• Konular – 
  • Bir dakika Falih Rıfkı Atay Bey! Yazdığınıza kendiniz inanıyormusunuz?

    Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya isimli kitabını okudum. Mustafa Kemal'i öyle tanıtmışki normal bir vatandaş hayati yaşayan, ama hiçbir kusuru olmayan, mütevazi, Batı idealisti bir kişi, mükemmel bir yönetici, doğruluktan sapmayan vesaire diye. Daha ilk sayfalardan kendine göre tarafsız diye yazdığı satırların ne kadar taraflı olduğu, niyetinin sadece Mustafa Kemal'i korumak ve taraflı olarak övmek olduğu ortaya çıkıyor. Benim anlamadığım bu kadar taraflı bir kitabın neden eleştirilemediği, yoksa eleştirildi de benmi okumadım. Daha Çankaya'yı yeni okuduğum için belki benim gibi eleştirenlerde olmuştur. Tarihle azıcık bilgisi olan ve Nutuk'tan başka Kazım Karabekir, Rıza Nur, Kadir Mısırlıoğlu, Can Dündar, Uğur Mumcu, Cemal Granda ve başkalarının kitaplarının azıcık bir yerlerinden bile okusalar, hemen bir dakika derler.

    Hemen baştan söyleyeyim, öncede söyledim: Falih Rıfkı Atay Mustafa Kemal öldükten tam 23 yıl sonra Çankaya kitabını yazmıştır, aklına gelenleri kitaba dönüştürmüştür.23 yıl sonra olan biteni siz kendiniz düşünün ancak hayal meyal hatırlarsınız. Başkalarının söylediklerini bir kenara bırakın kendi konuştuklarınızı bile doğru dürüst hatırlamazsınız. Atay kitabında sanki başka hatıra yazanlar hep yanlış yazıyormuş, sadece kendisi doğruları yazıyor gibi cümle sarfediyor. Çankaya'nın hemen başındaki bir cümle: "Geçenlerde bir yazıma şöyle başlamıştım: ''Elli altmış sularında mısın, uydur uydur anlat! Geçmiş dediğimiz şey de buna döndü. Bazı övünmeleri işittikçe ve bazı hatıraları okudukça içimi bir şüphe basıyor" Ayrıca tarihçilerede sitem ediyor. Dikkat ederseniz Kadir Mısırlıoğlu'nun Lozan zafer mi, hezimet mi daha Çankaya basılmadan 7 yıl sonra basılmıştı. Herhalde Atay şark'ın ideoloji arkadaşı Mustafa Kemal'la birlikte inandığı Batıya galip gelmesinden korkmuş olacakki, hemen Mustafa Kemal'i Batıcılığı öven bir kitap yazayım dedi. Çünkü Çankaya'da aynı ideolojilere sahip olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi şark'ı yerden yere vurur. Batı'yı, Batı kültürünü göğe çıkarır. şark demek, aslında doğu anlamına gelir ki, 1930lardan 1980'lere kadar dinci, Islama inanan, fakir, çoğu okuma yazma bilmeyen halk kısmını temsil eder. şark Falih Rıfkı Atay, Yakub Kadri Karaosmanoğlu gibi Batı delisi kendini aydın zanneden kişiler için neredeyse bir küfür ve aşağılamaya kadar giden bir tabirdir. Bugünkü güya aydınların basit halk kesimlerini küçük görmeleri aslında bir gelenektir ve geçmişi Mustafa Kemal ve yanındaki Batı "delileri"ne dayanır. Çankaya kitabında bu şark kelimesini okudukça ve bununla beraber Türk kültürü,din,tarih aşağılandıkça Falih Rıfkı Atay gibilerine duyduğum aşağılık duygusu pekişiyor.

    Okuduğum internette bulduğum Çankaya aslına oranla birde temizlenmiş, yani sansürlenmiş haliymiş. Mesela Mustafa Kemalin bel soğukluğu isimli bulaşıcı cinsel hastalığa daha 20 yaşında yakalandığını Falih Rıfkı Atay yazmış.Bu hastalık eskiden antibiyotik ilaçlar olmadığı için zor tedavi olabilen bir hastalıkmış ve bir erkeğin bir çok kadınla ilişkisi olduğu zaman 1900lerin başında bulaşma tehlikesi çok yaygınmış. Mustafa Kemalin bu hastalığı nasıl kaptığı Falih Rıfkı Atay ağzından Çankaya'yı okuyan anlamıştır. Ama Mustafa Kemal'i kendince korumak için yazan Falih Rıfkı Atay'ın bu yüzden başı belaya girmiş ve savcılıkla uğraşmış, kitabı çıktığı zaman. Sonra bu bel soğukluğunu kitabından silmiş ve kurtulmuş. Böylelikle Çankaya'nın sonraki baskıları tek bu hastalık değil, daha çok Kemalistler tarafından sakıncalı bulunan konulardan arındırılmış ve temizlenmiş halde basılmış. Düşünün Mustafa Kemal'i korumak amacıyla bu kitabı yazdığını söyleyen Falih Rıfkı Atay bin bir dereden su getirerek, olayları çoğu yerde çarpıtarak korumaya çalıştığı, bir kahraman yaratmaya çalıştığı kişiyi anca onu yerin dibine batırarak anlatmaya çalışmış, çünkü sahtekardan kahraman olamaz, olsada anca Falih Rıfkı Atay'ın denemesi gibi olur, onuda yüzüne gözüne bulaştırır. Keşke orijinal Çankaya'yı bulabilsem.

    Çankaya'nın önsözünde Falih Rıfkı Atay bizzat şöyle söylüyor:
    "Görüşüme,anlayışıma güvendiğiniz kadar yazdıklarıma inanabilirsiniz. Yanılmış olabilirim. Hele, tarih hafızam pek zayıf olduğundan, yıl, ay ve olay sıralarında yanılabilirim."
    Yani görüşüne katılmayacaksanız yazdıkları inanabilecek şeyler değilmiş. Tarihi hafızasıda iyi değilmiş, hangi olayın ne zaman meydana geldiğini karıştırırmış, olabilirmiş. Ne demek bu. Bizim resmi tarihçiler Rıza Nur'a deli derler yazdıklarına inanmazlar ama Falih Rıfkı Atay kendi yazdıklarımdan emin değilim dediği halde ve ideolojik bir kitap yazdığını ve bunuda kendisi itiraf ettiği halde sadece bu şahsa inanırlar. Daha ne demeli bilmemki. Kemalist vesayet işte böyle yalanlar üzerine, ideolojik insanlar üzerine kuruldu.

    Yine Çankaya'nın önsözünde Falih Rıfkı Atay bizzat şöyle söylüyor:
    "Izmir Mustafa Kemal'in Kordon boyundaki evinde bir gece bazı aşırıca sahneler geçti. Gülüşe oynaşa sabahladık. Atatürk benimle birkaç kişiyi sona bıraktı. Gece üstüne bir hayli dedikodu yaptık. Çıkıp gideceğimiz sıra kendisine dedim ki: şimdiye kadar sizin için yalnız yabancılar yazdı. Biz yanınızdayız. Sizi ve eserinizi daha iyi tanıyoruz. Izin verir - misiniz? Yakup Kadri ile sizin için bir kitap hazırlasak... Ferah ve uyanık bir bakışla beni süzdü: Dün geceyi yazacak mısınız? - Canım efendim, bu kadar hususiyetlerinize girmeye ne lüzum var? - Ama bunlar yazılmazsa ben anlaşılmam ki... Siz de başkalarının yazdıklarını tekrarlamış olursunuz."
    Falih Rıfkı Atay burda ikiyüzlü davranıyor. Mustafa Kemal hayattayken kendiside biliyorki hiçbir "Atatürk kulu" o hayattayken yarı tanrı hakkında tek eleştiren mesela en azından "çok içer" gibi yazı yazamadı yazmadı. Kendisi bile 1938 ölümüne kadar Kemali eleştiren yazılar yazamadı. Ki zaten kendisi korktuğundan bu soruyu önce sormuş eğer gerçekse. Çünkü sormadan yazsa başına geleceği biliyor. Hatta Çankaya'yı yazdığı tarihte 1968de bile söylediği Izmir Kordondaki bu "aşırıca sahneler"in ne olduğunu hangi kötü alışkanlık yada ahlaksızlık yapıldığını anlatmıyor. Sarhoşlukmu yoksa başka neler var. Ya korumak için sallıyor, yada gerçek ama ne olduğunu kendisini de Millet karşısında alçaltacağı için saklıyor.

    Mustafa Kemal'in güya riyakar olmadığını şöyle açıklamaya çalışıyor. Çankaya'nın önsözünde Falih Rıfkı Atay bizzat şöyle söylüyor:
    "Yaptığını saklamak riyakârlığından, kendi gibi, halkı da kurtarmaya çalıştı. Bir yaz ikindisi Dolmabahçe Sarayı'ndan bir motörle Kalamış Körfezi'ne kadar uzanmıştık. Koy sandal dolu idi. Ortalarına sokulduk. Herkesin gözü Atatürk'te ve hepsi put. Ses yok, kımıldanış yok. Atatürk garsona: Bize bira getiriniz, dedi. - Getirdiler. Kadehini kaldırarak: şerefinize vatandaşlar... deyince kimi yanı başında, kimi oturduğu yerin altında sakladığı içki kadehlerini: - şerefine paşam... diye kaldırıp içtiler. Bütün koy neşe içinde çalkalanıp durdu."
    Ey Falih Rıfkı Atay kendin söylüyorsun Mustafa Kemalin karşısında herkes put gibi olmuş, hiç kimse bir şey söyleyemiyor, kımıldayamıyor,ses yok. Bir diktatörün karşısında nasıl durulduğunu anlatıyorsun. Bir diktatörün zaten bir şeyi gizlemesine gerek yok ki.Halk zaten ondan hayalet gibi korkuyor, neyi gizlesinki. Ey Falih Rıfkı Atay halk zaten riyakar değildir. Millete, halka laf atıp bari halkı aşağılama. Halk 1930larda alkolü açık yerlerde içmiyordu, dediğin doğrudur, içen varsa gizlenerek içiyordu. Ama bu çok marjinal bir halk grubunun yaptığı şeydi. Ve başkalarına saygı duyduğundan gizlenerek içiyordu, riyakarlığından değil. Halkı sizin gibi Batı delileri açıktan içerek sarhoş olmaya davet etti, kötü örnek olarak bunuda modernlik, çağdaşlık diye halka yutturmaya çalıştınız. Sana daha ne diyeyim. Her zamanki sahtekar aydınlara dediğim gibi cehennemde ışığınız bol olsun.

    Yine Çankaya'nın önsözünde Falih Rıfkı Atay bizzat şöyle söylüyor:
    "Cumhuriyetin ilk zamanlarında memlekette Atatürk düşmanlığını yaymak için bilhassa hususî hayatını ele alanlar pek çoktu. Bunlardan biri, Kocaeli köylerinden birinde Atatürk'ün koynuna her gece bir bakir kız verildiğini söyler. Ak sakallı bir ihtiyar der ki: Haydi be canım, ölünceye kadar her gece bir kız verseler, Yunan askerlerinin bir gecede yaptığını yapmağa - ömrü yetmez. Sıcağı sıcağına zafer günlerinde böyle idi. Daha sonra, Serbest Fırka denemesinde bizim ak sakallının hafızasından hayli kaybettiğini de gördük."
    Ey Falih Rıfkı Atay verdiğin Ak sakallı insanın söylediği sözlerle güya Mustafa Kemal'ini koruyorsun. Sen Mustafa Kemal'in özel yaşamını ilgilendiren "kadın" konularına önvarsayımda bulunuyorsun ve bu yalanlara cahil,dinci halk bile inanmadı diyorsun. Sonra halkın dinine el uzatılınca halk Mustafa Kemal'in özel hayatına tekrar dil uzattı diyorsun. Mustafa Kemalin özel hayatında ne yaptığını daha iki cümle önce sen kendin söyledin "aşırıca sahneler" diye. Daha Çankaya'nın önsözünde bilmeden Mustafa Kemal'i o kadar yerden yere vurdunki, bu Çankaya'yı yazmasaydın daha iyi olurdu. Daha neler yazacaksın bakalım kitabında. Milleti küçük gördüğün yetmezmiş gibi birde sakallılara laf attın. Bu arada Mustafa Kemal'in sadece kendisinin Anadoluyu kurtardığı doğru değildir. Sayısız unutturulmuş kahramanlar vardır. Hatta bu kahramanların çoğu vatan haini bile ilan edilmiştir. Sonra Falih Rıfkı Atay gibi insanlar sadece Mustafa Kemal bizi kurtardı borazancılığını yapmıştır. Mustafa Kemal'in yazılmasına izin verdiği gazetelerin başında Yunus Nadi'nin kurduğu Cumhuriyet gazetesi gelir. Yunus Nadi ve Falih Rıfkı Atay gibi gazeteciler Mustafa Kemal'i öve öve göklere çıkarmişlardır. Unutturulan ve vatan haini ilan edilen çok sayıda Kurtuluş Savaşı kahramanları vardır. Ben sadece burda Çerkez Ethem'i söyleyeceğim. Başka konularda bu kahramanları anlatacağım. Mustafa Kemal bu kahramanların yaptıklarının üstüne oturmuştur.

    Yine Çankaya'da Falih Rıfkı Atay bizzat şöyle söylüyor:
    "Bilindiği üzere Türk kadınının o kapalılık devirlerinde Türkler arasında cinsî ahlâk pek bozuktu. Delikanlı için güzellik bir tehlike idi. Mustafa Kemal de altın yeleleri, henüz terliyen sırma bıyıkları, pembe teni, mavi gözleri ile bir erkek güzeli idi. Bir gün kendisini Süreyya ağabey çağırmış, sustalı bir çakı vermiş. Ne olur olmaz, ırzını bununla koruyacaksın, demiş."
    Yani o devirde 1898 yıllarında çarşafla kapalı kadınlar azgınlık yapıyorlarmış ve güzel gördüğü genç erkekleri tecavüz ediyorlarmış. Yada erkekler kadınlar kapalı olduğu için cinsel arzularını gidermek için genç erkeklere saldırıyorlarmış. Ne zaman çarşaf kaldırılmış, o zaman kadınların azgınlığı kalkmış yada erkeklerin oğlanlara olan cinsel merakı azalmış. Falih Rıfkı Atay bunu dolaylı yoldan ima ediyor. Ancak bu kadar din, gelenek, geleneğine bağlı insanlar böyle aşağılanabilir. Falih Rıfkı Atay bu sözleriyle Milletin kültürünü aşağılamakta ve genç Mustafa Kemali daha şimdiden ilahlaştırma, her yaptığını meşrulaştırma yolunda. Söyleyecek laf bulamıyorum, cehennemde ışığın bol olsun, aydınlanmaya orda devam et.

    Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya'sından alıntı:
    "(Abdulhamit devrinde)Batı'nın pençesinden kurtulmak için girişilen reformları medrese ve cami asla benimsememiş, halk yığınları da onların manevî hâkimiyeti altında olduğu için, Batı medeniyetçiliği pek küçük bir azınlığın malı olmuştur. Daha yirminci yüzyıl başlarında bile ancak Istanbul, Selânik ve Beyrut gibi Frenkli ve Hristiyanlı şehirlerde kravatlı ve Avrupa giyimli Türklere raslanırdı. Taşralarda sivil ve asker idare adamları ile halk arasında fark, sömürgelerdeki koloni adamları ile yerliler arasındaki farkı andırırdı. Orduda okuma yazma bilmiyen küçük, orta ve yüksek rütbeli subaylar çoktu."
    "Ordu aydınlarında bir uyanış vardır. Onlara göre de baş çare saray istibdadını yıkıp memleketi meşrutiyet rejimine kavuşturmaktır."
    Subaylar bile okuma yazma bilmiyormuş cahillik çokmuş. Buyrun tanıdığımız zihniyet, kurtuluş dinden uzaklaşmak ve Batı kültürünü Osmanlıya getirmekmiş. Peki nasıl olurda Mustafa Kemal okuma yazmadan başka Fransızca'yı da çok iyi biliyordu. Yoksa Mustafa Kemal istisnamıydı? Mustafa Kemale okuduğu harp okulunda bir ayrıcalık tanınmadı. Hayır bütün Osmanlı subayları Abdülhamit zamanında çok iyi bir eğitim ve yabancı lisan öğreniyordu. Cahillik belki küçük subaylar için geçerli olabilir.Yanlız Tevfik Fikret ve bütün Ittihat Terakki üyeleri gibi yaygın ama yanlış bir kanaat vardı. Aynı Falih Rıfkı Atay'da olduğu gibi. Batı kültürü bizim kurtuluşumuz imiş. Asıl kurtuluş ise milli bir teknoloji öğrenmekti ve geliştirmekti ama hiçbir Ittihat Terakki üyesi bu gerçeği anlayamadı, Mustafa Kemal'de dahil olmak üzere. Halbuki bilindiği gibi Abdulhamit sanayileşmeye, teknolojiye önem veren son zamanın en önemli padişahıdır.Ki Falih Rıfkı Atay Abdulhamit'in yaptıklarını görmeyip (Mustafa Kemal'in okuduğu Harp Okulu ve gönderildiği Avrupa seyahatleri) onu sadece dinine bağlı bir insan olduğu için yobaz diye damgalamıştır. Ne diyelim Ittihat ve Terakki'nin çoğu üyelerinde bir saplantıdır bu. Dinine bağlıysan yobazsın, şeriatcısın, teknolojiye önem versen bile karşısın, çünkü dinci damgasını yemişsindir.Ittihat ve Terakkinin en önemli yanılgıya düştüğü şey budur, saplantıdır, önyargıdır. Islam dini tarihte hiçbir zaman teknolojiyi ve fen bilimlerini reddetmez.Ittihat ve Terakki ise devlet yöneticilerinin yani padişah ve erkanının son zamanlarda teknolojiye önem vermemesini Islama bağlamıştır.Bu yanlış tespit Ittihat ve Terakkinin Osmanlının iflasına sürüklenmesine sebep olmuştur.Sonuçta tek çarenin Islamın yok edilmesi olduğuna dair olan kanaat Osmanlıyı uçuruma ve yeni kurulan Türkiye'yi de diktatörlüğe götürmüştür.Falih Rıfkı Atay Çankayasında Islamın (kendine göre yobazlığın) yok edilmesinden gurur duyarak anlatır. Misallerini göreceğiz.

    Dikkat edilirse Ali Fuad (Cebesoy), Fethi Okyar Mustafa Kemalin harp okulu arkadaşlarıdır ve 1923den sonra hükümette bu insanlar bakanlık gibi görevlerde bulunmuşlardır. Hükümetin bütün bakanları, ileri gelenleri Mustafa Kemal'in ya okul arkadaşları yada Kurtuluş Savaşından sonra yada önce tanıştığı yakın arkadaşlarıdır, ve hepsini kendisi tayin etmiştir, bu görevlere getirmiştir. Kendisine muhalif olan ideolojik olsun yada herhangi bir görüşünden dolayı olsun, hiçbir zaman, değil Mustafa Kemal tarafından bir göreve getirilme, sürgüne gönderilmiş yada hapsi boylamıştır. Mustafa Kemal, Falih Rıfkı Atay'la Izmir'de tanışmıştır. Falih Rıfkı Atay'ın Batı yalakalığı, Batı hayranlığı ve hayat biçimi onları birleştirmiş, yakın arkadaş olmalarını sağlamıştır.

    Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya'sından alıntı:
    "Genç Mustafa Kemal arkadaşları ile Beyoğlu eğlence yerlerine giderdi. Iyi giyinmeyi ve yaşamayı severdi. Istanbul'a gelinceye kadar biradan başka içki kullanmamıştı. Bir gün arkadaşı Ali Fuad'la (Cebesoy) beraber Büyükada'ya gitmişler. Ne lokantada yiyip içecek, ne de otelde geceliyebilecek paraları yok. Ali Fuad bir şişe rakı, bir şişe bira, ekmek ve yemiş alıp çamlığa yürümüşler. Mustafa Kemal bir şişe birayı bitirince: şimdi ne yapacağım? demiş. - Ilk defa rakıyı o akşam denemiş. Başı bir hoş dönmüş. Güneş batmak üzere; sigara paketinin altına resimler çizmiş, sonra: Fuad, demiş, ne iyi içki imiş bu... Insanın şair de olası geliyor. - Bu ağır ve sert içki bir daha yakasını bırakmamıştı."
    Can Dündar yaptığı Mustafa adlı filmle başı çok derde girmişti. Bu filmde Mustafa Kemal'i sarhoş, alkol bağımlısı bir insan olarak gösteriyor diye. Kemalistler kudurmuştu o zaman. Gerçeği kaldıramıyorlar Kemalistler, çünkü büyük çabalarla kurdukları bir düzen vardı. Ve bu düzen sadece Mustafa Kemal'in kendi ifadeleriyle peygambere yakın bir kişi olmasına bağlıydı. Mustafa Kemal'i hiç ama hiçbir bir yönüyle kötü ahlaklı gösteremezsin, kararlarını, yaptıklarını sorgulayamazsın. Can Dündar da bu tabuyu yıktı. Can Dündar aynı zamanda Mustafa Kemal'i kadın düşkünü olarak da göstermişti ki bu da değişik hatıralarla kesinleşti artık.

    Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya'sından alıntı:
    "(Mustafa Kemal)Bazı arkadaşları ile Yenikapı'da bir Ermeni evinde oda tutup yerleştiler. Burası fikir arkadaşları ile toplantı yeri idi. Namık Kemal gibi hürriyetçilerin eserlerinden bir de küçük kütüphaneleri vardı. Inançları şu idi ki ilk şart istibdat (baskı) rejimine son vermektir. Bu zorlamayı da ancak ordu yapabilir."
    Abdulhamit'in devrilmesinde (yani şimdiki tabiri ile askeri darbeyle indirilmesinde) Mustafa Kemal ve arkadaşları Fethi Okyar, Ali Fuad'la (Cebesoy) büyük rol oynamıştır. Bakış açıları ise, bilindiği gibi sadece ama sadece Abdülhamitin şeriatcı, Islamcı olmasıydı. Nitekim:Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya'sından alıntı:
    "Fethi, sonradan soyadı Okyar, Mustafa Kemal'in sonuna kadar arkadaşlarından ve bir aralık başbakanı, ateş püskürecek ve bir eli ile Sultan Hamid'in oturduğu Yıldız Sarayı'nı göstererek: Hep o adamın başı altından çıkıyor bunlar... Sarayı başına yıkılmadıkça rahat yok. Elime fırsat geçerse altına - bomba koyardım, diyordu. Tuhaf bir raslamadır ki 27 Nisan 1909'da Sultan Hamid tahttan indirildiği vakit onu Selânik'e götüren muhafız bu Fethi olacaktı."

    Falih Rıfkı Atay İsmet Paşanın yanına gitmiş ve 1908deki Abdülhamitin tahttan indirilmesini bizzat ondan dinlemiş ve 2 sayfa boyunca neredeyse videoya alınmış gibi rapor tutmuş. Benim kanaatim İsmet İnönü'yü ziyaret ederken not almış olmalı.
    Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya'sından alıntı:
    "Tuhaftır, 1908'de hürriyet ordudan gelecek! Böyle bir ayaklanma, daha fazla, kötü iş gören saray adamlarını devirerek, idareyi bir lider-kumandana veren bir ihtilâl olmadı idi. Hâlbuki 1908'de, İttihat ve Terakki'ye giren küçük subaylar Sultan Hamid'e Kanun-ı Esasi'yi ilân ettirerek meşrutiyet rejimini kurdurmak için ayaklanmışlardı."
    Bilindiği gibi Abdulhamit tahttan indirildikten sonra tekrar bir padişah tahta getirilmiştir. Burada Falih Rıfkı Atay'ın dediği hürriyet Abdülhamit'in İslam karşıtı yayınlara, kitaplara getirdiği getirdiği sansürdür. 1908 Anayasası ki bunu Falih Rıfkı Atayda bilir bireysel özgürlükler konusunda fazla değişiklik getirmemiştir. Padişaha tanınan özel yetkiler zaten ı.Meşrutiyet Anayasasıyla zaten padişahın elinden alınmıştır. Falih Rıfkı Atay'ın hürriyetten kasdettiği İslam karşıtı ve Batı yanlısı yazıların sansürsüz yayınlanmasıdır. İsmet İnönü ordunun içindeki durumu Falih Rıfkı Atay'a özetle şöyle anlatıyor:
    "Ordunun genç ve salâhiyetsiz unsurları ile cahil ve imtiyazlı erkânı arasındaki manevî uçurum doldurulmaz bir hâlde idi. Artık hiç kimse (Abdülhamitin) hafiyelerden korkmaz olmuştu. Bütün kıymetli subaylar, padişahın sadık kadrosunu (burda özellikle erkan-ı harp: Savunma Bakanlığı yetkilileri kasdediliyor) kendilerine ve memlekete zararlı buluyorlardı..... 1907 nihayetine doğru memleket endişesi yeni bir istikamette belirmeğe başlamıştı: Bu istikamet, kurtuluş ihtiyacı idi. Çare de Kanun-ı Esasi'nin tatbik edilmesi idi."
    Unutmamak lazımki Falih Rıfkı Atay'ın bahsettiği "genç ama selahiyetsiz(yetkisiz) subaylar" Padişah Abdülhamit'in sayesinde daha iyi bir eğitim (fen ve yabancı dil) almışlar ve bu eğitim seviyesi sadece okuma yazma bilen eski yaşlı subaylar karşılaştırılamayacak kadar büyümüştü. Ama bu bir Falih Rıfkı Atay'ın bahsettiği "manevi" uçuruma yol açmamıştı. Asıl kasdettiği manevi uçurum, genç subayların Avrupa'da öğrendiği Batı kültürüyle, yaşlı ve rütbeli subayların Osmanlı kültürüne olan bağlılığıydı. Genç subayların (Falih Rıfkı Atay gibi) Osmanlı kültürüne ve İslam dinine duyduğu nefret ve affedilemez yanlış saplantıları o zamanlar başlamıştı.

    Mustafa Kemal stajyer olarak gittiği şamdan 1906'da kaçarak Selanik'e gelir. Bir asker kaçağı olarak aranmaktadır.
    Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya'sından alıntı:
    "Kurmay Albay Hasan Bey, Mustafa Kemal'e yardım elini uzattı. Memlekette devrim olmasını istiyen, bu uğurda çalışanları destekliyen bir vatanseverdi. Selânik'te dört ''tebdili hava'' raporu almıştır. ''Vatan ve Hürriyet'' cemiyetini o günlerde kurdu. Bu kuruluş toplantısında bulunan arkadaşlarından biri diyor ki: ''Görüşmeyi Mustafa Kemal açtı. Memleketin umumî durumunu, Rumeli'nin içinde bulunduğu şartları, saray idaresini anlattı. 'Hürriyet olmıyan yerde ölüm ve batmak vardır, tarih biz çocuklarından görev beklemektedir. Despotlukla savaşacağız, buraya da onun için geldim, sizden de fedakârlık bekliyorum,' dedi."
    Yani şeriatı, padişahı yok edeceklerdi. Görüleceği üzere tek çıkar yol teknoloji değilde, Batı türü hayat onlara bir sihirli değnek gibi geliyordu. Burada değinelim devirmek istedikleri Abdülhamit kendisini alt etmek isteyen bütün İttiaht ve Terakki subaylarını Avrupa'ya tahsil için göndermiş, onlarsa Avrupa'da teknoloji öğrenmek yerine Batı kültürü öğrenmiş ve bu kültürü medeniyet, çare çıkış yolu olarak görmüşler, aynı Mustafa Kemal gibi. Falih Rıfkı Atay Mustafa Kemal'in Beyrutta nasıl bu Batı hayatını özlediğini şöyle anlatmış:
    "Beyrut, İstanbul gibi, ?zmir ve Selânik gibi, Hristiyan ve yabancılı olduğu için yaşanabilecek dört Osmanlı şehrinden biri idi. Tanzimat'tan beri Hristiyanlar şeriatçı idare baskısından kurtulduklarından tam batıkâri ömür sürüyorlardı..... Ancak şam taassubun hükmü altındaki bütün şark şehirleri gibi, bir hayat zindanıdır....... Hicaz demiryolunda çalışan İtalyan işçileri, karıları ve kızları ile mandolin çalıyorlar, türkü söylüyorlar, şarap içiyorlar ve oynuyorlardı...... ertesi günü (Mustafa Kemal)bir işçi esvabı satın alarak ara sıra bu kahveye gelmeyi, onların eğlence ve şarkılarından canlanmayı âdet etti. Mustafa Kemal'e göre de her şey hürriyete kavuşmaya bağlı idi."
    Falih Rıfkı Atay'da bilirki Anadolu insanıda Osmanlı zamanında eğlenmeyi bilirdi. Keman ve gitar yerine saz vardı. Anadolu ozanları ve türküleri yarı eğlence, yarı nasihat, yarı din bilgisi içerirdi. Özellikle Batıda yani Ege ve Trakyada Ramazanda şenlikler düzenlenirdi. Karagöz, Hacıvat, Meddah sadece bunun bir örneğidir. Uzun kış gecelerinde özellikle Doğu illerinde Köy odası geleneği vardı. İç Anadoluda yarenlik denen eğlenceler vardı. Bu gelenek tabiiki bir içki, içip zıbarma geleneği değildi. Kadın oynatma gibi veya Falih Rıfkı Atay'ın Önsözde dediği gibi her neyi kasdediyorsa o "aşırıca sahneler" yoktu. Padişahda, Abdulhamit'te hiçbir zaman Anadolu halkının bu kendine özgü eğlence tarzını yasaklamadı ve yasaklayamazdıda. Yanlız Mustafa Kemal'ı ve Falih Rıfkı Atay'ı bu Anadolu'ya özgü eğlence biçimi yetmiyordu bu onları "açmıyordu". şarap,içki,kadın lazımdı. Yani Batı türü eğlence buna da hürriyet diye bakıyorlardı.Mustafa Kemal, Falih Rıfkı Atay'a göre harmandalı oynuyormuş, ama batıda gördüğü ve öğrendiği valsi, folkstrot oynar, halay onu "açmaz". Sadece eğlence ve hayat şeklide bir halkın refah seviyesini ne ileri götürür nede başka halklar üzerinde üstünlük sağlar. Bu işte İttihat Terakkinin göremediği ama Mehmet Akif Ersoyun görebildiği kültür yobazlığıdır.Sadece teknoloji halklar arasında bir üstünlük sağlar Osmanlı bunu parlak devirlerinde yeteri kadar göstermiştir. Teknolojiyide ithal etmek değil kendin tasarlamaktır ki Mustafa Kemal bile buna akıl erdirememiştir. Sanayi olarak fabrika ithal etmiştir. Ki bunu zaten daha Falih Rıfkı Atay'ın bahsettiği pembe hayaller kurduğu gençlik yıllarında arkadaşlarıyla beraber devirdiği Abdulhamit çoktan uygulamaya koymuştu. ?thal fabrika kurmayı, beğenmediği Abdulhamit çoktan yapıyordu, yapmıştı bile, ama Abdülhamit'i devirmekle beraber Osmanlının sanayileşmesine kendisi balta vurmuştur. Burada yine bilinen bir şeyi bahsetmekten geçmek olmaz: İttihat ve terakkinin Abdülhamiti devirmesinde Batı ülkelerinin çok büyük payı ve yardımı da olmuştur.Başta bunların İngiltere ve Fransa gelir.

    Falih Rıfkı Atay Çankaya'sında şöyle söylüyor:
    "(Mustafa Kemal, Fethi Okyar, Ali Fuat Cebesoy) Gittikleri belli başlı (Selanik'teki) gazinoların adları Olimpos Palas, Kristal ve Yonyo'dur....... Fethi, Yonyo'dan (sonra) bir kadınlı danslı bir yere gitmeği teklif eder. Üçü de gitmişler. Fethi zevkine dalmıştır...... Mustafa Kemal için içki, kadın, buluşma, eğlence, hepsi kafasından gönlünden bir türlü kopup ayrılmıyan büyük kaygının ve bir şey yapmak, bir şey yapabilecek otoriteyi avucu içine almak hırsının gölgesi altında idi."
    Yani sonradan kuracağı Batı özentisi diktatörlüğünü çok önceden hayal edermiş.

    Mustafa Kemalin aralarında bulunduğu Avrupa'da Abdulhamit tarafından okutulan genç subaylar Abdulhamit'in getirdiği yenilikleri görmeyecek kadar körlerdi. Bu körlükleri mutlaka Avrapanın onların ziyaretleri sırasında öyle bir sanaii ve teknoloji sıçraması yapmış olması idi ki, geri Osmanlı topraklarına döndükleri zaman Abdulhamitin yaptığı yenilikçi hareketleri görmediler bile çünkü bütün bu Osmanlıya yeni olan şeyler zaten Avrupada vardı. şair Mehmet Akif Ersoy gittiği Berlin ziyaretinde Berlin şehrini gezmiş tanımış, hatta Berlin'i öven şiirler bile yazmıştır. Ama Mehmet Akif Ersoy hiçbir zaman Batı kültürnde bir üstünlük görmemiş ve Batının üstünlüğünün sadece teknolojik, makineleşmeden ibaret olduğunu her zaman tespit etmiş ve İslam dininin, Türk kültürünün yüceliğinden hiç bir zaman sapmamıştır. Tevfik Fikret, İttihat Terakkinin ve Mustafa Kemalin aralarında olan çoğu kişiler aydınlığın, yeniliğin, geleceğin İslama yobazlık damgası vurulması ve İslamın kaldırılmasına bağlamıştır. İttihat Terakkinin bu bir tür beyin yıkanması Abdülhamit yapmış olduğu yenilikleri görmemezlikten gelmelerini sağlamıştır. Mustafa Kemal şamda Abdülhamitin yaptırdığı demiryolu inşaatına bizzat şahid olmuştur. Falih Rıfkı Atay, Mustafa Kemal şam'dayken "Hicaz demiryolunda çalışan İtalyan işçileri, karıları ve kızları ile mandolin çalıyorlar" derken Mustafa Kemalin bu demiryolu yapılışını gördüğünü kendisi söylüyor. Abdühamit zamanında getirilen yada üretilen yeni seri atış yapan topları Falih Rıfkı Atay İnönüyü ziyaretinde kendisi söylüyor. Falih Rıfkı Atay'ın buyrun kendi sözleri:
    "1906'dayız. İsmet Bey yirmi iki yaşında erkân-ı harp yüzbaşısı olarak... Edirne'ye gönderilmişti. Kendisini sekizinci topçu alayının üçüncü bölüğüne tayin ettiler. O vakit topçu fırkası teşkilâtı vardı. Yedinci ve sekizinci alaylar yan yana kışla ordugâhının bir kısmını tutmaktadırlar. Bu alaylar ''seri ateşli'' topları yeni almışlardır."
    İsmet İnönü ordu içinde disiplinin, yolsuzluğun, keyfi idarenin olduğunu Falih Rıfkı Atay'a anlatır ama bu adı geçen yeni seri atış yapan topların orduya nasıl getirildiğini anlatmaz, ya da anlatılması ne Falih Rıfkı Atay'ın ne de İnönü'nün işine gelmez. Çünkü yeni seri atış yapan topları anlatsalar Abdülhamit'i övmüş olurlar, ki İslamı ve Osmanlı Türk Kültürünü düşman ve yobazlık olarak bilen yıkanmış beyinleri buna izin vermez. Aynı şeyi Falih Rıfkı Atay Haliçe demirlemiş Abdülahmitin yaptırdığı denizaltı içinde söylemiş. Diyorki kendi sözleriyle Halif Rıfkı Atay:
    "Sudan korktuğu ve batacağını sandığı için Abdülhamit denizaltının içine girmeye cesaret edememiş".
    Halif R;ıfk;ı Atay';ın yapt;ığu;ına şimdiki modern dilde alg;ı operasyonu deniliyor. Halif Rıfkı Atay'ın ama bir denizaltının varlığından ve Ortadoğuya değil Akdeniz ülkelerinin içinde ilk olarak ?stanbul'a getirilen bir denizaltının varlığından haberi var ama yaptığı şey ideolojik olarak Abdülhamit'i korkak ilan etmek, itibarsızlaştırmak. Halif Rıfkı Atay'ın kendisi de biliyordu ki kendisine sadece İslam,şeriat ve Osmanlı geleneği yüzünden düşman kesilen bütün İttihat ve Terakki üyelerinin hepsinin yükselmesini yine Abdülhamit sağlamıştı. Kendisine düşman olduklarını bildiği halde onları yinede yüksek rütbelere getirmekden çekinmedi ve bu yüksek rütbelerde de bıraktı. Halif Rıfkı Atay dikkat edilirse Abdülhamit'in tahttan indirilmesine ve bu sırada geçen olaylara Mustafa kemal'in bizzat içinde olduğu halde fazla değinmez. Çünkü Mustafa Kemal'in ve İttihat ve Terakki'nin Abdülhamit'e yaptığı haksızlığı kendiside biliyordu. Sadece geçiştirir ve suçu sadece padişah olması, İslam yanlısı olması olduğu için Abdülhamit'e "baykuş, korkak, yobaz" yaftalarını koymakla yetinir, her sahte Türk aydını gibi.

    Falih Rıfkı Atay Mustafa Kemal'le tanışıncaya kadar geçen seneleri sanki yanındaymış gibi anlatmıştır. Bazen hiç bir kaynak göstermez. Hatta Mustafa Kemal'e sordum bana anlattı, yahut bundan duydum da demez. O yüzden 1923'e kadar olan olayları Mustafa Kemal'i sırf övmek için yazdığı tahmin edilebilir. Zaten önsözdede "beni tanıyan bana inansın" gibisinden sözler sarfetmiştir. Bütün cümleleri 1910'a kadar övgülerle doludur. Büyük bir ihtimalle Mustafa Kemal'le Çankaya köşkünde geçirdiği yıllarca o içki masalarının hatırına ve kendi ideolojisini korumak ve kendi geleceğini düşünerek 1968'de Mustafa Kemal'i koruma ihtiyacı duymuştur. Falih Rıfkı Atay'ın tarafsız olarak olaylara ve meselelere bakıpda Çankaya'yı yazdığı düşünülemez. Falih Rıfkı Atay Mustafa Kemal'le 15 yıl arkadaşlık yapmıştır. Mustafa Kemal'e olan eleştirisiz bağlılığı, bir diktatörün yanında bulunduğu ideolojik yakınlık tabiiki Mustafa Kemal'le onu haşır neşir yapmış ve Falih Rıfkı Atay'a göre Mustafa Kemal sorgulanamaz biri durumuna getirmişti. Bir atasözü vardırki Falih Rıfkı Atay'ın Mustafa Kemale bakışını iyi ifade eder. Bir insana 40 gün deli derlerse kendini deli zannedermiş. Falih Rıfkı Atay, diktatör Mustafa Kemal'in emrinde 13 yıl geçirdikten sonra ve Mustafa Kemal öldükten sonra adeta ne yapacağını şaşırmış, sahibi ölmüş zenci köleler gibi davranmıştır. Aynı durum uzun yıllar Mustafa Kemale hizmet eden uşağı Cemal Granda için de geçerlidir. Mustafa Kemal öldükten sonra Falih Rıfkı Atay (tabiiki diktatörün izniyle) öve öve bitiremediği, yazarlığını yaptığı Ulus gazetesinde şunları yazmıştır:
    "Türk Milleti, sen sağ ol! Bırakınız, son kanlı damlasına kadar, göz yaşlarınızı O'nun yasında tüketiniz. Atatürk'ün ölümünü görmüş olanlar, bir daha kime ağlayacaksınız? Aylardan beri, on yedi milyon O'nun baş ucunda, bu faciayı geciktirmek için çırpındı, durdu. Bir tanrı veya kahraman mı, bir baba, dost veya kardeş mi? Onunla ne kaybediyorduk? Hayır...! Onsuz nemiz kalacaktı? Boş sözü bırakalım! Atatürk ölmüştür, hakikat bu! Müthiş olan bu! On yedi milyon bir günde, bir babadan öksüz kaldı. En mesut Türkler, Atatürk yaşarken ölmüş olanlardır. Ömrümüzün ve Türk Tarihi'nin en acı yasını tutmak talihsizliği bize düştü. Halk, en büyük Türk Kahramanı'nı, ordu en büyük Türk Başbuğu'nu, tarih en büyük Türk'ü ve asrımız en büyük insanını kaybetti. Acının derinliğini, sıcak ruh yaramız soğumaya ve uyuşan beynimiz yeniden işlemeye başladığı zaman anlayacağız. Benden sonra... Benden sonra... Senelerden beri, hepimiz, böyle bir kara günün ıstırabını, bu iki kelime ile gönlümüzden uzaklaştırıyorduk. Düşünmekten korkuyorduk. işte Onsuz kaldık... Onsuz... Fakat O'na bin kere verdiğimiz bir tek namus sözüyle kaldık. Eserini ve davasını korumak ve yükseltmek! Bizler için hayatın bir manası varsa; bu yemini yerine getirmek için yaşamaktır. Bugün O'na ağlayıp, yanmak için bir tek kalbiz. Yarın O'nun eserini ve davasını müdafaa etmek için bir tek irade gibi kaynaşacağız. Atatürk, şimdiye kadar bilmeyenler, bu milletin seni ne kadar sevdiğini, senden sonra, ismin ve eserin üzerine titrerken anlayacaklar! Aklımızın ve kalbimizin vazifelerini ayıralım. Ey bütün ağlaşanlar! Göz yaşlarınızı birbirine kattığınız gibi, ellerinizi birbirine uzatınız. Atatürk'e, yaşarken verdiğiniz sözü unutmayınız! Ulus Gazetesi 11 Kasım 1938"
    Falih Rıfkı Atay'ın tek bir miyavlamaması, yada havlamaması kalmıştır. İddia ediyorum Falih Rıfkı Atay ebeveylerine öldükleri zaman böyle yazı yazmamıştır. Hakikat şudur ki Mustafa Kemal öldüğü zaman Millet bir "oh" çekmiştir ve bir diktatörden kurtulmuştur. Ama tabiiki diktatörün Falih Rıfkı Atay gibi yalakaları için en kötü gündür. Falih Rıfkı Atay'da biliyorduki Türk Milleti Mustafa Kemal'e hiç bir söz vermedi. Mustafa Kemal'e söz veren kişiler sadece İslam dinini, Türk kültürünü ve geleneğini, tarihini, dilini, örf ve adetini yoketmek isteyen kişilerdir ve Falih Rıfkı Atay'da bunlardan biridir.

    Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya'sından alıntı:
    "Selânik'te bulunan bütün garnizon birlikleri alayın tatbikatına kendiliklerinden katılmakta idiler. Verdiği konferanslara başka subaylar da geliyordu. Âdeta bütün subaylar onun çevresinde ve çekiciliği altında idi. Bu durumdan hoşlanmıyan üçüncü ordu müfettişi kendisini Selânik'ten uzaklaştırmak için İstanbul'da Genelkurmay Başkanlığı Dairesine tayin ettirmiştir (13 Eylül 1911)."
    Üçüncü ordu müfettişi eğer çekemiyorsa neden onu en yüksek yere Genelkurmay Başkanlığı'na terfi ettirsin. En yüksek yere terfi ettirmez en taşra tenha yerlere bir rütbe düşürerek gönderir. Falih Rıfkı Atay Çankaya'sında hep böylesi cümleler kurar. Mustafa Kemal'i hiç kimse istemez çekemez o bir yıldızdır, genede yükselir gibi cümleler kurarak Mustafa Kemal'i yüceltmek ister.

    Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya'sından alıntı:
    "Rauf (Orbay) Atatürk öldükten yıllarca sonra Kuvay-ı Milliye devrinin Kâzım Karabekir, Refet Bele ve Ali Fuad (Cebesoy) gibi ''büyük'' tanınmışları ile bir toplantıda: Hiçbirimiz olmasaydık Kurtuluş Savaşını Atatürk gene başarırdı. Ama o olmasaydı hiçbirimiz onun yaptığını - yapamazdık"
    diye yine Mustafa Kemali yüceltmeye çalışır. Herkes bilirki Kurtuluş Savaşını Türk Milleti kendisi yapmış ve kazanmıştır. Hatta Doğuda ve Güneyde Ankara Ordusu daha yokken Millet ayaklanmış, çoğu yerde çete savaşı yapmıştır. Ankaranın düzenli ordusu sadece Yunanlarla savaşmıştır. Falih Rıfkı Atay bilinçli olarak sadece Mustafa Kemali tek kahraman olarak çıkarmaya çalışan ne laflar sözler varsa Çankaya'sında toplamaya çalışıp tarih bilgisi az olan vatandaşı etkilemeye çalışıyor. Halbuki Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak Paşa, Nurettin Paşa, Deli Halit Paşa olmasaydı Mustafa Kemal Yunanlara karşı hiçbir savaş kazanamazdıki Falih Rıfkı Atay bunu bilinçli olarak saklıyor, Mustafa Kemal kendisi sadece savaş planları yapmamış, öbür paşaların planlarınını hayata geçirmiştir. Kurtuluş Savaşının zaferini mahsustan Milletten alıp Mustafa Kemale yıkıp emellerine ulaşmak sadece Falih Rıfkı Atay gibi Kemalsitlerin işidir. Kaldıki Mustafa Kemalin Padişah Vahdettin tarafından Anadoluya gönderilmesi tesadüften ibarettir. Vahdettinin hazırlattığı Kurtuluş Savaşını başlatacak subayların listesinin başında Mustafa Kemal olmasaydı onun yerine başka bir asker Samsuna gönderilecekti.

    Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya'sından alıntı:
    "Yıllar sonra bana, yetişme yolunda Libya'da savaşında ikinci imtihanını verdiğini anlatmıştı: Orada subay sıfatlı haydutlar vardı. Elleri tabancalarında idi. Fedayi ve kabadayı. Bunlar kızınca öldürmekle - tanınmışlardı. Benim için ya ölmek, ya bunlara emretmek lâzımdı. Silâhıma tutundum. Çadır altında şiddet gösterdim. Sert davrandım. Emirlerimi kendilerine geçirdim. En sonunda hepsine hükmettim. Ilk attığı zar kendi hayatı idi. Böyle Ittihatçı fedayilerinin kendi lügatinde karşılığı ''kasap''tı."
    Mustafa Kemal'in bahsettiği Yakub Cemil ve tetikçi arkadaşıdır. Falih Rıfkı Atay'ın burda gerçekten doğru söylediği şüphelidir. Yakub Cemil'e sert davrandığı hiçbir mantıka sığmaz. Çünkü Mustafa Kemal eğer Yakub Cemil'i kızdırmış olsaydı Libya'da öleceği mutlaktır. Falih Rıfkı Atay burda tam sallamış, Mustafa Kemal'i övmek için takla atmış. Yakub Cemile ve tetikçi arkadaşına nasıl bir şiddet göstermiş acaba, çok merak ettim? Salla salla dur. Önsözde dediğin gibi Falih Rıfkı Atay, sana ve senin gibi Kemalistlere inanmak isteyenler ancak inanır sana. Mustafa Kemal'in en fazla gösterdiği şiddet Yakub Cemil'e ya kahvaltı hazırlamış olmasıdır, yada akşam ayaklarını yıkamıştır.

    Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya'sından alıntı:
    "Sonuna kadar Derne bölgesi komutanlığını başarı ile yapan Mustafa Kemal'in gösterdiği yüksek kabiliyet oradaki muhaliflerinin de dikkatini çekti...... Bu güzel kalpli, kahraman bakışlı arkadaşlarımın, bu küçük rütbeli, fakat düşmanı titreten büyük kumandanların gözlerinde vatan için ölmek aşkını okuyorum."
    Falih Rıfkı Atay'da bilirki Ittihat Terakki içinde kurulan Teşkilatı Mahsusa bütün Islam ülkelerinde Osmanlının askeri sayısı ve nüfuzu azalınca yöre halkını işgal kuvvetlerine karşı ayaklandırmıştır. Kara Kemal ve Talat Paşa bu yüzden Tunus'tan Pakistan'a varan bir coğrafyada halkı Italyan, Ingiliz ve Fransız kuvvetlerine karşı örgütlemeye çalışmıştı. Aynı Kurtuluş Savaşında halk nasıl işgalcilere karşı ayaklandıysa Kara Kemal sayesinde Libya'da da Arap halk Italyanlara karşı ayaklanmıştır. Türk subaylar burda sadece daha çok öncülük ve komutancılık yapmışlardır. Hatta Osmanlı subayları Libya'ya Kara Kemal tarafından gizlice sevkedilmiştir. Falih Rıfkı Atay yine başkalarının kahramanlıklarınıda bütünce Mustafa Kemal'e yüklemeye çalışıyor. Libya'da hiç kimse savaşmadı sadece Mustafa kemal savaşdı. Aynı Anadoluda olduğu gibi. Bilinen Kemalistlerin yöntemi. Tabiri caizse Mustafa Kemal koca Libya savaşı içinde bir zehirli kurbağa öldürmüşse, Osmanlı ordusunu salgın hastalıktan, ölümden kurtardı diye propaganda yaparlar.

    Çanakkale Savaşında bulunan şu komutanların isimlerine Falih Rıfkı Atay hiç bir zaman değinmez: Müstahkem Mevkii Komutanı Albay Cevat Bey, Mehmet Esad Paşa, Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir, Seyit Onbaşı, ve sanki Çanakkale Savaşının olacağını bilerek 10 yıl önce Çanakkale Boğazının her iki tarafına savunma tabyaları ve topları kurduran padişah ıı.Abdülhamit. Kasıtlı olarak Falih Rıfkı Atay sadece Mustafa Kemal'i över. Mustafa Kemal'se tesadüf eseri düşman askerlerinin Anafartalar civarında görülmesi üzerine harekete geçer ve düşmanın ilerlemesini önler. Yani Mustafa Kemal'in Çanakkalede başında bulunduğu birlikleri düşmanın üstüne göndermesi bile en büyük kahramanlık olarak Çankaya'da övülür. Bu tesadüf hiç olmasaydı Mustafa Kemal bir üst rütbeye yükselemeyecekti. (Yine unutmayalım Enver Paşa tarafından yükseltildi) Ama Falih Rıfkı Atay sanki bütün Çanakkale kahramanları yokmuş çeyrek milyon Osmanlı ölmemiş gibi sadece sahte kahraman yaratmıştır. Tartışılacak şey şudur: Mustafa Kemal'in yerinde başka bir komutan düşman askerini Anafartalar bölgesinde görseydi acaba ne yapacaktı? Herhalde düşmanı halayla karşılayacak değildi, çay kahve ısmarlayalım yada gelsinler yerleşsinler sonra meşgul olurum diyecek değildi. Mustafa Kemal burada sadece ateş emrinin gelmesini beklemeden saldırıya geçmiş. Daha doğrusu askerlerini düşmanın üzerine salmış, yaptığı kahramanlık bu. Eğer ölmek için yada düşmanı öldürmek için yapılmış bu hareket kahramanlıksa Osmanlının sıradan bir hareketidir bu. Mustafa Kemal'a has bir şey değildir. Daha yenisini 15 Temmuz 2016da Millet bizzat kendisi bunu tatbikat yaptı. Vatanı için ölmek normal bir şeydir Falih Rıfkı Atay Bey. Mustafa Kemal'den önce de vardır ve sonrasında da olacaktır. Vatan sevdası için ölmek bakımından Mustafa Kemal Osmanlı içinde basit bir kişidir ve gelecektede basit bir kişi olarak kalacaktır.

    Falih Rıfkı Atay İttihat ve Terakkinin önde gelenlerinin Mustafa Kemal'i kıskandıklarını yazar. Mustafa Kemal'in Enver Paşayla olan anlaşmazlıkları Enver Paşa'nın İslama bağlı olmasına, Osmanlı topraklarını ne pahasına olursa olsun korumak istemesine ve Enver Paşanın orduyla hükümeti birarada yürütmek istemesine bağlar. Enver Paşa Mustafa Kemal'i kıskansaydı onu paşa yapmazdı, Vahdettinle tanışmasını sağlamaz ve Vahdettinle beraber Almanya'ya göndermezdi.Mustafa Kemal'in orduda ilerlemesini bizzat Enver Paşa sağlamıştır. Mustafa Kemal aslında ordu içinde bir asi, başkaldıran kişidir. Ordudaki çoğu görevinden her zaman istifa etmiş ve her istifasından sonra orduya tekrar Enver Paşa tarafından geri alınmıştır. Enver Paşanın maceraperest yöneticiliğini zamanında bütün Osmanlı görmüştür. Falih Rıfkı Atay'sa Enver Paşanın bu kötü yöneticiliğinden bile Mustafa Kemal'e nasıl itibar kazandırırım diye zamanın önde gelen Paşalarının hatıralarını harmanlayıp Mustafa Kemal'i öven her kelimeyi cımbızlayıp Mustafa Kemali kahraman göstermeye çalışmıştır. Mustafa Kemal'in daha fazla tanınmasını ve kuvvet kazanmasını Selanikteki eski meyhane kafadarı Ali Fuad (Cebesoy) ve Fethi Okyar sağlamıştır. Fethi Okyar İttihat ve Terakki hükümetinin sona ermesinin ardından 14 Ekim 1918 de Dışişleri Bakanlığı yapmıştır.

    Falih Rıfkı Atay Mustafa Kemal'in aleyhine olan olaylarda ya bu olayı çok kısa geçmiştir yada Mustafa Kemalin kendini nasıl müdafa ettiğinden kısaca bahsetmiştir. Bilinirki Mustafa Kemal 1918 Nablus, şam ve Riyak cepehelerinde asker yokluğundan, tertipsizlikten, isteksizlikten bahseder.Tek çarenin bütün cepheleri bırakıp Filistin, Suriye ve Lübnandan geri çekilmektir. Falih Rıfkı Atay Çankaya'sında şöyle bahseder:
    "(Mustafa Kemalin kendi sözleri)O gece bende şöyle bir uyanma oldu: Bütün cephelerde ve bütün kuvvetler üzerinde emir ve kumanda kalmamıştı. Âdeta delice bir emir verdim. Bu emrin esaslı noktası şudur: 'şam'da ve Rayak'ta bulunan bütün kuvvetler kuzeye hareket edeceklerdir.... Ertesi gün sabahleyin Türk kuvvetlerinin çekildiği zaman İngiliz ve Araplar saldırıya geçtiler. Mustafa Kemal onları yendi ve bozdu. Bu savaş sonucu tuttuğu hattı savunmaları için birliklerine emir verdi"
    Mustafa Kemal savaşmak istememiş ve geri çekilmeyi tercih etmiştir. Tarihi çarpıtmak adına birde üstüne "İngilizleri yendi" yalanını eklemiştir. Filistin ve Suriye cephesi resmen Mustafa Kemali yüceltmek için uydurulmuş koca bir yalandan ibarettir. Diktatör Mustafa Kemali yüceltmek için sadık köpek Falih Rıfkı Atay'dan anca bu kadarı beklenebilir. Falih Rıfkı Atay'dan övgü dolu sözleri :
    " Mustafa Kemal, devlet düşmana teslim olacağı günlerde kuvvetlerini kurtaran tek kumandan olmuş ve son çarpışan Türk birlikleri ile İngilizlerin ileri hareketini durdurmuştu."
    İngiliz General Allenby 19-20 Eylül 1918 tarihli yazılarında Osmanlı birliklerinin kaçarken bütün cephanesiyle birlikte ele geçirildiği ve imha edildiğini yazmıştır. Enver Paşa'ya Sarıkamış'ta soğuktan ölen askerler yüzünden her türlü lafı söyleyenler bu düzensiz geri çekilme daha doğrusu kaçma sırasında ölen Osmanlı askerleri yüzünden Mustafa Kemale bir laf söylememişlerdir. Laf söylemedikleri bir yana dursun diktatör Mustafa Kemali bu ölen askerler yüzünden göklere çıkarmışlardır. Hatta geri çekilme yüzünden nerdeyse hiç bir asker ölmemiş gibi koskoca yalanlar düzülmektedir.
    Genelkurmay ATASE Başkanlığı, Birinci Dünya Harbi'nde Türk Harbi, cild 4, Klasör 2, Sina- Filistin Cephesi adlı kaynağa göre:
    "Düşman Ordusu 19 Eylül 1918'de Nablus güneyinde batıdan-doğuya doğru 8, 7 ve 4.Orduların savundukları mevzilere karşı büyük bir taarruz harekâtı başlatmıştır. Nablus Meydan Muharebesi olarak tarihe geçen bu çatışmalarda; Mareşal Liman Von Sanders'in Yıldırım Ordular Grubu bozguna uğramış, Cevat Paşanın 8.Ordusuyla kuruluşundaki Albay Refet (Bele)'in 22.Kolordusu imha olmuş, Mustafa Kemal'in 7.Ordusuyla kuruluşundaki Ali Fuat Paşanın (Cebesoy) 20.Kolordusu ve Albay İsmet (İnönü)'in 3.Kolordusu ağır zayiat vermiştir. "
    Mustafa Kemal her cephedeki gibi kendi başına buyruk kendi kafasına göre aldığı kararla Filistin cephesinden kaçmıştır. Zaten Falih Rıfkı Atay Çankaya'sında yukarıda söylediği gibi : "Âdeta delice bir emir verdim" diyerek bahsetmiştir. Ama bunu bize kahramanlık diye dayatan Kemalist tarih utanmamaya devam ediyor.

    Falih Rıfkı Atay Çankaya'sında Türk Milletinin denize girme adetiyle ilgili şöyle cümleler kurar:
    "Florya'yı (Florya plajını) açanlar da (Rus ihtilalinden kaçan Rus) göçmenlerdir. Osmanlı devrinde ne Türkler ne de Hristiyanlar açık denizde yıkanma, hele güneşlenme meraklısı değildiler. Sosyal hayata hiç alışılmadık bir serbestlik geldi. Son aile hatıralarını mezada ve rehine veren Osmanlı kibarlığı artıkları ile Rus saray ve konaklarının yurtsuz göçmenleri arasındaki bu trajik kaynaşmaya hüzünle bakardık."
    Falih Rıfkı Atay'ın daha önsözden başlayan Batı hayatını, Batı kültürünü öven ve Osmanlı kültürüne yobaz damgasını vuran cümlelerini ne çabuk bir kaç sayfa sonrası unuttuğunu hayretle ve neredeyse "ağzımız açık kalacak" tabiriyle okuyorum. Hani Batı kültürünü ne pahasına olursa olsun Osmanlı'ya getirmeliydi, Hürriyet Batı kültüründeydi. Neden şimdi birdenbire Osmanlı'ya yabancı olan denizde yıkanma kültürüne karşı çıkıyor Falih Rıfkı Atay? İkiyüzlülük. Birdenbire Osmanlı kaybolacağı ve kendilerinin de yok olacağı endişesi çöküyor Falih Rıfkı Atay'ın üstüne. Falih Rıfkı Atay neden "aman Osmanlı kaybolmasın kültürüde kendiside yaşasın" demeye başlıyor. Atasözü ne der: Bir şeyin değeri kaybolduğu zaman anlaşılır. Ama durun İngiliz tehlikesi kaybolduğu zaman 1923den sonra tüm hızıyla Batı kültürünü övmeye yeniden başlıyor, bizim aydın geçinen kültür yobazları. Hatta denize girmek Falih Rıfkı Atay için olmazsa olmaz oluyor.

    Falih Rıfkı Atay Çankaya'sından alıntı:
    "Tarihte birçok Türk başarıları, birçok da Türk felâketleri vardır. Başarıları birtakım yabancı kavimleri Türk egemenliği altına alınmasından, felâketleri ise bu kavimlerin o egemenlikten yakalarını kurtarmalarından ibarettir. Ne Avrupa, ne Asya, ne de Afrika'da hiçbir zaman, Türk egemenliği altına giren bir memleketin maddî refahı ve medenî düzeyi düşmediği olmamıştır. Sonra bir memleket üzerinden Türk egemenliği kalkınca o memleketin maddî refahı ve medenî düzeyi yükselmediğini gösterir hiçbir misal de yoktur. Türk savaşta kazandığını barışta feyizlendirecek yeterliği göstermemiştir.''
    Osmanlının aldığı topraklara götürdüğü altyapıyı,köprü ve yolları,adaleti göstermek bile Falih Rıfkı Atay'ın Osmanlı'yı mahsustan karalamak istediğinin bir parçasıdır. Aynı zamanda yabancı milletlere gösterilen din, dil ve hayat tarzı,gelenek hürriyetini Falih Rıfkı Atay medeniyet olarak görmemiştir. Bu körlük bütün İttihat ve Terakki yada aydın geçinen zamanının bütün Osmanlı vatandaşında vardır. Bu refah Abdülhamit zamanında hız kazanmış ama önceden söylediğim gibi Avrupa ülkelerinin aldığı hıza ulaşamamış tabiiki geride kalmıştır. Abdülhamitin aydın geçinen kesim tarafından devrilmesiyle başsız kalan Osmanlı gelişmeye yönelik icatları ve Avrupadaki sanayileşmeyi Abdülhamit gibi takip edememiş ve kendi içindeki anlaşmazlıklarla boğuşmuştur. Bu anlaşmazlıkların önemli bir misalide Mustafa Kemal'le Evren arasındaki iktidar mücadelesidir. Abdülhamit gibi yenilikleri takip edeceklerine Mustafa kemal gibi ihtiras düşkünlüklerine düşmüşlerdir. Yüksek subayların bu cahil tutumu aslında Osmanlıyı felakete sürüklemiştir. Falih Rıfkı Atay'ın ve onun zamanındaki kişilerin dediği gibi Osmanlı Enver tarafından 1. Dünya savaşına girmeseydi bile çöküşü mutlaktı çünkü Abdülhamitin yaptığı yenilikleri ve sanayileşmeyi devam ettirmeyi ihmal etmişlerdir ve tek kurtuluş yolu budur. Osmanlı çökerken Falih Rıfkı Atay bile Abdülhamite yapılan haksızlığı halkın dilinden Çankayası'nda istemeyerek ve bilmeden dile getirmiştir. Falih Rıfkı Atay Osmanlının çöküşünde siyasetçileri 3 ana siyasi görüşü olan kesimle tarif etmiştir. 1. kesim Ali Kemal gibi düşünenler, 2. kesim Abdullah Cevdet gibi düşünenler 3. kesim Sait Molla gibi İngiliz dostu hükümet yetkilileri ve onun gibi düşünenler. Falih Rıfkı Atay İttihat ve Terakkinin bütün üyeleri gib kendisinin bile Abdullah Cevdet'in düşüncesinde olduğunu itiraf ediyor. Yani aslında Mustaf Kemalde aralarında olmak üzere kendilerinin Osmanlının çöküşünde ve Osmanlıyı bu hale getirmelerinde sorumlu olduğunu dolaylı yoldan kabul etmiş oluyor. Ama bu analizi yapacak kapasitesi yada anlayışı yok, çünkü düşünceleri İttihatçılıktan gelen bir Batı saplantısından ibaret olduğunu anlayamaz ve Mustafa Kemalin ölümüyle nasıl olurda yaparımda Mustafa Kemal'i, ideolojim aynı olan arkadaşımı ve kendimi aklarım, yükseltirim derdinde.

    devami sonra. Para kazanmam icin calismam gerekiyor.