öğleden sonra 30 kişiyle oraya(o otele) gittik. şimdi kalabalığı görünce adam bir sekreteri varmış. Oturduk açılım başladı, konuşmaya başladı. Bunlar(konuştuklarımız) hep delil (olarak) kaydedilecek. Sen söyle falan dedim. O arada sekreteri geldi, koluna girdi (profesörün). "Arkadaşlar hocam hasta" dedi. "Hoca rahatsız, rahatsız etmen" dedi. Adamı çekti götürdü, gitti. Sabahtan Nezihi Mustafa Bolat bir yazı yazdı. Başlık atmış. Altında Bahri Savcı (var). Bir insan gelmiş Erzurumda müslüman gençliğimize salyasını akıtmak istemiş, ama müslüman gençler tarafından bertaraf edilmiştir diye başlık atmış adam. Rezil ettiler orda. O zaman müthiş bir çalışma vardı o zaman.
...Erzurumda (Nurcu) Demirci Hoca'yı mahkemeye verdiler. (Kendisi) çabuk konuşurdu: şivesi vardı cik, cek diye, çok çabuk konuştuğu zaman hiçbir şey anlayamazdın. Onun mahkemesine Bekir Berk geldi. Içeride mahkeme oluyor, Bekir Berk savunma yapıyor, mahkemenin salonunda gelenlere röportaj yapıyor. Emniyet mensupları hayret ediyorlar. Bir tarafta mahkemeye gelinmiş, imamın(Demirci Hoca'nin) imamlığı gidecek(mesleği mahkemece elinden alınacak), öteki gelmiş aynı mahkemenin salonunda Saidi Nur hakkında Islam ve iman hakkında röportaj yapıyor diyorlar. Yav onlarda hiçmi korku yok şeklinde. Ben şunu anladımki îman ehli ne kadar küfür ve şiddet görürse o kadar da müslümenların tepkisi çok ve büyük oluyor.
.....Erzurumda 1,5 sene kaldım.
.... Erzurum'dan sonra askerliğe gittim. (Ankaraya)Etimesgutta 1965in 12.ayının 23ü. Ben 30 yaşındaydım.
....Bir hatıram var bizim Ahmet Kedemeli'yle. Allah rahmet eylesin. Onlar geldiler bir ekip. O zamanlar câminin saçağına bir şey uydurdum. Ahmet Kedemeli Abinin kafası caminin saçağına değiyor. şöyle bana bir baktı. Câmiyi saçağa uydurdun dedi bana. Orda bir cesur idiler. Biz islami bir parti kurduk. "Bütün gâye islamı getirmek ve islami bir devlet için çalışacağız onun için koşacağız koşturacağız" dedi bana. Ahmet âbiyle hacdaydık. Daha önce hiç tanımadım. Ben şam'dan döndüğümde onu tanıdım. Mustafa Ramazan'ı tanıdım. Bunlar camiadandı. Köyden fırsat bulunca bunlara gelir, katılırdım. O yüzden bir samimiyetimiz vardı.Risalei Nur cemaatinde tanışdık onunla. Rahmetli Erbakan gelir Ahmet Beyin evinde yatardı(kalırdı). 1969'da Erbakanın çıkışı sırasında.beni dâvet etmişti.
...1968le 1976 arası bir kurs hocalığı yaptım. Benim mesai saatim yok, sağlığımın ne durumda olduğunu da o zaman bilmiyorum. Özellikle akşam gelen çocuklara Arapça okutuyordum.Yatılı olduğu için (geceleri fırsat buluyorum okutmaya).Kızılseki Köyünde hoca sıfatıyla akşamları çocuklara hoca tayin ediyordum. (Okumasını bilen büyük çocuklar küçükleri okutuyordu). Diyanettende bir hoca istiyorduk ama yok(vermiyorlar). Eğitim öyle devam etti.Okuttuğum ders esasları şunlardı: 5 şey var: Kuran öğretmek, akaid, tecvid, siyer. Bir yığın çocuk vardı okumak isteyen. şimdi(şu anda, 2022 senesinde) Arapça öğretmek serbest, şimdi olsa o çocukları alırmıydım bilemiyorum. O zamanlar hiç düşünmüyordum suçüstü yakalanırmıyım(Arapça öğretmek suçtu), hocalığım elimden gidecek, şu olacak, bu olacak, aklımın ucundan geçmiyordu.Allah böyle bir fırsat verdi, bende uyguladım. Kuran kursu evinin taban katını ikiye böldüm. Kız çocuklarını okutmaya başladım. 30a yakın kız çocuğu geldi. Bir köylü 2 kızının ikiside sınfta kalınca getirdi, bizim eve bıraktı.Bizim evimizin yatacak yeri yok. Adam bana: "hocam ne edersen edecen, bu çocukları okutacan" dedi.Bizim hanım kiler gibi odanın içine yatakları koydu. Yiyecekler içecekler var. O kız çocuklar eneme kadar evde okudular. şimdi düşünüyorum: vatandaş kız çocuğunu nasıl güveniyor, nasıl atıyor(başkasının evine). Adam: "Hocam okutacaksın" diyor. Bırakıyor. Içlerinde iyiniyet, birde dinlerini öğretme sevdası var. Kamalaklardan en çok çocuk gelirdi. (O zaman okuttuğum çocuklar beni)Hâlâ unutmadılar. Hepsi şimdi evlenmiş, çocukları var. Ali Rıza Kırboğa geldi. Beni sonra mükafatlandırdı. (Çocuklara) okuttuğum kitaplar bizim eskiden okuduğumuz kitaplardı. Bina, temsil, mahsud, sarf. ızzi yi okutamıyordum. 4 yıl okuyorlardı, sonra gidiyorlardı. (Mesela çocukların aralarında) Doktor Galibi 4 yıl okuttum, o çok zekiydi. O beni hiç unutmadı. Hep hocama selam söyle diyormuş. Ali Rıza Kırboğa ya anlattım ne yaptığımı. Rahmetli yaptığım şeyleri gördü "iyi" dedi. "Allah kolaylık versin" dedi. Bana dua etti. Aslında pek insanlarla laubali olmazdı (ama benimle bayağı ilgilendi. (Yaptıklarım) hoşuna mı gitti, ne ise? Zaman bulduğum zaman fıkıhtan Nurizan, Kuduri okutuyordum. ....Hadis kitaplarından Riyaz'us Salihin. (Arapça öğreten bir ilkokul gibi çalışıyordum). Benim kursu bitirenlere ben imam hatipi tavsiye ediyordum....Ben yanlızım ya hep diyanetten yardım istiyorum. Bir gün Mustafa Trabzon Hoca'ya Maraş'a Diyanet'ten (soyadı) Karaçizmeli adına benzer bir yüksek seviyede görevli birisi vardı. O gelmiş. Kurs binasının üst katı daha inşaat halinde (idi). Yatsı namazından sonra gece Kızılseki Köyü'ne gelmişler. Kurs binasını teftiş etti, gezdi. Bu sırada elinden tuttum. "Sayın hocam" dedim, "Burası inşaat halinde her gün temizlik yapsam yetiştiremem. Ama benim hocaya ihtiyacım var." "Sana hoca vermem" dedi. "Sen bu inşaatı bitireceksin. Sen Kızılseki köyünde işini düzene koymuşsun, işini yürütüyorsun, şu köyde şu kursu yaptırmışsın" dedi. "Sana bir görevli verirsem birbirinizle uğraşırsınız, bu iş yürümez yapamazsınız" dedi. Neyse gittiler. Bizim Cafer Hoca'da geldi. Ikinci kat yapıldı, faaliyete geçildi. Oğlan çocuklarını Cafer Hoca okutuyor, ben kız çocuklarını okutuyorum. Dışardan talep aynı devam ediyor. Bizim hanımda çocukların yemeğini falan yapıyor. (şimdi düşünüyorum) Eğer iki kişi olsaydık, bana yardımcı hoca (müdür) gönderselerdi, bu iş belki yürümeyecekti. Kursu ve binayı yönetmeyi (daha çok sonraları) bir anlaşmazlık yüzünden bıraktım.
(Sene 1968 Nisan ayı, 38 yaşındayım). Halıcılıkla uğraşan bir boyacı getirdik. O da köy işleri Bakanlığı bünyesinde, 1 - 1,5 aylık (bir görev hizmeti yaptı Kızılseki'de), milimetrik şeylerle(kağıtlarla,malzemeyle ) buradan, şu boyadan, şu (kadar) gram, bu boyadan şu gram 3 - 5 çeşit boyadan değişik boya çıkarma tekniğini öğretti (bize). Kızları topladık. Bizim evin avlusu geniş. Evde ne kap kaldı, ne kacak kaldı.(Hepsini boya üretmesinde kullandık). Onu da açtım(Boya üretilmesini sağladım). Bu (çabalarım) vâlinin dikkatini çekiyor. Özellikle vâli Necmettin Karaduman. Karaduman Vahid'e diyorki: "Vahid Hoca" diyor. "Bu (Mehmet Hoca) fahri çalışıyor. Ona bir şey verirsek onunla geçinecek(geliri yok). Biz bu imamı(yani beni) ödüllendirelim. Sadece imamlık değil sosyal faaliyetleri var. Teşvik edici olur" diyor. "Sor" diyor "ne istiyorsa". Biz de ıspartadan ip ısmarladık, ip geldi. Daha halıcılık başlamadı. 3 tane (halı dokuma) tezgahı yaptırdık. Orda halı dokuyoruz çocuklarla.Ikinci kursu açtık. istasyona 2 çuval trenle iplik gelmiş. ipliği almaya vardım. "Sayın müdürüm ciple gitsek şu çuvalları getirsek" dedim. "Hemen" dedi. Ikindiden sonra çuvalları arabanın üstüne atacağız ben köye döneceğim. Eski ciplerin arkasında bir sandık olurdu. (çuvalın)Birisini içine attık. Öbürsünü yanına koyduk, geldik. Vahid arabaya bindi, geliyoruz. "Hocaefendi" dedi bana Vahid. "Vâli Bey seni ödüllendirmek istiyor" dedi. "Ne istersin" dedi. "Öyle bir ödül verinki hem ben sevineyim, hem bütün köy sevinsin" dedim. "Aaa" dedi "koca köy nasıl sevinecek" dedi. Ben: "bana bir kadro verin" dedim. "Kadroları köylerin nüfusunun büyüklüğüne göre dağıtırlar. Vali bir telefon açıp Kızılseki köyüne bir kadro versin iş olur biter" dedim. "Bu kadar basit" dedim. Vahid: "Hah o işi ben yaptım şimdi" dedi. Ben köye giderken valiye hemen isteğimi hatırlatmış. Vali benim isteğimi kabul etmiş. "Bak onun isteğini hiç düşünemedik" demiş. "Ben hemen müftüyü arayım" demiş. Müftüyü aramış. "Bir kadro Kızılseki köyüne ayır" demiş. Müftülük tamam diyor.Ertesi gün vali beni yanına çağırdı...Bir kaç imtihandan geçtim...Sonra resmi kadroya geçtim....Sene 1973ün sonunda dışarıdan bitirmeli imam hatip ortaokulu diploması aldım..Kadro için yetiyordu o diploma. imam hatip okulları ben imtihan verdikten sonra tümden kapatıldı. Kapatılmaya 1,5 ay kala benim verilmemiş imtihanlarım vardı. Bazı hocaların yardımıyla imtihanlara daha iyi hazırlanabildim.imtihanı veremeseydim kadroyu alamayacaktım. matematik imtihanını verebilmek için gece gündüz derse çalıştım. 1,5 ay gibi kısa süre içinde o kadar çok çalıştımki. imtihanda o kadar kişinin içinde ikinci olmuşum. O imtihanı veremesiydim kadro alma fırsatım daha olmayacaktı, çünkü son imtihandı ondan sonra zaten tümden imam hatipler kapatıldı, tâ ki .Erbakan gelene kadar. ...
....Ben köyde yapayanlızdım. Hem câmide köy imamlığı, hem kursla uğraşan birisiydim. Üstelik halıcılık var. Onuda benden başka kimse bilmez. Halı dokunurken tıkandığı yerde ben onlara yol gösterirdim. Deseni ben bilirim. Halıya bir baktımmı, nerede bir düğüm(halı dokunurken tek tek yapılan iplik düğümü) çaldılarsa(eksikse) hemen gözüme çarpar. şurda şu siyah düğümü atmamışsın dersin hemen bıraktırırsın(yanlışını düzeltirsin). Bâzen halıları kontröl içinde gelirler. (Gelen)adam bazen 10 gün kalır, 20 gün kalır.Başka köylere de bu kurslar açılsın, şunlar yapılsın diye gelirler, fakat hep bizde kalırlar.Bizde yerler, bizde içerler.
... Sene 1973. Seçim yılı arefesi. Milli Selâmet partisinden bir senatör geldi, aday olarak. Parti daha yeni kurulacak. Propagandaya gittik. Varille gittik. Hacı Süleyman var yanında. Benim dalgınlığıma geldi o zaman. Konuşulanları duyuyordum fakat söylenenleri anlamıyordum. Böyle bir halim vardı Ben sesini duyuyorum ama ne anlattığını anlamıyorum. Tevfik Barsu yok, Hacı Süleyman anlatıyor. Epeyce konuştu. Bana kızdı "beni hiç dinlemiyorsun" dedi. şehire (Maraşa) geldik. Akşam benim dişim ağrıdı. Muhtarın yanındaydık. "Ne oluyor" diye sordu bana. "Dişim ağrıyor" dedim. Bu kalktı. Geldi başıma oturdu. Okumaya başladı, ne okuyorsa? Sonra kalktı "abdestsiz faydası olmaz" dedi, abdest aldı. Biraz okuyor sonra soruyor "nasıl oldu" diye. "Yav" dedim "eskisinden beter oldu" dedim. "Hoca" dedi "senin dişin asiymiş" dedi. Hac organizatörü var bir hoca işte (haca) gittik, dolaştık, geldik. 1973 seçimi arefesıinde partiden ayrılması, tam hükümet kurulacağı zaman ayrılınca o zaman pişman oldum. Hayatımda ilk pişmanlığım bu benim. Ayetleri okudu ya o zaman. Ahmet istifa ettiğini duyunca çıldırdım. Yanına vardım sordum "ne oldu?" dedim. "Işte oldu" dedi bana. Ahmete dedim "siz" dedim "cephede komutansınız. Bizde askeriz. Siz bizi cepheye sürdünüz, biz cephede düşmanla harbediyoruz. Siz de arkadan kaçıyorsunuz. Bunların durumu bu değilmi" dedim. 1973 yılı senatör seçiminde onun propagandasını yaptılar. "geldiniz siz benim odamda biz islami çıkış, bu adı parti, ama biz islami çıkış için geldik, dediniz" dedim. "O zaman ben onlara inandım, onların peşine takıldım. Bunlar niye ayrılıp gidiyor" dedim. Tamda hükümetin kritik döneminde, (Selamet)Partiden ayrılışlar başlıyor. Mürted bunlar, harpten kaçanlar. Sonra kalktım Ökkeşin yanına vardım. O da "haklısın" dedi.
...1973-1976de falan bir Kuran/Arapça Kursu binası açmayı düşündüm. (Arapça kursu binasına) Işe 1976da başladık.
....1968de köyüme döndüm. Orada camiye yaptığım ek bir binayla lojman gibi bir bina yaptırdık. Orada 2 - 3 sene kaldık ve çocuk okuttum. Fakat bina dar ve küçüktü. Ayrı bir kurs binâsı ihtiyacı kendi kendine doğdu. Kurs binâsının kararlaştırdığımız yerini arsanın sahibinden istedik, açtığımız derneğe devretmesini istedik. Malsahibiyle tapu dairesine gittik, tapuyu derneğe devretmek üzere. Bayındırlık müdürlüğünde binânın planını hazırlattım. O zamanın standartlarına göre hazırlanmış bir plan yaptılar. Temelini 1 metre genişliğinde eştirdik, motorlarla taş getirttik, biz bir yardım istersek bin kişi geliyor(du). Bir baktık 8 tane motor olmuş, 30 kişi (yardımcı) toplanmış. Işe başlamadan bu (taşları) yığdık. Artık çimento alınacak. Mehmet Gürbiz vardı Bayındırlıkta. Ordan işlerimizi yaptık. Sanayi Bakanlığı vasıtasıyla, demir, çimeto alma işini yaptı. Kamyonla gittik 10 ton demir aldık. Ucuz alıyoruz, parasız değil. Sanayi müdürlüğüne müraacat ettik. Bize bir hak tanımışlardı ucuz almak için. Hepsini bedava tabiiki vermiyorlardı. O zamanki ceberrüt devri. 1974 (senesinde hükümette) koalisyon (ortaklığı) olduya. 1975de bunlar(bu hükümet ) yıkıldı. (Süleyman ) Demirel'in iktidâra geldiği zamana denk geliyor bu demirleri almamız. Böyle bir hak varmış. Devlet bize ucuza veriyordu. Bu kurs binâsını yaptırmamız 1976da başladı. Sivil bir mühendise gittim. Bize temel alanın 280metrekare olacağını söyledi. Teknik bilgiler verdi. 2 büyük derslik, bir büyük salon vardı. Binâ büyük L harfi şeklindeydi. Binâ yığma tuğla değilde, beton direk şeklinde yapılıydı. Kurs büyüyünce 2inci katı çıktık(yaptırdık). Boyasını falan yaptıktan sonra eğitime açtık.Milli Eğitimin bizden istediği şartları Atatürk resmi, şu bu denemeli, gerekeni yerine getirdik, resmen açtık. Hiçbir yardımcı hoca yok. Kursun hem idarecisiyim, müdürüyüm, yöneteicisiyim, hocasıyım, hademesiyim..Maşaallah, süphanallah, talebeler nerden geldi nasıl doldu. Sağa sola haberde göndermedik biz. Ama Kızılseki Köyüne Kuran Kursu açılmış diyen aldı çocuğunu geldi. Maraş sanayiden gittim, kavak ağacı getirdim. Kavaklardan lata yaptırdım, getirdim kursa yıktırdım. Deliyahşi 2 usta tanırdım. 80santım eninde karyolarlar yaptırdım. 50 tane ranza oldu o tahtalardan. Odayı dolduracak kadar dışardan (başka köylerden) gelen öğrenci olmadı, fakat ben (önceden) hazırladım işi. Yani 45 talebe yatacak şekline getirdim işi. Vaziyet onu gösteriyor çünkü çok talep var. Andırından, Kadiriyeden, tâ Osmaniye'den geliyorlar. Tabi bu kursun açıldığı günden değil zaman içinde, duyuldukça. Özellikle dışardan gelenler çocuğunu Arapça okutmak istediler. Işe başladık. Köyün içinden gelen çocuklar 20- 25 tâne. Dışardan gelenlerle 30 oldu. Gün geldi dışardan gelen 70in üzerine çıktı çocuk sayısı. şimdi bunların iaşesi var. Ben buğday istiyorum (babalarından).Ben köylülere dedimki "öşürünüzü getirin kurs binasının önüne (buğday) çuvallarınızı atın" dedim. Millette bir (yardım) iştah(ı) var. Her gün gelirimki kursun önüne 5 - 10 tane çuval atılmış. Bir ambar yaptırdm, o ambarın içine dolduruyorum (buğdayları).Bunları yıkıyoruz, temizliyoruz, değirmene götürüp un çektirip, getiriyok. Köydeki(nüfusu bu iş için, ekmek üretimi için) parselledim(görev dağıtımı) yaptım.Bu hafta (mesela) 10 kadın ekmek yapacak. O zamanlarda köyde fırın yok, köylere ekmek gelmiyor.Böyle bir nizam (çıkarttım), köyü usandırdım. Ulan ne yapak, Allah, Allah (diye çare düşünmeye başladım).Düşündüm, düşündüm. Bir haftada 20 kadın çalışıyor ekmek yapmak için, köy usandı. Velilere bu görevi yükledik. Çocuğunu okutanların anne babası ne kadar ekmek gerekiyorsa sırayla ekmek getirecek. Sağolsunlar veliler yardımcı oldu. Çocuklar kafalarında tepsiyle, başlarında ekmek taşıdılar. Ekmek dediğimiz somun değil, yufkadan kalın ince ekmekler. Ondan da verim alamadık ama başka çaremiz yoktu. Mecbur. Neyse. Orda,(kurs binâsındaki mutfakta yemekleri) pişirmek için bizim hanım organize ediyor. 2, 3 tane öğrenci var(yardımcı). Köyün en büyük meselesi su. Köyün içme suyu yok. Yardım, Allah ne yapacağız. Önce Karabağ'dan gelen suyu eski câminin arkasından oradan bir yüksektan maslak yaptım. Su terazisiyle ölçtüm, kurs binasının taban katına gelecek şekilde ayarladım. Oradan köyün öbür tarafına giden suyun hakkını ayırdım. Ön meydan çeşmesine verdim. Köylülerle konuştum. Ikinci bir çeşme açacağım. Köylerde o zamanlar ortak bir köy çeşmesi var. Herkes o çeşmeden evine (kaplarla, kovalarla) su taşıyor. Kuran kursunun olduğu mahallede bir çeşme daha açacağım. Köyde 5 tane çeşme var. Altıncı çeşmede Kuran kursunun olacak. Kurs binasının yanına bir 3 veya 4 tonluk bir beton ambar yapacağım. Getirdiğim su devamlı oraya akacak. Oradan da çocukların tuvaletlerine ihtiyaçlarına gidecek. Çocuk çoğalınca bu da yetmez oldu. Çocuk çoğalınca meydan çeşmesi de yetmez oldu. Civarlardan su getirdik. Demrete giderik, şuraya giderik, buraya giderik.Bir köyde adamın bir tanesi tersledi bizi, su vermedi. Öyle bir köyki su rahat rahat bulunmuyor. Kızılseki sınırlarında bol su yok. Adanaya gittik Fahriyle. O zaman 12 Eylül 1980 zamanı, ihtilal oldu,.inkilap oldu yine bir CHPli biriyle muhatap olduk. Ne zaman bir ihtilal olur, o zaman CHP başa geçer. şimdi onun döneminde Demretten (uzak bir yerden) bir su getirilecek. Beni çağırmış. CHP'liler köylülere demişki. "Siz köy olarak 1 - 2 kilometre bunu ileriye doğru eştirin. Bize bir hak doğar. Basar alırık" demişler. Hocam dedi böyle bir durum var dedi bana. Demretten suyun çukurunu bize doğru eştirirsek Demretteki mezarlıkta çok su var dize gelecek seviyede. Hoca dedi Kızılseki köyünü toplayacağız. 3 köy birleşecek. Birinci Köy Kızılseki Köyü, ikinci köy Gencekılan, üçüncü köy Demret.Ben şöyle dedim (farzedelimki) "Adamların tarlalarının içinden biz kazmayı vurduk. Demret köylülerinin haberi oldu, çıktılar önümüze. Orada bu köy kavgasını kim önleyecek?" dedim. "Demret jandarması önleyecek mi? O zaman böyle bir hak varmı? Adamın tarlasının ortasından geçireceksin.Tarla sahibi ben eştirmek istemiyorum diyecek. Bu köy meselesi sayın hocam" dedim. "şimdi Demretle mi uğraşacaksın" dedim. Adamlar(CHPliler) "gidin resmen baskıyla alın" gibi bir şey demişler. Böyle olmayacak bir şey. (Eğer) devlet (kendi) eliyle alır verirse hayhay yoksa biz gideceğiz Adam değil 1 kilometre 1 metre eştirirmi adam?Suyu vermeyecek adam. Bu iş olmaz dedim. Fahri bunu yanlış anladı. Bize küstü bir ara. Ama ben hiç aldırmadım böyle şeylere. Bana küssede. Onun muhtarlığı döneminde Haplattan su almayı kararlaştırdım. "Bu köyden su gelmezse başka köyden su getirttirmem" dedi bana. "Sen bilin Fahri" dedim. "Ben senin söylediğin(tavsiye ettiğin) mesuliyeti taşıyamam" dedim. (su getirmek istediğimiz yerin) bâzı köylülerin hisse sahiplerinden gittik senet aldık. Yine Fahriyle gidiyoruk Hatlata , çünkü adam mıhtar. Rahmetli Ali Hocayla yanımızda gittik. Sonra başvurduk, bir ekip geldi, suyu getirttiık. iş bitti. Sonra oranın suyuda yetişmez(kâfi gelmez, yetmez) oldu. Eğitimi unuttuk şimdi suyla uğraşıyoruz. Ama eğitim devam ediyor, durmuyor.....Sonra bir motor(su pompasıyla) bir dereden getirdik. Motora gerekli olan elektriği de elektrik direkleriyle bir şekilde tedarik ettik....Elektrik köyümüze 1950lerde gelmişti zaten, köyde elektrik vardı.
....(Kursta çocuklara) Bir hoca tutmak gerekti. Hızarcıların amcası Ali. geldi anlattım ona herşeyi. Ali dedim sen Kuran kursunda resmen hocasın(hoca olacaksın).Ama mevzuat, kanuni mevzuat, Kurana müsait değil dedim. Sen öğrenci sıfatında kalacaksın. Ben senin resmen kayıtını(öğrenci olarak) yapacağım. Bir gelen giden teftiş falan olduğu zaman. Burada okuyacağım diyeceksin, çünkü yaş sınırı yok. Ben sana öğrenci teslim edeceğim sen bunlara Kuran okutacağan, tefsir okutacağan. Elimizde 5 konuyu içinde barındıran bir kitapçık vardı. Sen bunun içinden istediğini okuyacaksın. Onun dışında oku bilgi ver onda serbestsin. Sadece bir denetimde falan öğrenciyim burda kayıdım var diyeceksin. Maaşını da vereceğim. Düşün dedim, sana maaş vereceğez.Ali kabul etmedi. cemaatin hocaları razı olmazlar dedi. ...Bakkal Mustafanın oğlu Faruk vardı. O benim kursta okuyordu. Ona da hocalığı teklif ettim. Faruk kabul etti. Allah razı olsun.8 aylığına hoca tuttum onu, parasını da verdim. 8 ay geçti....
....Ben gizli soruşturma da geçirdim. Işte Kızılseki köyü Kuran Kursu yetkilileri gizlice para topladı diye (herhalde şikayet etmişler). Döngelede, Gencekalanda soruyorlar. Hayır, ne para toplaması, ne makbuzu cevabını almışlar(soruşturanlar). şimdi bana gelirdi. Döngeleli(bir köylü). Adamın cenazesi varmış. Biraz birikimimi(biriktirdiği para) varmış Adam vasiyet etmiş. Adam gidin Kuran kursuna verin demiş. Tanımadığımız bir adam birden(bire) gelir bize getirir (para verir). Kursun ihtiyacı olan parayı köylülerden talep ettiğmiz zaman oldu. Gelen çocuklardan ekmek parası diye bir para alıyorduk. O günde ekmekler ucuzdu, tanesi 20 kuruşmuydu ne. Somuna başladığımız zaman. Somun gelmeye başladığı zaman. Bir aileden ekmek parası diye para alıyorduk. Ahmet Yıldız Maraşta bizim bulgur, mulgur ihtiyacımızı verirdi. Bizim şekerciler şu ibrahim falan, vardımmıydı(dükkanına) almadınmıydı, şekerci çıkışırdı, onların fıtratından kendileri sert konuşurlar, "ya hocam niye bizden bir şey almıyon?" (Biz diyorduk)"ihtiyacımız yok". "Ya hocam bizde bir şeyler kazanalım". Ortağı bana dediki, "ya hocam sen gelir bizden 3 çuval şeker alıp gidersen maliyeciler bize uğramıyor" derdi. ... Kütükçüler vardı, onlar verirdi. ...Biz istemezdik, halk bize (gönüllü olarak) verirdi....Zekat parasını bize getirenler oldu.Giderlerimizin çoğunu karşılardı, üstüne de para artardı. Makbuz vermek istediğimde makbuz almayanlar oldu. Fakat ben makbuzsuz(makbuz vermeden) para (bağış) almadım....Aldığımız para belliydi. Sadece çocuklardan ekmek parası alıyorduk. Fakat bağışlar sayesinde ayakta kaldık. Hiç ummadığımız yerden Maraştan bile yardım yapanlar vardı....1989 yılında ben ayrılıncaya kadar öyle devam etti o kurs(parasını bağışlardan sağladı). Sonra kapandı. Cafer Hoca ondan sonra (sadece) köyün çocuklarını okuttu. kadınları hanımı okuttu. Öyle devam ettiler, ta 2000 yılına kadar.
... Ben maaş (olarak ne kadar para) ne gelir bilmezdim. Benim hanım para işleriyle, alışverişle ilgilenirdi. Misafirimiz eksik olmazdı. Hanımın dükkanlardan ev ihtiyaçları için satın alma yetkisi vardı. Aybaşında bizim maaşın yetişdiğini öderik, yetişmediğini borç ederim, bir yerden alırım. Benim borcum bir aylık olurdu. Ikinci ayda borcumu öderdim. ...Olduğundan fazla olduğu zaman (gösteriş yaptığınız zaman) her şey bitiyor...Biz vekil imamdık 1973 - 1974e kadar. Ondan sonra asıl imam olduk. Bizim maaşımız o zaman çok düşük. Ceberrüt dönemi. Din adamlarına çok az para veriyorlardı. Meselâ bir öğretmenin aldığı paranın(maaşın) üçte biri bile değildi bizim aldığımız para. Herşey dışlamaya yönelikti.(Dini ve din adamlarını dışlama siyaseti güdüldü). Meselâ Dussuz Hocanın şehre göçmesinin en büyük sebebide budur. Parasızlıkdı. Maddi sıkıntı çektiğini biz sonra kendi öldüğünde duyduk.
....1979 Kızılseki köyüne elektrik çekiliyor. 11 kişilik bir ekip geliyor. Bu çcocukların birkaçı Tarsustan, Adanadan geldiler. Başlarındaki beş vakit namazını kılan bir adam. Köyün elektriği çekildi. Bana dediki. "Bende bir liste var" dedi "19 tane köy var(elektrik bağlanacak)" dedi. "Bu listede sizin köyünüz en son köy" dedi. "Ama size en sonunda geleceğiz" dedi. "Sen bu (montaj) ekibine yatacak yer hazırlarsan gene gelirler" dedi. Benden tamam sözünü alınca "Domur Hoca sizinle ilgilenecek, yatak, yemek herşeyinizi halledecek" demiş işçilere. Çektiler gittiler, işleri oralarda bitince geri geldiler. benden yatak, yemekten başka işcide istedi. Ben o da var dedim. Ben geldim benim evimde 11 yatak yok. 11 işcinin hepsi bir arada olmuyor, ama 6 -7 kişi birarada oluyor. Biz adam tuttuk, her direğe 2,5 lira (işçilik parası veriyoruz). Tamda yaz zamanı, altıncı ay içinde. Tamda pamuk çapalama dönemi. Herkesin işi var, (çiftçilik) işine gidiyor. Bizim hanım bunların yemeğini yapıyor. Fakıh muhtar bize yatak göndermiş. Somun yok, köye gelmiyor....Bunları biz 15 gün besledik köyde.
.....Sene 1985in 8inci ayinın başı. O zamanlar o yörede sadece bizim köye devlet cami yaptırdı. Yaptırmazdı yinede. Depremden dolayı yaptırdı. Yeni yapılan camiyle ilgili. Mehmet Kozan diye biri Bayındırlık Müdürlüğündeymiş, bir sebeble ordan atılmış. Ben (o zamanlar)fahri işler yapıyordum. Valiliğe gittim, durumu îzah ettim. "Vâli Bey" dedim. "Bizim köyün camisinin duvarı (depremden dolayı) 20 santim açıldı(yarıldı). Paramız yok, başımıza düşecek". "Bizatihi görmemiz lazım" dedi. "Köyümüze buyrun, yerinde görün" dedim. Vâli bana: "Hocam zaten biz Andırına ziyarete gideceğiz, sizde o vakit orada bulunun" dedi adam. Geldiler, gördüler, onun üzerine bu (yeni) cami yapıldı. Mehmet Kızan dediki bana: "bu işciler sizin orda hırsızlık yaparlar" dedi resmen. "Hocam" dedi, "gözünü dört aç çimentoyu, demiri eksik atarlar" dedi. Ben camii yapımında hep dikkat ediyorum. işcilere "siz burada çadır kurup burda yiyin için" demedim. 8 tane işci var orda. Birinin adı Salman. çavuş gibi işcilerin başında. şimdi denmiyor, bunları paylaşakda denmiyor(işcileri kendi evimde misafir etmeye çekiniyorum). (Aslında) muhtarın görevi (işcileri barındırmak). Muhtar köylüyü toplayacak, para toplayacaklar, ya câmide, ya başka bir evde, ondan sonra (işcilerin)yiyeceğini, içeceğini temin edecekler. Yahutda kendi işcisi(ne âmirleri) , orada bir kazan kuracak. Attı (âmir sorumluluğu) bizim üzerimize. Eve götürdük, evde yatıp kalkıyorlar. (Bu sırada) bir gün Maraş'ta işim çıktı, Maraş'a gitiim. Bizim eve Kültürlüden 8 - 9 tane araba gelmiş. Bunlar depoya odun getirmişler. Benim öğrenciler çoğu. Okuttuğum çocuklar. "Bunları istif edek. Hemde Domur Hoca'yı ziyaret edek. Orada da Fatma ablamızın yemeğini yerik." (diye niyet etmişler). Gelmişler, ev dolmuş. şimdi bende Maraş'ta olunca (evde olmayınca), eve gelmemişler, iptal etmişler. iyiki gelmemişler zaten evde 8 kişi(işci) var. Yer yok yatacak. Ben gece eve geldim. Kafamda da bir takıntı var. Hatlatta indim gece(arabadan). Köye geldim. Ibiş Alı çayocağından geliyormuş, karşıdan geldi. Bir kaç adam ve muhtarı topladım. Işcileri köyün sakinlerine bölerek konaklamalarını sağlayarak dağıttım. işciler bizim evden (böylelikle) gitti. (Fakat) misafirlik gene devam ediyor. Bir gün baktım bu işcilerin hiç birisi namaz kılmıyor. Sabah namazına çıkıp gidiyorlar(gitmişler), hiçkimse yok evde. Câmiye gittim(aramaya), ordada kimse yok, ordan geldim eve. Hanım bana dediki : "Hoca" dedi, "yatağa işemişler, yatağa" dedi. Adamlar çalışıyorlar. Birisi gece kaçırmış. O kişi, başları olan Salman'a durumu anlatmış, "ben yatağa kaçırdım, ben kaçacağım" demiş. Başları: "olmaz demiş hepimiz kaçalım" demiş. Gitmişler. "Neyse", dedim (hanıma), "sen genede(yinede) yatağı hazırla". (Hanım)yatağın yüzünü, müzünü sökmüş, yıkamış, güneşe koymuş(kurutmaya). "Tamam hanım, eyi etmişin. Eline sağlık." Hanıma dedimki:. "Hanım sen Allaha inanan insansın. Bunlar heç zay olmayacah. Canını sıkma" dedim. "Kesinlikle gönlünden bir şey geçirme, bunlarda gelip geçecek bir gün" dedim. Allah râzı olsun. Binlerce defa râzı olsun. Bizim o sıkıntıların hepsine katlandığı gibi, ne bir gün efkârlandı. "yav bu köyün işi, muhtarın işi. Senin işin(değil)". Yok. Bu lafların hiçbirisi, hiç duyulmadı, hiçbir zaman. ... Hanım kurstaki çocukların yemeğini, tedârikini görüyor. Bunun üzerine birde gelip giden misâfirin sıkıntısı var. Bundan dolayı Allah bin defa râzı olsun. Bunlara rağmen hanımın ağzından bir lakırdı çıkmadı. O kadar çocuğun babaları çocuklarını ziyaret etmek için gelirdi. Bize misafri olurlardı. Onlarla ilgilenmek gerekirdi. Hanım "bu kadar çok misafir zor oluyor" hiç demezdi.
...Ben çocukları okuturken çocuklara hiç dayak atmadım, sert davranmadım. Bir gün çocuklar bana şaka yapacaklarmış Hanımın yanına varmışlar. "Fatma abla, hocaya şaka yapacağız, ne dersin" diye sormuşlar. Hanım: "bir şey demez" demiş. "Ne yapacaksınız" diye sormuş. "Biz kıyafet değiştireceğiz. Anne baba olacağız. Elifi istemek için geleceğiz(evlendirmek için kız istemeye geleceğiz)" demişler. Yok Elif için değildi. Elif daha o zaman 10 yaşındaydı. şimdi bu kılık kıyafete girmişler. Köye vardım. Bizim hanım şöyle bir hoş bakıyor. Her zamanki bakışına benzemiyor. Aklımda bir şey yok, içeriye geçeceğim. Kapıyı açıverdim. şöyle bir sedir var. Sedirin üzerinde sakallı bir şey var şöyle. Hiç yukarı bakmıyor. Birisinin tek bir gözü gözüküyor, (yüzü kapalı). Hoşgelmişsiniz diyeceğem zaman birisi sabredemedi. Hık etti. Melek derler. Bizim Hızarcı Mahmut var, onun kızı. O böyle çok samîmî çok sever, hâlen bize gelir.şimdi evli, çocukları var. şimdi birazda serbest hareket etsin, utanmadan söylesin. Öğrencilerimi gördüğüm zaman mânevi evlatlarımı görmüş gibi içimde böyle bir sıcak duygu uyanır. öğrencilerle aramdaki samîmî âlâkayı başka şeyde duymadım.
...Çocuklarla dövüş kavga kesinlikle olmadı. Çocuklarla çok şakalaşmam. Çocuklarda bana şaka yapmazlar. Ben sâde davranırım. Başkalarının çocuklarında (ise) çok dikkat etmen gerekir. Tenkit edersen meselâ çok değişik şeylerle insan karşılaşabiliyor.Meselâ benim başımdan çoook hâdiseler geçti. Bir imam Arapça okunuş şeklini değişik şekilde söylüyordu.(Ben yanlış gördüğüm bu yerde dedimki): "Hocam" dedim, -kendiside farkında değilmiş herhalde-,"buna dikkat et" dedim, "kitaba da bak.Doğru olanı yap" dedim. O da bana (güyâ) bir yanlışımı söyledi. "Hocam" dedim, ben sana bir şey dedim, sen beni suçlamaya başladın" dedim. "Bu olmadı" dedim. "Olmayan bir şeyi bana işaret ettin. Doğru olsa bile senin söylediğin, ben bunu kabullensem, yeri ve zamanı değil. Ben sana bunu kötülemek ve aşağılamak için demedim" dedim. Tenkite açık olması lazım (muhatabın).
....Fıtraten zengin insanların yanında bulunmak istemem. Belli başlı hiçbir zenginin yanına gitmedim. Bir zengin hâriç. Hacı arkadaşım K. K. O beni çok yakından Hacc'da tanıdı. Bizim Muhammed'le selam gönderdim ona. Kuran Kursu binasının yapılmasında yardım istedim. Oğlum Muhammed'e: "Ne kadar ihtiyacı varsa alsın, faturasını ben öderim" demiş. Bir zengine işte ihtiyacımız oldu. O da ihtiyacımızı umduğumuzdan fazlasıyla karşıladı. Bizim M. Efendi. O da kendisi haber göndermiş. Bize yardım etti. Kurs binası yaptırırken Hacı Süleyman Efendi bana: "seninle makbuz karşılığında (gezerek) para toplayalım" dedi. Makbuzlar falan benim elimde. Yalnız dedimki "beni tanımadığım yerlere götürme" dedim. Abdullah Kırmacı vardı bizim dostumuz. Kendisi Selamet partili. Büyük ağabeyi Hilmi Kırbacı Adaletci(Adalet Partili). Onun zengin çocuğu var ama çocuğu da Adalet Partili. Bir yere vardık, makbuzu kestik. Adam dediki, yanında bir adam oturuyor. Beni tanıttı. "Bu Hocaefendi Domur Hoca derler. Kızılseki'de Kuran kursu binası yaptırıyor.Siz de bir katkıda bulunun" dedi. Adam dediki: "Selametciyse bende para yok" dedi adam. açıktan. Bende artık biraz yılışarak: "siz kimi arıyorsunuz" dedim. "Adaletcimi? Ha al sana bir Adaletci. Hüseyin Kahyada başkanımız o da Adaletci. Sana bir Adaletci görüyonmu" dedim. "Hah" dedi "oldu şimdi", çıkardı 20lira verdi. Ondan sonra gittik. O Hilmi Kırmacı hoş olmayan laflar etti. Kardeşi Abdullah müdahele etti. Abi niye öyle konuşuyorsun falan dedi. Abdullah Bey sen bir şey deme abine dedim. Abdullah tuttu bir 20 -25 lira para verdi. Makbuzu kestim. Hacı Süleymana dedimki: "Bir daha bana çarşıda pazarda para toplayah demiyeceksin. Ben buna müsait değilim" dedim. Samimi dostlarımız bize yardım etti. Allah razı olsun. Hep fakirlerin yanında oldum. Daha çok müşfik davrandım fakirlere karşı. Kendim de zaten fakirler sınıfındanım. Onların yanında daha rahat hareket ederdim. Yardıma muhtaç olanlara benim cebimde devamlı olmuyor. bazen para harcamam gerekiyor.Mesela askere giden varsa ona yardımcı olurdum.
...Bizim kursa yapılan yardımlar hep derneğe geliyordu.Makbuzsuz hiç para almadık.Banka cüzdanımız vardı. Eğer artarsa bir para onu kasanda tutamazsın o zamanki mevzuat işte bir hafta falan bir zaman vardı. Kendi kasasında tutamazdın, banka kasasında tutmak zorundasın. O işlerle bütün ben ilgileniyordum. Derneğin yönetim kurulu üyemiz vardı. Başkan vardı, başkan yardımıcısı vardı. Lâkin ben idâreciydim. (Dernek üyeleri derneğin para işleriyle uğraşmıyordu) (Bütün para işlerini) benim yürütmenin sebebi, dernek üyelerinin fakir oluşuydu. Devamlı dernekle işin oluyor, Bu fakir insanlar sabahtan akşama kadar oturup dernek bekleyemezdi. Bu köylülerin para durumu yok. Bahar döneminde (dernek üyeleri için) çapa işi vardı, birde güz(sonbahar) döneminde pamuk işi vardı. Bana en çok yardımı olan, en çok yanımda olan, cebinde parası olan bir adam vardı. Yâni benim vezirim: A.D. Allah rahmet eylesin. Âcil bir para lazım olursa ondan alırım. Ödünç alırdım. Onun dışında kimseden para almadım. Hatta kurban alımı, satımı o işlerden anlardı. Kurban falan o alır, herşeyi o yapardı. Aldığım parayı geçmemeye dikkat ederdim. Ama illede bir zaruret halinde bir masraf çıkmış, bir dostumdan alır, aybaşında o adama veririm. Kadrolu imam oluncaya kadar imece usülü yardım alıyordum. Çocuklar kursa gelirken soba için bir odun getirirlerdi bir tanede bana (odun) getirirlerdi. Maaşa bağlandıktan sonra ne imece, ne de odun aldım.
...Fes, şapka konusunda kânun çıkmış. Millet geymede(giyinmemeye) direnmiş. Bazı hocalara bu yüzden îdam kararı çıkmış. Kültür'de ben hocalık yaparken bir Aydınlı hocası. Bir hoca vardı Mete diye, Elbistan'da müftülük yaptı. O hacaefendilerden birinin torunuydu o (Aydınlı hoca). Kültürde kalmış. Belli başlı âlimlerdenmiş. O Kültür'de çocuk okutmuş. 2 yıl saklamış Kültür o hocayı. Hiçkimseye duyurmamışlar. Kültür çok tutmuş onu. Ben de ona ulaştım. Kültür'e vardığımda kürsüde çok dikkat ettim, minberde siyasetin adını bildirmemeye(siyasetten konuşmadım). Ben hep sistemi konuştum. Bu sistem bizim sistemimiz değil. Sistem islam değil. Devamlı bunu vurguladım. Saklanan Aydınlı hoca olayı Molla Durdunun daha yeni yeni okula başladığı senelerde (olmuş). Rejim yeni kânunları koyduktan sonra adam (şapkayı) kabullenememiş, îdamlık olmuş. Buradan kaçıp Suriye'ye giden birisiyle Suriye'de karşılaştım. (Maraş'ın) Avşar köyünden bir adam. Bu yayla kültüründen (gelme birisi). Orda kalmış adam hâlâ orda yaşıyor. Ev diye bir şey yok. Gitmiş dağın yamacında daşları toplamış, duvar örmüş, ev yapmış. Beni evine davet etti. Evine gittim. Bardakları altın rengine dönmüş, sapsarı(kirlilikten).Içemedim. şimdi bizi seviyor adam. Mehmet Efendi diyor. Yaşlı 75 yaşında var adam. Çayı getirdi, içiyorum gibi yaptım. Daşların(taşların) arasına (farkettirmeden) döktüm. Böyle (Türkiye'den zulümden kaçan)insanlar gördüm (Suriye'de). O Said Ramazan, onların hepsi îdamdan (hüküm almışlar) gitmiş.(kaçmış Suriyeye) idam olmamak için kaçmış gitmişler. Koskocaman bir mahalle var. Sanki şu yeni kurulan şehrin burası kadar var. Ekrem mahallesi diyorlar (orda Suriye'de) Kürdane Ekrem. Kürtler mahallesi. Hepsi Türkiye'den gitme. Hiçbirisini (Suriye) devleti nüfus kaydı altına almamış. Kendi çocuklarını kendileri okutuyor. (Suriye) Devletinin resmi okullarına gidemiyorlar.işte Ramazan Busi basmış gitmiş. Onun gibi daha öyle olanlar var.
....Süleymancıları Derebağzı köyü ve çevresine taşıyan kişi benim.
...CHP denilince akla gelen tek şey, tek kelime din düşmanlığı. Bunlar yarım asır iktidarda astığı astık, kestiği kestik. irtica adı altında islam insanların zihninden, kalbinden silinmek istendi. O günlerden duyduklarımız çok kötü. Dine yapılan zulüm insanların aklının alamayacağı kadar dîne yapılan zulümler var. Meselâ duyduklarmız var. Biz görmedik. Ebem rahmetliden duyduğum(bir olay var). Bir Mart ayında ebem(in) kocası dönmüş Antep cephesinden. Maraşa gelmiş. Dönüşte ağlıyor(dedem). Bizim orda çiftlik diye bir yer var. Ebem: "niye ağlıyon" diyor(dedeme). (Ebem bana anlatıyor)Bende oturdum(ebemin yanına, dinliyorum)."Oğlum, oğlum" dedi(bana), "biz gavurları kovduk zannediyorduk. Gavurlar kovulmamış" dedi rahmetli. Aynen bu tâbiri kullandı.Telislere(büyük çuvallara) doldurmuşlar Kuranı Kerimi. Ulu câminin önü aşağıya doğru açıkmış o zaman. "Ordan" dedi(ebem, büyükannem) Mart ayında da sular bol ya, eskiden çok yağardı. "Boklu çaya attılar telisleri, sonra kimse almasın diye üstünü tepelediler telislerin, öyle aktı gitti(Kuranlar)." dedi. "Ona ağlıyor(du) oğlum ona ağlıyor(du deden)" dedi. Ebemin ağzından duydum(bu sözleri).
...Sonra Dereboğazı köyünde bir hâdise olmuş. O Mıkdat, Alime Emişlerin babası oluyor. Onların muhtar olduğu dönem. Onların babalarınınn mıhtar olduğu dönem. Bir ekip jandarma geliyor. Kuranları topluyorlar. Ondan sonra dolduruyorlar çuvallara. Bunu yakacaklar. Komutan diyorki: "Siz bunu yakın. Ondan sonra bana haber edin". Muhtarın yanına gidiyorlar. O zamanlar o Mıkdat, Demircilerin dedesi, Ökkeş Amcanın falan babası, ordaki askerlere diyorki: "Oğlum, siz de müslümansınız, biz de müslümanız. Bizim mukaddes kitabımız bunlar. Çalı burda var, odunda burda var. Çalıyı buraya koyarım, üstüne de biraz odun atarım. Burda yakmış oluruk. Ben bu çuvalları kaldırıyım. Olurmu oğullarım?" diyor. (Jandarmalar) "haber olursa?" (diye soruyorlar) "Olmaz oğlum korkman" (diye karşılık veriyor). Köyden çuvallarla toplanan Kuranı kaldırttırıyor, ondan sonra (sahte) ateşi yakıyor, koya(güya) orda çöp, çuval, çat, mat atıyorlar. Sonra haber veriyorlar(komutana) "emriniz yerine getirildi". Geliyor komutan, bakıyor, "tamam" diyor. Öyle gidiyor. Bunu da bizim Ahmet Çelik in kızı Yasemin mi ne adı. "Ben" diyor "dedemizin vasiyeti var" diyor.Toplantılarda falan bu olayı aynen anlatıyor. "Dedem şeyleri (sahte ateş )yakmış (Kuranları kurtarmış) Cumhuriyet Halk Partisine oy kullanmayın" diye bir vasiyeti var, dedi. Ben de onlardan işittim.
....(Cemal Nar'dan hatıra) Kadir Kızdırıcı hoca güzel îlahiler söylerdi. O bize ses kayıdı kaset (göstermişti).Maraşta ilk defa ezanın Türkçe okunduğunu Ulu Camide, anlattı, ağlayarak. Bir Kayserili hafıza okutmuşlar. (Hiç) kimse (Türkçe ezan) okumamışta(Türkçe ezan okumayı reddetmiş). Bir onu anlattı. "Duvarlar ağlıyordu(Türkçe ezan okunurken). Milletin feryadı" diyordu. Birde ezanın asli şekline çevrildiği günü anlatıı. O zamanda milletin minarenin kenarında müezzin Allahuekber dediğinde kurban kestiklerini falan anlattı böyle. Efendim bir kaç tane CHP döneminde yapılan olayları anlattı. Meselâ bir tanesini söylüyüm. Memurları Halkevine toplamak zorundalar ya. Her zaman topluyorlar. Tiyatro var orda. Efendim, bir merkebin üstüne cübbe atmışlar, kafasına sarık sarmışlar. Öyle oynatttılar diyor. Öyle onuda öğretmenler eliyle yapıyorlar. (Öğretmenler tiyatro oyunculuğu yapıyor) Darendeli Abdullah Efendi bunları bildiği için bizim köyde 15 sene, o büyük(insan) kalmış, bilerek Maraş'a gitmemiş. Orda yaşamayı tercih etmiş, gözden uzak. Bildiğim gibi yaşayım diye. Eşşeğin başına sarık sardılar hoca diye, böyle maskara yapıyorlar diye Hocanın seyri yok zaten, hocaları tehditle susturmuşlar. Kuran okutanı içeri atmışlar. Soğukta elleri kelepçeli.(Jandarmalar) gidip (bu) kim(seye) bakıyorlaki sakallı makallı. Yâ, bu Kuran okurken yakalanmış. Peygamberimiz: "sizin en hayırlınız öğrenen ve öğretendir" demiş.Memlekette en şer(kötü) insanlar hocalar, alimler oldu(devlet tarafindan damgalandı). yani cin, canşi gibi elleri kelepçeli . Suçu neymiş Kuran okutmak. Ben şunu söyleyeceğim. Hoca bunu anlattıktan sonra orda bir masa vardı. Masaya bir elini vurdu. (Onun vurduğu gibi ben bir vursam masaya) Masa kırılır, sular dökülür, "Yeminle söylüyorum" dedi. Bügün (CHP) gelseler aynısını yaparlar dedi. Öyle bir zihniyet bu zihniyet.
...Vakıfların satışı, câmilerin satışı. Medreselerin satışı hakkında kânun çıkarmışler. Müftülükte vesikası varmış 32 tane (binanın satışı sözkonusuymuş). Ali Rıza Kırboğa döneminde Maraşta arazisi satılan camilerin listesi çıkarılmış . Arasız câmisinin hemen önünde bir mescid varmış .şimdi orada çorap morap yapıyorlar. O çaydan tarafta. 16sı satılmış onun döneminde. PTT binasnın yukarısındaki eski karakolun olduğu yerdeki câminin yerine banka yapmışlar. Câmilerin 16sı yıkılmış 16sıda o zamânın hocaefendisi müftü samîmi bulduğu cemaatine müsâit olanlara "gelin demiş, siz satın alın. Bunu yabancılar satın alır. Yıkarlar. Yıkılmasın. Sizin hayrınıza devam etsin". Onlar da satın almışlar, ailelerine bile dememişler. Câmiyi satın aldık. Hoca öyle tenbih etmiş. Sizin hayrınıza(bunları satın alın) . işte ali Rıza Kırboğa döneminde onlar(satılan caileri alanlar) bulundu. Onların mirascıları bulundu. Mirascılardan tekrar (devrolundu) o camiler . Ali Rıza Kırboğa'nın büyük hizmetlerinden biri de bu. Ortaya çıkarıldı bu işler. Demekki islam adına ne varsa hepsini toptan silip süpürüp, yok etmek hedeflenmiş. Bu tahrip bakımından gavurdan daha çok kötü. Belki gavur bir târihi eser olunca, bir noktada "bu bir tarihi eser" diyebilir (ve dokunmaz). Bunların(CHP ve CHP güdümündeki devletin) ne târihi eser inancı var, mukaddesat adına ne varsa, onu silip süpürmek istemişler.
--------------------------------------Hâtıranın sonu----------------------------------
Cemal Narın aktardığı tiyatro oyunu çok büyük bir ihtimalle Reşat Nuri Güntekin'in yazdığı "Hülleci" oyunudur. Prof. Halis Ayhan'ında bizzat yaşadığı bu olay Türkiye'nin en ücra köşesinde olmuştur. Bu tiyatro 1961 - 1965 yılları arasında her yerde halka gösterilmiştir. Görüldüğü gibi eşeği din adamı kıyafetine sokarak din ve din adamları aşağılanmış ve her devlet memuruna bu tiyatro seyrettirilmiştir. O zamanın devlet düzenini savunmak isteyen tarihçiler veya sosyologlar Hülleci tiyatrosuyla çok evliliğin kötülüğü, ve imam nikahıyla yapılan çok evliliğin ortadan kaldırılması için bu tiyatronun her şehirde oynatıldığını yazıyorlar. Aynı zamanda imamların köy köy dolaştığı ve köylüleri bir tür haraca bağladığı da eleştiriyor bu tiyatro diye aslında Kemalizmi korumaya çalışıyorlar. Hülleci, Vurun Kahpeye ve bir çok kitap ve tiyatro oyunu aslında kara ve yalan propagandadan başka bir şey değildir. Hedef islamı yok etmektir. imamlar köy köy gezsede elinde silahla sanki köylüleri tehdit mi ediyordu? Eşkiyalık yapıp paramı topluyordu? Köylüler gönüllü olarak imamın, hocanın yiyeceğini karşılıyordu. Para zaten köylülerde de olmadığı için harman zamanı köylü hocaya buğday veriyordu, verdiği buğday miktarınıda zaten kendi belirliyordu, kendi istediği kadar hocaya yardım ediyordu. Hocalar, imamlar yaptığı bir görev karşısında bir tür emeğinin karşılığını istiyordu. Kaldıki bazı imamlar hocalar aynı köyden olup hem çiftçilik hemde fahri olarak imamlık, hocalık yapıyordu ve karşılıksız Kuran okutup, hocalık yapıyordu. Köylüden de hiçbir şey istemiyordu. Bunları devlet bal gibi bildiği halde islamı kötülemek, din adamlarını karalamak maksadıyla bu tiyatro oyununu ve bunun gibi kitapları, eğitim kurumlarını devreye sokuyordu. şimdi çok evlilikten söz açılmışken şu meseleye değineyimde zamanında kim çok evlilik yapıyormuş bilinsin. Din adamlarımı yoksa devlet adamları ve devlet memurlarımı çok evlilik yapıyorlarmiş? Bilindiği gibi neredeyse bütün cumhuriyet kadrosu kendisine ya metres bulmuş yahut başka açık seçik giyen bir Batı tarzında kadın bulmuştur. Osmanlı tarzında yetişmiş ve örtüsünü, çarşafını atmayan hanımlar terkedilmiştir. Ya evdeki Osmanlı kadını yeni moda olan başı açıklığa ayak uyduracak yahut Osmanlı kadını yerine bir metres tutulacaktır. Ataputumuzun kadınları çoktur. Ataputumuzun kadınlarından bahsetmeyelim. Ataputumuzun yakın rakı sofrası arkadaşlarının hayatlarına ve kadınlarına bakarsanız hepsinin başı açıktır ve kılık kıyafet devriminden sonra tam Batılı giyimini almışlardır. Hiç acaba o zamanın fotoğraflarına bakınca düşündünüzmü? Acaba bu cumhuriyet dönemindeki fotoğraflardaki kadınlar eskidendemi öyleydi, yoksa gönüllü olarak çarşaflarını attılar? Hayır, çoğu kadınlar değiştirildi. Çarşafını atmayanların yerine ya metres tutuldu, yahut boşanıldı. Size çok iyi bilinen Necip Fazıl Kısakürek'ten bir misal vereyimde Cumhuriyet döneminde nasıl bir zihniyet değişimi yaşanmış, azıcık bir görüş sahibi olasınız. Necip Fazıl Kısakürek kendi babasının çarşaflı Osmanlı karısını yeni çıkan metres tutma modasına uyup bıraktığını ve Batılı tarzında yaşıyan bir metres tuttuğunu kitabında anlatır. Peki Batı zihniyetinde bir erkeğin metres tutup 2 kadınla birden yaşaması çok güzelde, bir din adamının 2 kadınla evli olması çokmu kötü? Burda devletin sadece dine karşı art niyeti ortada yokmu? Çünkü devlet adamlarının neredeyse hepsi 2 karılı. Birisi evli genellikle Osmanlı kadını öbürü tuttuğu metresi(sevgilisi). Hatta devlet adamlarının çoğu metresiyle övünürler. Devlet adamlarının metresleriyle övünmeleri zamanın hâtıra kitaplarında bol bol anlatılır. Peki din adamlarına yasaklanan fakat kendileri tarafından tatbik edilen çok evlilik veya çok kadınlı hayat neden övülür? Batı hayatı tarzı çok evlilik, metres, sevgili tutmak neden övülür? Çünkü kendilerinin evlilikleri din esasına göre değildir. Dinin yasakladığı her rezilliği devlet adamları metresleriyle yapmışlardır. şöyle diyelim. Eğer din adamları cumhuriyetten sonra imam nikahı olmadan metres hayatı yaşasalardı, başka kadınlarla düşüp kalksalardı Hülleci tiyatrosu her yerde oynatılmazdı. Çünkü din adamlarıda Batılı olurlardı ve dinsiz devletin istediği de zaten buydu. Fakat din adamları baskıya karşı yinede dini korudular, elhamdülilllah. Başkaldıran din adamları, asılan din adamları olmasaydı şimdi Türkiyede ne ezan kalırdı, ne câmi, ne Kuran, ne din, ne iman. Dinsiz bir nesil, ahlaksız bir insan topluluğu, aynı cumhuriyet kadrosu gibi hayvani içgüdülerinden başka bir şey bilmeyen beyinli mahlukatlar ordusu olurdu Türkiyede. Sadece para ve maddiyat üzerine kurulu, güzel ahlaktan arındırılmış, düşünen maymunlar topluluğu. Rakı içen, domuz yiyen, her türlü zararlı şeyleri gövdeye indiren, namus, iffet düşüncesi olmayan, eşini kıskanmayan bir topluluk. Işte zaten CHPnin amaçladığı ve çağdaşlıktan anladığı şeyler. Biliyorsunuz. Bir kadın ne kadar çıplak olursa o kadar çağdaş, bir erkek ne kadar kadınını kıskanmazsa o kadar uygar, bir insan ne kadar islami değerlerden uzaksa o kadar modern, bir insan ne kadar hayvan haklarını insan haklarından üstün tutuyorsa o kadar ileri görüşlü, vesaire, vesaire. Zaten bu saydıklarımı uygulayan bir CHP toplumu meydana geldi Türkiyede. Ataput zaten maksadına ulaştı bu insanlarda. Ataput'da kim? demeyin şimdi. Her şehirde kendi heykelini kendisi diktiren Kemalistlerin tanrısı. Neyse bırakalım. şunu bitirmeden önce söyleyelim: Allah razı olsun Domur Hoca gibilerden. Allah razı olsun dini koruyanlardan. Allah razı olsun ismi, adı bilinmeyen nice insanlardan ve idam edilenlerden, kaçan kurtulanlardan. Allah razı olsun dini savunanlardan. Allah razı olsun toplumu çöküşten kurtaranlardan. Yap bir iyilik at denize, balık bilmezse halik bilir.